Şeyh Abbas, Kuzey Lübnan’ın uzak bir köyünde insanların bir prens olarak gördükleri adamdı. Konağı, yoksul köy evleri arasında, cüceler arasında semirmiş, gürbüz bir dev gibiydi. Köy halkı yoksulluk ve sıkıntı içinde sürünürken, o, lüks içinde yaşıyordu. Köylüler ona itaat ediyor, çağırdığı zaman önünde eğilerek onu saygıyla dinliyor, bir dediğini iki etmiyorlardı. Aklın gücü, kendisine sözcü ve yorumcu olarak sanki onu seçmişti. Herkes onun öfkesinden korkar, güçlü bir rüzgârın önündeki kış yaprakları gibi savulurlardı.
Yazdıklarında yarattığı Kafkaesk dünyayla modern İran edebiyatının kurucularından sayılan Sâdık Hidâyet'ten Türkçede ilk çeviri Varlık dergisinin 1 Aralık 1957 tarihli sayısında çevirmen adı belirtilmeden yayımlanan "Üç Damla Kan" öyküsüydü (1957). Yirmi yıl sonra ise başka bir öyküsü, bu kez Behçet Necatigil'in çevirisiyle, Türkçeye kazandırıldı: "Sahipsiz Köpek" (Varlık, Aralık 1977). Necatigil'in değerlendirmesiyle "Roman ve hikâyelerinin konularını yoksul halk kesimlerinden alan, gerçekleri sosyal-devrimci bir yaklaşımla ve korku yüklü fantastik bir hava içinde değerlendiren ... , bir yandan da yalnız adamın varlık nedenlerini araştır(an)" Sâdık Hidâyet'in Türkçede ilk kitabı ise, yine Behçet Necatigil'in unutulmaz bir çeviriyle dilimize kazandırdığı başyapıtı, tek romanı (ya da novellası) Kör Baykuş (Bûf-i kûr, 1936; Varlık, 1977) oldu. (Hidâyet'in, Rıza Şah'ın baskı yönetimi yüzünden gittiği ve eski İran tarihinin metinlerini aslından okuyabilmek için Pehlevice öğrendiği Hindistan'da yayımladığı bu kitap, İran'da yasaklanmıştı.) André Rousseaux'nun "yüzyılımız edebiyat tarihinde bir kilometre taşı" diye övdüğü Kör Baykuş, Fransızca, Rusça, İngilizce, Almanca, Macarca ve Çekçeden sonra aktarıldığı Türkçede, aynı zamanda çağdaş İran edebiyatından ilk roman örneğini oluşturuyordu. Necatigil, 1978'de yazdığı "Türkiye'de Çağdaş İran Edebiyatı / Doğumunun 75. Yılında Sâdık Hidâyet" yazısının sonunda şu dileğini dile getiriyordu: "Ben, Sâdık Hidâyet'i Türkçe'deki iki hikâyesi ve tek romanı Kör Baykuş'la sevdim.
Doğu'daki son Cenevizlilerden, antika tüccarı Baldassare Embriaco, 1665 yılı sonlarında, soyunun yüzyıllardır yaşadığı Lübnan'dan yollara düşer. Ertesi yıl, İncil'e göre "Canavar'ın Yılı"dır. Kimilerine göre düpedüz Mahşer: Kan, ateş, yıkım ve her şeyin sonu... Zamanın sonu! Dünyayı ve Baldassare'yi kurtarabilecek tek şeyse Yüzüncü Ad'dır. Kimselerin görmediği bir yazma kitap ve kitapta açınlandığı söylenen bir ad: Allah'ın, Kuran'da anılan doksan dokuz adının, sıradan ölümlere bildirilmemiş olan yüzücüsü... Tanrı'nın gizli ve yüce adı... Yüzüncü Ad'ın peşinden önce İstanbul'a uğrar Baldassare'nin yolu; oradan İzmir'e, Sakız'a, Cenova'ya, Amsterdam'a, sonra da Londra'ya. Konya'da vebanın kıyımına, İzmir'de Sabetay Sevi'nin şaşırtıcı başkaldırısına, İngiltere'de büyük Londra yangınına tanık olur. Korku, şaşkınlık, düşkırıklığı, umut ve aldanma, menzil taşlarıdır bu uzun yolun. Bir de en beklenmedik anda yolcunun karşısına dikiliveren aşk. Sevincin, mutluluğun tek kaynağı aşk!..
Yüzlerce yıl boyunca, Çin’den Kuzey Afrika’ya uzanan ve Çin, Çin Hindi, Hindistan, İran, Irak, Türkiye, Suriye ve Mısır’ı kapsayan bir alanda anlatılan Binbir Gece Masalları, ilk kez Antoine Galland tarafından düzenlenip Fransızcaya çevrilerek (1704-17, 12 cilt) dünyaya tanıtıldı. Bugüne kadar bellibaşlı bütün dillere çevrilen bu masallar, Galland’dan çok daha öncesinden başlayarak, edebiyattan müziğe, sinemadan baleye kadar bütün alanlarda pek çok sanatçıyı derinliğine etkiledi, defalarca işlendi, yeniden yorumlandı, taklit edildi. Binbir Gece Masalları, sadece insanların düşgücünü ateşlemekle kalmadı; bilinen en eski örneğini oluşturduğu "çerçeve öykü" tekniğiyle de, hem geçmişte hem de günümüzde, dünya edebiyatını en çok etkileyen kitapların başındaki yerini korudu. Alim Şerif Onaran (1921-2000), Binbir Gece Masalları’nı ilk kez tam metin halinde dilimize kazandırdı. Orhan Pamuk, gözden geçirilmiş bu yeni basım için bir sunuş yazdı. Size kalan sadece "Açıl susam açıl!" demek...
Sadık Hidayet'in (1903-1951) öyküleri, hem onun kendi yapıtına hem de modern İran edebiyatına giriş için mükemmel birer anahtar niteliği taşır. Özellikle ilk öykü kitabı Diri Gömülen (Zinde be-gur, 1930), bu büyük yazarın -başyapıtı Kör Baykuş'ta (Buf-i kur, 1937; Çeviren Behçet Necatigil, YKY, 2001) iyice geliştireceği - temel izleklerini haber veren ve Kafka, Poe, Rilke gibi modernlerle buluşma noktalarına göz önüne seren bunaltılı atmosferiyle öne çıkar. 1995'te Mehmet Kanar'ın çevirisiyle ve yayınevimizin ilk Sadık Hidayet kitabı olarak yayımladığımız Diri Gömülen'in yeni baskısını sunuyoruz.
İran edebiyatında modernizmin öncüsü Sâdık Hidâyet'ten, Kafka'nınki gibi karanlık, karabasanlı öyküler... Hidâyet, 1930'lu yıllard, ülke için pembe tablolar, çizen yönetime, İran halkının yaşantısını keskin bir gerçeklikle yansıtarak yanıt veriyor. Şiddetin ve tutkunun iç içe geçtiği bu öyküler fakirlik, hastalık, batıl inançlar, cincilik, kumalık ve "siga" düzeni, ikiyüzlülük, mistik hayata ve inzivaya kaçış, hayal kırıklıkları, kadının mal muamelesi görmesi gibi İran toplumunda kol gezen sorunlara birer ayna tutuyor. Mehmet Kanar'ın Farsça aslından özenle çevirdiği Üç Damla Kan, Sâdık Hidayet'i Kör Baykuş, Diri Gömülen ve Hacı Aga gibi kitaplarıyla tanıyıp seven okurlara yal ın ve bunaltılı bir dünya sunuyor.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.