Kültürlerarası Köprü
Nomos Kitap kurulduğu günden beri insanlığın ortak kültür mirasını sahiplenir. Ortak kültürel mirasın korunması konusunda elinden gelen hassasiyeti sergiler. Sizlerle yaz aylarında buluşturmayı planladığımız bu kitabımızı son günlerde Rus kültürüne karşı Batılı kimi siyasi çevrelerce takınılan gerici-faşist tutumlara karşı bir cevap olarak Mart ayında yayımlama kararı aldık.
Kitabın Ödülleri
“Podolsklu Adam” Rusya’nın prestijli tiyatro ödülü Altın Maske’ye 2018 yılında “En iyi Oyun Yazarı” dalında layık görüldü.
2019 yılında düzyazı kategorisinde Andrey Belıy Ödülü’nü,
2021 yılında ise Edebiyat kategorisinde Moskova Sanat Ödülü’nü aldı.
A portion,previously not fullyexplored,of historical information about Al-Quds/Jerusalem isembodiedin thepostcardsandsouvenirobjects featuringthe city. These items, that were posted or kept by visitors, are assets of cultural heritage and hold anthropological value both for their own sake and for the thoughts and purposes attached to them. ”Souvenir of Jerusalem” sheds light on this valuable legacy. The book contains reproductions of postcards, posters,andphotographsofvariousobjects that Mr. Murat Kargılı hadassembledin hispersonal collection andsupplemented with annotations.Thebook cameout in IRCICA’s seriesof studieson al-QudsandPalestine.Earlier IRCICA publishedalbumsof historicalphotographsofal-Quds (Al-Quds/Jerusalem in historical photographs, 2009; Jerusalem in Historical Photographs From Past to Present, 2015) but this is the first publication to focus on postcards and artefacts. The first chapter of thebook is reservedtopostcards, with annotations on thequarters, structures andscenes of life. The secondchapter contains a large variety of printed materials such as posters, trade cards, gravures and maps featuring a fascinating range of subjects and objects. The last chapter is devoted to souvenir objects acquired from Jerusalem. IRCICA ispleasedtopublish thisalbum which mirrors Al-Qudsof thelate19th early20th centuries.Thesaidalbum cameout in adeluxeedition printedon archival-quality paper. It features more than 150 printed materials such as postcards, maps, engravings, posters, trade cards and pictures of souvenir objects which will take the reader on a journey to Al-Quds; this main sacred city that has seen the longest state rule in its history under Muslims’ administration.
Sultan 2. Abdülhamid Arşivi İstanbul Fotoğrafları - Photographs of Istanbul From the Archives of Sultan Abdülhamid 2
Nazik Gelin
“…Kitapların aralarında kaybolmuşken bir gün, Muhsin Ertuğ’un bir yazısında şu cümlesine denk geldim: Böylelikle seyirci adedimizi biraz yükseltebilirsek, hedefimize varırsak rahat edeceğiz. Yoksa...”YOKSA…İşte bu sözcük kitabımın da başlığı oldu. İçinde bugünü de çok iyi anlatan nice anlamlar taşıyan bu tek sözcüklük cümle, seyirciyle ilişkimizi yeniden masaya yatırmamızın gerekliliğini ne güzel anlatıyordu…”Çiğdem KILIÇOyun ve seyirci :İlkel insandan başlayıp süregelen bir ilişki bu. Biri olmadan diğeri olmuyor. Birbirini tamamlayan iki yarım. İkisinin de içinde eksiklikler, sıkıntılar var; ikisinin de içinde coşku ve sevgi var. Bu bütünün tam o anda, birlikte var olması gerekiyor. Bu nedenle tüm sanat dallarından ayrılan bir özellikle tiyatro, seyircisiyle birlikte eyliyor, birlikte keyif alıyor, birlikte düşünüyor, toplu katılımla üretmenin gücünü hissediyor.Tiyatro seyircisi ile bir bütündür. Sanatlar içinde en büyük ve en güzel etki-tepkinin var edildiği tiyatro sanatı, çok çetin yollardan geçerek günümüze ulaşmıştır. Bu zorlu mücadelenin içinde her ne olursa olsun seyirci , hiçbir zaman tiyatrodan vazgeçmemiştir.
“İyi oyunlar ortaya yeni bir şey koymaz. Ortada duranı bir çerçeveyle buluşturup konuşulabilir hale getirir. Rüya ile gerçeğin birbiri içinde eridiği ve tekinsizlik hissinin giderek yükseldiği Fil Rüyası’nda bu incelik mevcut.”
Emre Uçaray“Fil Rüyası rüyaların gerçeklerle iç içe geçtiği kurgusu ve özgür diliyle cesur bir dünya kurmuş. Karakterleri çok gerçek ama bir o kadar da fantastik ve kurgusal. İkisinin arasında gidip geliyorsunuz. Onunla nefes alıp veriyor ve anında empati kuruyorsunuz. Çünkü metinde kendinizden parçalar buluyorsunuz. Fil Rüyası, tiyatro edebiyatında yeni, farklı ve cesur bir nefesin müjdesini veriyor.”
Pelinsu Pir
“Anne, kız... Terapist, danışan... Bir kadın, bir erkek... Güvensizlikle kurulan iletişimin içindeki korkular arasında, rüya ve gerçeklik algısının iç içe geçmesini anlatan, etkileyici, düşündürücü, sorgulatıcı bir oyun... Kendini çatısız, belki de köksüz hisseden genç bir kadının, evsiz kaldığıyla yüzleşmesi... Ama bu ne kadar gerçek, ne kadar rüya acaba?”
Ibsen, oyunlarında insan psikolojisini ve aile içinde kadın sorunlarını merkeze alan modern dramanın kurucusu olarak ünlenmiş bir yazar. Yazdığı son oyun olan Biz Ölüler Uyanınca’da, heykeltraş olan bir sanatçı, oyunun ana karakteri yapılarak, yaşam ile sanat arasındaki ilişki sorgulanır. Sanatçı, yıllar önce modeli olan genç bir kız ile yoğun ilişkisini, yaptığı heykel, başyapıt düzeyine erişince, şöhret kazanmak uğruna aşktan ve insani ilişkilerden vazgeçmeyi seçer. Ancak, yaşlanıp sanatsal gücünü kaybeden sanatçı ile eski sevgilisi model yıllar sonra karşılaştığında, ikisi de gençliklerinde yaptıkları yanlışı kavrarlar, hayata ‘yeniden uyandıklarında’, o güne kadar yaşamadıkları bilincine varırlar.
Mahmut Cankıymaz, kısa oyunlarıyla, “Çağdaş" dünyanın kaotik seslerini, insanın karanlık kıyılarını oyunlarında yankılamakta.Siyah’ta Galata Kulesi manzaralı bir otel odasında gerilim yüklü bir karşılaşmayı,Tutulma’da derine gömülmüş geçmişin tüm bulanıklığıyla hortlamasını,Covid’li İşkembe Çorbası’nda pandemide hastalığa yakalanan bir adamın kara komik hâllerini,Neon’da, şehrin underground bir rock-barında dünyadan yaralı bir çiftin karakter değişimlerini, tek ve iki kişilik oyunlarla yansıtarak tempolu bir sahne aritmetiğini, alacakaranlık bir evreni, güçlü yüzleşmeleri sahneye taşıyor.
Yetmiş Üç,2020-2021 döneminde İstanbul Büyük Şehir Tiyatroları “Şehir Yazarını Arıyor” projesi kapsamında kaleme alınan ve reji atölyesi gerçekleştirilen bir oyun. Cumhuriyet’in 100. yılına gönderilen bir mektupla açılsa da bu mektup oyunun finaline kadar açılmamaktadır. Neredeyse 100 yılın panoramik görünüşlerini doğrudan doğruya fotoğrafik olarak değil de kendi iç dünyasının süzgecinden geçirerek aktaran Meryem Merve Özçakır, labirentin içinde sıkışan cumhuriyetin ‘modern insanını’ bir de deprem enkazına sıkıştırır. Kahramanın çok yakından bakarak okuduğu o mektup, bize çok uzak bir zamandan gelmişse de gölgesi değişmemiştir.Oyuncu Sayısı: 1 Kadın
“Kütle Bölü Hacim,Goethe'nin izinde postmodern bir tragedya... Tüm mitolojilerin, söylencelerin, deyişlerin, büyülü efsunlu sözlerle yeniden bir okuması... Şiirselliğin derinlerine gizlenmiş sırlar... Başlangıca, öze dönüş... Tanrıların, sultanların, hanların, beylerin, generallerin dünya ganimetleriyle sınanması... Yoğunluk eşittir: kütle bölü hacim... Ne kadar az yer kaplarsan o kadar yoğunsun. Ne kadar yoğunsan o kadar ‘akıllı’...Çarpma Hissi,İntihar salgını altında bir gelecek... İntihar düşüncelerini saptayan tarama cihazından uygunsuz sonuç alanların bir hediye paketi ile toplumdan sürgün edilişi... Ve beklemek... Böylesi bir dünyada belirli bir şeyi beklemeden beklemek...”Neşe Metin
Belge-Oyun kitabı, dijital oyun ve belgesel sinema pratiklerinin bir araya geldiği durum ve unsurları sorgulayıp, kanıtlanabilir belgelere dayanan veriler aracılığı ile bir oyunun nasıl oluşturulabileceğini tespit etmiştir. Hem bir oyunu hem de bir belgesel anlatısını fikir aşamasından itibaren ilgilendiren mekanik ve dinamik unsurların tasarımda nasıl kullanıldığı ve bu tasarımların kullanıcıya hangi platform ve ekipmanlarla ulaştırıldığı kitap içerisinde detaylandırılarak açıklanmıştır.Bu eserde; yeni medya hikâye anlatıcılığının geleceğinde, önemli yer sahibi olması muhtemel Belge-Oyun (Docu-Game) anlatısının ortaya çıkışı, ilk ve güncel örnekleri, yeni medyayı ilgilendiren web, sosyal medya, sanal gerçeklik (VR) ve artırılmış gerçeklik (AR) içerisinde uygulanış biçimlerine yer verilmektedir. Nihai amaç olarak; Türkçe dilinde üretilmiş yenilikçi akademik yaklaşımların ve araştırmaların mümkün olabileceğini ispat etmek adına yapılmış başarılı bir denemedir.
Çağımızın çözülmesi gereken en acil sorunlarından birisi olan ekolojik krizle ilgili yapılan edebi ve kültürel çalışmalar ülkemizde de giderek ilgi görmekte, konuyla ilgili yapılan çalışmaların sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu kitap ekolojik krizin tiyatroda ve sahne sanatlarındaki yansımalarını ele alması; ekokaygı, postapokaliptik söylem, ekofeminizm gibi kavramları ilgili analizlerle açık ve anlaşılır hale getirmeyi hedeflemesi bakımından alanında ilk Türkçe derleme kitap özelliğini taşımaktadır. Çevre, insan ve insan olmayan topluluklar arasındaki ilişkileri tiyatro ve sahne performansları açısından farkı boyutlarıyla inceleyen bu kitabı çevre sorunlarına duyarlı tüm okurların beğenisine sunarken ilgilileri için önemli bir başvuru kaynağı olmasını diliyoruz. Kaderine terkedilmiş doğalara farkındalık yaratması dileğiyle.
Kitap, doğal hukukla meşrulaştırılan ilkçağın kurumsal köleciliği ile ten rengi üzerinden gerekçelendirilen asri zaman ırkçılığı arasındaki zihinsel geçişi üretim ilişkileri tarafından çerçevelenen ekonomi-politik eğilimleri göz ardı etmeden tartışmaktadır. Bu maksatla yirminci yüzyıl geneline yayılan kronoloji üzerinden ilerleyerek bir yandan ele alınan sinema filmlerinin detaylı analizlerini yaparken; diğer yandan geçmişi ilkçağa uzanan köleleştirme pratikleriyle modern çağın ten rengi üzerinden gerekçelendirilen ırkçı eğilimleri arasındaki zihinsel sürekliliğe dikkat çekmektedir. Diğer yandan ırkçılığa temas eden tüm sinema filmlerini hâkim ideoloji tarafından çerçevelenmiş birer kültür endüstrisi ürünü olarak mahkûm etmek elbette doğru bir yaklaşım değildir. Zira bu filmlerin birçoğu toplumsal gerçekliği sanatsal bakış açısıyla harmanlayarak, sunabilme becerisi gösterebilmiş sinema tarihinin kilometre taşlarıdır. Dahası bu yaklaşım, yirminci yüzyılın tümüne yayılan hatta bir sonraki yüzyıla taşan ısrarlarıyla ırkçı şiddet ve siyahi ayrımcılığına karşı tavır geliştirebilmiş sıradan insanlarla onları örgütlü mücadele konusunda yüreklendiren siyahi önderlerin kazanımlarını göz ardı etmek olurdu. Netice olarak onlar mücadele etmeseydi, bu kitapta incelenen filmlerin birçoğu olmazdı.
Sinemasal Kadınlar: Eril Söylemin Gölgesinde Türk Sinemasında Kadın Temsilleri Üzerine Kültürel ve Politik Bir İnceleme” başlığıyla alana katkı sunmayı amaçlayan kitap, 1930’lu yıllardan 1980’li yılların sonuna kadar devam eden kronolojide Muhsin Ertuğrul, Lütfi Ömer Akad, Atıf Yılmaz, Orhan Aksoy, Tunç Başaran ve Şerif Gören’in yönetmenliğinde çekilen filmleri kadın temsilleri üzerinden tartışıyor. Dolayısıyla kitabın merak odağında sinemada yer alan kadın temsillerinin ideolojik kökenleri ve bu ideolojilerin nasıl inşa edildiklerini anlama çabası bulunuyor. Bu sayede filmlerin arka planında yer alan göç olgusu ve büyük kentlerin çeperinde sıkışan insan hikâyeleri odağa alınarak; neo-liberal politikalar nedeniyle derinleşen güç ve iktidar ilişkilerinin izleri sürülüyor.
Bu yöntem ile objelerin negatif görüntüleri elde edileceğinden dolayı fotogramı yapılacak objelerin niteliği, ışık geçirgenliği, yapısı ve objenin kendi yapısındaki ara boşlukları (espas) çok önemlidir. Çünkü fotogramda objenin negatif görüntüsü karta yansıyacağından, objenin ara boşluğundan ışık geçerek farklı görüntüler elde edilecektir.
Fotogramda kullanılan objenin ışığı geçirgenlik durumu karta yansıyan görüntünün oluşumunu etkilemektedir. Eğer hiç ışık geçirmeyen ojeler kullanılacaksa kartın üzerinde o alanlar tam siyah olarak ortaya çıkacaktır. Işık geçirgenliği olan objeler kullanıldığında ise kart üzerinde hayali görüntüler meydana gelir.
Fotogram sonucunda bir fotoğraf oluşur fakat fotoğraf makinesine gerek kalmadan fotoğraf oluşmaktadır.
Fotogram aynı zamanda agrandisörde yapılan bir kart baskısıdır. Fakat bu baskıda agrandisörde negatif film olması gerekmektedir. Oysaki fotogram çalışmasında filmsiz de fotoğraf oluşmaktadır. Fotogram çalışması için; ışık, kimya, fotoğraf, negatif-pozitif görüntü ve fotoğraf bilgisine ihtiyaç duyulmaktadır.
Yol gösterici olarak ele alınan sorular doğrultusunda Hakan Aytekin’in bir belgeselci olarak kimliğini, sinemasal üslubunu, belgesellerinin formunu, gerçeğin belgesel aracılığıyla estetik olarak nasıl temsil edildiğinin irdelenmeye çalışıldığı bu çalışmada; yönetmenin gerçeği yorumlarken, ele aldığı konuya çekim öncesi yaptığı araştırmalar sonucu hakimiyeti, bu hakimiyetin filmlerinin omurgasını oluşturmadaki etkisinin O’nun belgesellerinin kimliğini oluşturan başlıca etmen olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Konu olarak neyi işlerse işlesin belgesellerinin sinemasal üslubu, yönetmenin gerçeği yorumlayışındaki ayırt edici karakteri niteliğindedir. Bu çalışmada Aytekin’in belgesellerine içeriksel olarak yoğunlaşılmış olsa da yönetmenin sinematografi dilini, özellikle aydınlatmayı ve kamera takibini belgesellerinin sinemasal belirleyeni olarak konumlandırdığı açıkça hissedilmektedir. Aytekin’in bu sinemasal üslubu, gerçeğin bilgisinin belgesel film aracılığıyla estetik olarak da temsil edilebileceğinin ve belgesel yönetmeni olarak özgün ve ayırt edilebilir bir üslup yaratılabileceğinin kanıtı niteliğindedir.
1960 yılında başlayan Almanya’ya Türk işçi göçü, beklenilmeyen toplumsal sonuçları da beraberinde getirmiştir; Bu ülkede yaşama imkânı verilen Türklerin misafirliği istenildiği gibi kısa sürmemiş, hiç beklenilmeyen kalıcılıkla sonuçlanarak işçilere ve ailelerine yeni yaşam alanı yaratmıştır. 1960’larda başlayan, nicelik ve nitelik olarak değişmesine rağmen bugün hala devam eden Türk işçi göçü, dinamik bir toplumsal hareket olarak benimsenmiştir. Değişen hayatlar, ekonomiler ve toplum normları, Almanya’nın çok-kültürlü toplum yapısının oluşumunda katkıda bulunmuş ve bu süreçte kaydedilen karşılıklı etkileşimler Alman sanatında da izdüşümünü bırakmıştır. Nice romanlara, şiirlere, tuvallere ve tiyatro sahnelerine konu edilen “Türk konuk işçi” teması, beyaz perdede de yansımasını bulmuştur. Alman sinemasında Türk temsilleri yıllar içinde nicelik olarak artsa da, söz konusu temsillerde standartlaşmış ve klişeleştirilmiş stereotiplerden öteye gidilememektedir.
İşbu tespitten yola çıkan bu çalışma, Alman sinemasında Türk temsilinin salt kültürel ve yabancı olma kimliğine indirgeyerek sunulmasını eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmakta ve sinemada kendi ayakları üzerinde durabilen, özgün ve “Almanlaşmadan” Alman toplumuna entegre olabilen Türk temsillerini olağan bir şekilde yansıtılmadığı sorunsalının peşine düşmektedir.
The main target audience of this book is scholars, researchers, critics, students who study in the field of contemporary British feminist theatre and anyone who is interested in women’s studies and drama. This book depicts marginalized women’s voices through the medium of feminist theatre by analysing subversive women characters in the plays of Timberlake Wertenbaker and Pam Gems. This book depicts how historic/mythic characters subvert traditional gender roles to set a feminine identity of their own that does not accord with the patriarchal order. In the discussion of the marginalized characters, Ülker Erkan analysed Wertenbaker’s plays namely New Anatomies, Our Country’s Good, and The Love of the Nightingale and Pam Gems’s plays Dusa, Fish, Stas and Vi, Piaf, and Queen Christina through several feminist criticisms. Feminist theatre as discussed in the subject-matter plays may prevent oppression and develop perspectives, which are egalitarian, fair, optimistic, hopeful, liberated from any oppressive systems, and full of future expectations.
Yüzyılın başından itibaren kendi imkânlarıyla imgesel ve belgesel filmler yöneten yazar, bu kitabında kendisi gibi bağımsız olarak film çeken yönetmenlerle gerçekleştirdiği röportajları bir araya topladı. Kitapta farklı türde film üretmiş ödüllü yönetmenlerle yapılan söyleşilerinin yanında Türkiye'de düzenlenen film festivallerinde görev almış akademisyen ve duayen isimlerin görüşlerine de yer veriliyor.Kitabın sinemanın üvey evladı belgesel ve kısa film üretim sorunlarını dile getirmesi açısından az sayıdaki çalışmaya bir katkı sağlayabilmesi ve özellikle sinema eğitimi alan ve kendi filmini çekmek isteyen geleceğin yönetmenlerine küçük de olsa bir kıvılcım olması umuduyla...
“Film sanatının temeli kurgudur” Vsevolod Illarionovich Pudovkin
Sinemada özgün bir yaklaşım geliştirebilmek için kurgu ve anlatı arasında güçlü bir ilişki yaratmak gerekir. Kurgu, teknik bir kavram olmaktan ziyade filmi oluşturan çekimlerden anlamlı bir bütün yaratılmasını içerir. Sinemanın ilk dönemlerinden itibaren etkisini gösteren kurgu ve anlatı kavramları, farklı kültürlerden ve coğrafyalardan pek çok yönetmenin biçimsel tercihleri sonucunda çeşitli gelişmeler göstermiştir. Bu çalışmada, sinemanın ilk yıllarından yola çıkılarak kurgu ve anlatının gelişimi ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır.Kitabın son bölümünde, Türk sinemasında kurgu ve anlatıyı etkili bir şekilde kullanarak özgün bir dil yaratan Ümit Ünal’ın filmleri, analiz edilerek, yönetmenin sinemasal yaklaşımı incelenmektedir.
Göç, tarih boyunca toplumları etkileyen ve değiştiren önemli sosyolojik olgulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihsel sürece bakıldığında, birden fazla neden ve zaman diliminde, farklı göç olayları toplumları derinden etkilemiştir. Göç hareketleri içinde sosyolojik olarak en dikkat çeken unsur uluslararası emek göçüdür. Son dönemlerde, özellikle göç konusunun farklı alanlarla beraber, disiplinlerarası boyutta ele alındığı bilinmektedir. Bu alanlardan biri de, sinema olarak karşımıza çıkmaktadır. Göçün sosyolojik yapısallığı, toplumsal dinamiklerle ilgili olgular içermesi; sinemanın ise toplumsal realiteden yola çıkarak kendini betimlemesi, bu noktada sosyoloji (göç hareketleri, toplumsal yapı vb.) ve sinemasal anlatımın yollarının kesişmesine yol açmaktadır. Bu kitapta Türk işçi göçü, sosyolojik kavramlar ekseninde filmler yoluyla ele alınmıştır. 20 filme ait analizlerin yer aldığı çalışma, görsel sosyoloji kapsamında göç ve sinema arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır.
Günümüzde yaşamlarımıza yön veren en önemli kültür endüstrilerinden biri kuşkusuz Hollywood’dur. Son yüzyıldan bugüne ürettiği filmlerle sadece kendi ülke sınırları içinde değil, tüm dünyada Amerikan ideolojisini yayan Hollywood, bu bağlamda birçok eserde siyasal, kültürel, estetik ve ekonomik boyutları açısından irdelenir. Ancak Hollywood’un, toplumsal yaşamın en önemli fenomenlerinden biri olan din ile ilişkisinin görünür kılınması, Türkiye’de hala bakir bir inceleme alanıdır. Söz konusu tespit, bu kitabın çıkış motivasyonudur.“Hollywood Sinemasında Din Ve İnanç Temsilleri” adlı bu kitap, sessiz sinema döneminden başlayarak sesli sinemaya geçişi, 1960’ların toplumsal ortamından 1980’lerin küreselleşme furyasının sinema üzerindeki dinsel izdüşümünü ve milenyum sonrası post modern dönemlerin karmaşık dünya düzeninde sinema ve din ilişkisini ele alıyor. Hollywood’a damgasına vuran dini temalı filmleri, çekildikleri toplumsal koşullar da göz önüne alarak inceleyen bu eser, Hristiyanlık, Yahudilik, İslamiyet, Budizm, yerel inançlar ve tarikatlara ilişkin Hollywood’un temsil biçimlerini tartışmaya açarak din olgusunun sinemadaki varlığı üzerine tarihsel bir not düşme çabasıdır.
Kübizm resim sanatı olarak ifade edilmiş olmasına rağmen sinemasal bir ifade biçimi olarak filmlerde kendini göstermektedir. Yüksek lisans tezinden üretilen bu kitap, üzerinde çok konuşulmayan kübizm ve sinema etkileşimini filmler üzerinden inceleme yaparak okuyucuya sunmaktadır.
Bu çalışma, Moritanyalı yönetmen Abderrahmane Sissako'nun ulusötesi bir mahiyete sahip sinemasını daha yakından tanımak ve Afrika Sineması ile ulusötesi sinema konularında akademiye küçük de olsa bir katkı sunmak amacı taşımaktadır. Mısır'ı dışarıda tutarsak, kendi sinemalarına 1960'lar gibi geç bir tarihte sahip olan Afrikalı ülkeler için film üretimi günümüzde de zor bir uğraştır ve kıta sinemacılarının bu zorlukları aşmak için Batı Avrupa ülkelerinden aldığı yardımlar, Afrikalı sinemacılara ve onların ürettikleri filmlere ulusötesi bir bağlamda bakmamızı zorunlu kılmaktadır. Biz de bu çalışma boyunca Moritanya'da doğan, Mali'de büyüyen, Sovyetler Birliği'nde sinema eğitimi alan ve günümüzde de Fransa'da yaşayan bir sinemacı üzerinden kıta sinemasının bu özelliğini incelemek istedik. Ayrıca Afrika ülkeleri bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra doğan sinemacılar nesli arasında önemli bir yerde duran Abderrahmane Sissako'nun sinemasını inceleyerek, sömürge karşıtı ideallerle başlayan kıtadaki sinema çalışmalarının günümüzde nasıl bir boyuta evrildiği gözlemlenmeye çalışılmıştır.
Kıbrıs Türklerinin, Kıbrıs adasında varlıklarını ve özgürlüklerini korumak için İngiliz sömürge yönetimine karşı verdikleri mücadelede haksız baskılara ilk başkaldıranlardan olan Cengizzade Rıfat Efendi nam-ı diğer Con Rıfat’ın kendi ağzından aktarılan gerçekler heyecan verici bir eserle karşınızda… Belgesel nitelikli oyun olan Con Rıfat, o günlerin trajedisini ve hüznünü yansıtıyor. Sevil Emirzade’nin yalın ve içten diliyle okurunu sarmalayacak eser Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs’ta verdileri varlık mücadelesini yeniden anımsatıyor.
Gördüm, Çektim, Seçtim - Sinema ve Televizyona Dair Çeşitlemeler
Sinemanın yolculuğu 120 yılı aşkın bir zamandır devam etmektedir. Sinema bu yolculuğu boyunca, insanları güldüren, eğlendiren, düşündüren, bilgi veren, haber veren, tanıtım görevini gören, kamuoyu oluşturan, propaganda amaçlı kullanılan, vb. bir sanat dalı olarak doğmuş, büyümüş, rüştünü ispat ederek bugünlere gelmiştir. Hayatın yorumunu yapan, dünü sorgulayan, bugünü fotoğraflayan, yarına ışık tutan bir sanattır sinema. Bu yüzdendir ki sinema bu yolculuğu boyunca sadece kendi dokusunu ve genlerini yenileyip, genişleyip, büyümekle kalmamış birçok farklı sanat dalına ve disipline de rehberlik yapmıştır.
Sinema ve Televizyonda Yeni Yaklaşımlar isimli bu kitap, sinema, televizyon, çalışmalarının yanında, reklam, kısa film ve animasyon konularını da ele alarak sinema televizyon alanındaki farklı çalışma sahalarına projeksiyon tutmayı, bu sektöre gönül verenlere ışık olmayı amaçlamaktadır.
Oğuz AdanırMelodramın Sırrı Üzerine Notlar
Dilek TunalıMoral Okült ve Melodram Sinemasında Aşk’ın Haller “Hollywood ile Yeşilçam Arasında Sınırlı Bir Karşılaştırma”
Thomas SchatzAile Melodramı
Fredrik GustafssonBu Toprak Benimdir (This Earth is Mine, 1959) ve Melodram
Serpil KırelKültürel Bir Üretim Olarak Yeşilçam Melodram Filmlerindeki Gözyaşlarının İzlerini Sürmek
Tunç Yıldırım & Fehime Elem YıldırımMetin Erksan’ın Acı Hayat’ı Üzerine: Yeşilçam Melodramından ‘Gösterişli Melodrama’ Şiirsel, Toplumsal ve Gerçekçi Bir Geçiş mi?
Savaş ArslanMelodram, Dizi ve Kaliteli Diziler: Türk Televizyon Tarihine Kısa Bir Bakış
M. Talha AltınkayaBizi Hatırla (2018) Filmi Bağlamında Melodram Bilincinin Yeniden Üretimi
Sinem Evren Yüksel7. Koğuştaki Mucize’de Babalık Krizi ve Adalet Arayışı
Murat AkserŞehirde Kadın ve Ahlâkçılık: Yeşilçam Melodramı ve Parodisi
Vedat OyanRainer Werner Fassbinder Sinemasında Melodramın Dönüşümü: Ali: Korku Ruhu Kemirir Film Örneği
Ali Ufuk“Madam Bovary’ye Chabrol ve Barthes’tan Bakmak”, Melodramatik Bir Karşılaştırma
Burak BakırKim Ki-Duk’un Pieta Filmi Üzerine
Korhan TopcuAnders Thomas Jensen Sinemasında Melankolik Komedi
Nick BrowneÇin Melodramının Politik Ekonomisi: Toplum ve Öznellik
Emre YeksanYeniden Yeni
Sertaç KoyuncuWeimar Sinemasal Modernizminde Yeni Nesnellik: Die Freudlose Gasse (G. W. Pabst, 1925)
M. Ceren ArslanYeni Alman Sineması Üzerinde Bir Heyula Nazizm’in Silüetinde Aguirre ve Nosferatu
Sena KürklüKlasik’ten Yeni’ye Doğru Hollywood Sinemasının Başkalaşımı ve The Graduate Örneği
Fredrik GustafssonLilith ve Amerikan Şiirsel Modernizmi
Hüsamettin ÇetinkayaÖznellik Üretimi ve ‘Julia’nın Atlıkarıncası’
Murat Can YağbasanJapon Anime Sinemasında Yenilikçi Bir Üslup: Isao Takahata Sineması
Zehra CerrahoğluReha Erdem Filmlerinde Yenilikçi Bir Anlatım Ögesi Olarak Ses Kuşağı ve Hayat Var (2008)
Elif Feyza DemirMonos’ta Bergsoncu Zaman ve Süre
Utkan Olcay‘Simgesel Değiş Tokuş’ ve ‘Simülasyon Kuramı’ Üzerinden Monos Filmine Bir Okuma
Sevinç KarataşÜretim ve Tüketim İlişkileri Bağlamında Değişen Belgesel Estetiği ve Netflix Orijinal Yapımı Tell Me Who I Am Belgeselinin İncelenmesi
İdil KoçuşağıYorgos Lanthimos Filmlerinde Modernite Eleştirisi Aydınlanma ve Batılı Gözün Doğuşu
Söyleşi: Dilek Tunalı, Tarık ArslanEmre Yeksan ile Yuva, Körfez ve Sinemada Yeni Olan Üzerine
Oğuz Adanır
Bir Modernleşemeyen Toplum - Modern Toplum Karşılaşması ya da Narcos & Marly-Gomont’a Hoşgeldiniz / Afrikalı Doktor
Deniz DalkılıçSahte Modernlik
Dilek TunalıAsaba, Baba ya da Müslüm
Fikret TosunSinema ve Zihniyet Üzerine
Emrah Suat OnatHays Yasaları (Yapım Yönetmeliği)
YÖNETMELİKLERGarth JowettOn Üç Madde Yönetmeliği – 1921
Formül Yönetmeliği – 1924
Yapılmayacaklar ve Dikkatle Ele Alınacaklar Yönetmeliği – 1927
Raymond MoleyHays Yasaları (Yapım Yönetmeliği) – 1930
Leonard J. Leff & Jerold L. Simmonsİffet Lejyonu Yemini – 1934
Meral ÖzçınarTürk Sinemasının Ontolojik Çaresizliği Olarak Taşra
Yavuz AdugitAşk (Her): İnsana Ağıt
Özgür TaburoğluDuyum, İfade ve Aralık: Sinemada Farklı Duyumsallık Biçimleri
M. Ceren ArslanÇağlar içinde Eril Zihniyetin İzinde: Don Quijote ve Don Kişot’u Öldüren Adam
Emre DoğanThe Descent ve Baskın: Karabasan Filmleri Üzerinden İngiltere ve Türkiye Toplumsal Zihniyetleri Dinamiklerinin Karşılaştırılması
Gizem Şimşek KayaTürk Korku Sinemasında Zihniyetin Dönüşümü
Bu kitap, gelenekle yüzleşen modern insan tekinin, burada yönetmenin, tuttuğu iş sırasında, meselâ film yaparken, zihninde beliren onlarca soruya cevap arama girişimi… Yeni doğan onlarca soruyu da okuyucuyla birlikte düşünme çabası…
Bir yanda gölgeyi hareketlendiren Karagöz bir yanda gerçeğe hareket kazandıran günümüzün kitle sanatı sinema… Bugün ancak nostaljik bir unsur şeklinde hayatlarımızda yer bulan Karagöz’ün içerik ve biçim konusunda ulaştığı zenginlik, derinlik, yirminci yüzyılda coğrafyamıza giren sinemaya aktarılabilmiş midir?
Yüzeyselliği ve derinliği aynı anda ihtiva eden girift yapısıyla Yeşilçam sineması, övgü ya da yergi esaretinden kurtarıldığında Karagöz’ün mirasının izlerinin sürülebileceği ilham verici bir deneyim sahası açabilir mi?
Karagöz’ün oyun içinde oyun mantığından mülhem seyircinin mutlak hâkim bir anlatıya mahkûm edilmeden bütün yan anlatıların benzer oranda ehemmiyet taşıdığı bir yapıyı tanımlayan dramatik adacıklar kurulumu, sinemada da bir yöntem olarak tartışmaya açılabilir mi?
Nihayet bu kitap, “Gölge Oyunu Karagöz ve Sinema” başlıklı yüksek lisans teziyle edinilen birikimin, kurmaca ve belgesel filmlerle kazanılan deneyimlerin bir verimi… Bir başka ifadeyle Karagöz’ün nidasının yönetmenin kendi gök kubbesindeki yankısının okuyucuyla/seyirciyle buluşması…
Bre kancık!.. Hangi yüzyılda yaşadığını sanırsın? Şu kopuza bak, artık eskitmekten telleri koptu. Bre şu gitara bak, şu udun yanık sesine, şu elektrogitarın metal ahengine. Hepsi bütündür. Kadın da erkekle bir bütündür Kadın da okuyadır, yazadır şerefiyle. Cenk ededir, yürüyedir, hakkını savunadır, sevişedir, koklaşadır. İki gülle taşıyorum diye koynunda, havaya uçacağını mı zannedersin taşlaşmış erkekliğinin? Ben çağlar boyu seninleyim de, dönüp iyice bakmadın yüzüme. Hep kendine, hep elden sakladın beni. Demedin bu da benim kısrağımdır, varlığımdır, sol yanımdır. Herkes seni tek bildi, bilgeler bilgesi, yüce Dede. Ama geçti o günler artık, döndü devran. Şimdi tam sırasıdır Nene Korkut’un ortaya çıkmasının.
(“Nene Korkut Destanı-Bir millet Nasıl bir Millet” adlı oyundan…”)
Alevler birbirlerini üzerine basarcasına yükselir, sanki gökyüzünde bir yerlere ulaşmak, bir şeyler kapmak istercesine uzanır da uzanır... "Pervane Böceği", ateşin çevresinde döner, döner, döner.... Alevlerle oyun oynuyor gibi, döne döne bir alçalır, bir yükselir; birden, bedenini yakalamaya, sarmaya çalışan ateşin içine kendini atar.... Tüm sessizliğiyle bir hüzünü çöker ateşin aydınlığına, ve hüznün "maske"si yoktur...
Her sahne yorumunun kendine özgü bir yapısı, dili ve anlatımı vardır. İzleyicinin bu dili anlayabilmesi sahne tasarımından ışık rejisine, oyunculuktan müziğe kadar sahnedeki tüm göstergeleri bir bir çözümleyebilmesine bağlıdır. Sahneyle seyirci arasında oluşan bu diyaloğun alımlama süreci içinde nasıl geliştiğini farklı sahneleme örnekleriyle irdeleyen elinizdeki kitap keyifli bir düşünme oyununu ya da duyularla düşüncenin buluştuğu anları dile getiriyor.
Andrey Tarkovski: Yönetmen olmaya karar vermezsiniz, yönetmen olmanız gerekir.
Ingmar Bergman: Denemelerim bana göstermiştir ki ilk çekim en başarılı çekimdir.
Akira Kurosawa: Bütün filmlerin kökünde bir şeyi içgüdüsel olarak açıklama isteği vardır.
Agnès Varda: Bir kurgu yaptığınızda kendinize bunun iyi gideceğini söyleyin.
Michael Haneke: Seyirciyi, kendinizi ciddiye aldığınız kadar ciddiye alın.
Kim Ki Duk: Genel olarak bütün filmlerimde aynı soruların cevabını arıyorum: Hayat nedir? İnsanlık nedir?
Ken Loach: Toplumlar halen sınıf çatışmaları temeline dayanır ve filmler toplumun aynası olmak zorundadır.
Asghar Farhadi: Olay örgüleri okyanustaki inciler gibidir, işe yaraması için iyi dizilmelidir.
Park Chan-wook: Yeni bir film çekmek için eskiye dönmek, o filmleri görmek ve üzerlerine düşünmek gerek.
Rahşan Beni İtimad: Sansürü aşmak ve taviz vermeden anlatmak için yaratıcı yollar bulmak gerek.
Kitap Adı Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri Kitap Yazar Adı: Rıza Oylum Yayın Direktörü: Gülşen İşeri Editör: Ezgi Hotalak Kapak Tasarım: Emir Tali Sayfa Tasarım: Aslı Varol Sayfa Sayısı: 256 Ebat: 13,5x19,5 cm Tür: Sinema Kağıt / İç Baskı: III. Hamur Enzo, 52 gr. Cilt / Kapak: Amerikan Bristol 230 gr. ISBN / Barkod: 9789751045294
“Fotoğraflar, hatıralarımızı geçmişten kurtarıp sonsuzluğa ait kılar. Ne geçmiş bize gelebilir ne de biz geçmişe dönebiliriz. Oysa sonsuzluk hep bizimledir. Sonsuzluk, şimdiye en yakın yerdir. Ne gemi ne tren kalkar sonsuzluğa. Sonsuzluğa gitmek için bir fotoğrafa bakmak yeterlidir.”Görünmez Adalı fotoğraf sanatçısı Mimo, ütopyalardan bile güzel memleketinde geçen çocukluğunun, görünen dünyanın savaş yıllarında Leningrad’da ve İstanbul’da geçen gençliğinin, Avrupa’nın isyankâr vakitlerinde Londra’da ve Paris’te geçen olgunluk çağının, daima özlediği, aradığı, sadık kaldığı ve fakat her dönüşünde biraz daha yalnız bırakıldığı evinde geçen ihtiyarlığının en hayati karelerini bir araya getirerek ömrünün takvimini çıkarır. Ne yaşarsa yaşasın mutlulukta, iyilikte, güzellikte, dürüstlükte direten Mimo’nun hayat hikâyesi görmek, görünmek, eşitlik, özgürlük, vatanseverlik, aidiyet, adalet, sanat, zaman, aşk ve sevgiyi yeniden tanımlamamıza bir davet. Duru dili, ince üslubu, delişmen kurgusuyla tam anlamıyla Can Gürsesçe bu roman, okuruna şöyle sesleniyor: Gülümseyin! Mimo, mutluluğun fotoğrafını çekiyor. CAN GÜRSES: 6 Temmuz 1989’da İstanbul’da doğdu. Yatılı okuduğu VKV Koç Özel Lisesi’nden Cervantes’in Don Kişot’u, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ve Bulgakov’un Usta ile Margarita’sı üzerinden ironi-yazar-toplum ilişkisini tartıştığı tezinden tam not alarak, International Baccalaureate (Uluslararası Diploma) ile mezun oldu. İngiltere’de The University of Kent’te Karşılaştırmalı Edebiyat ve Film bölümlerini Krzysztof Kieslowski’nin Aşk Üzerine Kısa Bir Film, Mavi ve Veroniqué’in İkili Yaşamı filmleri üzerinden gerçekliğin kurmacalığını tartıştığı tezi ile en yüksek ikinci dereceyle 2010’da bitirdi. İskoçya’da The University of Edinburgh’ta Karşılaştırmalı Edebiyat dalındaki yüksek lisans eğitimini, Orhan Pamuk’un Beyaz Kale ve Amin Maalouf’un Afrikalı Leo romanları üzerinden kimliğin Doğu-Batı ve ben-öteki parçalanmasını çözümlediği teziyle 2011’de tamamladı.Uluslararası Yazarlar Birliği (PEN) üyesi.
1960 yılı. Dünya kültürel, siyasi, cinsel ve sanatsal devrimin kıyılarında dolaşıyor. Bu sırada Yunanistan’ın Hydra Adası’nda ise bambaşka bir dünya kuruluyor. Yazar Charmian Clift ile George Johnston’ın, namı diğer bohemin sıkıntılı kralı ve kraliçesinin gayri resmi liderliğinde hayatlarına devam eden şairler, ressamlar ve müzisyenlerden oluşan bir topluluk, hayal kurmaktan da hayallerini yaşamak için çabalamaktan da vazgeçmiyor. Bu uyumsuz sanatçı çemberinin tam ortasında ise üç kişilik bir üçgen şekilleniyor: karizmatik olduğu kadar esrarengiz yazar Axel Jensen, onun cazibeli karısı Marianne Ihlen ve Kanadalı acemi şair Leonard Cohen.Yakın zaman önce annesini kaybeden on sekiz yaşındaki Erica, hem annesinin yaşamına dair gizemleri çözmek hem de acısından ve babasından kaçıp kafasını dağıtmak arzusuyla yanına aldığı bir tomar defterle Londra’dan çıktığı yolun sonunda kendisini bu grubunun ortasında buluveriyor. Gelir gelmez de bu sanatçıların arasında her şeyin sınandığı bir ütopyaya dahil oluveriyor; sanatın, ilişkilerin ve hatta kendi masumiyetinin de sınandığı... Hayalperestler Tiyatrosu, saflıkla acımasızlığın, kaosla ütopyanın, sanatçıyla ilham perisinin arasındaki güzelliğin olduğu kadar kadınla erkek arasındaki çatışmaların da muazzam güç gösterisini sunuyor bize. Yunanistan’ın yaz sıcağının ateşiyle hararetlenen roman Guardian’a göre hem “muazzam bir kaçış romanı” hem de “yaza damgasını vuracak çok sağlam bir hikâye”.“Olağanüstü ve sürükleyici... Şu an bir Yunan adasına gidip orada kaybolmayı diliyorsanız size hiç düşünmeden bu kitabı öneririm.”Jojo Moyes, Senden Önce Ben kitabının yazarı“Bu muhteşem, ışık saçan hikâyede kusursuz geçen bir yazın gölgesinde kalacaksınız: Polly Samson’ın şiirsel dili sizi unutulmaz bir güneş ışığının ve gölgesinin altında bırakıyor, hem karşı konulmaz hem de bir o kadar derin bir anlatı.” Amy Bloom, White Houses romanının yazarı
POLLY SAMSON: Polly Samson’ın son romanı Hayalperestler Tiyatrosu, Sunday Times’ın çok satanlar listesinde ikinci sıraya yükseldi ve The Times, Sunday Times, The Telegraph, The Daily Mail ve Spectator tarafından yılın kitabı seçildi. İlk romanı, Out of the Picture [Olan Bitenden Habersiz], Author’s Club Ödülü için kısa listeye girdi ve ilk koleksiyonu Lying in Bed [Yatakta Uzanırken] dahil olmak üzere birçok hikâyesi Radyo 4’te okundu. İkinci bir kısa öykü koleksiyonu olan Perfect Lives [Kusursuz Hayatlar], BBC Book at Bedtime ve Sunday Times, The Observer, Metro, The Spectator, The Telegraph ve Evening Standard’da Yılın Kitabı seçildi. İkinci romanı The Kindness [Nezaket], diğerlerinin yanı sıra, hem The Times hem de The Observer tarafından yılın kitabı seçildi. Daphne du Maurier’in öykü koleksiyonu The Doll [Oyuncak Bebek] da dahil olmak üzere önsözler yazdı ve Costa Roman Ödülü ve Yılın Kitabı için jüri üyesi oldu. Samson, Pink Floyd’un The Division Bell ve David Gilmour’un On An Island albümleri de dahil olmak üzere bir numaralı dört albümde sözleri yer alan bir söz yazarıdır. İki yıl boyunca The Sunday Times’ta köşe yazarlığı, gazetecilik yaptı ve yayıncılık sektöründe çalıştı. Bu yıl Charmian Clift’in anılarından oluşan Peel Me A Lotus [Bana Bir Nilüfer Soy] ve Mermaid Singing [Şarkı Söyleyen Deniz Kızı] yeni baskılarının ve Margarita Liberaki’nin Yunan edebiyatı klasiği Three Summers için [Üç Yaz] önsöz yazdı. Polly Samson 2018’de Kraliyet Edebiyat Cemiyeti üyesi olmaya hak kazandı.
En geniş anlamıyla işlevsel bir yaklaşım sunan dinamik yapısı nedeniyle belirli bir tanıma indirgenmesi oldukça zor olan Eğitimde Tiyatro (Theatre in Education - TiE); tiyatro ve öğretmenlik deneyimi bulunan oyuncu/öğretmenler, salt gösterimlerden oluşmayan programlar ve belirli bir yaş grubunda sınırlı sayıda izleyici kitlesi gibi özgün nitelikleriyle çocuk ve genç izleyicilerin etkin katılımını teşvik etmektedir. Genellikle kurumsal desteklerle finanse edilen ve dolayısıyla ücretsiz olan eğitimde tiyatro programları, çocuk ve genç izleyicilerin kendi güvenli alanlarında (okul salonu, bahçesi, vb.) öğretim programıyla sınırlandırılmamış, güncel, toplumsal, kültürel ve politik konu alanları üzerine farkındalığını artırmaktadır. Atölye çalışmaları ve tamamlayıcı etkinlikler aracılığıyla öğretmenler ve öğrencilerle sürekli iletişim hâlinde bulunan oyuncu/öğretmenler, eğitimde tiyatro programlarının yaratım ve uygulama sürecinde katılımcılara rehberlik ederek çocuk ve genç izleyicilerin hazır çözüm önerilerine ulaşmak yerine eleştirel bir bakış açısı geliştirmelerine katkı sağlamaktadır.
Tiyatro ve eğitim disiplinlerinin birbirleriyle ilişkili uzun tarihçesinin ele alınmadığı bu kitapta, ülkemizde yaygın olarak bilinmeyen “Eğitimde Tiyatro”nun kavramsal özellikleri, diğer kavramlarla ilişkisi, tarihsel gelişimi ve yöntembilimsel süreçleri ele alınmaktadır. Kaynak kitap olarak hazırlanan çalışmada “Eğitimde Tiyatro”nun özgün nitelikleri ortaya konulmakta ve günümüze değin gelişimi ve değişimi izlenmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de özgün bir yaklaşım/yöntem/biçim/eğilim olarak ortaya çıkan Eğitimde Tiyatro üzerine kuramsal bir inceleme sunulmaktadır.
“…Türkiye’deki en ağırlıklı yabancılaştırma süreçlerinin, Osmanlı döneminde başlayan, ancak Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte kökten bir devrim kimliğine bürünen modernleşme ya da çağdaşlaşma projeleriyle yaşama geçirdiği söylenebilir. Özellikle 1950’lerden ama özellikle 1980’lerden sonra modernleşme sürecinin yavaşlatılarak, etkisizleştirilerek ve farklı yönlere çekilerek başkalaştırılması, “soyutlanmışlık duygusu” yaklaşık üç kuşak sonrasında yavaş yavaş ortadan kalkabilecekken, bu durumun süreklilik kazanmasına neden olmuş, üstelik Türkiye, dünyada bir başka örneği olmayan, biri seküler diğeri kaderci iki ayrımlaşmış toplumun yan yana yaşadığı iki parçalı bir toplum haline dönüşmüştür. Bu durumun içinde barındırdığı gerilim, bundan da öte şiddete dayalı çatışma gizilgücü, hiç kuşku yok ki, Türkiye’nin en önemli ve tehlikeli sosyo-politik ve sosyo-kültürel sorunlarının başında gelmektedir.
Yabancılaştırma sürecinin bir diğer sonucu olan “güçsüzlük” olgusu da Türkiye’de kabaca 1500 yıllık devlet geleneği ve uygulamasında, ayrıca aile ve toplum içi ilişkilerde ağır bir biçimde yaşanan baskılar nedeniyle, yaygınlık kazanmıştır. Cumhuriyet devrimi ve karşıt devrim dönemleri de “güçsüzlük duygusunun azalmasını değil, artmasını sağlamış, üstelik Türkiye’de demokrasi, yalnızca “sandık demokrasisi” olarak uygulanabilmiştir. Açıkçası demokrasi ne halk ne de politikacılar tarafından bir yaşam biçimine dönüştürülebilmiş, seçmenler politikacıları, politikacılar ise seçmenleri “kullandıklarını” sanarak, hep birlikte “öze yabancılaşma”nın dipsiz kuyusuna yuvarlanıvermişlerdir...”
Çağdaş Drama Derneği tarafından 3-7 Mart 2003 tarihleri arasında gerçekleştirilen 9. Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Semineri’nde tamamlanan çağrılı konferans, panel ve atölye oturumlarından oluşturulan bu kitap hem yabancılaşma- yabancılaştırma üzerine kavramsal incelemeleri hem de uygulama örneklerini geniş ölçüde kapsamaktadır.
“Uzman Mantosu Yaklaşımı” eğitim programında farklı konuları anlatabilmek için ortaya çıkarılmış bir drama yaklaşımıdır. Uzman Mantosu eğitim programında olan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım 1970’lerde Dorothy Heathcote tarafından oluşturulmuştur. Hala İngiltere’de drama Eğitmeni olarak çalışan Heathcote, meslek yaşamının başlarında bir öğretim yöntemi olarak da değerlendirilebilecek ve şu an “süreçsel drama” adını verdiğimiz yöntemi kullanıyordu. Daha sonra eğitim programındaki farklı konuları bir arada, iç içe işlemeyi düşündüğü bir yaklaşımla ilgilenir. Bununla ilgilenmeye başlayınca, yöntemini yavaş yavaş geliştirir. Böylelikle Uzman Mantosu Yaklaşımını keşfeder. Daha sonra, özellikle, ortaokul öğrencileri için ‘rolü rolleme’ adını verebileceğimiz bir başka tekniği daha geliştirir. Daha da ilerleyen zamanlarda ‘komisyon draması’ denen bir yöntem daha geliştirir. Bu son üç drama yöntemi, eğitim programındaki farklı konuları işleyebilmek için geliştirilmiş yöntemlerdir.
Mantodan kastedilen pelerin gibi bir şeydir. Çocuklar bu mantoyu alırlar ve üstlerine giyerler. Bu manto dediğimiz şey o uzmanlık için gerekli olan beceriler anlamına gelir ve belli bir alanda uzman haline gelinmiş olunur. Bu Uzman Mantosu Yaklaşımı basitmiş gibi görünür. Ama aslına bakılırsa okul sistemini ters yüz ediyor. Çünkü sınıfları dönüştürüyorsunuz; öğretmenlerle öğrencilerin yeri değişiyor. Bu sınıflarda artık bilen kişiler çocuklar, öğrenciler oluyor, öğretmenler de uzmanlığından sıyrılmış oluyor. Biliyorsunuz, sınıfların çoğunda yüce ve bilgiye sahip olan kişi öğretmendir. Çocuklarda herhangi bir konunun uzmanlığı ya da bilgisi yoktur. İstenen şey; çocukların, öğretmenlerin onlara öğrettiklerini öğrenmeleri ve tekrar üretmeleridir. Uzman Mantosu Yaklaşımı ile sınıftaki güç ilişkisi ters yüz ediliyor. Öğretmenler de bu yöntemin en çok bu yönünü zor buluyorlar. Çünkü güç yön değiştiriyor. Bazı öğretmenler birtakım hatalar yapıyorlar. Karşılarına çıkan ilk fırsatta kendi uzmanlıklarını ve bilgilerini göstermek için öne atlayıp duruyorlar. Bu hatadır. Oysaki öğretmenliğin en büyük özelliklerinden biri bilgisiyle, uzmanlığındaki bilgisiyle geride durabilmektir.
Son zamanlarda düşünce insanlarımızın, (Doğan Kuban, İonna Kuçuradi, Bozkurt Güvenç, Orhan Bursalı, Erdal Atabek vb.) vurguladıkları, özellikle Doğan Kuban’ın ileri sürdüğü önemli bir husus: “Toplumumuzun çağdaşlığa yönelik düşünsel ve örgütsel olarak gelişmesinin gerekliliği” konusudur. Bu konuda şöyle diyorlar: “Biz tümüyle (bugünkünden, şu anda geçerli olandan) farklı koşullarda yeni bir öncü ve yaratıcı sınıf gerek!”
Kuban böylesi bir devinginin (dinamiğin) halen var olan demokratik kitle örgütlerinden, derneklerden, siyasal partilerden çıkamayacağını ileri sürüyor. Bense, tam da ve asıl bu gibi kuruluşlardan, ama çağdaşlığı benimsemiş, bilimsel, düşünsel, kültürel, eğitimsel örgütlenmeye önem veren pek çok kuruluştan umutluyum. En başta değindiğim gençlerin beni şaşırtan, sevindiren durumlarından dolayı, gereken devinginin, gizil gücü ve cesareti olan bu gençlerden kaynaklanacağını düşünüyorum. Siyasal bilinçlenme olmadan, dilenen gelişme ve aşamalar zaten gerçekleşemez. Drama eğitmenliği eğitimi alan, bu eğitimi veren, alanında ilerlemiş dramacıların bir tür çağdaşlık eğitimi verdiklerini düşünüyorum. Bilgi, bilimler, sanatlar, teknolojik yenilikler onların dağarlarında var.
28. Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Kongresi “Adaletli Bir Dünya İçin Çember” temasında 23-26 Kasım 2017 tarihleri arasında Çağdaş Drama Derneğimiz tarafından ve Antalya temsilciliğimizin de desteği ile gerçekleştirilmiştir. Bu kitap kongrede yapılan çağrılı konuşmalar, atölye çalışmaları ve bildirilerden oluşturulmuştur. Kitapta Almanya, Finlandiya, Hollanda, Polonya, Sırbistan ve Türkiye’den 12 drama ve tiyatro eğitmeninin toplamda 18 atölyede yürüttüğü yüzlerce uygulama örneği de bulunmaktadır.
Türk sinemasının her döneminde ayrı konular, karakterler, teknik arayışlar belirginleşir. Siyasi çalkantılar, popüler eğilimler, ekonomik krizler, fikri akımlar gibi birçok etken vardır şüphesiz bu temayüllerin ardında. Filmlere bugünden baktığımızda öne çıkan temaların, konuların, biçimsel arayışların yaşadığımız toplumun kimi zaman ortak rüyası ve hayallerinden kimi zaman da korku ve kâbuslarından beslendiğini söylemek mümkün.
Bilim ve Sanat Vakfı Türk Sineması Araştırmaları (BİSAV TSA) tarafından, Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteği ve İstanbul Şehir Üniversitesi’nin katkılarıyla hazırlanan Eskimeyen Filmler 3’te Türk sinemasının farklı üretim yıllarına ait bir seçki bütünsel bir okumaya tabi tutuluyor. On bir makaleden oluşan bu çalışma, geçmişten günümüze uzanan bu görsel birikimi derinlikli bir bakış ile yeniden yorumluyor, toplumsal hafızanın sinematografik göstergelerini deşifre ederek düne dönük kodları anlamaya çaba sarf ediyor.
40 Soruda Türk Sineması, öncelikli olarak Türk sinemasını tanımaya ve anlamaya yönelik bir giriş kitabı olarak düşünüldü. Ama aynı zamanda Türk sinemasının meselelerini etraflıca ortaya koyma amacını gözeten bir “tartışma kitabı” olma özelliği de gösteriyor. Bu yüzden bu kitapta, bir yandan Türk sinemasına dair genel bir manzara sunulurken diğer yandan da bu manzaranın detaylarındaki sorun ve imkânlara işaret ediliyor.Kitap dört ana bölümden oluşuyor. İlk bölüm “Erken Sinema” başlığı altında Türkiye’de sinema seyir tecrübesine ve Türk sinemasının oluşum sürecine odaklanıyor. İkinci bölümde, “Popüler Sinema” başlığı altında Yeşilçam’dan günümüze Türk sinemasındaki popüler eğilimin doğası araştırılıyor. Türk sinemasına rengini veren onun ekonomik, estetik ve ideolojik zeminini oluşturan Yeşilçam anlatısı, farklı boyutlarıyla ele alınıyor. Üçüncü bölüm, “Klasik Sinema”da Türk sinemasında gelişmiş bir sinema dili oluşturma çabası ve bu çabayı ortaya koyan sinemacıların özgün katkıları derleniyor. Türk sinemasının gelişimine katkıda bulunan temel entelektüel eğilimler bu bölümün odak noktalarından bir diğerini oluşturuyor. “Yeni Sinema” bölümünde ise Türk sinemasında modernist eğilim, temel sorunsallar ve bireysel çıkışlar ekseninde masaya yatırılıyor. Türk sineması hala keşfedilmeyi bekleyen büyük bir kıta. 40 Soruda Türk Sineması ise kendinden sonra yapılacak daha ayrıntılı çalışmalar için bir pusula!
Bu kitap, Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi bünyesinde faaliyetlerini yürüten Türk Sineması Araştırmaları'nın 19-26 Ocak 2019 tarihleri arasında düzenlediği “Dünden Bugüne Derviş Zaim Sineması” başlıklı retrospektif programına dayanmaktadır.
Kitap, Türk sinemasının hafızasını yeni kuşaklara aktarma ve günümüz sinemasını farklı zaviyelerden bakma çabasına yeni bir katkı olarak da okunabilir. Yönetmenle yapılan "ustalık sınıfı" etkinliğine de yer verilen eserde, Zaim'in, gelenekle irtibat kurmaya çalışan bir sinema dili inşa ederken modern olana da kayıtsız kalmayıp bu gerilimli etkileşim alanının imkânları üzerine nasıl kafa yorduğu gözler önüne serilir.
Ortak bir tefekkür çabasının ürünü olan bu çalışma, umarız, Zaim sinemasının Türk sinemasındaki değerinin daha çok anlaşılmasına vesile olur.
Katkıda Bulunanlar:
Aydın Çam, Barış Saydam, Cihan Aktaş, Cihat Arınç, Hilal Turan, Nil Aynalı Eğler, Niyazi Kızılyürek, Serpil Kırel, Tuba Deniz, Victoria R. Holbrook, Yavuz Demir, Yıldız Ramazanoğlu, Yusuf Ziya Gökçek, Zeynep Gemuhluoğlu
Salon koyu bir karanlık içinde. Yükseklerdeki noktadan, güçlü bir ışık yayılıyor karşı duvara. Yönetmenin dünyasının ışığı, kalabalıklara yansıyor duvardaki perdeden. Ve salondaki dünya sayısı kadar ışık, yoğunlaşıyor, yükseklerdeki o noktada yeniden.
Dünyalar arasındaki bu ışık alışverişi gerçekleşebildi mi, 80’ler Türkiyesi’nde… 80’ler Türkiyesi’nin beyazperdesinde?Prof. Dr. Şükran Kuyucak Esen
Tasarlananla gerçek arasında yaşanan uyumsuzluk gündelik hayatta bir biriyle çelişen bir dizi görünüm oluştururken, bu sürecin içselleştirilmesi de arada kalmış durumlar yaratır. Doğu-batı, model-kopya, merkez-taşra gibi ikilikler, modernleşme deneyimini bir batılılaşma süreci olarak yaşayan Türkiye’de bir dizi açmazı da beraberinde getirir. Modernlik deneyiminin açmazlarıyla ulusal düzeyde nasıl başa çıkılır? "Arada Kalmak" farklı toplumsal görünümlerin bir arada bulunmasından dolayı yaşanan çatışmayı anlatmak için kullanılan bir metafor mudur? Yoksa Türkiye gibi modernleşme sürecini tamamlayamamış toplumlarda edebiyatı, sinemayı, toplumsal hayatı anlamak için sorular sorabileceğimiz ve buradan yola çıkarak araştırmalar yapabileceğimiz bir kavram mıdır? Toplumsal ve psikolojik görünümlerin altını kazıdığınızda arada kalmanın sayısız biçimiyle karşılaşmanız mümkündür? Sahi Aradan çıkmak mümkün müdür? Bu kitap, Ümit Ünal filmleri nezdinde geleneksel değerler ile modernleşme, doğu ile batı, taşra ile kent, suç ile suçlu gibi bir dizi toplumsal görünümün yanı sıra, bireysel varoluş sıkıntılarından kaynaklanan seçimlerin, ilişkilerin, cinsel tercihlerin arasında kalmış karakterlerin hikâyelerine odaklanır.
Ülkemizin en büyük kültürel miraslarından birisidir Yeşilçam Filmleri. Ortak paydada buluştuğumuz, ortak anılarımızı biriktirdiğimiz ve toplumsal yaralarımıza ortak çözümler aradığımız bir değerdir.
Yeşilçam hakkında yapmış olduğu araştırmalarıyla tanınan ve Nerede Çekildi (@nerdecekildi) konseptiyle büyük ilgi toplayan Sinema Araştırmacısı Kürşat Çetin, kendi koleksiyonunda bulunan ve Yeşilçam hakkında ilk kez duyacağınız birçok bilgiyi sizler için derledi. Kitapta neler mi var?
- Yeşilçam oyuncularının orijinal mektupları, sözleşmeleri, ücret makbuzları, iş davetiyeleri, filmlerde kullanılan paralar gibi birbirinden özel evrak ve belgeler- Yeşilçam filmlerinin çekildiği mekanlar ve ilk kez duyacağınız ayrıntıları- Yeşilçam oyuncularının akrabalıkları- Yeşilçam filmlerinin seslendirme sanatçıları- Cameo’lar ve aynı kıyafetle çekilen farklı filmler- Yeşilçam’ın çocuk oyuncularıBirbirinden farklı ve özel daha birçok konu ve belgelerle Yeşilçam Hafiyesi kitabı sizleri belgesel tadında bir zaman yolculuğuna davet ediyor…
Türk sinemasının auteur yönetmenleri arasında kabul edilen Derviş Zaim, çağdaşları arasında sinemayla çok yönlü ilişki kurması bakımından farklı bir yerde durmaktadır. Zaim'in her filminde köklü geleneğe ve kadim metinlere referans vererek anlattığı hikayeler bir araya getirildiğinde daha geniş ve üst bir anlatısı olan başka bir hikâye ortaya çıkmaktadır. Filmlere bütünlüklü bir bakışla bakıldığında asıl filmin sekansı gibi duran filmler, Zaim'in en önemli özelliğidir. Türk sinemasında anlatısı böylesine güçlü bir yönetmeni bu derleme kitapta tanımlamaya çalışmak oldukça güç. ‘Derviş Zaim Sinemasını Anlamak: Anlatı, Zaman, Mekân’ isimli kitapta, farklı üniversitelerde ve farklı disiplinlerde akademik çalışma yapan 8 araştırmacıyla Derviş Zaim sinemasının anlatılmaya çalışılmıştır. Böylece kitap Zaim sinemasının yönetmen üzerinden yapılacak sonraki çalışmalara zemin olması açısından önemlidir.
2000’li yıllar itibarıyla niceliksel bazda yükselişe geçen ve yıl başına düşen film sayısı oldukça artan Türk Korku Sineması hakkında hazırlanmış tek kaynak olan “Türk Korku Sineması Kronolojisi” 2016 ve 2017 yıllarında gösterime giren yapımlar hakkında hiçbir yerde bulunamayacak detaylar ve bu filmlere dönük tasarlanmış analizleri içeren 35 ayrı tablonun yer aldığı ikinci cildinin yenilenmiş baskısı ile türün takipçilerini, sinefilleri ve nitelikli sinema eserlerini kütüphanesinde görmeyi sevenleri selamlıyor.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.