İnsan ırkının çocukluk dönemi ürünleri olan mitler, bugünden bakıldığında insanlığın sembollerle ve çeşitli anlamlarla yüklü deneyimini/birikimini ifade ederler. İnsanın yeryüzündeki anlam arayışının sonucu olarak doğmuş olan mitler, onun tarih sahnesine çıkışıyla yaşıttır. Tarihten edebiyata, felsefeden antropolojiye ve birçok sanat ve bilim dalında mitler, onu ele alan sanatçıların ve araştırmacıların bakış açısına göre tanımlanmış ve birçok anlam yüklenmiştir. Edebiyat açısından anlatı birimcikleri olan mitler, günümüzden bakıldığında uzak bir geçmişin kalıntıları arasından belli belirsiz seçilen kültür ürünleri şeklinde görünse de onlar canlı, geçmişten günümüze varlıklarını devam ettirmiş olan, bugünkü hayatın içerisinde, sanatın tüm dallarında dolaylı/kapalı veya dolaysız/açık yollarla varlıklarını sürdüren yapılardır. Günümüzde mitolojiye ilgi oldukça artmıştır. Türk Edebiyatında Mitik Görünüm (1980-2005) adlı bu çalışma, önerdiği mit okuma yöntemleriyle mitlere ve mitolojiye farklı bakış açıları getirerek Türk romanındaki mitik yapıyı söz konusu tarihler arasında mercek altına almaktadır. Bu çalışma Türk edebiyatı araştırmacılığına ve Türk kültürüne katkı olmak niyetiyle karşınızdadır.
Mi’râc-nâmeler, Hz. Muhammed’in en büyük mucizelerinden biri olan Mi’râc hadisesini anlatan manzum ve mensur eserlere verilen genel addır. İlk olarak kendini Arap edebiyatında gösteren bu tür Araplar arasında mensur bir edebî tür hâlinde yayılmıştır. Daha sonra İran edebiyatında ve Türk edebiyatında manzum halleri görülmeye başlanmıştır. Türk edebiyatında birçok mensur mi’râc-nâme de yazılmış olmasına rağmen türler üzerinde yapılan incelemeler genellikle manzum metinler üzerinde yapılmış bu durumda mensur eserlerin ihmal edilmesine neden olmuştur.
Bu kitap, giriş ve iki bölüm hâlinde düzenlenmiştir. Giriş bölümünde mi’râc ve mi’râc-nâme tanımları irdelenmiş ve Kur’an’da mi’râcın nasıl ele alındığı incelenmiştir. Birinci bölümde Arap, İran ve Türk edebiyatında mi’râc-nâmelerin tarihî seyri ele alınmıştır. Ayrıca bu bölümde yine Metin Akar tarafından incelenmiş olan manzum mi’râc-nâmeler ve diğer ele alınmış mi’râc-nâmeler ile bizim kütüphaneleri tarayarak ulaştığımız mensur mi’râc-nâmelerin tanıtımı yapılmıştır. İkinci bölümde Ankara Milli Kütüphane'de bulduğumuz Musa b. Ahmed el-Antakî’nin Mi’râc-nâme adlı eserinde bulunan motifleri manzum mi’râc-nâmeler ile karşılaştırılarak, şekil ve muhtevası ise klasik ve modern inceleme metotları ile incelenerek aktarılmıştır.
Farsça Aruz ve Kafiye
“Öyküler, tam olarak adını koyamadığımız, görmezlikten geldiğimiz ya da ayrımına varamadığımız, önemini yaşarken algılayamadığımız anların büyüsüne çağırıyor bizi. Sonsuzluğa uzanan bu anlarda, yeşeren, büyüyen, şekil değiştiren ve ölen duygular, düşünceler, ilişkiler, tatlı rüyalar ve garip gerçeklikler var.”
Kaynaklarda Hz. Peygamber’in halifeler için söylemiş olduğu birçok sevgi ve övgü sözü vardır. Bunlardan biri de “Ben ilim şehriyim; Ali ise kapısıdır.” hadisidir. Ayrıca Hz. Ali’ye atfedilen “Kur’an’ın sırrı Fatiha’da, Fatiha’nın sırrı Besmele’de, Besmele’nin sırrı “B” harfinde, B’nin sırrı da altındaki noktadadır. O nokta da Benim.” ve “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.” sözlerinin yorumlandığı eserler, en bilinen adıyla “Nokta şerhidir.” Bu eserlerin mutasavvıflar tarafından çok sevilip benimsendiği, birçok mutasavvıf tarafından eserin farklı isimlerle şerhinin yapıldığı ve farklı nedenlerden dolayı, nokta şerhlerinin neredeyse paylaşılamadığı söylenebilir.
Nokta, hakikatin kaynağıdır ve tüm âlemlerin sırrı noktada gizlidir. Noktanın sırrına eren âlemlerin sırrına erer, Allah’ı bilir. Bu nedenle, mutasavvıflar noktanın sırrını açıklamaya çalışmışlardır.
Nokta şerhinde insanın kalbine “ilham” yoluyla doğan “iletiler” anlatılır. Bu iletiler, insana yaratan tarafından bahşedilen “İlâh bir lütuf” olarak kabul edilen tasavvufî öğretilerdir.
Çalışmaya konu olan eserin başlığı, “İlāhį-Nāme Şeyhi Turābį Ķuddise Sırruh”tur. Berlin Devlet Kütüphanesinde (Staatsbibliothek Zu Berlin, Osmanisch-Türkische Sammelhandschrift) bulunan eserin konusu ile ilgili olarak kütüphane kaydında “İslâm Dini-Tasavvuf ve Tarikatlar” bilgisi yer almaktadır. PPN1748096532, Ms.or.oct.2154 demirbaş numarası ile kayıtlı olan eserin müstensihi, telif ve istinsah tarihi hakkında kayıtlı bir bilgi yoktur.
Yazma, kütüphane kaydında “İlāhį-Nāme” olarak geçer; lakin eser, İlāhį-Nāme değil “Nokta Şerhi” tercümesidir. Ancak müstensih, eserini bu başlıkla yazdığı için çalışmanın başlığı değiştirilmemiştir.
Bu kitap, Hz. Ali’nin, ünlü Arap dili ve edebiyatı bilgini Câhiz (ö. 869) tarafından derlenen 100 hikmetli sözünün, Selçuklular (1038-1194) ve Harezmşahlar (1097-1231) devri meşhur Fars şair ve yazarı Reşîdüddîn Vatvât (ö. 1177) tarafından ikişer beyitlik kıt’alar hâlinde yapılan Farsça çevirisi ile, Vatvât’ın bu çevirilerinin Mustafa İzzet Efendi ile Hâcezâde Ahmed Cevdet tarafından yapılmış Türkçe manzum çevirilerinden oluşmaktadır. Kitabın hazırlanmasında, Sad Kelime-i Hazret-i Alî (Farsçaya nazmen çeviren: Câmî, Türkçeye nazmen çeviren: Mustafa İzzet Efendi, İstanbul 1869) ile Tercüme-i Sad Kelime-i Hazret-i Alî (Farsçaya çeviren ve nazmeden: Abdullâh-ı Herevî (ö. 1089), Türkçeye çeviren ve nazmeden: Hâcezâde A. Cevdet, İstanbul 1893) adlı eserler esas alınmıştır.
“Bir hatadan bir defa özür dile. Çünkü iki kez özür dilemek senin değerini düşürür. Özür dilemeyi tekrar etmen o hatayı tazelemektir.”
***
“Eğer nasihat edeceksen tenha yerde et. Çünkü bundan daha iyi bir nasihat şekli yoktur. Orta yerde yapılan nasihat onur kırmaktan başka bir şey değildir.”
“Ey hüneri olup malı olmayan kişi! Yaratanından şikâyette bulunma. Cehaletle birlikte nimet isteme. Çünkü cahilin nimeti mezbelelikteki yeşillik gibidir.”
“Eğer insanlardan ümidini kesersen bedenin özgür, gönlün de şad olur. Ve eğer onlara ümit bağlarsan vakarını ve özgürlüğünü kaybedersin.”
“Herkesi tasdik etmekte aşırıya kaçmayın. Çünkü bundan riyakârlık ortaya çıkar. Sürekli muhalif olmaktan uzak durun. Çünkü bundan da düşmanlık artar."
“İnsanın kalbinde gizlediği şeyin ne olduğunu, bazen sözlerinin arasında bazen de yüzünün şeklinde ara.”
Bu eser, Northrop Frye'ın yirminci yüzyıl edebiyatı üzerine yaklaşık altmış yıl boyunca ürettiği eleştiri yazılarını bir araya getiriyor. Frye bu yazılarda T.S. Eliot, James Joyce, George Orwell, Virginia Woolf ve Ezra Pound gibi edebiyatçıların eserlerini eleştiriye tabi tutar, fakat sunduğu zaman perspektifi o yüzyılla sınırlı kalmaz. Homeros, Aristoteles, Vergilius ve Horatius gibi antik dönem yazarlarından Dante, Milton ve Blake gibi ortaçağ ve modern dönem yazarlarına kadar bütün Batı edebiyatı geleneğini kat eder. Bunun yanında, edebiyat alemine de sıkışıp kalmaz; Hıristiyanlık, mitoloji, psikoloji ve hatta okültizm, eleştirilerinin yapılanmasında temel unsurları oluşturur. Frye böylece okuru hem tarihte hem de disiplinler arasında bir maceraya çıkarır; bu yüzden Yirminci Yüzyıl Edebiyatı Üzerine, kendi alanında bir başucu kaynağıdır.
Ev, mimari bir yapı olmasının ve içinde barınan bireyleri fiziksel olarak korumasının yanı sıra dış dünyanın kişilerin üzerinde oluşturduğu baskının uzağında, güvenle dönülebilecekbir içtenlik mekânı, düşsel değerlerin oluştuğu ve geliştiği, sınırları sonsuza açılan mahrem bir dünyanın başlangıcıdır. Mimari bir yapı olmasının ötesinde ev, kişilerin varlıklarını dünyaüzerinde bir yere konumlandırmalarını sağlayan bir içtenlik mekânı, zamansal kopuşları önleyerek soyun ve ailenin devamlılığının temellendiği bir ocak, algısal olarak açılıpgenişleyerek sınırları sonsuza uzanan mahrem bir yuva, dışarı-içeri diyalektiğinde içeriyi, kökleri, güveni ve sıcaklığı temsil eden bir mekândır. 1980 sonrası Türk Edebiyatı’nın önemli yazarlarından olan Orhan Pamuk, Nobel Edebiyat Ödülü dahil olmak üzere pek çok ödül almış, yapıtları Türkiye’de ve dünyada ilgiyle takip edilen, dünya edebiyatının önde gelen kalemleri arasında sayılan bir yazardır. Bu kitapta, Orhan Pamuk’un romanlarında bir mekân olmanın ötesinde, roman kurgusu ve roman kişilerini çözümlemede çok işlevli bir yapıya sahip olan ev imgesi incelenmiştir.
“Bu kitaptaki on dokuz yazı, mesleğe adım attığım 1963 yılında başlayan bilim adamlığı yolundaki yürüyüşümün araştırmacılık yönündeki ilerleyişi sırasında elde edilmiş bir nice sonucun sunumudur. Bu yazıların her biri bir araştırma yazısının ortalama oylumuna sığmayacak genişlikte ve boyuttadır. Bu nitelik onların uzun süreli çalışmaların ürünü olmalarının olağan sayılması gereken sonucudur.”
Hocaların hocası Prof. Dr. Mertol Tulum, Türk dili alanında kafa yorduğu bir dizi meseleyi Türkçe ülkesinde gezinmek isteyen okurlarına sunuyor…
Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin “hakikat endişesi taşıyan vicdanlara” emanet ettiği A’mâk-ı Hayâl’in anlam katmanlarını çözmek için, her biri ilgili alanlarda çalışan yazar, akademisyen ve eleştirmenler bu kitapta bir araya geliyor. A’mâk-ı Hayâl’e dair her okuma; okura, bu esrarengiz metnin derinliklerinde dolaşma ve onu keşfetme imkânı verirken kendi yolculuğunu anlamlandırmasına da yardımcı oluyor. Turgay Anar’ın yayıma hazırladığı Aşk Sır Arayış A’mâk-ı Hayâl Kitabı, son devir Türk edebiyatımızın klasikleşmiş eseri A’mâk-ı Hayâl için kaleme alınan on beş yazı, seçilmiş bibliyografya ve sözlükten oluşuyor.
Edebiyat teorisine yaptığı dahiyane katkılarla, yaşadığı yüzyılın öncü kuramcılarından olan Northrop Frye, bu kitapta “yaratma” kelimesini kuşatan düşünceler ve imgeler bütününün, edebiyatın yapısını ve imge düzenini nasıl etkilediğini irdeliyor. Geleneksel varsayıma göre doğa, gerçeklik, kurulu düzen, olağan gidiş ve varoluşun kabul etmemiz gereken verileri ile bağlantılı gördüğümüz her şey, yaratmaya, başlangıçta evreni var etmeye yönelik tanrısal edime geri gitmelidir. “Yaratıcı” kelimesi insani faaliyetlere uygulandığında, insani olarak yaratıcı olan, “yaratma” kavrayışımızı derinden sarsan her ne ise odur; yaratmanın tersine çevrilmesi veya etkisiz kılınmasıdır. Bu bizi şöyle bir sonuca götürür: İnsan başarısının az sayıdaki olağanüstü biçimlerinden biri gibi görünen şey -sanatlara özgü yaratma- aslında bir tür yaratmamadır.
Northrop Frye’ın ilk olarak 1980 Larkin-Stuart Konferansları olarak sunduğu bu kitap, okura sanatta yaratma kavramı üzerine ilginç, zihin açıcı ve düşündürücü bir bakış açısı kazandırıyor.
“Diriliş, ‘Hakikat Medeniyeti’ kavramından hareketle çağımız insanının kendine özgü bir medeniyet inşâ edebileceği iddiası taşıyan bir düşünsel üretimdir. Bu tezin adı Diriliş’tir.”
Dirilişin Yapıtaşları Doğu ve Batı, felsefe, sosyal hayat, din, metafizik, edebiyat ve sanat gibi temel kavramların Sezai Karakoç’un düşünce ufkunda nasıl karşılık bulduğunu, onun medeniyet tasavvuru hususundaki görüşlerini, muhayyilesinin vardığı uç noktaları görmek için bir kaynak eser olma niteliği taşıyor.
Münire Kevser Baş’ın ağırlıklı olarak Karakoç’un “Diriliş” düşünce sistemi üzerine yaptığı bu çalışma, Diriliş düşüncesinin günümüzde gerektiği biçimde anlaşılması ve bugünün insanının medeniyet inşâsı sürecinde Karakoç’un işaret ettiği adımların takibi için kapsamlı bir rehber eser.
“Çeviri yapmak mı? Şiir çevirmek mi? Hayır, çeviri, bir metni başka bir metinle değiştirme işlemi değil.
Şiir sanatı şiire indirgenemez, o, eserlerin, düşüncelerin, hayatın ortasında şiirden şiire yol alır, dolayısıyla okuru tarafından işitilmeyi, katılmayı, okurun koşar gibi gördüğü kelimelerin ötesinde kazandığı bir tecrübeyle yeniden canlanmayı arzular. Şiir çevirisine niyetlenen çevirmen için de benzer bir zorunluluk söz konusudur, çünkü şiirin çevirisi de şiir kadar şiir olmalıdır…
Ve kendime şu soruyu soruyorum: Kar bütün dillerde aynı şekilde mi yağar?”
Şairin dünyaya karşı yürüttüğü saldırının tarifini birkaç cümleyle geçiştirmek mümkün değildir. Şair dünyaya hücum eder ancak bu eylemden insanlar zarar görmez. Şairin dünyaya karşı harekete geçmesinin sebebi önce dünyanın ona saldırmış olmasıdır. Dünyanın taaruzundan ise zarar görmeyen yok gibidir. Şair dünyaya karşı bu hamlesiyle aslında bir intikam hareketi yürütür; kelimelerle dünyanın üstüne gider, dünyanın alışıldık yapısını bozar ve kelimelerden haberli bütün varlıklar için yeni nefes imkânları kazandırır. Şiir okuyucusu ise şairin açtığı yeni nefes imkânlarını, insan olma yolunda kullanmak için serbest kalır. Okuyucunun bu serbest kalma süresince oyalandığı ân, yeni bir şair saldırısına daha hazır hâle gelme sürecidir. Yayımlandığı yıllarda büyük ses getiren, kendi kuşağının şiir anlayışında yeni pencereler açan, sonraki kuşaklar için de kılavuz niteliği taşıyan Dünyaya Saldıran Şair’de, Hakan Arslanbenzer; üzerine eğildiği şiirleri, şiirlerin yaratıcılarını ve en temeldeki telif gerekçelerini anlama, ayrıştırma ve hepsinden kendi şiiri adına yararlanma gayreti taşıyor.
Servet Şengül, Epik Damar’da 1990’dan günümüze Türk şiirinin
epik referanslarını ele almak amacıyla yola çıkıyor. Epik kavramının
tarihçesinden başlayarak Türk şairlerini etkilemiş olan modern
dünya şairlerini de yabancı kaynaklar üzerinden inceliyor. Siyasal ve
toplumsal eleştiriyi önceleyen “Epik Şiir” merkezde olmak koşuluyla,
modern şiirimizin şairlerini de kronolojik olarak 90’lı yıllara kadar
değerlendiriyor, dahası 1990 sonrası ortaya çıkan modern epik
merkezli şiir anlayışları ve şairler de çok yönlü olarak ele alıyor.
Epik Damar, gücünü şiir geleneğimizden alan 1990 ve 2000 kuşağı
Türk şiir anlayışlarını temelleriyle, bu anlayışların gerçekleştirildiği yer
olan dergileriyle, akımlarıyla ve şairleriyle inceleme yoluna giderek
son dönem Türk şiirinin tarihini, günü gününe yakalayarak gelecek
kuşaklara aktarmayı da amaçlıyor.
On dokuz başlık altında ontolojik bir mecburiyetle ortaya çıkan Fragmanlar; dil, hakikat, kurmaca, bilinç, imge, muhayyile, gerçekçilik, üslup, biçim, buluş gibi kavramlara dikkat çekiyor. Okuyucusunu kendini inşa etme sürecindeki kavramların her hâline tanıklık etmeye davet eden Cemal Şakar, insanın kendi kimliğine yönelik arayışı için müşterek bir alan oluşturuyor.
Herkes içinde anlatmak istediği hikâyeleri taşır. Sanat da bu hikâyeleri anlatma formudur. Ancak bu formlar donmuş kalıplar hâlinde değil, organiktir. Sorun tam olarak bu noktada ortaya çıkar; eğer formlar donmuş kalıplardan oluşsaydı herkes duygu ve düşüncelerini söz konusu formlara dökerek sanatı icra edebilirdi. Böylesi bir vasatta ortaya çıkan eserler belirli işlemlerden geçerek birbirine eşitlenmiş olurdu. Hâlbuki sanat, formların doğal yapısını, biçimsel sınırlarını enine boyuna kavrayıp yeni türler, tarzlar ve tavırlar bulmaktır.Cemal Şakar’ın yayıma hazırladığı Kurmacanın Grameri; Kurmacanın Doğası, Kurmaca Yalan Mı ve Kurmacanın Sınırları olmak üzere üç ayrı konu başlığını ele alıyor. Felsefecilerin, akademisyenlerin, romancıların ve şairlerin yazılarıyla çoğul bir bakış açısı yakalayan çalışma, kurmaca kavramı etrafında dönen tartışmaları zenginleştirirken olası yeni tartışmaların da kapılarını aralıyor.
Bu kitabı yazmaya, bir fikri savunmak, ispatlamak için değil, tam aksine ödünç ve üstelik yancı kafalardan kurtulup kendime ait bir sonuca varmak için başladım. Yolumu kesen ilk soru şuydu: Sezai Karakoç, 2. Yeni’nin nesi oluyor ve neresinde duruyor? Konuyla ilgili temel kaynakları, eleştiri kitaplarını bir bir taradım. Derken bu soru evirilip tersine döndü: 2. Yeni, Sezai Karakoç’un nesi oluyor ve neresinde duruyor?
Çalışmamın sonuna doğru beni ikna eden aritmetik cevaba ulaştım, şöyle: 2. Yeni, Sezai Karakoç’un alt kümesidir.” Şair Zafer Acar, Sezai Karakoç’a ve 1950’lerden bu yana Türk şiiri üzerindeki etkisi hep çok konuşulan İkinci Yeni’ye yepyeni bir gözle bakmayı teklif ediyor. Şiirin ve eleştirinin merkezinden gelen bu teklif, her halükârda cesur ve dikkate değer.
“… Benim en daimi ilgim, hatta diyebilirim ki, felsefi ilgimden önce gelen ilgim, edebiyata yöneliktir, edebi olarak adlandırılan oyazıma yöneliktir.”
Jacques Derrida, Thèse d’État
Jacques Derrida felsefede ve edebiyat teorisinde günümüzün en etkili figürlerinden biridir ve temel felsefi yazıları kadar edebi metinler ve edebiyat sorunu üzerine yazıları da çeviri güçlüğüyle anılmaktadır. Edebiyat Edimleri Derrida’nın Rousseau, Mallarmé, Kafka, Blanchot, Joyce, Ponge, Celan ve Shakespeare’in de aralarında yer aldığı Fransız, Alman ve İngiliz edebiyatının önde gelen figürleri ve metinleri üzerine yazılarından bazılarını bir araya getiriyor. Ayrıca edebiyat, yapıbozum, politika, feminizm ve tarih sorunları üzerine Derrida’yla yapılan önemli bir söyleşiyi de içeriyor. Editör Derek Attridge, Derrida’nın yazılarına aşina olmayanlar için yapıbozum ve edebiyat sorunu üzerine bir giriş makalesinin yanı sıra daha öte okumalar için öneriler de sunuyor.
Edebiyat Edimleri Derrida’nın edebi incelemelere dikkate değer katkısına aydınlatıcı bir giriş olarak hizmet edecek ve edebiyatın önemini sergilerken, bir kurumlar filozofu ve eleştirmeni olarak Derrida’nın eserlerinde tekillik, sorumluluk ve olumlama gibi konulara dikkat çekecektir.
İnsan neden hikaye anlatma ihtiyacı hisseder? Öykünün kökenleri, doğası bugünün yazarı için imkan mıdır yoksa aşması gereken bir engel mi? Hikayeyi gören, öyküyü kuran, en sonunda bütün bu birikimi okura emanet eden öykü yazarı, bu modern edebi formla hesaplaşmalı mıdır? Aykut Ertuğrul, öykü yazma deneyimini örnekler etrafında tartışarak, bir yandan çağdaş Türk öykücülüğünü yorumlarken, diğer yandan geleneksel dönemin hikâye anlatıcılarının bugünün dünyasındaki anlamı ve karşılığı üzerine düşünüyor. Öykü kuramı ve kitap eleştiri yazılarını derlediği Kusurlu Rüya’da kendisine ve okura yönelttiği sorularla içinde yaşadığımız tuhaf yönelttiği sorularla içinde yaşadığımız zamanlarda hikayenin ruhunu arıyor.
1. GirişÜtopik Düşünce - Ütopya – Distopya
2. Antik Yunan- Platon’un Devlet’i: Ütopya mı, Distopya mı?
3. Ütopya ve Gerçeklik- Coleridge, Romantik İdeoloji, Ütopya ve Şiir- Yeni Bir Mitoloji (Din) Yaratma Arzusu: Alman İdealizmi ve Ütopyacılık- Gerçeklik ve Ütopya. Ernst Bloch’un Somut Ütopyası ve Bir Somut Ütopya Örneği: Brigitta
4. Klasik Ütopya: Mekânsal Ütopyalar- Rönesans Donemi Ütopyaları
5. Bilimsel/Teknik ve Sosyalist Ütopyalar- 19. Yüzyıl Ütopya Edebiyatı
6. Distopya- Distopya ve Posthumanizm: Zamyatin’in Biz Adlı Romanında Ben, Biz ve Ötesi- Aldous Huxley’in Sahte Ütopyası; Cesur Yeni Dünya- George Orwell’ın Sistemi Eleştiren Çığlığı: 1984
7. Çağdaş Dis-(Ü)topyalar- Hetero-Ütopya: Hollinghurst’un Romanlarında Heteronormativite ve Erkek Eşcinsel Kimlik Kurgusu- Thomas Bernhard’ın Beton Romanında Mekân ve Beden İlişkisi Üzerine Heterotopolojik Bir Analiz- Metalaşmış Yaşamlar: Kazuo Ishiguro’nun Beni Asla Bırakma adlı Romanının İnsansonrası (Posthuman) Distopik Dünyasında İnsan Klonlanması- İktidar, Toplum ve Medya: Bir Distopya Olarak Açlık Oyunları
Ünlü tarihçi Peter Gay 18. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar resimde, edebiyatta ve müzikte, Schlegel, Novalis, Wilde, Beethoven gibi isimlerin yanı sıra nüfuzlu galeri müdürlerinin, sanat tüccarlarının izlerini sürerek romantik akımı incelemeye girişiyor. Romantizmi tanımlamanın en sağlıklı yolunun onu tek bir romantizm değil farklı “romantizmler” olarak kavramlaştırmaktan geçtiğini savunan Gay bu kısa ama kapsamlı kitabında romantizmin doğasına ve köklerine dair yeni ve özgün düşünceler ortaya koyuyor.
Çağımızın önde gelen edebiyat teorisyenlerinden TerryEagleton, İngiliz Romanı’nda İngiliz edebiyatında romanınortaya çıkışı, gelişimi, temaları ve problemlerini titiz bir2inceleme ve özgün bir yaklaşımla ortaya koyuyor. DanielDefoe’dan Jonathan Swift’e, Laurence Sterne’den CharlesDickens’a, George Eliot’tan Henry James’e, James Joyce’danVirginia Woolf’a belli başlı İngiliz romancılarını gerek romansanatına yaptıkları nadide katkılar gerek kendi devirlerineözgü düşünüş, davranış biçimleri ve egemen ideolojilerleolan bağlanntıları ışığında ele alan Eagleton, İngilizedebiyatının oldukça uzun bir dönemine dair son dereceyetkin bir inceleme sunuyor. Eagleton’ın kendine has lezizanlatımıyla geniş bir edebiyat coğrafyasını keşfe çıkan İngilizRomanı, hem İngiliz edebiyatı öğrencileri ve araştırmacılarıhem de genel edebiyat okuru için eşsiz bir başvuru kaynağı.Bu başucu kitabını gözden geçirilmiş, yeni çevirisiyleokurlarımıza sunuyoruz.
Murakami Harikalar Diyarı’na hoş geldiniz! Keyifli bir yolculuğa hazır mısınız?
Kitapları 50’nin üzerinde dile çevrilen Haruki Murakami bugün yaşayan en önemli yazarlardan biri kabul ediliyor. Yalnız kahramanlar, bizi paralel dünyalara ışınlayan geçitler, basamak basamak kendi bilinçaltımıza indiren kuyular, metaforlar… Zengin bir hayal gücünün ürünü, anlam ve derinlik peşinde bir edebiyat Murakami edebiyatı.
Onun edebiyatının şifrelerini çözmek içinse bu kitapla müzikten filmlere, yazarlara, yönetmenlere, farklı coğrafyalara doğru birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta Haruki Murakami’nin hiç bilmediğimiz pek çok yönünü öğreneceğiz: Mesela sadece çok iyi bir yazar değil, çok üretken bir çevirmen olduğunu… Sinefil ve plak koleksiyoneri olarak tanımlanabileceğini. Güzel lahana sarması yaptığını… Gözleri yaşarmadan soğan doğrayabildiğini… Tıpkı yalnız kahramanları gibi ev işlerine elinin yatkın olduğunu. En çok dişi ve yaşlı kedileri sevdiğini… Ve daha pek çok şey…
Haruki Murakami Sözlüğü hem onun eserlerine bayılan 'Murakamikleri' hem de yazarla ilk kez tanışacak okurları çok mutlu edecek bir koleksiyon kitabı.
Bu kitapta her şeyden önce İran edebiyatının Türk Edebiyatının şekillenişi üzerindeki etkisi ve daha sonra palazlanan Türk şair ve yazarlarının bu etkiyi sindirerek yeni ve Osmanlı coğrafyasına has bir edebiyatı nasıl geliştirmeye başladıkları kronolojik bir seyir içinde belgelendiriliyor.
“ben öldükten sonra birileri kezzap niyetine kullansa mesela yazdıklarımı, gurur mu duyacağım bundan? akrepleri nihayet dizginlenmiş kemiklerim bir başka terbiye mi edinecek birdenbire? tabiî ki hayır, ben dostoyevski okurken, ben tanpınar okurken, ben bachmann okurken, ben necatigil okurken ne olmuşsa onlar olacak elbette. geniş ve kayıtsız bir umutsuzluk yani, bir başka ifadeyle beyhûdelikler zincirine eklenen yeni bir halka sadece.”
Sefa Kaplan, yıllardır sivrile sivrile dokunduğu yeri kanatan kalemiyle bir kere daha çıkıyor okur karşısına. Yaygın Yanlışlar Ansiklopedisi’nde bildiğimiz veyahut bilmediğimiz şeyler üzerine yeniden düşünmeye zorluyor bizi. Türkçeyi olağanüstü kullanma becerisi, şiirden müphem, düzyazıdan hariç bambaşka bir yazım dili çıkarıyor ortaya. Edebiyattan sinemaya, resimden heykele, müzikten tiyatroya değin birçok sanat disiplinini mercek altına almakla kalmıyor, bakmanın görmek olmadığını da kanıtlıyor âdeta.
Okuma Üstüne Ayrıksı Metinler’de bir araya getirilen yazılar genel olarak okuma kavramı ve okuma sorunuyla ilgili. İçlerinde okurlukla, kitapla, metinle, okuma alışkanlığıyla ve okuma türleriyle ilgili olanlar da var. Bunlar da bir üst kavram olarak okumaya bağlanabilir.
İyi okumayı öğretmek ve okuma alışkanlığı kazandırmak zor ama üstesinden gelinmesi gereken bir insanlık ödevi. Önemli olan sadece okumak değil. Asıl mesele okunanın benliğimize ne kattığıdır. Asıl mesele anlayarak, üzerinde düşünerek, yorumlayarak ve bir alışkanlık olarak okumaktır. Bu kitaptaki metinlerin tamamı iyi okuma konusunda ipuçları sunuyor, okumanın insana ne kazandıracağını ortaya koyuyor, hangi metinlerin okunması gerektiği konusunda fikir veriyor.
Okuma Üstüne Ayrıksı Metinler, metnin gücüne inanan bir okurun, okurlar ağını genişletme ve okuma alışkanlığını yaygınlaştırma girişiminin bir yansıması olarak okunabilir.
Okuyanlara…
Çocuk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış - Çocuk Edebiyatı Nedir Ne Değildir? kitabı eleştiri türünde bir kitap değil, Türkiye’deki çocuk edebiyatı kültürü ortamının değerlendirilmesine yönelik bir çalışmadır. Bu kitapta modernleşme dönemi ana akım çocuk edebiyatı kültüründen hareketle Türk çocuk edebiyatının köklü sorunlarına ve sarmallarına değiniliyor; yazar anlayışları ve dönem özellikleri değerlendiriliyor.
Türkiye’de modern çocuk edebiyatının uzun sayılabilecek bir geçmişi olmasına karşın çocuk edebiyatı tarihi henüz yazılamamıştır. Bunun asıl nedeni yazar, eser ve dönem araştırmalarının yapılamamış olması ve çocuk edebiyatı eleştirisi ortamının yetersizliğidir. Bunun sonucu olarak çocuk edebiyatı eleştirisinin çocuk edebiyatımızın gerisinde kaldığı söylenebilir.
Bu kitap çocuk, çocukluk, edebiyat ve çocuk edebiyatı, medya ve çocuk edebiyatı, çocuk edebiyatı editörlüğü, çocuk edebiyatında eleştiri, aile, okuma kültürü, çocuk edebiyatı öğretimi bağlamında örgün eğitim, lisansüstü eğitim ve kurumsal yapılar gibi çocuk edebiyatı kültürü ortamını eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmekle kalmıyor aynı zamanda ülke ölçekli çocuk edebiyatı modeli de öneriyor…
Northrop Frye Büyük Şifre’de Batı edebiyatının bütününde paylaşılan bir arketipler, semboller ve retorik yapısının var olduğunu iddia ederek bu yapının temel referansının Kitab-ı Mukaddes olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Ona göre bu temel metin bütün Batı medeniyetinin tasavvur tecrübesini içine alan bir küçük âlemdir. İddiasının pratik temelini edebiyatta ortaya çıkan sayısız kavramların kökenlerini Kitab-ı Mukaddes’te bularak örneğin Çıkış’taki devrim kavramı- oluşturan Frye, teorik çatıyı Vico’nun The New Science adlı eserindeki dil teorisinden almaktadır. Buna göre yazı’nın tarihi dilin şiirsel, alegorik ve betimleyici kullanımı olmak üzere üç farklı aşamada gelişir. Bu bağlamda Frye, Eski Ahit’in büyük kısmının metafor kullanımından dolayı şiirsel kullanım evresine ait bir metin olduğunu söyler. "Kitab-ı Mukaddes’i baştan sona okumakta başarılı olanlar onun en azından bir başlangıca, bir sona ve bütünsel bir yapının bazı yapı taşlarına sahip olduğunu keşfedeceklerdir. Buna göre Kitab-ı Mukaddes zamanın başladığı yerde, dünyanın yaratılması ile başlar; zamanın bitmesiyle, Apokalipse ile sona erer ve bu ikisi arasındaki insanlık tarihini ya da Adem ve İsrail sembolik isimleri altında kendi ilgilendiği tarih cihetini inceler. Ayrıca onda somut imgelerden oluşan bir yapı bulunmaktadır: Şehir, dağ, nehir, bahçe, ağaç, yağ, su kaynağı, ekmek, şarap, gelin, koyun ve benzeri birçok sembol oldukça sık bir şekilde yinelenir ve böylece açık bir şekilde bir çeşit birleştirici öğeye işaret ederler." "Günümüzde artık edebiyat eleştirisi teorisi tekrar ilgi odağı oluyor ve birçok çağdaş edebiyat eleştirmeni Kitab-ı Mukaddes eleştirisinin seküler edebiyatla olan ilişkisinin iyice farkına varmış durumdadır. Bunlardan özellikle üçü; Hans-Georg Gadamer, Paul Ricoeur ve Walter Ong bu kitap üzerinde, daima kendilerinin onaylayacakları şekilde olmasa da, etkili olmuşlardır."
Aylak kitabı, kültürümüzde aylak, avare, başıboş, serkeş, rind, serseri, berduş, evsiz barksız, marjinal, meczup vb. olmanın şekilleri ve algılanışı ile ilgili birikimin bir tespitidir.
Çalışmak ve topluma faydalı olmak düsturu ile çelişen aylaklık kavramı eski ve yeni edebiyatımızda da işlenmiştir. Bu kitapta, devletin serseriliğe bakışı, Osmanlının serseriliğe yaklaşımı, serserilik konusundaki tedbir ve nizamnameleri ele alınmıştır.
Horasan erenleri dervişler dünyadan geçmeyi, dünyaya itibar etmemeyi bir yaşam biçimine dönüştürmüşlerdir. Güç, kudret ve makama değer vermeyen dervişlere “aylak” gözüyle de bakabiliriz. Ancak, dervişler tarihin her döneminde dünyaya bağlılığı ve insanın kendince esiri olduğu şeylerin sorgulanmasına vesile olmuşlardır.
Komşuluk kitabı, Türk romanına, hikayelerine ve şiirine, divan edebiyatına, efsanelere, fıkralara yansıyan komşuluk hallerini anlatmakta, komşu günlerini, komşu kızına aşık olmayı, evlilik dışı ilişkileri, rahatsız eden komşuları, zaman içinde değişen komşuluk ilişkilerini, imece usulü yapılan işleri ele almaktadır. Kapı komşusu, mahalle komşusu gibi komşuluk türlerinden söz etmektedir. Gelenekler özellikle geçiş dönemlerinde komşudan nelerin beklendiğini, komşunun yaşam akışına nasıl katılacağını toplumun kültür hafızasına yerleştirmiştir. Komşuluğu ifade eden Türkçe ve alıntı sözcüklerin tarihçesini, komşu sözcüğünün yanı sıra mesela Türkçede komşu anlamına gelen yanbaş gibi sözcüklerin varlığını belgelemektedir.
Albert Einstein eleştiriyi, “sorunlar kendilerini ortaya çıka-ran bakış açılarıyla çözülemezler” sözüyle ifade ederken, Dudley Field Melon, “hayatım boyunca benimle aynı düşün-cede olan bir insandan herhangi bir şey öğrenmedim” diye özetler. Her iki düşünür eleştiriyi, “farklı bir bakış, farklı bir öğrenme ve farklı olanla tanışma biçimi” olarak ifade ederler. Eleştiri bu anlamda, farklı bakmaya, farklı anlamaya ve farklı yorumlamaya açılan penceredir. Eleştiri, aynı olgu ya da ey-leme farklı bir bakış açısını ifade eder. Eleştiri, alışılmışın dı-şında ve bilinenden farklı yapılan yorumdur.
Servet-i Fünûn döneminde yazı hayatına başlayan Safvet Nezihi, Ⅱ. Meşrutiyet dönemi sonrasında da hikâye, roman, tiyatro ve makale gibi pek çok türde eser vermiştir. Safvet Nezihi, edebî hayatına roman türüyle başlamış ve şöhretini de romanlarıyla kazanmış bir sanatçıdır. Özellikle Zavallı Necdet romanı okuyucular tarafından çok beğenilerek defalarca basılmıştır. Fakat yazarın dönemindeki popülerliğine karşın hakkında yapılan akademik çalışma oldukça azdır. Hayatı ve romancılığıyla ilgili sadece iki yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Yazar hakkında makale düzeyinde de az sayıda çalışma mevcuttur.Günümüzde Safvet Nezihi’ye yönelik ilginin yeniden arttığı ve eski harfli eserlerinin yeni baskılarının yapıldığı görülmektedir. Buna rağmen eserlerinin bir kısmı Latin harflerine hâlâ aktarılmamıştır. Çalışmamızın konusunu oluşturan, Safvet Nezihi’nin kadınlar hakkındaki makalelerini ihtiva eden Makâlât-ı Nezihi de Latin harflerine aktarılmamıştır.
Çalışmamızın ilk kısmında emperyalizmin ve bağlantılı kavramların yorumlanışı üzerinden emperyalizm-odaklı eleştirinin kuramsal hususiyetlerine değinilmiş; sonraki kısımlarda da modern Tük edebiyatından seçilen belirli eserler üzerinden söz konusu eleştiri yönelimine dair çeşitli uygulamalar ortaya konulmuştur. Ayrıca emperyalist duyarlılığın edebiyat eleştirisi alanındaki etkinliğine Harold Bloom üzerinden ışık tutan bir deneme, ek bölüm olarak sunulmuştur. İlk kısımda da belirtildiği gibi, çalışmamızdaki metodolojik açıklamalar ve eser çözümlemeleri, emperyalizm-odaklı eleştirinin kuram ve uygulama alanlarındaki bütün imkânlarını ortaya koyma hususunda elbette yetersiz kalmaktadır; dolayısıyla çalışmamızın ilgili alanda bir “başlangıç”a işaret ettiğini ifade etmek gerekir.
Eleştirisel ve Çevirisel Yeniden-Yaratım.
Okuma ediminin başlamasıyla birlikte belli bir dil dizgesi içinde yaratılmış metni bütün düzeylerde, bütün düzeylerin bütün katmanlarında sökme, ayrıştırma, parçalama, yıkma ve yıkarak anlam üretme eylemi başlar. Bu eylem, ilginçtir, daha başlar başlamaz, hem yıkana hem de yıkılana haz verir: Yıkan bir çözümleme-yorumlama oyunu kurduğu için, yıkılan da kendisiyle çözümleme-yorumlama oyunu oynandığı için haz duyar.
Yıkma çabasıyla birlikte, çözümlenen-yorumlanan metnin gösterenleri darmadağın edilirken, metnin gösterilenleri de okuma oyununu kuranın kültür ufkuna ve yıkma becerisine göre, demir atmış oldukları derinlikle rden hareket ederek yüzeye, görünüre doğru fışkırmaya başlarlar. İşte yıkmanın ve yıkılmanın karşılıklı olarak getireceği haz da tam bu noktada doruğa ulaşır: Yıkılan, beklediği "okur"una kendi yaratıcı gücünü gösterme fırsatı bulduğu için haz duyacak, yıkan da gördükleri, hissettikleri, duydukları, yakaladıklarıyla yorumsal gücünü sınadığı için doyuma ulaşacaktır.
İlk kalem denemelerini öykü türünde veren Elif Şafak, 1997’de yayımlanan Pinhan romanıyla edebiyat dünyasına dikkate değer bir roman kazandırır. Yaklaşık yirmi beş yılda sayısı on dördü bulan bir roman koleksiyonu ortaya koyan yazar, romanlarında insanın yalnızlaşmasını, yabancılaşmasını, psikolojik açmazlarını, ülke insanının Doğu-Batı arasında sıkışmışlığını, yer yer postmodern anlayışla ele alma uğraşına girişir. Bireyden topluma doğru gelişen roman dünyasında o, sıradan, toplum dışı ve aykırı kişiliklere yer vermeyi yeğler. Elif Şafak edebiyatını geniş bir perspektiften değerlendirmeye yönelen bu çalışma, yazarın edebî üretimine ağırlıklı olarak genç bir akademik kadronun yaklaşımını, yorum ve belirlemelerini bir araya getirmek arzusunun ürünüdür. Elif Şafak edebiyatının bir panoramasını sunma amacından doğan Elif Şafak’ın Yazı Evreni, yazarın zamanla değişen/dönüşen yazarlık çizgisini belirlemeye de katkı sunabilirse hedefine ulaşmış olacaktır.
Psikanalitik kuram, insan davranışlarını açıklamaya yönelik olarak Sigmund Freud tarafından ortaya atılmış ve geliştirilmiştir. Klasik psikanalizin kurucusu olarak kabul edilen Freud, insan davranışlarının temelinde, bireyin farkında olmadığı bastırılmış dürtülerin, çatışmaların ve yaşantıların yer aldığını ifade eder. İnsanın kendi davranışlarının farkında olmadığını ve bu davranışlara yön veren dinamiklerin bilinçdışında yatan sebeplerden kaynaklandığını ileri sürer. İnsan davranışlarının ortaya çıkışına ilişkin bakış açıları geliştirir. Bu kitapta, Franz Kafka'nın "Babaya Mektup" adlı eseri, Freud'un geliştirdiği psikoseksüel kuram içerisinde yer alan, Ödipus kompleksi ışığında incelenmektedir. Baba-Oğul rekabeti olarak adlandırılan Ödipus kompleksi ilk olarak Freud tarafından ortaya atılmış ve bu duruma delil olarak da Yunan mitolojisindeki Ödipus efsanesi/miti gösterilmiştir. Freud'un delil/dayanak gösterdiği Ödipus efsanesi/miti açıklanarak, Kafka'nın "Babaya Mektup" adlı eserinde baba-oğul rekabeti/nefreti (Ödipus kompleksi) ortaya konmaya çalışılmaktadır.
1950 sonrası Batı edebiyatında yürütülen çalışmaları ve bu çalışmaların odağındaki kavramları Türkçeye kazandırma çabaları kısır kalmıştır. Ara çalışmaların önündeki ilk ve en önemli sorun, bu metinlerin düşünce dünyamızda tutunacak bir yer bulamamasında aranmalıdır. Çünkü o ya da bu nedenle sözü edilen çalışmalara duyulan ihtiyaç geri bırakılmakta ve konuya yönelik uğraşlar genellikle bireysel boyutta kalmaktadır. Oysa anılan yazınsal yönelişlerin bizlere ve bizim edebiyatımıza yarar sağlaması için ana çalışmalara giden yolu açacak ara çalışmalar bir gereklilik olarak görülmelidir. İşte, elinizdeki kitapta yer alan yazılar bu kaygıların ürünüdür. İngiliz dili ve edebiyatı ile Türk dili ve edebiyatı alanında yapılan araştırmaların yan yana getirilerek ve iç içe giydirilerek edebiyat dilini küresel bağlantılar özelinde güncelleme arzusu bu çalışmanın hikayesidir.
Edebiyat teorisyeni ve eleştirmen Harold Bloom, Yanlış Okuma Haritası’nda, en çok tartışılan eserlerinden Etkilenme Endişesi’nin önerdiği teorinin pratikte nasıl işlediğini gösteriyor. Ortaya koyduğu şiir teorisiyle şiirsel etkilenmeyi ve bir şiiri nasıl okumamız gerektiğini anlatırken, şiirlerdeki imgelem döngülerinin, seleflerin şiirlerine birer tepki ve savunma olduğunu gösteriyor. Bloom’a göre etkilenme eyleminde metin yoktur, sadece metinler arasındaki ilişkiler vardır.
Yanlış Okuma Haritası’nda Milton, Wordsworth, Shelley, Keats, Tennyson, Whitman, Dickinson, Stevens, Warren, Ammons ve Ashbery gibi birçok şairin şiirlerinden bölümler verilerek okuma eyleminin neredeyse imkânsız, kuvvetli olsa dahi her daim yanlış bir okuma olduğu iddia ediliyor. Bu doğrultuda Robert Browning’in “Child Roland Kara Kuleye Geldi” şiiri üzerine bir okuma yapılıp haritanın nasıl kullanılacağı örneklendiriliyor.
Bloom, daha önce keşfedilmemiş kritik bölgeleri gezerek yeni dünyalara açılmak isteyen okuyucular için arazinin haritasını çıkarıyor ve modern metinlerin önceki metinlerle ilişkisini aydınlatarak şair ile seleflerin edebî mirasına katkı sağlıyor.
Alemdağ’da Var Bir Yılan; Türk edebiyatının gelenekçi, gerçekçi, yaşadığı toplumun meselelerini konu edinerek tek hat üzerinde gelen anlatım fayını kıran ve bu fayın içinden modern, gerçeküstü̈, varoluşçu ögelerin yer aldığı; bireyin meselesini imgeyle anlatan yeni bir fayı bugüne uzatan eserdir.
Sait Faik Abasıyanık bu eseriyle, Türk edebiyatında sanatçının kendi iç dünyasını merkezde tutarak, yaşadığı zaman ve toplum içinde yabancılaşan, içe dönük “modern birey”in hikâyesini anlatmayı başlatan yazardır.
Mukadder Gemici bu tahlilde, Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabının Sait Faik hikâyeciliğinde sahip olduğu kritik yeri; Türk edebiyatında yarattığı yankıyı, getirdiği yenilikleri etraflıca tartışıyor. Metni, hem kendi bağlamında hem yazar bağlamında hem de okurun konumu bağlamında ele alıyor. Bunu yaparken eserin yazıldığı dönemi, hakkındaki eleştirileri, toplumsal değişim ve dönüşümü̈ de irdeliyor.
Antik Yunan ve Bizans'tan Osmanlı saray mutfağına yansıyan rafine damak tadı, günümüz Türk mutfağına zengin bir miras bıraktı. Bu lezzet harmanı bugün unutulmaz tariflerle nesilden nesle aktarılan mekânlarda hayat bulmaya devam ediyor. Tarihî lezzetlerin izini süren nehir söyleşi tarzındaki bu kitapta, farklı memleketlerden gelen ve hâlen kaybolmayan bu tatların hikâyeleri anlatılıyor. Geçmişte sokak lezzetleriyle öne çıkan bu göç yolunda 100 yılını geride bırakan ailelerin son kuşakları olan lezzet ustalarıyla yapılan röportajlar, okuru zamanda bir yolculuğa çıkarırken geleneğe sahip çıkan güçlü aileler ve geleceğe dair vizyonları ile ilham kaynağı oluyor. Sembolleşen lezzetleriyle kent hafızasında yer edinen Baylan, Hacıbekir, Cafer Erol, Beyaz Fırın, Karafırın, Cemilzade, Koska, Güllüoğlu, Vefa, Pando’nun Yeri, Kanlıca Yoğurdu ve Sultanahmet Köftecisi vazgeçilmez adresler olarak bu kitapta yer buluyor. İstanbul’a damgasını vuran bu asırlık mekânların hikayelerinden yansıyan satırlar, keyifli sofralara taşınabilecek muhabbetlerin konusu olmayı bekliyor. Çünkü bugün sofralarımızda en çok hoş sohbetler aranıyor.
Gürsel Korat, Dil, Edebiyat ve İletişim’de tarih boyunca “söz”ün uğradığı sanatların hepsine dokunuyor; Orhun Yazıtları’ndan ve destanlarından yola çıkıp internet çağına dek edebiyatta dil ile imgenin geçirdiği dönüşümü anlatıyor. Basın dilini de mercek altına alan Korat, neyin, ne zaman, neden ve nasıl “söylendiğini”, hangi imgelerle kodlanarak çoğaltıldığını dönemsel bağlamı dikkate alarak irdeliyor. Dil, Edebiyat ve İletişim sunduğu analizler, eleştiriler ve örneklerle “söz sanatları” üzerine benzersiz bir rehber.
Kanımca okurun yazardan daha belirleyici olduğu bir çağa doğru yürümekteyiz.
Karşılaştırmalı Edebiyat, sınırları kesin olarak tanımlanamamakla birlikte, çeşitli biçimlerde gerçekleştirilebilme şansına sahiptir. Elinizdeki kitabın “Bir Tanımlamaya Doğru” adlı bölümünde, yazarların kaleminden aynen şöyle denilmektedir:“Karşılaştırmalı edebiyat; analoji, akrabalık ve etkileşim bağlarının araştırılması suretiyle, edebiyatı diğer ifade ve bilgi alanlarına ya da zaman ve mekân içerisinde birbirine uzak veya yakın durumdaki olaylarla edebi metinleri birbirine yaklaştırmayı amaçlayan yöntemsel bir sanattır. Yeter ki bu edebi metinler birçok dile ya da kültüre ait olsunlar; onları daha iyi tanımlayıp anlamak ve onlardan zevk alabilmek için aynı geleneğe ait bulunsunlar.Karşılaştırmalı edebiyat; edebiyatı insan ruhuna özgü bir fonksiyon olarak daha iyi anlayabilmek için, tarih, eleştiri ve felsefe aracılığı ile yapılan analitik tasvir, yöntemsel ve ayrımsal bir karşılaştırma, dilbilimler arası ve kültürler arası edebi olayların suni bir yorumudur.
Türk halkının, edebi kişiliğinden ziyade trajik hayat hikayesi ile tanıdığı Cem Sultan, 1459’da başlayan ve 1495’te sona eren hareketli ve hüzünlü hayatının yirmi üç yılını gurbette geçirmiş ve gurbette ölmüş bir şehzadedir. “Kadim-i resmdir, şehzadeler dava-yı taht eyler.” diyerek II. Bayezid ile mücadeleye girip yenik düşen Cem Sultan, bütün Osmanlı sultanlarına yakışır bir şan ve eda ile şiirine gereken ehemmiyeti vererek iki divan sahibi olan ilk Osmanlı saltanat naibi olmuştur.
Her şairin yalan söylemekten korkmayan geniş bir içtenliği vardır. Kendi oluşturduğu dünyaya inanmak ya da inanmamak, şairin gizli dünyasıyla ilgili bir sorundur. Bize kalan şairin kendisi değil, şiiridir. Cem Sultan’ın Türkçe Divan’ı üzerinde yapılan bu çalışmada onun psikolojik, edebi ve tarihsel boyuttaki önemi ve etkisi incelenmiş; şiirlerini yazdığı andaki ruh durumu tarihsel boyutu içinde, kültürün vasfı göz önünde tutularak ve eserin müsaade ettiği oranda tespit edilmeye çalışılmıştır. Yapılan bu çalışmanın ötesinde bir gerçek vardır ki o gerçek, şu söylemde ifadesini bulmuştur: “Şiirin özü şairin niyetinde saklıdır.” Kısacası bu eser, şairin niyetinde saklı olan özü bulmak için yapılmış bir gayretin ve ilmî gerçeklerin tespit ettirdiği sonuçların mahsulüdür.
“Açlık, açlıktır, ama çatal bıçakla yenen pişmiş etle giderilen açlık, ellerden, tırnak ve dişlerden yararlanarak parçalanan ve yutulan çiğ etle giderilen açlıktan farklıdır. Üretimin ürettiği şey, yalnızca tüketimin nesnesi değildir, aynı zamanda, tüketim tarzıdır da ve bu da yalnızca nesnel değil, aynı zamanda öznel tarzda yapılmaktadır.” -Karl Marx
Organik Bütünün Oluşumu, geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceğiyle insanın bütünlüğünü kavrama çabası olan Marx’ın felsefi sistemini açıklamaya çalışıyor. Kitap, bu bütünlüğü, farklı toplumsal bütünlerin öncekilerden doğduğu tarihsel bir süreç olarak kavrarken, Marx’ın hümanizminin, tarihsel ya da diyalektik maddeciliğinin karşısında ayrı bir doktrin olarak değil, onun temeli olduğunu iddia ediyor. Marx’ın Felsefesinde İnsan Doğasının Diyalektiği işte bu bütünlük çerçevesinde ele alınmış derinlikli bir başvuru kaynağıdır.
Kıymetli Okuyucu,
Elindeki eser, ciddi bir emeğin ürünü. Tanıtıma konu olan eserler belirlenirken yelpazenin geniş olması için azamı gayret gösterildi. Her coğrafyadan ve her düşünceden isimlere yer verilmeye çalışıldı. Kitap tanıtımları, asılları ile buluşmana vesile olsun diye yazıldı. Eleştiriler de bu kitapların artılarından ve eksilerinden haberdar olman için not edildi. Bu çalışmada, bizlerin de kusurları olmuştur. İnanıyoruz ki eksik bıraktığımızı sen tamamlayacak, yanlış yaptığımızı da sen düzelteceksin.
Sevgili Okuyucu,Anlamlı okumalar için adımını atacağın bu yolda başarılar dilerim. İyi bir dost olan "Bir Yazar Bir Eser" çalışması, hep yoldaşın olsun…
Bu kitap; “Amerika Birleşik Devletleri'nin Edebî Gazetecilik Serüveni”, “20. Yüzyılın Edebî Gazetecilik Anlayışı”, “Yitik Kuşak'ın Gazeteci-Romancıları” gibi başlıklar altında, Amerikalı önemli gazetecileri, kapsamlı bir şekilde ele alacak şekilde hazırlandı. Ernest Hemingway, John Steinbeck ve John Dos Passos gibi önde gelen yazarların gazeteciliklerinin, edebî eserlerinin arka planında yer almış olması, kitabın merkezinde yer almaktadır. Öte yandan Toplumsal Eleştiri, Toplumcu Gerçekçilik gibi önemli kuramsal yaklaşımlar, bu çalışmanın temelinde yer alan önemli konular arasında bulunmaktadır. Kitap, yukarıda sunulan başlıklar ve bu başlıkların altına dâhil edilebilecek birçok ismi ve dönemi kapsayan bir çalışma olarak tasarlanmıştır. Buna ek olarak aynı amaca hizmet eden farklı türler olması gerçeğinden hareketle gazetecilik ve edebiyat gibi iki önemli disipline büyük bir yer de ayrıldı. Kitapta, edebiyat ve gazetecilik, önce bağımsız birer tür olarak, daha sonra birlikte işleyen bir mekanizmanın iki ayrı çarkı olarak irdelenmeye çalışıldı. Edebî gazetecilik olarak adlandırılan fakat özelde “Yitik Kuşak'ın Gazeteci Romancıları”na dair kapsamlı bir çalışma özelliği taşıyan bu eser hem gazeteci kurguları hem de toplumsal eleştirel bir yöntem ile ele alınması dışında aynı zamanda bağımsız türleri bir araya getiren bir kılavuza dönüştürüldü. Ayrıca günümüz eleştirmenlerinin büyük bir kısmının, yeterince çalışılmadığını iddia ettikleri ve tartıştıkları konulardan biri olarak görülen edebî gazetecilik alanına katkı sunmak şiarıyla kaleme alındı. Eser, öncelikle Platon ve Aristo'nun edebiyata dair düşüncelerinden çağdaş edebî kuramlarına kadar geniş bir çerçeveyi kapsayan edebî bir kuramsal altyapı ile temellendirilmeye çalışıldı. Bu temellendirme yapılırken gazetecilik ile edebiyat arasındaki ilişkiyi, yakınlığı ve zıtlığı ele alan bazı çalışmalardan da faydalanıldı ve çalışma, literatüre akademik bir katkı sunma hedefiyle çerçevelendirildi. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri'nin içinden geçtiği; politik, ekonomik ve sosyolojik açıdan çalkantılı bir dönem olan Büyük Buhran'da yazan, Yitik Kuşak'ın en önemli isimlerinden sayılan üç yazar üzerinden toplumsal eleştirel bir okuma yapılması amaçlandı. 20. yüzyılın ilk döneminde yaşanan Büyük Buhran başta olmak üzere I. ve II. Dünya Savaşları, İspanya İç Savaşı, Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı gibi bunalımlı dönemlere tanıklık eden birçok yazarın edebî gazetecilik kapsamına alınabilecek eserleri üzerinden hazırlanan bu çalışmada, bu yazarların, edipliklerinden daha az bilinen gazetecilik geçmişleri ile gazetecilikteki tecrübeleri ön plana çıkarılmaya çalışıldı. Hâliyle bu isimler, dünyaca ünlü roman yazarları olarak değil gazeteci-edebiyatçılar olarak ele alındılar. Çalışma ayrıca toplumsal eleştiri çatısı altında bulunan, Marksizm temelli bir kuram olan toplumcu gerçekçi bakış açısı ile kuramsal bir çerçeveye de oturtulmaya çalışıldı. Edebî gazetecilik alanında bir kaynak olacak şekilde detaylandırıldı.
Hasan Turgut Gülten Akın’ın şiiri üstüne bu kapsamlı incelemesine, ortadan, “aktivizm dönemi” olarak düşünülebilecek orta döneminden başlıyor ve “keşif dönemi” denebilecek ilk dönemi ile “melez dönem” denebilecek son dönemini bu ortaya referansla anlamlandırmaya çalışıyor. “Dönemsel arayışların yön vermesiyle aldığı formlar değişse de daima acil ve meşru bir talep olarak gündeme taşınan eşitlik, gücünü artırır ve bu gücünü muhafaza etmeyi sürdürür. Buradan bakıldığında, Akın şiiri, herkes ve her şey için eşitlik kurmaya çalışan bir sistem uğruna verilen mücadelenin ve bu mücadeleye eşlik eden kaçınılmaz zorlukların izdüşümüne dönüşmektedir,” diyen Turgut, Gülten Akın’ın şiirindeki eşitlik ve ortaklık arayışını Bruno Latour’un aktör-ağ teorisi ve Kojin Karatani’nin izonomi kavramından yola çıkarak okuyor. Şairin ana güzergâhlarının yanı sıra sapaklarını da dikkate alan kitap ortaklık alanı olarak ilk bölümde şehre, ikinci bölümde doğaya, üçüncü bölümde anneliğe, dördüncü bölümde kanona ve zeyil bölümünde ise özel olarak Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı’na odaklanıyor.
Gülten Akın şiirine olduğu kadar genel olarak edebiyat inceleme ve eleştirisine de ilgi duyan okurlarımızın zevkle okuyacağına inanıyoruz.
Bir metni edebi metin yapan nedir? Eserin anlamı yazarın tekelinde midir? Kurmaca gerçekliği taklit mi eder? Okurun metinde yeri var mıdır? Üslubu meydana getiren nedir? Bir eseri anlamak için muhakkak yazıldığı bağlamı bilmek mi gerekir? Evrensel edebi değerler var mıdır? Teorinin Cini bu kilit sorular etrafına kurulmuş bir kitap. Amacı modern edebiyat teorisinin, özellikle de Fransız yapısalcılığının bu konulardaki temel tezlerini “sağduyu”yla, yani edebiyat konusunda sahip olduğumuz yaygın fikirlerle karşı karşıya getirmek, çarpıştırmak, bu şekilde teoriyi eleştirmek ve sonunda hem teorinin hem sağduyunun hakkını vermek. Kitap edebiyat teorisinin, dolayısıyla da edebiyat incelemelerinin 20. yüzyılda katettiği yola dair açık seçik bir panorama da sunuyor. Edebiyatı önemseyen herkese…
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.