“[…] Camiler, sanıldığının aksine salt formatlanan mabetler değildir. Din ve devletin yan yana yürüyerek yeni rejim inşa ettikleri anda kurucu bir rol üstlenerek, kimi zaman halkınyanı başında yer alan din görevlileri ve onların vaazları ve hutbeleri aracılığıyla, kimi zaman dinî alanı düzenleyen bir reforma gösterilen İslâ mcı muhalefetin ‘korkulan’ yeri olmakla, kimi zaman verdiği dinî eğitimin hem kurumsal ayrışma hem de farklılaşmaya engel/destek olmasıyla ve nihayetinde gündelik hayatı beş vakit ele geçiren doğalarıylalaikleşme sürecinin aktörlerindendir. […] Yeni rejim, camileri kendi bağlamının içinde yeniden üretirken camiler de yeni rejimin laikleşme sürecine karakteristiğini verir.” Sadece bir ibadethane olmanın çok ötesinde bir anlamtaşıyan camiler ve camiler etrafında kurulan siyasi söylem ve bu doğrultudaki eylemler, Cumhuriyet’in ilk yıllarından günümüze dek tartışma konusu olmuştur. Deniz Parlak bu kitapta, Osmanlı devletinin son dönemlerinden erken Cumhuriyet’e camilerin hem toplum hem de iktidar nezdinde oynadığı rolü inceliyor. Kuran’ın ve ezanın Türkçeleştirilmesi, camilerde eğitimin yerini modern eğitimin alması, camilerin mekânsal varlıklarına dair tartışmalar ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi konu başlıklarıyla “bulanık” Türkiye laikleşmesini anlamayı hedefliyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri siyasal kutuplar arasında tartışma konusu olmuş camilerle ilgili iddiaları dönemin yayınları ve arşivler marifetiyle araştırıyor, iddialara yanıt arıyor.
Müslümanların Gözüyle Haçlı Seferleri, Haçlı Seferleri konusunda Batı’da kaleme alınmış kitapların pek çoğundan farklı olarak, tüm serüveni İslam dünyasının bakış açısıyla değerlendiriyor. İslam dünyasında Haçlı Seferleri İslam ile Hıristiyanlık arasındaki mücadelenin sadece bir evresi ve sahnesi olarak görüldüğü için, mercek altına aldığı dönemi ve sahneyi, Batılı yazarların genellikle yaptıklarının aksine, 11.-14. yüzyıllar ve Ortadoğu ile sınırlı tutmuyor. Haçlı Seferleri başlığı altında, Batılı devletler ile İslam dünyası arasındaki çatışmaları Aragon ve Kastilya krallıklarının Endülüs’teki, Normanların Sicilya’daki ve Osmanlıların Rumeli’deki fetihlerini de içine alacak şekilde genişleterek inceliyor.
“Cobb ortaçağdaki İslam ve Haçlı Seferlerini konu alan İslam literatürünün Batılılarca iyi bilinmemesinden kaynaklanan yanlış anlamaları düzeltiyor. ... Cobb’un tezleri hem şık hem de sağlam, akademik mahfillerin ötesine geçen bir tartışmaya büyük katkı niteliğinde.” - The Times Literary Supplement
“Cobb, iyi bir öyküyü çok ustaca anlatıyor, sarih ve özgün anlatımını keyifli detaylarla süslüyor.” - Speculum
Batılı misyonerler yüzyıllar boyunca bu bölgede araştırma yapmışlar, değişmeyecek gerçekleri şaşılacak duruma getirmişler, arkasından gelenler ise, bir öncekileri delil göstererek, konuları içinden çıkılamaz biçime sokmuşlardır. Yanlışları düzeltmesi gereken Türk bilim adamlarının çoğu ise yabancıların dümen suyuna girmişlerdir. Bu bölge ile ilgili çalışmalar; yanlışın doğru, doğrunun da genel yanlış kabul edildiği bir bataklığa saplanmıştır. Trabzon ve çevresi konusunda araştırma yapan batılı bilim adamlarının pek çoğu, abesle iştigal ederek, çalışmalarını özellikle 1462'den başlatıp, bütün enerjilerini bu tarihten sonra Hristiyanların din değiştirme konusuna harcamışlardır. Hâlbuki Hazar Denizi'nin kuzeyinden gelen Türkleri, ellerine İncil'i vererek nasıl Hristiyanlaştırdıklarını araştırırlarsa gerçekleri daha kolay kavrayacaklardır.
Rusya’da Çarlık yönetiminin yıkılması ile egemenliği altında yaşayan Türkî unsurlarda bağımsızlıklarını kazanma ümitleri doğmuştur. 1917-1921 yılları arasında kongreler düzenleyen, devlet kurmak üzere mücadele eden siyasi önderlerin bir kısmı başarılı olamamaları üzerine memleketlerini terk etmek mecburiyetinde kaldılar.
İran, Afganistan, Finlandiya, Almanya, Fransa, Polonya’ya dağılan siyaset adamlarının ekseriyeti ikinci vatan kabul ettikleri Türkiye’ye gelerek dergi ve gazete çıkardılar, dernekler kurdular. Onların varlıklarından ve faaliyetlerinden rahatsızlık duyan Sovyetlerin şikâyetleri üzerine 1930 yılından sonra faaliyetlerini sürdürmek üzere Almanya ve Polonya’ya gittiler. Siyasî muhaceretin önderlerinin tarih sahnesinden çekildikleri 1960’lı yıllara kadar devam eden mücadelenin toplu bir tarihi yazılamamıştır.
Bu eser, Doğu Türkistan, Kazakistan, Özbekistan, İdil Ural, Kırım, Azerbaycan, Kuzey Kafkasya ve Irak’ı içine alan geniş coğrafyada doğmuş ilim, kültür ve politika alanında tanınmış şahısların mücadelelerini, siyasi ve entelektüel çabalarını, birbiriyle ilişkilerini ve döneme dair pek çok detay bilgiyi gün ışığına çıkarıyor.
Yüzyıllardan beri dillerin, dinlerin ve kültürlerin kesiştiği yer olan Mezopotamya’nın kuzey sınırını oluşturan Mardin, Süryanilerin kültürel hayatlarına ışık tutan önemli bir merkez haline gelmiştir. Öyle ki, Süryanilerin etnik kökeni ile ilgili yapılan birçok araştırmada ilk uğrak yeri Mardin olmuştur. Elinizdeki kitap, Mardin'de farklı dil, din ve kültüre sahip milletlerin birbirinden ayrışması yerine bu farklılıkların birlik ve beraberlik içinde nasıl yaşanıldığına kaynaklık eden nadir eserlerden biridir. Söz konusu birlik ve beraberliği sağlayan en önemli unsurlardan biri de insanlığın kaçınılmaz bir gerçeği olan "Ölüm" olgusudur.
Biyolojik olarak bir kişinin yok olmasına neden olan ve toplulukların sürekliliğini bitiren bir tehdit olarak algılanan ölüm; bu olgu etrafındaki uygulamalarla bilinenin aksine, ölünün ait olduğu grubun güçlenerek yeniden doğmasına ve varlığını pekiştirmesine ortam sağlar. Bu uygulamaların doğru anlaşılıp değerlendirilebilmesi için ait oldukları dinin, kökenin ve kültürün bilinmesine ihtiyaç vardır. Elinizdeki çalışma, böyle bir ihtiyacın karşılanmasına yönelik bir çabanın ürünüdür.
Bu site Ticimax® Gelişmiş E-Ticaret sistemleri ile hazırlanmıştır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.