"Dört bin yıl önce çok mu farklıydı sanki?" "Anadolu, barbarlara karşı, kadın erkek çarpıştı." "Bu kitapta, vahşi doğanın kokusunu duyacak," "Savaşın acımasız yüzünü göreceksiniz." "Kimi zaman, Sümer ülkesine yolculuğa çıkacak," "Anadolu bozkırlarında gezineceksiniz." "Uygarlık ışığının doğduğu eşsiz topraklarda, tutku dolu bir maceraya hazır mısınız?"
İyi şeyler yürekle algılanır. Yürek, öncelikle korunmalıdır. Çünkü; her şey ondan kaynaklanır ve gözler açılır. Eğer açabilirsek... Ruh veya yürek, ilke ve kalıplara, programlara karşılık vermez. O, şekil değil tutku arar. Yüreği uyandıran; sanat, şiir, güzellik, gizem ve coşkudur. Ruhun dili budur. Akılları meşgul etmekle olmaz, ruhun ele geçirilmesi lâzım...
Olcay Sönmez, doğaya açılan yolculuğunda bilge şarabın izinden gidiyor ve ulaştığı lezzetleri bizlerle paylaşıyor. Minicik bir üzüm tanesinin doğumundan başlayıp, cins-cins lezzet salkımlarına uzanan macerasını, o büyülü sıvıya dönüşümünü, her toprakta başka bir tat, başka bir kişiliğe bürünerek gönlümüzü hoş edişini sıcacık bir dille anlatıyor. Şarabı zevkle yudumlamanın, o lezzeti tanımanın hayattan zevk almayı isteyen herkes için mümkün olabileceğini söyleyerek heyecanlandırıyor bizi. Yazar bu kitapta, insanoğlunun şarabı ilk tattığı andan başlayarak çağlar boyunca Anadolu’dan alıp yerkürenin türlü topraklarına yaymasını anlatıyor. Bunun yanı sıra uygarlık tarihi, din, kültür ve ekonomideki izlerini de gösteriyor bize. Şarabın macerasında önce Nuh’un gemisine biniyor, Dionysos ile sarhoş oluyoruz. Sonra Knidos’tan koca Roma ordusuna şarap yetiştirip, Ortaçağ’da binbir badire atlatıyor ve derken İstanbul meyhanelerinin kuytu köşelerinde gözlerden uzak demleniyoruz. Olcay Sönmez "gönül işi" dediği şarapla, dostlarına gönlünü açıyor ve kendi şarabını yapmanın sırlarını paylaşıyor. Bir gün hepimizin bilge şarabın rehberliğinde kendi lezzetlerimizi yaratabileceğimizi umarak...
Kiraze’nin yazarı bu kitabında kimlik sorunu çerçevesinde bir aşkı anlatırken, Atatürk’ün ölümünden sonra çalkanan Türkiye’den, Varlık Vergisi’ne, Auschwitz’den İstanbul’a kadar uzanıyor. Okur ise bu öyküde, yakın geçmişteki Çanakkale’nin Müslüman, Levanten, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yahudi, Rum ve Ermenilerden oluşan kozmopolit yapısına tanık olurken, çok küçük yaşlardan itibaren kemanı ile çevresini büyüleyen Bedia’nın hüzünlü aşk dolu hikayesine eşlik ediyor.
Bu kitap içinde yer alan teknik bilgiler ve açıklamalı modeller bakımından, yazarların yayınlanmış ilk kitabının devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir. Örnekler eşliğinde farklı tasarım ve teknikler, boncuk, yarı değerli taşlar, tığ örgü, tel, polimer kil gibi malzemelerle uygulanmıştır. Yine kitapta basitten zora doğru bir anlatım gerçekleştirilmiştir. Bu kitapta da amaç, okurda var olduğuna inanılan yeteneğin, sade anlatımlı fotoğraf ve grafiklerle desteklenmiş örnekler ışığında tasarımlara dönüştürülebilmesidir.
Deniz, kurşuni gökyüzünün altında, heybetli kükreyişleriyle, uçsuz bucaksız koskoca meydan bana kaldı, der gibiydi. Azgın dalgalar hüzünle ürperen kıyıları olanca gücüyle dövüyordu. Yaşlı kadın sahile inen yamacın üstünde durdu. Rüzgarla sertleşen kar serpintilerinden yüzünü sakınmak için defne ağaçlarını kendine siper yapmaya gayret ederek, karşısındaki çetin ve sonsuz suya baktı. Bu gözler, geniş göklere, açık ufuklara, deli rüzgarların çığlıklarına, denizlere, ormanlara, dağların ötesine, yalnız bir ağaca; bir ardıç, bir pınar, bir dereye hep aşinaydı. Bu deniz ne istiyordu? Her yer siyah, karanlık ve sinsiydi... Bugün deniz ve orman sınırında kartalın hava nakşını seyretme günü olmadığını o da biliyordu. Uçuk benziyle yırtılan denize daldı gözleri... Buraya her gelişinde olduğu gibi, yine oğlundan duyduğu Son sözleri aklından geçirdi: "Ana, ver çıkınımı, gün doğdu yolum gider; köz iner yüreğime..."
Ünlü fotoğrafçı ve dijital uzmanı Tom Ang özel terimlerin bulunmadığı bu kitapta, dijital fotoğrafçılığın temelleri konusunda ustalaşmanıza yardımcı oluyor. Ne tür bir makine almanız gerektiğinden, fotoğraflarınızı internette yayınlamaya kadar, ihtiyaç duyduğunuzdan daha fazla bilgiyi içeren bu kitabı keşfedin.
Göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip ve son derece akıllı olan Mısır Kraliçesi Kleopatra 7, sınırları Aşağı Mısır’ın yakıcı çöllerinden, Akdeniz’in ışıltılı anakenti İskenderiye’ye kadar uzanan dünyanın en gösterişli, en zengin krallığının tahtına geçtiğinde henüz çocuk denecek yaştaydı. Her türlü saray komplosunu ve Roma’dan gelecek hainlikleri göze alarak, Mısır’ı tehlikelerden koruyacak tek adamla, kurt politikacı, ünlü savaş ustası ve kadın düşkünü Jül Sezar ile anlaşma yapmanın yollarını aradı. Tutkulu bir aşkla sonuçlanan anlaşma, Roma’da büyük öfke yaratırken, Kleopatra, Sezar’ın ölümünden sonra da her türlü ölümcül entrikanın döndüğü Roma’da, Romalıları büyülemeye ve kendi çıkarları için kullanmaya devam edeceği parıltılı bir dünya yarattı. Colin Falconer, erkek egemen bir dünyada, inanılmaz başarılara ve zaferlere imza atan unutulmaz kadının, güçlü portresini çizerek okurlarını İskenderiye saraylarının duvarlarından içeriye ve Kleopatra’nın kalbinin derinliklerine sürüklüyor. Bu, tarihin binlerce yıl gerilerinden parıldayan, bugünün okurlarının bile hayal dünyasını fethedecek efsanevi bir kadının destansı hikâyesidir.
Aşk için neleri göze alırdınız? Uğrunda ölür ya da öldürür müydünüz? Karın elimizde. 2 milyon dolar karşılığında ona kavuşabilirsin. Bahçıvan Mitchell Rafferty, kendisine kötü bir şaka yapıldığını düşünüyordu. Cep telefonu çaldığında bir müşterisinin bahçesine kına çiçeklerini dikmekle meşguldü. Ama şimdi pırıl pırıl bir yaz günü, o sıradan banliyö mahallesinde olduğu yerde kalakalmış, o güne dek hiç yaşamadığı kâbus dolu bir telefon konuşması yapıyordu. Hattın diğer ucundaki her kimse oldukça ciddiydi. Mitch’in karısı elindeydi ve ona sağ salim kavuşabilmesi için istediği bedeli söylüyordu. Mitch’in bu miktarda bir parayı denkleştiremeyeceği arayan kişinin umrunda değildi. Mitch ne yapıp edip o parayı bulmalıydı. Tabii eğer karısını seviyorsa... Gerilimli bir başlangıçtan, heyecanın zirveye tırmandığı bir finale dek "Koca", sayfaları çevirdikçe ortaya çıkan gelişmeleri, şok edici her detayı, su yüzeyine çıkan gerçeklerle birlikte sizi avucunun içine alacak. Ta ki, sizi hayretler içinde bırakana dek... Ne de olsa okuduğunuz bir Dean Koontz romanı ve hiçbir yerde edinemeyeceğiniz bir deneyim...
Kadın, erkek ve çocuk, 155 kişiydiler... Osmanlı hanedanı bu 155 kişiden ibaretti ve 1924 Mart’ında, hepsi Türkiye dışına çıkartıldı... Ellerine ikişer bin İngiliz lirası ve bir yıllık ama dönüşü olmayan pasaport verildi. Mal varlıkları tasfiye edildi... Türkiye’ye girmeleri ve transit geçmeleri yasaklandı... Artık ne vatanları, ne de gelirleri vardı... Macera dolu bir sürgün yaşadılar... Geçinebilmek için, her türlü işte çalıştılar... Kimisi mezar bekçiliği yaptı, kimisi kapı-kapı dolaşıp sabun sattı... Yabancı zindanlarda can verenleri oldu... Kimisi de başka hanedanların mensuplarıyla evlenip yeniden asalet unvanı aldı... Sürgün, hanedanın kadın mensupları için 28, erkekleri için 50 yıl devam etti.1974’te, ailenin tamamının Türkiye’ye dönebilmesine izin verildi. Bir kısmı döndü, bir kısmı yıllardır yaşadığı ülkelerde kaldı. Gazeteci Murat Bardakçı’nın, dünyanın hemen her tarafına dağılmış olan Osmanlı hanedanının mensuplarıyla görüşerek hazırladığı bu kitap, Ortadoğu’ya ve Avrupa’nın bir bölümüne yüzlerce yıl boyunca hükmetmiş bir aileden bugüne kalanların öyküsünü anlatıyor... Konusundaki ilk ve tek eser olan bu kitap, bir yerde, Osmanlılar’ın tarih sahnesinden çekilmelerinden sonraki tarihidir...
Ege’nin Muğla’sı ile Miami’nin Lauderdale’i birbirine ne kadar benzer, birbirinden ne kadar farklıdır? Belki de bunu en iyi, bu iki kıyı arasında milyonlarca yıldır gidip gelen caretta caretta bilebilir. Onun bu romandaki adı Minta... Özgürlüğün simgesi Minta... O sessizce her şeyi gördü ve anlattı. Yelkenlileri, buharlı gemileri, denizaltıları, plastik torbaları, zehirli atıkları... Ve elbette insanları da... "Minta", efendilerin ve kölelerin yüzyıllık tarihiyle, 20. yüzyılın hikâyesiyle buluşturuyor bizi. Bir yanda köle Nada, Mısırlı Hüsnü Paşa, Salima Hatun, Amira Kadın, Arap Nijad, Hamra ve Şerif... Diğer yanda Naja, Seminol Reisi Yaralı Tilki, Nay, Thomas James, Rose, Ray... Hepsi de farklı coğrafyalarda aynı kaderi paylaştılar... Köleliğin, savaşların, ırkçılığın ve göçlerin acısıyla insanların öfkeleri, isyanları, günahları, sırları, suçları ve tabii ki aşklarıyla yüz yüze gelirken, son yüzyılın şarkılarını da dinleyeceksiniz...
Yetenekli, genç bir doktor olan Raj Rabban, sevginin ve ölümün anlamını bildiğini düşünürken, Manhattan metrosunda alev saçlı Molly ile karşılaşır. Bu karşılaşma, onun hayal bile edemeyeceği kadar derinlere nüfuz eder. Raj, ailesinin kendisi için seçtiği Maya ile nişanlı olmasına rağmen, Molly onun ruhundaki ateşi yakan alev olur. Kısa bir süre, ancak gerçek ruh eşlerinin paylaşabileceği bir rüyayı yaşarlar. Önünde uzanan yol, onu ve ona yakın olanları ölümün kapısından içeri taşıyacaktır. Ruh İkizi, sadece iki kadına birden duyduğu aşkla bölünmüş bir adamın hikâyesini anlatmamaktadır. Deepak Chopra’ya özgü sezgilerle de zenginleştirilmiştir. Yazarın zihin, beden ve ruh anlayışı, yeni ve cesur bir ifade kazanmakta; kendisine, tutkulu ve saplantılı bir aşk hikâyesi sunulan okuyucu, sevginin bizi ölümlü hayatın sınırları dışına nasıl taşıyabileceğini keşfetmeye davet edilmektedir.
Tıbbi gerilimin ustası Robin Cook, çarpıcı bir romanla geri dönüyor. Sean McGillin, New York City’deki Central Park’ta paten yaparken bacağını kırana kadar, tam bir saflık timsalidir. Ameliyatından sonraki yirmi dört saat içinde ölür. Otuz altı yaşındaki genç anne Darlene Morgan, kopan bir bağ yüzünden dizinden ameliyat olur ve o da yirmi dört saat içinde ölür. New York City adli tıp doktorları Doktor Laurie Montgomery ve Doktor Jack Stapleton, sıradan ve başarılı ameliyatlar geçiren genç ve sağlıklı insanların şaşırtıcı ölümleriyle karşı karşıyadırlar. Zaman hızla akarken, doktorlar noktaları birleştirip cinayetleri çözmek ve bu sırada kendi hayatlarını da kurtarmak zorundadır... Robin Cook, artık imzası haline gelmiş olan gerilim ve bilim harmanıyla, bugünün gazete manşetleri kadar canlı, çarpıcı ve bir solukta okunacak bir roman sunuyor.
Ülkemizin en zengin mutfaklarından birine sahip olan Ayvalık’ın, yemek kültürüne ve 1923 mübadelesi sonucunda oluşan sosyal dokusuna ayna tutan kitap aynı zamanda birbirinden lezzetli yemek tariflerini de içermektedir. Egenin iki yakasından sentezler içeren yemeklerin isimleri de son derece ilginç. Kitapta ki tarifler basit, pratik ve son derece sağlıklı. Zeytinyağının kaynağı olan Ayvalık yöresinin yemeklerini bu kitaptan bir kez deneyenler bir daha asla vazgeçemeyecekler.
Kitapevimiz, tarihsel kalıntılara meraklı, bu kalıntıların bulunduğu yöreleri gezmeyi seven okurlarımız için özetlenmiş, yol gösterici bilgiler içeren ve görsellikle de zenginleştirilmiş bir dizi kitap yayınlama projesini "Karia" adlı kitapla hayata geçirmiş, ardından da "Lykia", "Kilikia", "Karadeniz Kappadokia’sı", "Ionia", "Lydia", "Troia", "Aiolis", "Bithynia" ve "Mysia" adlı kitapları sunmuştu okurlara. Elinizdeki kitap yine aynı yazarın, Bilge Umar’ın bir çalışması: "Paphlagonia"... Bu kitapta "Paphlagonia"nın tarihsel süreç içindeki serüvenine, yine güvenilir bilgi ve yorumlar ışığında tanık olacaksınız...
Kitap satın almak için bizi tercih etmenizin bir çok nedeni olabilir. 93 yıldır kitap sektöründe sizlere hizmet veriyoruz ve vermeye devam edeceğiz. En çok satan ve yeni çıkan kitapların yanı sıra tüm kitapları sizlere ulaştırıyoruz. Kitap okurlarına en iyi hizmeti ve en ucuz fiyata sunuyoruz. İndirimli Kitap almak için doğru adrestesiniz. Kapıda ödeme imkanı ve kredi kartına vade farksız 6 taksit imkanı ile hızlıca kitap siparişi verebilirsiniz. %50'ye varan indirimlerle ucuz kitap siparişi vermek için en doğru adres olmaya devam ediyoruz.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.