Yazarın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanından sonra dünya çapında en çok okunan ikinci eseri Hayvan Çiftliği, ağır koşullar altında çalıştırılan hayvanların zalim çiftlik sahibi Bay Jones'a karşı ayaklanmasını anlatır.Hayvan Çiftliği, ilk olarak 1945'te Birleşik Krallık'ta yayımlandı. Roman, bir Stalinizm eleştirisidir. Orwell, bu romanında SSCB'nin kuruluşundan itibaren meydana gelen Önemli olayları kara mizah yoluyla ve mecazi bir dille anlatır.Romandaki karakterlerinden Koca Reis (domuz) hayvanlara barış dolu bir dünya vadeden Kari Marx veya Vladimir Lenin'i, Snowball (domuz) Lev Troçki'yi, Napolyon (domuz) Josef Stalin'i temsil eder.Roman totalitarizmi eleştirmesine rağmen II. Dünya Savaşı yıllarında müttefikleri SSCB’yi kızdırmak istemeyen Birleşik Krallık'ta sansüre uğramıştır. Hatta romanın çizgi filmi çekilirken CIA tarafından değiştirildiği iddia edilmektedir.Hayvan Çiftliği zaman içinde çokça yankı uyandırmış, popülaritesini artırmıştır. İki kez sinemaya uyarlanmış, Pink Floyd'un Animals albümüne ilham kaynağı olmuştur.Bu eser haksızlığa, kaba kuvvete ve totaliterizme karşı yükselttiği güçlü sesiyle güncelliğini koruyan çağdaş bir klasik.
“Popüler inanışın aksine geçmiş, şimdiki zamandan daha hareketli değildi. Öyle görünüyorsa, bunun nedeni, geriye dönüp baktığınızda, yıllar içinde olan şeylerin iç içe geçmesi ve anılarınızın çok azının size gerçekten bakir gelmesidir.” diyor George Orwell. Yazar; dünün, bugünün ve geleceğin hafızasında gezinirken kitaplardan dünyalar kurup sigaranın üzerinde ip cambazı gibi yürümenin planlarını yapıyor.
“Hayvan Çiftliği, sosyal zamanın ruhuna uygun ve sembolik değere sahip bir kitaptır. Ayrıca toplumsal bilinçle birlikte yaşama bilinci oluşturması ve demokrasinin kültür haline gelmesi için okunması çok faydalıdır.”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan
“Hayvan Çiftliği, çocukların aklını işleten ve manaya yönlendiren, hiçbir şeyin bizim düşündüğümüz gibi olmadığını gösteren bir kitap. O yüzden mutlaka okunması gereken eserlerdendir.”
Cemâlnur Sargut
“Hayvan Çiftliği, Orwell’in geleceğe dair yol işaretlerindendir. Bu işaretler geçmişte aynen yaşanmış olduğu için çarpıcıdır. Kendi devrinde yaşadığı, benim devrimde yaşadığım ve torunumun da kendi devrinde yaşayacağı bir şeyi anlattığı için daha çok kopya satar ve satmalı da!”
Prof. Dr. Sinan Canan
“Bana göre mesajları bir hikâye üzerinden vermek her zaman daha etkileyicidir. Çünkü hikâyeler her zaman daha çok ilgi çeker ve daha çok tutulur. Orwell, bu hikâyeyi Stalin’in ismini vererek anlatsaydı bu kadar etkili olmayabilirdi.”
Kemal Öztürk
Hayvan Çiftliği, yıllardır popülerliğini koruyan ve hâlâ çok satanlarda yer alan kitaplardandır. Elinizdeki bu çeviriyi diğerlerinden ayıran ise bir “okuma rehberi”yle birlikte yayımlanmasıdır. Bu rehberde kitabın özetini, önemli kavramları, romandaki karakterleri ve romanla ilgili tartışma sorularını bulacaksınız. Hemen ardından da Üsküdar Üniversitesi hocalarıyla yaptığımız mülakatlardan hazırlanan yazıları okuyacaksınız. Nevzat Tarhan psikoloji, Cemâlnur Sargut tasavvuf, Sinan Canan nörobilim, Kemal Öztürk ise siyasal iletişim penceresinden analiz ve değerlendirmeler yaptılar.
Konak Çiftliği’nin hayvanları, kendilerini ezen ve sömüren efendileri Bay Jones'u devirip çiftliği ele geçirdiklerinde tüm hayvanların özgür ve eşit olacağı yeni bir dünya yaratabileceklerini düşünürler. Fakat çok geçmeden kurnaz domuz Napoleon önderliğinde, devirdikleri tiranlığın yerini bir başka zalim yönetim alır.
Ünlü İngiliz yazar George Orwell, 1917 Rus Devrimi ve sonrasında yaşanan olaylara eleştirel bir bakış açısı getirdiği alegorik romanı Hayvan Çiftliği’ni 1943 yılı sonlarına doğru tamamlar ancak dört yayınevi tarafından reddedilen bu başyapıt iki yıl sonra, 17 Ağustos 1945’te yayımlanır.
Gücün yozlaştırıcı etkisini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan, Orwell’in kendi deyimiyle ‘yanlış giden bir devrimin tarihi’ olan bu eseri Aslı Biçen’in özenli çevirisiyle sunuyoruz.
Herkesin içindeyken ya da tele-ekranın görüş alanındayken düşüncelerinizi başıboş salıvermek tehlikeliydi. En ufak bir şey sizi ele verebilirdi. Sürekli gözünüzün seğirmesi, yüzünüzün kaygılı bir hâl alması, kendi kendinize mırıldanmanız, tuhaflık belirtisi gösteren ya da bir şeyler sakladığınız şüphesi uyandıran herhangi bir şey. Ayrıca yüzünüzdeki uygunsuz bir ifade bile (örneğin bir zafer açıklanırken inanmamış görünmek) cezayı gerektiren bir suçtu. Yenisöylem’de bunun için bir sözcük bile vardı: Yüzsuçu.
George Orwell’in distopik bir evrende geçen romanı 1984 eskimedi. Modern bir kâhindi Orwell. Ne dediyse daha fazlasıyla karşılaştı insanlık. Her adımın tele-ekran ismi verilen bir aletle izlenip düşüncelerin yönlendirildiği korkunç bir dünyada insan ne kadar kendine ait olabilirdi! Orwell romanında tahribata uğratılarak değiştirilen geçmişi ve hiçbir ümidin sızmadığı geleceği bir aynaya hapsedip günümüz insanına bir işaret fişeği gönderiyor.
“Geçmişi kontrol eden, geleceği kontrol eder; şimdiyi kontrol eden geçmişi kontrol eder.”George Orwell’ın modern klasikler arasında sarsılmaz bir yere sahip romanı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, simgelerle örülmüş distopik bir dünyada geçer. Özgür düşüncenin, sevmenin, eğlenmenin kısacası insanı insan yapan pek çok özelliğin yasaklandığı baskıcı dünyanın tek bir yöneticisi vardır: Büyük Birader. Ülkede hüküm süren totaliter düzende baskılar, propagandalar, işkenceler ve savaş korkusu yoluyla asıl hedeflenen; düşünmeden çalışan, üreyen itaatkâr insanlar yaratmaktır. Yeni düzenin sadık vatandaşlarından biri olması beklenen Winston Smith, kendi yaşantısından yola çıkarak baskıcı düzeni sorgulayacak, gücünün büyüklüğü hakkında yalnızca tahmin yürüttüğü sistemin sınırlarını zorlayacaktır.George Orwell’ın 1949 yılında yazdığı roman, geleceğe, 1984 yılına dair kötümser bir kehanetin anlatımıdır. Kişilerin her an gözetim altında tutulduğu, tarihin reddedilerek her an yeniden kurgulandığı, yalnızca şimdinin mutlak gücünü garantilemeye çalışan bir düzenin anlatıldığı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yönelttiği eleştiriler sayesinde önemini her zaman koruyacak bir politik romandır.
İngiliz yazar George Orwell, Hayvan Çiftliği’nden sonra 1984’ü kaleme aldı. Romanın yazım aşaması zorluklarla geçti. Veremle mücadele eden Orwell, birkaç kez romanın adını değiştirdi.
Orwell, 1984 distopyasında devletlerin otoriter siyasi tutumlarını sert bir şekilde göz önüne serdi. Okyasnusya adını verdiği ülkede yaşayanlar Parti’nin boyunduruğundan çıkmayı düşünemeyecek kadar mekanize hâldedirler.
Böyle bir dünyada anılar, hayaller olmadan nasıl yaşadıklarının farkında değillerdir üstelik. Düzene isyan etmeleri de neredeyse imkânsız.
Mutluluk, huzur, aşk, şehvet, zenginlik… Telemonitör’den dikte edilmeyen hiçbir şey onlar için anlamlı değil. Winston ise farkında olanlardandır. Geçmişin gerçekliğinin peşine düşen Winston için kuralları aşmak kolay olmayacaktır. Julia ile hikâyesi birleştiğinde düşünmenin, düşündüğünü belli etmenin bile yok oluşa yol açtığı ortamda hayatı gitgide zorlaşacak ve günlüğüne, “Bilinçleninceye kadar asla isyan etmeyecekler ve isyan edinceye kadar da bilinçlenmeyecekler!” diye yazacaktır.
Köşk Çiftliği’nde kötü muamele gören, yemleri verilmeyen hayvanlar bir gün, onlara devrim fikrini aşılayan bilge önderleri Koca Reis’in yönlendirmeleriyle isyan başlatır ve köşkün sahibi Bay Jones’u yenerek bağımsızlıklarını ilan ederler. Özgür ve adil bir dünya hayaliyle yola çıkan hayvanlar canla başla işe koyulurlar. Ancak zaman içinde hesap edilmeyen şeyler yaşanmaya başlar… İdareyi elinde tutan domuzlar manipülasyon yeteneklerini de kullanarak giderek zalimleşen bir yönetim benimserler.
Dünya edebiyatına distopik eserleriyle damga vuran İngiliz yazar George Orwell fabl tarzında kaleme aldığı Hayvan Çiftliği’nde siyasi hicvin bir örneğini sergiliyor. Denetleme mekanizmasından yoksun mutlak gücün, sorgulanmayan otoritenin yaratacağı yıkımı ustalıkla anlatıyor.
“Bütün hayvanlar müsavi, fakat bazı hayvanlar ötekilerden daha müsavi..”
Yazıldığı zamanı aşıp, bütün zamanların totaliter sistemlerini, baskıcı yönetimlerini ve yöneticilerini hicveden distopik bir başyapıt…
İktidar hırsının, insanlığın eşitlik ve özgürlük mücadelesini yozlaştırmasına karşı adanmış edebi bir manifesto!
Goorge Orwell’in 1945’te “bir peri masalı” nitelemesiyle sunduğu bu kült romanını ünlü yazarımız Halide Edib Adıvar’ın çevirisinden okumak… ayrı bir zevk olacaktır.
“Bütün hayvanlar eşittir fakat bazı hayvanlar ötekilerden fazla eşittir.”
George Orwell Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanında ütopik bir dünya sunar. Okyanusya, yaşanan çağın gerçekliğinin çok ötesinde olmayan bir kara parçasıdır. İşte o “yokülke” deolup bitenler, yaşanan savaş çağının sanrılarını, itirazlarını, öfkesini yansıtır bir bakıma da.Orwell, savaşların önünü açtığı yeni yüzyılın insanlık tarihine düşüreceği gölgeleri de hissederek, gelecek yıkımları da anlatır.İnsanı hiçleyen otoriter yönetimlerin güç-iktidar hırsı yok edicilik anlayışının günümüzde nasıl egemenlik kurabileceğini de öngörülü biçimde hatırlatır bize. “Bu kitap bir bilimkurgu mu yoksa çok gerçekçi bir kitap mı? Ta baştan beri söyleyegeldiğim şeyleri düşündüğüm zaman bana hiç bilimkurguymuş gibi gelmiyor.”Ülker İnce
Hayvan Çiftliği George Orwell’ın güç, iktidar sorgusuyla birlikte; eşitlikçi bir dünyanın nasıl kurulabileceğine dair öngörülerini de içeren ütopik romanıdır.
Bir Peri Masalı alt başlığını verdiği romanında hayvanların dünyasından yola çıkarak zamanın ruhunu yansıtan gerçeklerden söz eder. Özellikle de “soğuk savaş” döneminin savruntusundaki yaşam ve zihin karmaşasını, altüst oluşları; içte ve dışta yaşanan olma/oldurma durumlarını hayvanların dünyasından insanileştirerek anlatmasındaki ironi ise eleştirel olduğu kadar itirazlarını da içerir Orwell’ın.
Hayvan Çiftliği romanı her daim süren insanlık savaşına bir “önsöz”dür adeta.
“Orwell, ‘Gerçek kavga hayvanlarla insanlar arasındaydı,’ demiş. İlk düşünce olarak bu doğru olabilir ama biz öyküyü okuyunca kavganın “bütün” insanlarla “bütün” hayvanlar arasında olmadığını görüyoruz. Evet, bir kavga var ama bu bütün insanlarla bütün hayvanlar arasında bir kavga değildir. Bazı hayvanlarla bazı insanlar arasındadır.”
Ülker İnce
1930’larda sanayi merkezlerindeki işçi sınıfının hayat koşullarını gözlemlemek için İngiltere’nin kuzeyine gönderilen Orwell bu araştırmalarını Wigan İskelesi Yolu’nda topladı. Sosyal adaletsizlik, sıkışık varoş evleri, tehlikeli madencilik koşulları, sefalet, açlık ve artan işsizliğe dair unutulmaz betimlemeleri cesur bir dürüstlük ve öfke doludur. Çözüm olarak sunduğu sosyalizmi ise sınıf meselesi üzerinden inceleyerek tanımladı. Kendi politik fikirlerinin nasıl oluştuğunu da gösteren bu araştırma, Orwell’in en çarpıcı eserlerindendir.
“Gerçek bir deha. Orwell’in bütün öfkesi ve hayal kırıklığı Wigan İskelesi Yolu’nda anlam bularak dışa vuruluyor.”–Peter Ackroyd, The Times
Burma Günleri, Britanya İmparatorluğu’nun Burma’daki sömürgecilik zamanlarında yaşanan yerel yozlaşmayı ve imparatorluğun bağnazlığını anlatır. Bir kereste tüccarı olan Flory, imparatorluk yanlısı olan Dr. Veraswami ile arkadaş olur. Doktorun yardıma ihtiyacı vardır. Kyauktada Sulh Hâkimi U Po Kyin onu mahvetmeye hazırlanmaktadır ve onu kurtarabilecek tek şey Avrupa’nın himayesidir: beyazlardan oluşan bir kulübe üyelik. Bu sırada genç ve güzel bir İngiliz olan Elizabeth Lackersteen Paris’ten Burma’ya gelir. Sonunda Flory içinde bulunduğu yalnızlığından, aşk ve evlilik sayesinde kurtulabileceğini düşünür. Orwell’in ilk romanı olan ve Burma’da görev yaptığı yıllarda İngiliz sömürgeciliğine bakış açısını anlatan Burma Günleri gerçekçi dili ve derinlikli karakterleriyle etkileyici bir eser niteliği taşıyor.
Burma Günleri, Britanya İmparatorluğu’nun Burma’daki sömürgecilik zamanlarında yaşanan yerel yozlaşmayı ve imparatorluğun bağnazlığını anlatır. Bir kereste tüccarı olan Flory, imparatorluk yanlısı olan Dr. Veraswami ile arkadaş olur. Doktorun yardıma ihtiyacı vardır. Kyauktada Sulh Hâkimi U Po Kyin onu mahvetmeye hazırlanmaktadır ve onu kurtarabilecek tek şey Avrupa’nın himayesidir: beyazlardan oluşan bir kulübe üyelik. Bu sırada genç ve güzel bir İngiliz olan Elizabeth Lackersteen Paris’ten Burma’ya gelir. Sonunda Flory içinde bulunduğu yalnızlığından, aşk ve evlilik sayesinde kurtulabileceğini düşünür.
Orwell’in ilk romanı olan ve Burma’da görev yaptığı yıllarda İngiliz sömürgeciliğine bakış açısını anlatan Burma Günleri gerçekçi dili ve derinlikli karakterleriyle etkileyici bir eser niteliği taşıyor.
George Orwell’in ne zaman sigara içmeye başladığına dair herhangi bir kayıt yok. Sadece sigara içmenin yasak olduğu Eton Koleji’ne gelmeden önce başladığını biliyoruz. Hayatı boyunca ciğerlerinde sorunlar yaşayan ve sert tütünden sigaraları tek elle sarmaya Fransa’da geçirdiği dönemde alışan Orwell gerçekten de sağlam bir tiryakiydi, BBC’de çalıştığı sıralarda kantinde yamuk yumuk sarma sigaralar tüttürdüğünü gören arkadaşları bu manzarayı asla unutmayacaklardı.
Kitaplar ve Sigaralar, yazarın yedi denemesini bir araya getiriyor. Bu denemelerde, Orwell’in kitaba mı yoksa sigaraya mı daha çok para harcadığına dair hesaplarını, kitapçılık yaptığı günlerdeki anılarını, sansüre ve eleştirmenliğe dair fikirlerini görebiliyor, ayrıca çocukluğunun Birinci Dünya Savaşı öncesindeki günlerini de okuyabilme şansı buluyoruz.
“Hastanedeki yatağının yanındaki, hayatta kalsaydı kaleme alabileceği romanlara dair notlarından birinde ‘Sigara Odası Hikâyesi’ yazıyordu. George Orwell’in hayat hikâyesine de uygun bir başlıktı bu.” –John Sutherland
“Orwell’in denemeciliği, estetik açıdan düşünüldüğünde, romancılığından çok daha iyidir.” –Harold Bloom
George Orwell beş altı yaşlarından itibaren yazar olması gerektiğini biliyordu. Bir kaplana dair olduğunu hatırladığı, küçük yaşta kaleme aldığı ilk şiirinden başlayarak onu geçimini sağlayacağı denemelere, 1984 ve Hayvan Çiftliği gibi klasiklere kadar götüren yazarlık yolculuğunda bildiği yoldan şaşmayan bir kalemdi. “Neden Yazıyorum” bu açıdan, boş sayfanın başına geçen yalnız çocuklar, yazıya hayatını adayanlar için değerini hiç kaybetmeyen bir metin oldu.
George Orwell Neden Yazıyorum’a adını veren denemesinde yazma içgüdüsünün ardındaki sebeplerin neler olabileceğini irdeliyor, “Aslan ile Tekboynuz”da savaş zamanı İngiltere’sine mercek tutuyor, “Bir İdam”da Burma’da görev yaptığı dönemde idam edilen bir mahkûmu anlatıyor, “Bir Fili Vurmak”ta ise yine Burma’da saldırgan bir fili öldürmesi emredildiğinde yaşananları aktarıyor.
“‘Neden Yazıyorum’ birçok nesilden okuru derinden etkiledi. Çünkü kemikten gelen bir ahlaki güvenirliğe, sanatsal kuvvete sahip bir adam ve yazar olan George Orwell’in kaleminden çıkmıştı; ne yazıyorsa onu yaşıyor ve tecrübelerinin derinliklerinden beslenerek yazıyordu o.” –John Rodden
“Orwell; Hazlitt, belki de Dr. Johnson’dan sonra, en büyük İngiliz denemecisi.” –Irving Howe
George Orwell üzerine çalışmalarıyla da bilinen Peter Davison’a göre yazarın denemelerini bu kadar başarılı yapan nitelikler, onun alt sınıflara ilgisi, bağımsız sosyalizm yorumu, edebi ve sosyal eleştirmenliği, emperyalizm karşıtlığı ve popüler kültüre olan alakasıydı. Orwell’in Balinanın Karnında’daki denemelerini okuyunca bu yorumun ne kadar doğru olduğunu bir kere daha anlıyoruz.
Orwell’in bu kitapta derlenen denemelerinde yazarın sanat ve propagandaya dair fikirlerini, İspanya İç Savaşı’ndaki deneyimlerini ve İngiltere’deki antisemitizmi öğreniyor, aynı zamanda Henry Miller, Shakespeare ve Tolstoy gibi yazarlara dair yorumlarını da okuyoruz. Balinanın Karnında, ilgileri geniş bir yelpazeye yayılan bir yazarla ufuk açıcı bir yolculuk.
“George Orwell’in iki savaş arasındaki sosyal isyanın tek dâhi edebiyatçısı olduğunu kabullenmenin vakti geldi artık.” –Arthur Koestler
“Orwell’in deneme sanatına tekrar can verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.” –Peter Davison
“Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir.”
Gerçek ismi Eric Blair olan George Orwell, Burma’daki polislik görevinden istifa ettikten sonra, ülkeyi terk edip düşük ücretli işlerde çalışan yoksul insanların arasında yaşamaya karar verdi. Halkın arasına karışabilmek için yırtık kıyafetler giydi, Paris’te gecekondu mahallelerinde yaşadı, dilencilerle ve sokak çocuklarıyla köprü altlarında uyuduğu oldu.
Ailesinin, iyi eğitimli oğullarının bulaşıkçılık yapıp dilencilerle birlikte uyuduğunu hoş karşılamayacağını düşündüğü için eserlerini George Orwell ismiyle yayımladı.
Hayvan Çiftliği adlı politik taşlamalarla dolu bu kitabı, 1917 Rus Devrimi’ne ve Sovyetler Birliği’nin Stalinci dönemine kadar uzanan sürecin bir kritiği...
Yayımlandığı günden bu yana, 20. yüzyılın en önemli kitapları arasında gösterilen bu eser, özgürlüklerin tehdit edildiği günümüz dünyası için de hayli düşündürücü ve yol buldurucu bir roman olma niteliğini korumaya devam ediyor.
“Karanlığın olmadığı yerde buluşacağız.”
George Orwell’ın eserlerindeki güçlü politik taşlamaları ve sistem eleştirileri, kurgularına dünya çapında bir değer kazandırdı. Basıldığı her dilde büyük ilgi gördü.
Yedi dil konuşma becerisine sahip bir yazar olan Orwell, kısa ama oldukça ilginç bir hayat sürdü. İki okuldan burs kazanmasına rağmen üniversite eğitimine devam etmeyip bunun yerine Burma Polis Kuvvetleri’nde Kraliyet Polisi olarak hizmet etmeyi seçti. Bu hizmetinde çok başarılıydı ama zamanla Burma halkının İngilizler tarafından yönetilmekten memnun olmadığını ve değerlere aykırı davrandığını fark edince işler değişti. Görevinden istifa edip, yazmaya başladı.
Yazarın 1984 adlı bu romanı, ilk kez 1949’da basıldı. Yazıldığı zamanın çok ötesinde bir distopya olduğunu, bu çağın sosyal, ekonomik ve politik dinamiklerine bakarak anlamak çok daha mümkün.
Bu kitap, bir hükümetin bilgiden hafızaya kadar her alanda kontrol sağlamaya çalıştığı bir dünyada gerçeğin, bireyselliğin ve özgürlüğün yok edilmesini konu ediyor. Gerçekleşmek üzere olan bir geleceğin unutulmaz bir kehaneti gibi adeta.
“We shall meet in the place where there is no darkness.”
In 1984, World’s three superpowers, Oceania, Eurasia and East Asia are at war.Winston Smith, working for the Ministry of Truth of Oceania as a propaganda writer falls in love with his co-worker Julia.
Subsequently, he begins to question the system in which he works.
Pursuing his forbidden love, Winston plans to revolt against the authorities to shape his own future. Nonetheless, Big Brother, the leader of Oceania, is constantly on the watch and will not tolerate any interference. Room 101 is a constant reminder of such. Those who think or speak against the system will end up in a torture chamber in the basement of the Ministry of Love.Nineteen Eighty-Four is a Dystopic novel written by British author George Orwell, published in June 1949. The novel is far beyond the time it was written. It explores the destruction of truth, individuality and freedom in a world where the government seeks to control everything from knowledge to memory.
This book is an unforgettable prophecy of the future. It tells the reader, the gruesome and terrifying life under a totalitarian regime.
Tüm hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir.
Beylik Çiftliği’nin ezilen hayvanları, efendileri Mr. Jones’u devirip çiftliğin yönetimini ele geçirdiklerinde, bunu özgür ve eşitlikçi bir hayata atılan ilk adım olarak görürler. Fakat aralarından bir grup seçkin, Napolyon ve Kartopu isimli iki domuzun öncülüğünde yavaş yavaş kontrolü ele alır. Kendilerini bir zorbalıktan kurtulup başka bir zorbalık altında ezilirken bulan hayvanlar, çok geçmeden düşündükleri kadar eşit olmadıklarını anlarlar. Orwell’in, güç zehirlenmesi ve yozlaşma sonucunda hüsrana uğramış idealizme dair sarsıcı taşlaması Hayvan Çiftliği, Brezilyalı ünlü çizer Odyr’in çarpıcı uyarlamasıyla kendine yepyeni bir ifade alanı buluyor.
Orwell’in güncelliğini hiç yitirmeyen alegorisine göz alıcı bir saygı duruşu. Zincirlerinden kurtularak başlattıkları devrimin sonuçlarını göğüsleyen hayvanları fırça darbeleriyle görünür kılan Odyr’in tasvirleri çok güçlü. New York Times
“Karanlığın olmadığı yerde tekrar buluşacağız.”
Orada karanlık yok çünkü orada batacak olan bir güneş yok.
Geçmişin, gerçeğin ve sevginin olmadığı; savaşla barışın, özgürlükle esaretin, cehaletle gücün birbirine karıştığı bir dünya. Evliliklerin Parti iktidarını güçlendirmek için yapıldığı, çocukların bu iktidarı sürekli kılmak adına casus olarak yetiştirildiği bir dünya. Winston Smith, işte böyle bir dünyada, Büyük Birader’in onu izleyen gözleri ardında gördükleriyle dayatılanlar arasında hakikati ararken kendini totaliter rejimin pençelerinde, “karanlığın olmadığı yerde” buluveriyor. “Eğer umut varsa işçidedir” diyen Smith bedenine yapılan tüm işkencelere rağmen dayanabildiği son ana kadar ikiyle ikinin dört ettiğini engizitörlere haykırmaktan geri durmuyor.
Bağlamından koparılıp sığ bir düşünceyle sosyalizm eleştirisi olarak sunulmaya çalışılsa da 1984 “reel sosyalizm” den Nazi Almanyası’na kadar her türlü totaliter rejime karşı bir başkaldırı niteliğindedir.
Ve politik dehasıyla 1948 yılından geleceğe seslenen İngiliz edebiyatının güçlü kalemi George Orwell, yarattığı bu distopik romanla 21. yüzyılda hâlâ halkları uyarmaktadır: “Karşı konulmadığı takdirde totalitarizm kazanır. ”
Bütün Hayvanlar Eşittir Ama Bazı Hayvanlar Diğerlerinden Daha Eşittir
Günlerden bir gün Malikâne Çiftliği’ndeki hayvanlar, Bay Jones’a karşı birleşir ve başarılı bir isyanla çiftlik yönetimini ele geçirirler. Orası artık Hayvan Çiftliği’dir. Devrim sonrası bütün hayvanlar eşit olacaktır. Hiçbir hayvan gereğinden fazla çalışmayacak, sağılan sütler ve yumurtalar satılmayacak, insan yönetimindeyken yaşadıkları hiçbir kötülük olmayacaktır… Ta ki “iktidar hırsı”na kapılan Napolyon, yönetimi eline geçirene kadar. Yandaşlarının desteği ve ürkütücü köpekleri (gizli polisler) ile çiftlikte her şey onların istediği şekilde gerçekleşir. Gelinen noktada, isyan kahramanı Kartopu (iç mihrak) sürgün edilir, koşum atı Boksör (halk) ölümüne çalıştırılır, hayvanlar artık eskisinden daha fazla açlık çekmektedirler. Nihayet Hayvan Çiftliği’nin yedi kuruluş ilkesinin tek bir ilke haline geldiğini fark ettiklerinde, her şey için çok geç kalınmıştır...
George Orwell’in Sovyet Rusya’yı eleştirdiği için uzun süre yayıncı bulamadığı, yayımlandıktan sonra, yazarın ününe ün katan başyapıtlarından biri olan Hayvan Çiftliği, usta çevirmen Sevin Okyay’ın şenlikli çevirisiyle...
Özgürlük iki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir.
Bu kabul edilirse gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Sürekli savaş halindeki Okyanusya ülkesinin “Uçuş Pisti Bir” ismi verilen en kalabalık üçüncü eyaletinin başlıca şehri Londra. Yıl 1984. Nereye baksanız bir teleekran ve teleekrandan anbean sizi izleyen Büyük Birader. Zihninizi okuyan Düşünce Polisi ve görünmezlik zırhına sarılmış İç Parti yön2etiminde, en küçük bir bireyselliğe, özgür düşünce ve arzu belirtisine tahammül göstermeyen mutlak bir totalitarizm. Hakikat Bakanlığı’nda görevli memur Winston Smith’in bir eskici dükkânından alıp günceye çevirdiği küçük defter, hatırlamaktan ve sorgulamaktan vazgeçmeyen bir gözlemciye deyim yerindeyse sığınak olur. Ancak Julia’yla yaşadığı yasak aşk, uyandırdığı önü alınmaz bir yıkım dürtüsüyle, onu efsanevi Kardeşlik örgütü adına büyük bir komplo girişimine sürükler.
George Orwell’in 1949 yılında, 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, adada inzivaya çekilerek yazdığı ve ölmeden önce tamamladığı bu son romanı, “Avrupa’da kalan son insan” üzerine muhteşem bir distopya.
Çağının en etkili İngiliz yazarlarından George Orwell'in günlükleri, onun gündelik yaşamını yakından tanımamıza olanak sağladığı kadar, bu büyük yazarın döneminin politik çalkantılarına dair gözlemlerine de ışık tutar. Tarafsız bir yorumcu değildir Orwell; Burma'dan Paris banliyölerine, Londra'dan iç savaşın kasıp kavurduğu İspanya'ya, Marakeş'ten İkinci Dünya Savaşı İngiltere'sine ve nihayet İskoçya'ya dek karşılaştığı bütün adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri teşhir etmekten çekinmez.
Savaş Sonrası Günlükleri, Orwell'in son yıllarını geçirdiği ve büyük yapıtı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü tamamlama fırsatı bulduğu İskoçya'nın sakin Jura Adası'ndaki yaşantısından zengin ayrıntılarla doludur. Çalkantılı yılların ardından sığındığı bu huzurlu adada, yazarın üretken zihninin, günden güne ilerleyen hastalığa rağmen hayatı bütünlüğüyle kavrama çabasına da günbegün şahit oluruz.
Orwell'in günlükleri, 1930'lu yıllardan başlayan Savaş Öncesi Günlükleri, Savaş Günlükleri ve erken ölümüyle nihayet bulan Savaş Sonrası Günlükleri'yle böylece Türkçede ilk kez tamamlanıyor.
Can Yayınları özel ahşap kutusu, saman dokusuna sahip şömizi ve ciltli baskısıyla Hayvan Çiftliği’ni okurlarıyla tekrar buluşturuyor.
Hayvan Çiftliği, Utku Lomlu’nun (Lom Creative) sanat yönetmenliğinde hazırlanan özel baskısı, seramik sanatçısı Hülya Sözer’in yaptığı çamurdan heykellerin yer aldığı, kitaptaki en çarpıcı sahneleri anlatan görselleriyle her edebiyat tutkununun koleksiyonunda olmayı hak ediyor.
Kitaptan en çarpıcı sahnelerin seçilmesiyle başlayan proje, Hayvan Çiftliği’nin masalsı fakat karamsar dünyasını yansıtan heykellerin yapılmasıyla devam etti. Boyutları 10-30 cm arasında değişen heykellerin her biri seramik çamurundan yapıldı ve yaklaşık iki aylık bir sürecin sonunda ortaya çıktı. Orwell’in kaleminden çıkan karakterlerin kişiliğini kusursuz bir şekilde betimleyen bu çamurdan heykeller, seçilen sahnelere uygun kurgularla fotoğraflandı.
George Orwell’in modern zaman fablı Hayvan Çiftliği, koleksiyonerler için hazırlanan bu özel baskısıyla bir kez daha okurlara kapılarını açıyor.
Taşradaki bir kilise papazının kızı olan Dorothy Hare, babasının tüm görevleri onun üstüne yıkmasıyla dükkân borçlarından mıntıka işlerine, bağış toplamaktan cemaati pohpohlamaya her şeyden sorumlu hale gelmiştir. Dorothy’nin Tanrı’ya inancı tamdır, hayatın kendisine biçtiği rolü şikâyet etmeden kabullenmiştir. Ama bir gün, o güçlü rutin aniden sarsılır ve Dorothy kendini beş parasız halde sokaklarda, tanımadığı insanlarla, ağır işçilik yaparken bulur – dahası, kim olduğunu hatırlamamaktadır.
Orwell, bir gecede toplumun bir kesiminden bambaşka bir kesimine taşıdığı Dorothy vasıtasıyla 1930’ların İngiltere’sinde kadınların, işçilerin, evsizlerin haline ışık tutuyor. Deneysel sayılabilecek anlatım biçimleriyle yazarın edebiyatında özel bir yere sahip olan Papazın Kızı, inancın ve inançsızlığın, ahlakın ve düşkünlüğün, paranın ve yoksulluğun sorgulandığı eşsiz bir roman.
Taşradaki bir kilise papazının kızı olan Dorothy Hare, babasının tüm görevleri onun üstüne yıkmasıyla dükkan borçlarından mıntıka işlerine, bağış toplamaktan cemaati pohpohlamaya her şeyden sorumlu hale gelmiştir. Dorothy’nin Tanrı’ya inancı tamdır, hayatın kendisine biçtiği rolü şikayet etmeden kabullenmiştir. Ama bir gün, o güçlü rutin aniden sarsılır ve Dorothy kendini beş parasız halde sokaklarda, tanımadığı insanlarla, ağır işçilik yaparken bulur dahası, kim olduğunu hatırlamamaktadır.
İngiliz romancı George Orwell, Hayvan Çiftliği adlı siyasal masalında, zorbalığa dönüşen Stalin yönetimini yerden yere vurmuş; Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı ünlü yapıtında da insanlığı belleksiz ve muhalefetsiz bir totaliter toplum tehlikesine karşı uyarmıştı. Ama bu iki büyük yapıtından önce, 1930'lar İngiltere'sinde 'sınıf atlama özlemi'ni benzersiz bir kara mizahla eleştirdiği Aspidistra romanını kaleme almıştı. Aspidistra, sınıf atlama özentisindeki dar gelirlilerin bir statü simgesi olarak gördükleri, evlerinden eksik etmedikleri çiçeksiz bir zambak türüdür. Bir reklâm ajansında metin yazarlığı yapan Gordon Comstock, kapitalizmin yutturmacası olarak gördüğü reklâmcılıktan nefret eder, orta sınıfın boğucu yaşamından kaçarak şairliğe soyunur. Bu uğurda sevgilisinden ayrılmayı bile göze alır; ama romanın sürpriz sonunu yine sevgilisi yaratacaktır.
"Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir." -George Orwell- George Orwell’in 1938 yılında yayımlanan kitabı Katalonya’ya Selam, Orwell’in bir milis olarak katıldığı İspanya İç Savaşı’ndaki deneyimlerini konu alır. Orwell’in birinci elden tanıklığına dayanan bu kitap, faşizme karşı yürütülen savaşa ışık tutmanın yanı sıra İspanya’da başlayan toplumsal devrimi, cumhuriyetçiler cephesinde anarşistler ile komünistler arasındaki çatışmaları önyargılardan uzak bir yaklaşımla yansıtmaktadır. Ne var ki yayımlandığı dönemde açık ve çarpıcı içeriği sebebiyle uzunca bir dönem gözlerden uzak tutulmuş, gereken ilgiyi görmemiştir. Yazarın en ünlü kitaplarından 1984 ve Hayvan Çiftliği’nin olgusal arka planını merak edenler için Katalonya’ya Selam muhakkak okunması gereken bir kitaptır. "Katalonya’ya Selam bence George Orwell’in en önemli eseridir. İspanya İç Savaşı’na dair pek çok şey biliyor olmama rağmen, bu kitap benim için oldukça aydınlatıcı oldu... Orwell dürüst bir adamdı. Kendisini, ideolojik denetim sistemlerinden kurtarmaya çalışmış ve bunda başarılı olmuştur; işte tam da bu sebeple gayet sıradışı ve takdire şayan bir insandır." -Noam Chomsky-
“Orwell’in ironik mizah anlayışı tazeliğini hiç yitirmiyor. Bu, kaçırılmaması gereken bir Orwell yapıtı.”- The Observer
Göbeğinin çapı giderek genişleyen ve evinin taksitlerini ödemekle uğraşan George Bowling kırk beş yaşında, evli ve çocuklu –ve yeni aldığı takma dişleriyle kasvetli hayatından çaresizce kurtulmak isteyen– bir sigorta pazarlamacısıdır. 1939’da patlak verecek olan savaşın gelişini; yemek kuyruklarını, askerleri, gizli polisi ve zorbalığı görerek modern zamanlardan korkmaktadır. Böylece çocukluğunun dünyasına, huzur ve sükûn dolu bir yer olarak hatırladığı köyüne sığınmaya karar verir. Fakat köyünde aradığını bulabilecek mi, orası şüphelidir.
“Çok komik olmanın yanında hayranlık uyandıracak kadar gerçekçi... Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü burada nüve haliyle görebiliyoruz. Hayvan Çiftliği’ni de... Hem zengin bir okuma keyfi sunan hem de iki klasiğin tohumlarını birden barındıran romanlara kolay rastlanmaz.”
- John Carey, The Sunday Times
“Beş parasız kalmaktan o kadar çok bahsetmiştiniz ki; eh, işte beş parasız kaldınız ve hala ayaktasınız.”
Paris ve Londra’da Beş Parasız, 20. yüzyılın en büyük romancılarından George Orwell’in, Avrupa’nın iki büyük şehrinde, Paris ve Londra’da yaşadığı sefaleti olanca gerçekliğiyle anlattığı, son derece önemli bir eser. Bir gün Paris’in orta yerinde meteliksiz kalan genç yazar, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmeye başlar. Rehineciler, iş bulma kurumları, umut tacirleri, karın tokluğuna günde on yedi saat çalışılan karanlık otel mutfakları arasında sürüp giden Paris macerası, yazarın güç de olsa kendini Londra’ya atmasıyla sona erer ama Londra’da onu çok daha ağır şartlar beklemektedir.
Orwell, modern insanın ısrarla görmezden geldiği bir dünyanın kapısını aralıyor. İşsizlik, evsizlik, açlıkla damgalanan bu dünyanın insanları izbe pansiyonlarda, berduş barınaklarında yaşıyor, hayata bir ucundan tutunmaya çalışıyorlar.
Paris ve Londra’da Beş Parasız, köleliğin hiçbir zaman, modern zamanlarda bile ortadan kalkmadığını, sadece görünüm değiştirdiğini anlatıyor.
"Bu ülkede bulunmamızın, hırsızlıktan başka bir nedeni olduğunu söyleyebilir misiniz? Bu öylesine kolay ki. İngiltere 'nin memuru, Burmalı 'nın kollarını tutar, tüccar da adamın ceplerini boşaltır. Britanya İmparatorluğu, İngilizlerin, daha doğrusu Yahudi ve İskoç çetelerinin ticaret tekelleri kurmalannı sağlayan bir aracıdan başka bir şey değildir.
Bu sözler, George Orwell'in Burma'daki İngiliz sömürgeciliğine bakış açısını yansıtıyor. Kendisi de Burma'da görev yapmış olan Orwell, en başarılı yapıtı olarak tanımlanan Burma Günleri'nde, İngilizlerin bu sömürgedeki yaşamını ve yaptıklarını, yerli işbirlikçileri ve fırsatçıları, yerli halka insanca yaklaşarak İmparatorluğun tutumuna karşı çıkanları, aşk, nefret, tutku çemberinde destansı bir anlatımla ele alıyor. Burma Günleri, ilk kez 1934 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlandı. Kitap ve yazarı hakkında herhangi bir dava açılmayınca, ertesi yıl İngiltere'de de basıldı. Ama sömürgecilik dönemi sona erinceye kadar kitabın Hindistan ve Burma' da satılması yasaklandı ve okuyanlar hakkında yasal işlemler yapıldı. Burma Günleri, İngiltere'nin, üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk olduğu dönemdeki politik ve sosyal yaklaşımını göz önüne sererken, romandaki karakterlerin işlenmesindeki ayrıntılı ustalıkla da Orwell' in başarısını pekiştirdi.
İngiliz yazar George Orwell, ülkemizde daha çok Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş bir diğer çok ünlü eseridir. 1940'lardaki "reel sosyalizm"in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında yergi türünün başyapıtlarından biri olarak kabul edilir.
Hayvan Çiftliği'nin başkişileri hayvanlardır. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirir. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Aralarında en akıllı olan domuzlar, kısa sürede önder bir takım oluşturur; ama devrimi de yine onlar yolundan saptırır. Ne yazık ki insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurulmuştur artık. George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açıktır. Diğer kahramanlar gerçek kişileri çağrıştırmasalar da, bir diktatörlük ortamında olabilecek kişilerdir.
Altbaşlığı bir peri masalı olan Hayvan Çiftliği, bir masal anlatımıyla yazılmıştır; ama küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değil, çarpıcı bir politik taşlamadır.
Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.
George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.
Origami Ayraç Hediyeli
“İnsan’ı ortadan kaldırın, geriye ne açlık kalır ne de ölümüne çalışmak.”
Çiftliğin ihtiyar bilgesinin, ölmeden önceki son sözleriyle fitilini ateşlediği başkaldırıyı, hayal ettiklerinden çok daha erken gerçekleştiren hayvanlar, başlarındaki zorbadan kurtulup çiftliği ele geçirirler. Geçmişteki baskı, sömürü ve eşitsizlikleri bir daha yaşamamaya kararlı olan Hayvan Çiftliği’nin sakinleri, çok geçmeden, dört ayaklıların dost, iki ayaklıların düşman sayıldığı yepyeni bir yönetim şekli kurarlar. Fakat asıl tehlike, sandıklarından daha yakındır ve canları pahasına kazandıkları her şey avuçlarının arasından kaymak üzeredir…
George Orwell’in, “Ters giden bir devrimin tarihidir,” dediği Hayvan Çiftliği, tazeliğini ve güncelliğini, yayınlandığı ilk günden bu yana yitirmeyen, uyarıcı bir peri masalı ve ölümsüz bir başyapıt.
1984 yılını bir distopya olarak betimleyen George Orwell, baskıcı bir yönetimin sansürcü yaklaşımlarını; insanların köleleştirilmesi, robotlaştırılması gibi temalarla harmanlar. Siyasal ve sosyolojik denklemde sistemin istemediği oluşumların yasaklandığı, muhalif kesimin pasifinize veya yok edildiği, özgürlüğün dolayısıyla bireyselleşmenin bedelinin çok ağır ödetildiği totalitarizmi; sansür ve propaganda gibi kavramlar üzerinden hayal gücünün beklenilmedik iniş çıkışları ile birlikte okuyucuya sunuyor.
1- 19842- Aspidistra3- Hayvan Çiftliği4- Boğulmamak İçin5- Wigan İskelesi Yolu6- Paris Ve Londra’da Beş Parasız
Büyük Lider’in öğretilerini fikre dönüştürerek zulme ve baskıya boyun eğmeyen hayvanlar esas düşmanları “İnsan”a başkaldırarak çiftliği ele geçirir ve tüm hayvanların eşitliğini savunan Animalizm fikri doğrultusunda ilkeleri olan “Yedi Emir” ile kendilerine bir düzen kurarlar. Başta Napolyon olmak üzere başkaca domuzlar bir süre sonra yönetimde söz sahibi olmaya başlar ve “Yedi Emir” yavaş yavaş türlü kurnazlıklarla diğer hayvanların zihinlerinde oyunlar oynanarak değiştirilir; yönetim artık totaliter bir rejime dönüşmektedir... Domuzlardan mı yoksa insanlardan mı korkulacağı kestirilememektedir...
George Orwell, 1945 yılında kaleme aldığı “Hayvan Çiftliği” eserini fabl tarzında yazmıştır. Bir sistem eleştirisi ve dünyaca ünlü klasikler arasında ses getiren önemli bir romandır.
“Benjamin, bir an için dahi olsa kuralını bozdu ve duvarda yazılanları okudu. Tek bir emir dışında hiçbir şey yazmıyordu:TÜM HAYVANLAR EŞİTTİR AMA BAZI HAYVANLAR DİĞERLERİNDEN DAHA EŞİTTİR.”
İnsanların çoğu aşırı bencil değildir. Yaklaşık otuz yaşından sonra bireysel hırslarından vazgeçip –hatta çoğu durumda neredeyse birey olduklarını unutup– temelde başkaları için yaşamaya başlar, hayatın yükünün altında ezilirler. Ama sonuna kadar kendi hayatını yaşamayı kafaya koymuş yetenekli, inatçı bir azınlık da vardır; yazarlar da bu gruba mensuptur.
George Orwell, 1984 ve Hayvan Çiftliği romanlarında ortaya koyduğu romancı yönünün yanı sıra döneminin düzyazı ustalarındandı. Bir İdam, yazarın bu yönünü sergileyen biri kitap uzunluğunda dört makaleyi bir araya getiriyor.
"Yazma Sebebim"de Orwell yazarlık serüvenine nasıl başladığını anlatırken, "Sanat ve Propagandanın Sınırları"nda savaş çağında sanatın ve edebiyatın konumu üzerine düşüncelerini paylaşıyor. İngiltere’de Nazi işgalinin her an gerçekleşebilecek bir ihtimal olduğu, Londra’nın üstüne bombalar yağdığı bir dönemde yazılan "Aslan ile Tek Boynuzlu At"ta Orwell, sosyalist devrim gerekliliğini vatansever duygularıyla ve ülkesinin kimliğiyle uzlaştırmaya çalışıyor. Kitaba adını veren “Bir İdam”sa, Burma’da görev yaptığı sırada tanıklık ettiği bir idamın etrafında
gelişenleri anlatan kısa bir yazı.Bir İdam, bir yazarın ve bir vatanseverin düşünce dünyasından bir seçki.
Bütün savaşlarda hep aynı şey olur; askerler savaşır, gazeteciler şamata koparır; o milliyetçi nutuklar atanların hiçbiri kısacık propaganda gezileri dışında cephedeki siperlerin yanından bile geçmez.
Selam Olsun Katalonya’ya, 1936 yılından beri yazdığı her satırı demokratik sosyalist düşüncesi için yazdığını söyleyen George Orwell’in İspanya İçsavaşı’nda bir milis olarak çarpışma deneyimlerini anlattığı bir tanıklık.
Savaşa dair izlenimlerini bir gazete için kaleme alma düşüncesiyle 1936 sonunda Barcelona’ya gelen Orwell, General Franco’nun zulmüne karşı bir araya gelen İspanyolların ve dünya vatandaşlarının arasına katılır. Cumhuriyetçilerin yanında Aragón Cephesi'nde savaşır, Barcelona’da mayıs olaylarına bizzat şahit olur ve Huesca’da yaralanana kadar siperlerden ayrılmaz.
1984’te ve Hayvan Çiftliği’nde totaliter rejimlerin ve tek adamların çorak dünyasını hikâye eden Orwell, vicdanının, entelektüel ve siyasi düşüncesinin şekillendiği bir dönemi anlatıyor. Selam Olsun Katalonya’ya, 20. yüzyılın seyrini değiştirmiş olsa da neredeyse tamamen unutulmuş bir savaşa ve modern siyasete dair eşi olmayan bir belge.
Savaş Öncesi Günlükleri, gözünü budaktan sakınmayan bir yazarın, George Orwell’ın yaşamından kesitler sunan kişisel kayıtlardır. Edebi eserleri kadar siyasi yönelimleri ve güncel politikayla çetrefil ilişkisiyle de konuşulan Orwell’ın doğa gözlemlerine, işçi sınıfına, yemek tariflerine, II. Dünya Savaşı’nın tezahürlerine ve dönemin siyasi gelişmelerine dair düştüğü, gazete kupürlerine ek olarak kendi çizimleriyle de desteklenen basit ama sistemli bu notlar, yazarın naif ve korunaklı dünyasına, hassasiyetlerine ve dünyayı eşsiz algılayış biçimine de ayna tutuyor. Orwell gibi özgün bir kalemin tecrübeleri, gözlemleri ve gündelik pratiklerini gözler önüne seren Günlükler serisinin ikinci kitabı, güncelliğini yitirmeyen kurgu eserlerine dair değerli nüvelerde barındırıyor.
Bu site Ticimax® Gelişmiş E-Ticaret sistemleri ile hazırlanmıştır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.