Kültürlerarası araştırma literatürüne baktığımızda, henüz çok sayıda kuramsal çalışmanın yapılmamış olduğunu ve “kültürlerarasılık” terimi konusunda da tam bir anlayış birliğine varılmamış olduğunu görmekteyiz. Dünya ölçeğinde, “İnterkulturalität” ve “Transkulturalität” kavramları arasında gidip gelen birçok bilimsel yaklaşımın olduğunu söyleyebiliriz. “Transkulturalität” terimi yeni bir terim olmakla birlikte, kültürlerarası araştırmaların içeriğini kapsamada yeterli düzeye ulaşamamıştır ve bu terimin temsil ettiği alan, kültürlerin her tür etkileşimini tanımlayabilecek bir düzeyde de değildir. Kültürlerarasılık konusuyla ilgili kuramsal bakış açıları, ülkelerin kültürleri ve kültürlerarasılık deneyimleriyle yakından ilgilidir. Her kültür, kültürlerarasılık konusuna kendi deneyim ve bakış açısıyla yaklaşarak, kuramsal çerçevesini kendi mikro kuramsal boyutuyla sınırlamaktadır. Konunun bir diğer boyutu olan “Hibridität” terimi de kültürlerarasılığa, benzer bir biçimde yine mikro ölçekli yaklaşarak, sömürgeci ve karmaşık kültür yapılarına dayalı bir bakış açısıyla yaklaşmakta ve evrensel bir boyutu temsil edememektedir. Sözü edilen bu üç terim, ülkelerin ve kültürlerin, “yabancı” ve “yerli” kimliklere bakışına göre değişen anlamlara sahiptirler.
“Bir Cümle Nasıl Yazılır söz dizimsel cevherlerin bir derlemesi – kitap kurtlarının rahatlıkla okuyacağı bir kitap.”–New York dergisi
“[Fish] zarif cümlelere dair uzmanlığını paylaşıyor.”–The New Yorker
“Dili sevenler güzel yazıları takdir eden bu kitaba akın edecek.”–Booklist
“Cümle, John Donne’un sözleriyle, ‘kurnazca kurulmuş küçük bir dünyadır” diye yazıyor Fish. O size bu sanatı öğretecek.”–People dergisi
“Bu müthiş ve kısa kitap, cümlelerin şeklinin içeriklerine nasıl hükmettiğini anlatıyor.”–Boston Globe
“Sadece alıntılar bile bu kitap için ödediğiniz paraya değer. …Bu kitaba açıkça hak ettiği özeni gösterirsenizbundan kazancınız gayet güzel olacaktır.”–Washington Times
“Hem hevesli bir yazar hem de meraklı bir okur olan Fish’in cümlelerin kuruluşuna ve anlaşılmasına dair görüşleri eğitici, hatta ilham vericidir.”–The Huffington Post
Elinizdeki kitap 1860'tan 1960'a uzanan süreçte şiir türü üzerinden sevgilileri incelemektedir: 100 yıllık bir zaman dilimi, 90 şair, yüzlerce şiir ve onlarca sevgili. Şiir, tarihi çok eskiye dayanan kadim bir türdür. Aşk ise hemen her şair tarafından ele alınan bir konudur. Dolayısıyla sevgili, zaman içinde şiir türünün değişmez aktörlerinden biri olmuştur. 19.yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar gelen süreçte insana ait değer ve algıların değiştiği, bu değişimin öyle veya böyle şiirlere aksettiği rahatlıkla söylenebilir. Hayat bütünüyle değişirken şiirlerdeki sevgililerin de dönüşüm geçirmesi kaçınılmaz olmuştur.
Araştırmada bazen kolektif bir düşüncenin ürünü ama daha çok bireysel tercihlerin bir sonucu olarak şiirde yansıma bulan sevgililerin birbirine benzeyen ve birbirinden ayrılan yönleri tespit edilerek kronolojik bir akış içerisinde sunuluyor. Sevgilinin teşekkülünde sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik etkilerin yanında biyografik tecrübelerin de büyük tesiri olduğuna dikkat çeken Ali Sait Yağar, sevgiliyi yalnızca erkek ve kadında değil insan dışı varlıklarda da aramıştır. Şiir külliyatlarını bir bütün olarak değerlendiren yazar, bireysel hassasiyetleri ortaya koyduğu kadar nesillerin duyuş ve düşünüş tarzlarındaki benzerliklere ve ayrılıklara da ışık tutuyor. Sevgilinin işleniş ve algılanış şekillerinde soyuttan somuta, genelden özele bir eğilim olduğunu saptayan kitap, sevgilinin şiir platformunda yaşadığı değişimi okura sunuyor. Ezelden beri varlığını sürdüren aşk oyunu devam etmektedir; fakat oyun artık aynı oyuncular tarafından oynanmamaktadır.
Morg : Ölümün İçinde Yaşam
Dr. Vincent Di Maio ve Ron Franscell
40 YILLIK ADLİ TIP KARİYERİ, 9.000 OTOPSİ RAPORU,
9 CİNAYET VE TARİHE GEÇMİŞ,
SIR DOLU DAVALAR
Gerçeklerin tüm çıplaklığıyla gözler önüne serildiği bu cesur ve büyüleyici anlatıda Dr. Vincent Di Maio ve usta suç yazarı Ron Franscell bizleri morg kapılarının ardında geçen, hayret verici otopsilerin gerçekleştirildiği bir yolculuğa çıkarıyor.
Kennedy suikastı zanlısı Lee Harvey Oswald’a mezarından çıkarılıp yapılan ikinci otopsi ve Trayvon Martin’in vurulmasıyla ilgili araştırma gibi dünyada ses getirmiş ölümlerde adli tabip olarak yer alan, yirmi beş binden fazla otopsi incelemiş, Amerika Birleşik Devletleri’nde başarısı ve müthiş sezgileriyle nam salan, dünyanın farklı yerlerindeki şüpheli ölüm vakaları için danışmanlık yapmış
Dr. Vincent Di Maio’nun deneyimleri bu sır dolu alan üzerine okumak isteyenler için eşsiz bir kaynak niteliğinde.
Hiç bir söylence, hiç bir efsane durduk yere ortaya çıkmaz. Her efsane içinde yaşanılan çağın, zamanın, toplumun, insanın derdini, sorununu, hikâyesini anlatır ve adı üstünde efsane olduğu için abartarak anlatılır, kulaktan kulağa aktarılarak yaşatılırken, büyüdükçe büyür ve giderek efsaneler gerçeği-hakikati, doğruyu örter, gizler, saklar hale gelebilir. Efsanenin çevresinde öylesine göz alıcı, parlak, büyüleyici bir hale oluşur ki, bu göz alıcı ışık giderek bir yanılsamaya, hatta körleşmeye neden olabilir.
Yılmaz Güney adı etrafında oluşan efsanede de benzer bir durum söz konusudur. Efsane Yılmaz Güney'i değil, gücüyle olduğu kadar güçsüzlüğüyle, zaaflarıyla, insan Yılmaz Pütün'ü unutmamızın, hatırlamamamızın nedeni de bu durumdur belki... Oysa efsanenin ardında, yapıtlarıyla olduğu kadar kısacık yaşamıyla, bir insanın trajedisi vardır. Belki trajedi de, trajik olan da bir maskedir ve bu maskeyi çıkarttığımızda gördüğümüz yüzdeki gülüş, Yılmaz Güney'in bakışlarındaki insan sevgisi, içten tebessüm tek hakikattir, onun trajedisinin tek gerçeğidir.
Sevgili Ayhan Kara İzmir’in ‘Toplu Deniz Taşımacılığına’ iliş- kin bir kitap yazma fikrinden ilk bahsettiğinde heyecanlanmış ve hemen çalışmalara başlamasını rica etmiştim. Yaklaşık 2 senelik bir çalışmanın ardından, ortaya çıkan so- nucu memnuniyet verici buluyorum. Okurken, bir yandan İzmir vapur seferlerinin 1867’den bu yana kronolojisine göz atarken, bir yandan da 19. yüzyılın İzmir’inden yola çıkıp bugüne ulaşan zaman yolculuğunda; İzmir’in tarihi, sosyolojik, kültürel pek çok açıdan zihinlerde resmedilmesine olanak tanıyan keyifli bir manzara içinden geçiliyor. Deniz taşımacılığında Avrupalılar tarafından işletilen bir oluşum olarak başlayan maceranın, kademe kademe ulusal- laşması, akabinde yerelleşmesi sürecini incelerken; günümüze doğru geldikçe, artık sadece fotoğraflarda kaldığını düşündüğü- müz “İzmir-Deniz” hatıralarımız yeniden can buluyor. Yolculuğun sonlarına doğru, pandemi dönemi ve sonrasına ilişkin süreç yönetimine dair İzdeniz A.Ş Yönetim Kurulu Başka- nı Hakan Erşen ile yapılan röportaj sayesinde zihin, iyiden iyiye günümüze demir atmaya başladığında; artık zihinde canlanan, bu çizgiyi daha da ileriye taşıyabilmek için yapılabilecekler ol- maya başlıyor. İlgili herkesin keyifle okuyacağını tahmin ettiğim ‘Dünden Bugüne Körfez’de Ulaşım’ kitabının geniş kitlelere ulaşmasını diliyorum.
Ocak 2022, İzmir Tunç Soyer İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
Ev Düşkünü Bazı Rüzgârlar, yazılmalarından yıllar sonra, beklenmedik biri tarafından, tahmin edilmeyen bir yerde bulunmuş metinlerin bir toplamı gibi: Diyelim ki bir kiracının yeni geldiği bir evde keşfettiği, herhangi bir zamana yahut kişiye yazılmamış, belki de hiç yazılmamış, hakikatin süzülerek girdiği dil kisvesiyle vücuda gelmiş ve bununla yetinmiş pasajlar, anlar bunlar.
Mehmet Mahsum Oral, 2019’da yayımlanan Barbarlarla Beklerken’de bir yürüyenin, belki bir barbarın barbarlık anlatısını yazmıştı. Aynı makamda, mekânların acıyı biriktiren yüklü belleğini günlük hayatın ayrıntılarında arayarak bu kez evi, evleri yazdı, evdekileri ve dışarının ağrısını.
Benden önce bu evde kalmış kiracı, bir fotoğraf için, belki de bir saat için duvarda açtığı deliği kapatmadan gitmiş. Bu küçük deliği bir alçıyla sıvayabilecekken bu dünyada onun ve benim gibi insanların sahip olduğu ve devredebileceği tek mülkün bu küçük delik olduğunu göstermek istercesine onu açık bırakmış.
Bu çalışmada temel kavram olan eleştiriden, aynı zamanda bilimsel zihniyeti/bilimin, bilimsel bakışın insanlarda zihniyetleşmesini anlıyoruz. Yani diğer bir deyişle tastamam modern bir kavramı. Bu anlamda Âkif, modern toplumun ruhu kabul edilebilecek eleştiriyi mükemmel şekilde içselleştirmiş, bir aydın için varlık sebebi sayılacak eleştiriden her zaman medet ummuştur. Bu iki gösterge de, onun zannedildiğinin tam aksine, modern bir düşünür olduğunun açık kanıtıdır. Bizce bu sağlam kanıtlar ayrıca, onun, kendisiyle aynı düşünce ve duygu dünyasını paylaşır görünen bazı insanlar tarafından anlaşılmayışını, haz edilmeyişini izah eder.
ÇÖZÜM MİLİYETÇİLİK • Türk Birliği • Türkçe • Milli Kültür • Milli Devlet • Milli İktisat • Toplumculuk • Milli Dış SiyasetNamık Kemal Zeybek
Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından Berlin bir an için gezegenin, şimdiki zamanın, (içinde var olunan anın) başkenti haline gelmişti. Her telden sanatçı, ev işgalcileri, bir gecede açılıp bir gecede kapanan kulüpler, barlar, sanat galerileri, yeni dönemin müziğini eşzamanlı yaratan DJ’ler, kalabalık bir rave kitlesi eski şehrin merkezine el koymuş ve onu hayata geri döndürmüştü. Kısa bir dönemdi, çok uzun sürmedi ama Berlin’in, etkisi bugün bile süren imajı aslında o günlerin mirası.
Ulrich Gutmair eskinin yıkıldığı ama yeninin de tam hâkim olamadığı o geçiş günlerinde oradaydı. 1990 – 97 yılları arasında yaşanan, modern toplumun kurallarının, hatta devlet otoritesinin askıya alındığı o tuhaf zamanları sözü bizzat dönemin aktörlerine bırakarak aktarıyor.
Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat bir kere öpmek için kimi sıkıştırmıştı?
"Evime canlı giren tavuk kendi kendine ölmeye mahkumdur" diyen yazar kimdi?
Yahya Kemal'in "manen tokat"ını hangi yazar yemişti?
Deniz Gezmişleri savunduğu için Kemal Tahir'i masayı terk edecek kadar kim kızdırmıştı?
Mina Urgan'a Urgan soyadını kim niye vermiş?
"Ben bilmek için yıllarca okudum. Onlarsa bilinmek için okudular" sözü kimindi?
Genç şairlere "Cemal Süreya'nın peşine takılmayın" diyen şair kimdi?
Dost olduğu yılanı besleyen yazar kimdi?
"Bir piyes yazamayacak kadar aptalım" diyen yazarımız kimdi?
Kayseri garında bir köylünün ayağındaki çorabı satın almak isteyen kimdi?
Anekdotlar, hikâye anlatmalarına alışık olduğumuz edebiyatçıları bu sefer hikâyesi anlatılan karakterlere dönüştüren kısa, özlü ve çarpıcı anlatılarla, meraklı okurları yazarlarla daha yakın bağlar kuracakları ilişkiler alemine götürüyor. Kültür tarihimizin yapıtaşlarını oluşturan 115 edebiyatçının yaşamından 608 anekdot...
Kuşağının en sivri, en cüretkâr yazarlarından biri kabul edilen Maggie Nelson’ın eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanan son kitabı Argonautlar anneliğe, dönüşüme, müşterekliğe, ebeveynliğe, aileye, dilin ve aşkın imkânlarına felsefi bir bakış yöneltiyor, bu ifadelere ilişkin sınırlayıcı ve tutucu yaklaşımları, daha kapsayıcı tanımlara varma adına süregiden mücadeleyi ustalıkla analiz ediyor. Bunu yaparken temelde sürekli şu soruları deşiyor: Bir kabuğa, bir kimliğe ihtiyacımız var mı gerçekten? Öyle bile olsa, bir kimlikle özdeşleşmek mümkün mü? Nelson tüm bu kalıpların öznel, kendini yenileyen, yanıp sönen doğasına ışık tutmayı sürdürüyor.
Denilebilir ki bu kitap, yazarın kendi deyimiyle ve kelimelerin geniş anlamıyla “kalbin çok cinsiyetli anneleri”; savaşçı argonautlar için yazılmıştır ve bunu “şanlı beyaz erkeğin” dilini, kimliğini, tutumunu sekteye uğratarak yapar.
“Maggie Nelson kültürümüzün prefabrik düşünce ve duygu yapılarını, vahşiliği bütünüyle aşkın hizmetinde bir zekâyla anlamamızı kolaylaştırıyor. Hiçbir kutsallık güvenli değil, tutuculuğa, ucuz ironiye geçit yok bu kitapta.”
- Ben Lerner
“Maggie Nelson bir kez daha büyüleyici bir iş çıkarmış. Anneliği ve queer bir aile olmayı belirli bir biçimde yaftalayan ve yanlış anlayan kültürün radikal altkültürler de dahil– zırvalığına ustalıkla sesleniyor. Son derece kırılgan bir zekâyla Nelson incelenmedik bir bölge bırakmıyor; kendi kalbi de dahil. Kültür için hayati önem taşıdığını bildiğim gibi, benzer bir kitap olmadığını da biliyorum.”
- Michelle Tea
"Alex Tapscott bizi; dijital varlıkların parayı dönüştürdüğü, finansal piyasaları yeniden tasarladığı ve merkez bankaları dâhil önde gelen kurumları bozduğu finansın sınırlarına götürüyor. Dijital Varlık Devrimi, finans ve iş dünyasının tüm liderleri için bir uyandırma alarmı konumunda." —Hon. J. Christopher Giancarlo, ABD Commodity Futures Trading Commission Eski Başkanı ve Digital Dolar Project Kurucu Ortağı "Piyasalarda, özellikle de dijital varlıkların hızlı ve sürekli evrilen dünyasında başarılı bir trader olmak için kendi araştırmanızı yapmalısınız. İster yolculuğunuza yeni başlıyor ister piyasada deneyimli bir katılımcı olun, Dijital Varlık Devrimi okuma listenizde olmalı. Alex Tapscott'un son kitabı, dijital varlık ekosistemi üzerine orijinal içgörülerle dolu ve gittiğimiz yolun nereye çıktığına dair ilerici tahminler barındırıyor." —Scott Melker, The Wolf of All Streets Podcast Sunucusu "Dijital Varlık Devrimi, Web3 ile dijital varlıkların mevcut yenilikçi teknoloji ve ekonomik ilerleme çağına güç sağlamakla ilişkili rollerini açıklayarak inanılmaz niteliklerdeki potansiyellerini gözler önüne seriyor. Bilhassa dijital varlıkların sınıflandırılmaları, seyri ve evrimi, bu süratli endüstriyi nüanslarının ya da bağlamında gerçekleşenlerin öneminden feragat etmeksizin anlaşılabilir bir çerçeveye oturtuyor. Kesinlikle okunması gerek!" —Sandeep Nailwal, Polygon Technology Kurucu Ortağı "Zamanımızın en devrimsel finansal yeniliklerinin temellerini ve hassas noktalarını kavramak adına Alex Tapscott'un Dijital Varlık Devrimi'nden daha iyi bir rehber yok. Kişisel ve küresel finansın hem geleceğini anlamak hem de bu geleceğe yatırım yapmak isteyenler için aydınlatıcı ve öğretici bir eser." —Perianne Boring, Chamber of Digital Commerce (Dijital Ticaret Odası) Kurucusu ve Başkanı
1963 yılında 4 milyon TL sermaye ile kurulan GENOTO, General Motor’un otomotiv ürünlerinden kamyon çeşidini üretmek üzere faaliyete geçmiştir.Kuruluşunu ve montaj hatlarını tamamlayan fabrika, İlk olarak 1965 yılında İngiliz menşeili BEDFORD kamyonlarının montajını gerçekleştirip satışa sunmuştur. GENOTO, İstanbul İçerenköy Mevkiinde 31 500 m2'si kapalı olmak üzere toplam 160.000 m2 alan üzerinde faaliyetlerini yürütmüştür.GENOTO, otomotiv teknolojisinin en güç ve pahalı yanını oluşturan kalıp ve kaynak fikstürlerini daha 70'lerde tamimiyle fabrikada projelendirip yerli olarak üretmeyi başaran ülkemizdeki ender firmalardan birisi olmuştur.GENOTO, 1970’lerde ürettiği kamyonu meydana getiren parçaların yüzde 35'ini kendi bünyesinde imal ederken, yüzde 45'ini de yerli yan sanayiden temin ederek yan sanayinin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Otomotiv yan sanayi parçalarının kalitesinin yükselmesinde de önemli rol oynamıştır.1977-78 yıllarında kamyon üretiminde en yüksek noktaya erişen GENOTO, ürettiği BEDFORD kamyonlar ile Türkiye kamyon ihtiyacının yüzde 23'ünü karşılar duruma gelmişti.Yapılan kamyon üretime paralel olarak yurt içinde kuvvetli bir pazarlama, (bayilik) teşkilatı kurulmuş, Servis ve Yedek Parça organizasyonunun yaygınlığı sayesinde BEDFORD kamyonlar müşterilerin aradığı güvenilir bir vasıta olmuştur.30 binin üzerinde kamyon üretimi gerçekleştiren GENOTO, Türk Otomotiv sanayisinin temel taşlarından birisidir.
Kırgızistan’ın Şeker Köyü’nde dünyaya gelen Cengiz Aytmatov, büyükannesi Ayimkan’dan dinlediği türküler, ninniler, masallar ve efsanelerle büyür. Büyükannesi misafirliğe, yeni doğan bir bebeğin doğumunu kutlamaya, cenaze törenine, düğüne hemen hemen gittiği her yere Cengiz’i de götürür. Aytmatov bu sayede yepyeni türküler, şiirler, masallar ve efsaneler duyar. Yazarın hayal gücünün sınırlarını genişleten bu ilk adımlar, her zaman onun aklında ve kalbinde yer alır, kalemine işler; zamanla dünya edebiyatının sayılı isimlerinden biri olur, eserleri 170’ten fazla dile çevrilir.Cengiz Aytmatov, Masallar ve Efsaneler’de çeşitli sebeplerle meydana gelen doğaüstü olayları büyük bir gerçekçilik ve kendine has üslubuyla anlatıyor; okuyucusunu zorlu savaş zamanlarına, mitik eski dönemlere, büyülü mekânlara, destansı anlatılara götürüyor.Yaşlı bir cadı tarafından hayvana dönüştürülen küçük kız Gabi’nin, Kırgızların manevi atası olan Manas’ın yardımıyla ailesine kavuşması ve ormana terk edilen üç kız kardeşe yoldaş olan bir hayvanla en zorlu zamanlarda bile iyiliğin bir şekilde karşımıza çıkabileceği aktarılıyor. Ayrıca büyüklerinin nasihatini dinlemediği için önce deve sonra kurt tarafından yutulan Parmak Çocuk’un verdiği mücadele, savaştan sonra sağ kalan yedi kişilik askeri bir ekibin içindeki ajanın çaresizliği bu masalları oluşturuyor.Yenisey Nehri kıyısında hem öksüz hem yetim kalan iki çocuğu kurtaran ceylan Maral Ana, kutsal Ala Geyik’in canını alan acımasız avcı Karagül, Nayman Ana’nın uzun arayışlar sonrası bulduğu oğlu Mankurt ve sevdiği şair Muhtar’a kavuşamayan İyi Han’ın kızı Akbara’nın efsaneleri okurunu heyecan dolu serüvenlere davet ediyor.
Türkiye Yazıları - Portreler Denemeler Anılar
Niyazi Uyar, “Düş Yolculuğu” ile çıktığı düşsel yolculuklara, “Sevdalı Öyküler,” adlı eseri ile sevdaya, aşka yeni biçimler çizdi.Üçüncü öykü durağı ise, “Okullu Öyküler!” İnsan sevgisini, çağdaşlığı, eşitlik ve adalet duygusunudüstur edinen bir eğitimcinin duyarlığıyla, hayattan hep bir alacağı olan kişilerin öyküleri…Eski Anadolu uygarlıklarının, tarihin, mitolojilerinin, Anadolu ozanlarının deyişleriningündelik hayatla harmanlandığı öyküler.Gözlemci gerçeklikle, romantizmi birleştiren, insana, insanlığın her durumuyla yaklaşan bir üslup…Hayatta, her şeye rağmen, ben de varım diyebilen kişilikli kahramanlar…Öykülerde, Cumhuriyetin kazanımlarına, Atatürk’ün çağdaş Türkiye’sinin kurulmasında emeği geçenİsmet İnönü’ye göndermeler yapılıyor. Atasözleri ve deyimler, halk ağzı konuşmalar, halkşiiri örnekleri, öykülerin bütünlüğü içinde sarmalanıyor.Aysun ÇetinEğitimci
“Niyazi Uyar’ın öyküleri, çoğu zaman gerçeklerden, hayatın içinden, anılardan süzülüp harflere,sözcüklere, tümcelere dönüşen, insanda iz bırakan olay ve durumlardan oluşuyor.Gerçeğin yanı sıra efsanelerden beslenen, okurun düş dünyasına, duygularına ve vicdanına seslenenöykülerinde yazar, merak unsuruna yer vermeye, akıcı bir anlatımla yazmaya özen gösteriyor.İnsan duygularını yazınsal bir yaklaşımla dile getiren Niyazi Uyar’ın öykülerinde, hayata sevgipenceresinden bakan bir eğitimcinin yürek sesinin, sayfalarda derinden yankılandığına tanıkoluyoruz.”Hülya SoyşekerciEleştirmen
Devletler salt kendi çıkarlarını düşünür ve bunlar için dünyanın insanı, doğası, canlıcansız hiçbir varlığının hiçbir önemi yoktur. Halktan topladığını zengine aktarır. Fakat biz 5000 yıllık geleneğimiz, kültürümüz gereği bir kahraman gelip bizi kurtarsın isteriz. Ama görüldüğü gibi 5000 senedir dünya hep kötüye gitmekte ve kötülük zaman ilerledikçe kartopu gibi büyümekte ve insanlığın üstüne devasa bir çığ gibi düşmesi beklenmektedir. İşte dünyayı böyle yaşanmaz hale getirenler askerler, politikacılar ve sermaye sahibi kahramanlar olup dünyayı bozanlar düzeltemez. Dünyayı yalnız ve ancak ezilen, sömürülen sıradan halkların uyanışı, direnişive doğru tercihi kurtarabilir.
Bugüne kadar tek başıma bir hiç olduğumu ama aynı zamanda çok olduğumu bilerek yaşadım. Ülkemizin ve dünyanın daha iyi bir yer haline gelmesi için elimden geleni yaptım her zaman. Elimden gelen şeylerin başında yazmak gelir benim. 20 yıldır aralıksız yazarım. İş dünyası ile başlayan yazılarım zaman içerisinde çeşitlilik göstererek farklılaştı ama her zaman “yönetim” üzerine oldu. Ben de yönetim ilminde bir yüklemim. Bazı cümlelerde tek başına cümle, bazı düz cümlelerde sonda, bazı devrik cümleler de ise başta olan.Başarabildiklerimle ve başaramadıklarımla 20. yılı geride bırakırken yazdıklarımdan seçtiğim yazıları bir kitapta toplamayı değerli buldum. Bu kitap kariyerimdeki 20 yılın nişanesidir. Hayatımda içinde bulunduğum tüm cümleleri değerli kılmak isteyen bir yüklem olarak, umut ediyorum ki ettiğim kelamlar dünyada somut şekilde karşılık bulmuştur.
Hızla arabadan inmeye çalışıyorum. Ayaklarım tutmuyor oysa. Anne ben geldim oğlun, arsızın, haylazın Asaf!-Anne!-Dîno ben!
Yüzünü ve saçlarını yolmasın diye kollarını tutuyor kadınlar. Birden yere yığılıyor annem. Yerdeki toprağı üzerine savuruyor. Ben yanına ilişiyorum zar zor. Kısık gözlerle durmadan ağıt yakıyor. Ela gözlerinden, tırnakladığı yanaklarına doğru usul usul yaşlar süzülüyor. Kim bilir ne kadar yanıyor canı diye düşünüyorum. Gözyaşının tuzu karışmasın diyorum yanaklarındaki kesiklere. Canı yanmasın biraz daha. Gözyaşlarını siliyorum durmadan. Ela gözlerine bakıyorum usulca, kulağına eğilip “anne saçımı okşasana biraz” diyorum. Terli, is kokan başımı yaslıyorum dizine. Anne ağlama kurban olduğum, yanındayım işte diyorum. Yanındayım. Dizlerinde. Beni neden duymuyorsun?
‘İnsan için bilgi, kemik için ilik gibidir. İnsanın güzelliği akıl, kemiğinki ise iliktir. Bilgisiz kişi iliksiz kemik gibi boştur; iliksiz kemiğe el uzatılmaz.
Kişi bilgi öğrendi, tanınır oldu. Bilgisiz kişi hayatta iken yitik sayılır. Bilgili kişi öldüğünde adı ölmez oysa bilgisiz kişi yaşarken adı ölüdür.
Bilginin mukayesesini yapan kişi, bir bilgiliye bin bilgisizi denk tuttu. Şimdi anlayarak, sınayarak etrafı gözle, bilgiden başka faydalı ne var?
Bilgi ile âlim yükseldi, bilgisizlik kişiyi aşağı çökertti. Bilgi öğren usanma, hak resulünün “Bilgi nerde ise siz arayın.” dediğini bil!’
Bilmenin ve bilginin her yönden yücetildiği bir çağda, Atabetü’l Hakâyık sadece meselenin geçmişini değil, ölmez bir dil klasiği olarak da geleceğinin ışığını çiziyor.
Günümüz Türkçesi ve eksiksiz tam metin her ilgiden okuru kendisine çağırıyor.
Anadolu âşıkların yurdudur. Mezhebi, dini, dili fark etmeksizin Anadolu insanı; yaşadıklarını, hissettiklerini, inandıklarını içinden geldiği gibi ve en samimi şekilde nazma döker. Bunlar arasında inançla alakalı olan şiirler, “tekke edebiyatı” yahut “dinî-tasavvufî edebiyat” diye tabir edilen bir geleneğin mahsulü sayılırlar. Bu geleneğin içinde ise Alevî-Bektaşî şairler; kendine has söyleyişleri, dünyaya, inanca dervişane ve kendilerine has bir edayla yaklaşmaları yönünden şüphesiz ayrı bir önemi haizdirler ve kendilerine has bir zümre edebiyatının temsilcisidirler. Alevî-Bektaşî toplumu için şiir söylemek yalnızca bir uğraşıdan çok öte olup kültürel açıdan Alevî-Bektaşîliğin ta kendisidir. Bu sebeple Alevî-Bektaşî âşıkların söyledikleri şiirler; yalnızca edebi araştırmaların değil teolojiden, toplumsal psikolojiye dek sayısız alanın ilgisini cezbeder. O halde, değeri anlaşılamamış yahut eserleri kıyıda, köşede kalmış âşıkların şiirlerinin kayıt altına alınarak yayınlanması, her yönden gerekli bir görev olarak meydana çıkar.
İslâm tarihinin en etkileyici hikâyelerinden biri şüphesiz Hz. Peygamber’in sevgili kızı Hz. Zeynep ile damadı Hz. Ebu’l-Âs bin Rebi‘’nin hikâyesidir. Aralarındaki kuvvetli aşkın İslamiyet geldikten sonra bambaşka hâllere evrilişi; zor kararlar, dönemeçler ve türlü badirelerin onları getirdikleri kritik eşikler; Hz. Zeynep’in “sevgi ve iman” mücadelesi…
Hz. Zeynep ilk Müslümanlardan olmasına rağmen Ebu’l-Âs uzun yıllar iman etmemiş, atalarının dinine inanmaya devam etmişti. Öyle ki, Kureyş ailesinden olan Ebu’l-Âs, müminler ile yapılan savaşa dahi girmişti. Ancak yıllar sonra o da İslâm’la şereflendi.
Peygamber’in Evinde, İslâm tarihi izleğinde Hz. Peygamber’in beşerî yönlerine, özellikle aile hayatına dair çeşitli sahnelere tanık olacağınız, sevgi ve ahlak fenomenleri karşısındaki tutumuna şahitlik edeceğiniz, üzerinde çokça çalışılmış, çarpıcı bir roman.
Yazar, gazeteci, akademisyen, televizyoncu ve Bozcaada aşığı Haluk Şahin önsözde Bozcaada Kitabı’nı şöyle anlatıyor:
“Bozcaada kimisi için Homeros’un Tenedos’udur... Tam 500 yıllık Fatih yadigarıdır kimisi için... Hem ona, hem ondan kaçılan yer. Fırtına ve liman, tuzak ve sığınak, menfa ve sıla Bozcaada... Herkesin Bozcaada’sı farklıdır. Herkes bakma becerisine ve beynindeki gözün donatımına göre daha fazla ya da daha az şeyler görür bu küçük adanın taşında, toprağında, otunda, kuşunda...Rüzgârının yorulmayan soluğunda.... Herkes bir resim yapar gibi kendi Bozcaadası’nı yaratır. Benim Bozcaadam’ı anlatan bu kitap Bozcaada’ya severek ‘bakmak’ isteyenler için yazılmıştır. Bakarak sevmek isteyenler için”
Lüferi diğer balıklar arasında seçkin bir yere getiren sebepler çoktur. Bir defa sonbaharda lüfer en leziz haldedir ve bu esnada Karadeniz’i boşaltıp Boğaziçi’ne iner. Boğaz’ın derin sularından akıp doğrudan doğruya Marmara’ya geçmez. Bu hengâmede bir lodos çıkar ve lodos her şeyin darma duman olması demektir. Bu vesileyle balıklar Boğaziçi’nin koylarına dağılırlar. Burada bir iki ay kadar bir süre kalırlar. Balıkçıların ve lezzet tutkunlarının müşterek kanaatine göre dünyada en leziz lüferler Boğaziçi’nde yakalananlardır. Kızkulesi-Haliç çizgisinin Marmara kısmında yakalanan lüferlerle diğerleri arasında tat farkı mevcuttur. Boğaziçi’ni ayrıcalıklı yapan lüferin yaz aylarını Karadeniz’in az tuzlu sularında geçirmesi ve yağlanmasıdır.Bugünden geriye dönüp baktığımızda eski İstanbul’da oldukça şaşıracağımız bir lüfer tutkusu vardır. Bugün de bazı İstanbullular aynı tutkuyu paylaşırken, diğerleri bu tutkuyu unuttu. Bu eser günümüzde İstanbul’a dışarıdan gelip yerleştikten sonra bu muazzam şehrin kendisine ait tatlarını merak edenleri, o eski şehrayinle buluşturmayı arzu ediyor.Ahmed Midhat Efendi, Ahmed Rasim, Eşref Şefik, Aziz Nesin, Ahmet Hamdi Tanpınar ve daha pek çok yazarın lüfer üzerine yazıları... Bakalım, o meşhur edebiyatçılar bu konuda neler yazmış?
Fransız yazar, şair Christian Bobin doğduğu şehirden söz ederken, aidiyete, köklere, hatta kimliğe ilişkin bütün hüzünlü mefhumları şiirsel bir anlatımla infilak ettiriyor. Şehrin sokaklarını, evlerini, caddelerini bir sonbahar yaprağının deseninde ya da kar tanesinin mucizesinde resmediyor.
“Şehrim, ağır bir demir zincirle yirminci yüzyılın kıyısına demir atmış bir tekne. Uykumda sallantısını hissederdim. İnsanların Tarihi, kazığa bağlı yırtıcı bir kuş gibi bir süre oraya konmuş. Bilgi mahiyetine sahip bir şey, uzak yıldızların ışımalarının hiç iz bırakmadan tenimin içinden geçmesi gibi ruhumu kat ediyor.”
Tüm sanat dallarında sanatçıların en büyük teşvikçisi dostlar olup, sizlerin ilgisi, beğeni ve yorumları yapılan eserlere değer katan en önemli unsurdur.Bu kitabı yazarak genç kardeşlerimin ufkunu açmayı, istenince çok şeyin yapılabileceğini ve bazı imkânların kendiliğinden karşılarına çıkabileceğini, sabırlı olmanın faydalarını anlatmaya çalıştım.
Ayrıca akranlarıma da insanın yaşı ne olursa olsun zevk alacakları bir konuda meşgul olmaları halinde daha mutlu yaşam sürebileceklerini naçizane önermek istedim.
Amerikan edebiyatının en önemli isimlerinden Nobel ve Pulitzer ödüllü Ernest Hemingway yaşamı boyunca Fransa, İspanya, Küba gibi birçok farklı ülkede bulundu fakat kuşkusuz İtalya onun hayatı ve sanatı için dönüm noktalarına ev sahipliği yaptı. Venedik, Milano, Cenova, Sicilya, Rapallo, Cortina gibi İtalyan şehirleri, roman ve öykülerinin arka fonunu oluşturdu. Silahlara Veda’da okuyucusuna İtalyan mutfağının ipuçlarını verdi, Irmaktan Öteye romanında Venedik pazar yerlerine götürdü, Temmuz 1961’de kendini vurduğu gece Cortina d’Ampezzo’da öğrendiği bir şarkıyı söylüyordu.
Hemingway yaşamı boyunca İtalya’ya tekrar tekrar geldi; pek çok yeri ziyaret etti, pek çok yeri de sanatı için ilham kaynağı olarak kullandı.
Richard Owen, Hemingway İtalya’da ile usta yazarın Birinci Dünya Savaşı’nda ilk kez İtalya’ya gelişiyle başlayarak ömrü boyunca İtalya’ya yaptığı ziyaretlerinde eserlerine ilham olan mekân ve kişilere yer veriyor. İtalya’nın bu büyük yazar için farklı bir öneme sahip olduğunu gözler önüne seriyor.
Venedik lagünlerinden Dolomit Dağları’na ve ötesine İtalyan topraklarının, 20. yüzyılın en büyük yazarlarından birini nasıl da derinden etkilediğini açıkça ortaya koyan Hemingway İtalya’da, İtalyanların Hemingway’i benimsemesinin ve sanatını yürekten kabul etmesinin arkasındaki gizemi de eğlenceli ve sürükleyici bir dille keşfediyor.
Kendisini “sosyalist-anarşist-feminist” olarak tanımlayan ödüllü yazar Marge Piercy, Benim Hayatım, Benim Bedenim adını verdiği kitabında denemelerini, şiirlerini, anılarını, söyleşilerini, inişlerini çıkışlarını okurları için bir araya getiriyor. İşçi sınıfına ait bir feminist olarak kendisinin gelişim hikâyesini, TV kültürünün artılarını eksilerini, bir yazarın hayatındaki ego danslarını, evsizleri ve ev kadınlarını, Allen Ginsberg’i ve Marilyn Monroe’yu, feminist ütopyaları, kurmacanın neden fizik olmadığını ve elbette ki şöhreti, seksi, parayı –tam olarak bu sırayla olmasa da– tartışıyor. Kişisel olduğu kadar politik olan bu çalışmayla Piercy, okurlarını feminist ve politik aktivizmin derin kuyularına götürüyor, susuz getirmiyor.
“Marge Piercy çağımızın politik romancılarından biri. Daha da fazlası: O vicdanın ta kendisi.”Marilyn French
“Piercy’nin kalemi her zamanki gibi tutkulu, kolay anlaşılır, aydınlatıcı ve dikkat dolu bir canlılıkta.”Publishers Weekly
Şehit aileleri ve gazilerle yapılan röportajlardan oluşan bu kitabı yazarken hem ağladım hem yazdım. Annesi ölene öksüz, babası ölene yetim, evladını kaybedene ne denir…? Evladını kaybeden bir anneye sormuşlar:- Can mı tatlı, evlat mı? diye. Annenin verdiği cevap:- Evladın olmadığı canın tadı mı olur. BİR YANDA:Evlatları ile ilgili hayalleri yarım kalan, bir umutla ve sabırla şehitleriyle cennette kavuşmayı bekleyen, şehitlerine son buselerini koyup, son vedalarını yaparak “Vatan Sağ olsun” diyen Şüheda anaları. DİĞER YANDA:Şehitlerimiz; Anadolu’nun öz evlatları, analarının dualarıyla doğru yolda ilerleyen cennet yolcularından, ölümü öldüren ölümsüz kahramanlar, vatan uğruna son nefesleri şehadet olan, hüzünlü bir ayrılışla Allah’ın izniyle ebedi saadete ulaşan ve sonsuzluğa yürüyen cennet gülleri… Okuyucularımız ve gençlerimiz için akıcı bir dille hikayeleştirerek, hiçbir zaman ayırt edemediğim “Evlat sevgisi ile vatan sevgisini” birleştirerek kaleme aldığım bu eseri çok duygulanarak okuyacağınızı düşünüyorum. Evlatsız yaşarız, ama vatansız ve bayraksız asla! diyerek vatan sevgisini anlattım. 15 Temmuz gecesi yaşananların anlatıldığı bu kitap, Gerçek Hayat Hikayeleridir. Asla unutmayalım: Su Uyur Düşman Uyumaz.
Türk dünyasının aksakallı ismi Turan Yazgan diyor ki; “Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk KKTC ile Irak Türkmenlerinin bayrağını kendi eliyle çizmiştir. Birine beyaz, diğerine gök mavi rengi vermiştir. Birine “Yavru Vatan” diğerine “Bala Vatan”, bu topraklar elbette bir gün ana vatana ilhak edecektir.” demiştir.
İşte Kerküklü gazeteci yazar Dr. Şemsettin Küzeci’nin bu kitabı yavru vatan ile bala vatan arasında uzanan dostluk köprüsünün notlarıdır. Küzeci, KKTC’ye yaptığı
12 seyahat notlarını kitaplaştırarak siz değerli okurlarına sunmaktadır.
“HAYATI YARIM BIRAKIP DA GİTMEK Mİ YOKSA HAYATTA KALIP KOCAMAN BİR ÖMRÜ GİDENİN EKSİKLİĞİ İLE YAŞAMAK MI DAHA ACI?”“Hayatını tepetaklak eden kanserle boğuşan yazar bilmediği köklerine doğru yola çıkar. Bu yolculuk, yaşamındaki zorluklara çare olmaktan öte yeni sıkıntıların kapısını açar. Geçmişin derinliklerine indikçe kırılganlıklarının, zaaflarının kaynaklarını da bulmaya başlar. Varlığındaki anlam arayışının en önemli durağına geldiğinde dayısı Rıza’nın yaşamıyla karşılaşır. Yirmi dört yaşında aynı kanser türünden ölen dayısının yaşadığı büyük aşk, devrim peşindeki hayatının da yansımasıdır. Yazar, dayısına hep gizliden gizliye duyduğu hayranlığın nedenlerini çözmeye başlar. Bu yeni yaralar ve yeni kabuklar demektir. Ama bilir ki yara kıymetlidir. Dayısının yarasıyla kendisi iyileşir.Ayfer Savaş Aydın ne yaptığını iyi biliyor. Yaratıcı yazının yaralardan doğduğunun farkında. Anlattığı hepimizin yarası, başkasından yola çıkarak kendimize kabuk aradığımız. Bu romanın kabuğu Rıza dayı. O hepimizin yarası. O hepimizin dayısı.”¬ Hakan Akdoğan
İngiliz Edebiyatının kötü şöhretli olmasına rağmen satış rekorları kıran erotik romanlarındandır. Taşradan hiç bilmediği bir şehir olan Londra’ya göç eden bir köylü kızının fahişeliğe uzanan hikâyesidir. Seksüel maceraların vurgulu anlatımının yanı sıra Fanny’nin psikolojisi ile yaptığı işten zevk alarak erkeklere tüm kalbi ve bedeniyle hizmetini anlatır. İngiliz erotik edebiyatındaki pişmanlık, Cleland’ın kalemine yansımaz aksine derin bir ilgi ve kabalıktan uzak içten bir anlatım hâkimdir. Erotik edebiyatın çok önemli bir klasiğidir. Bedensel zevklerin ve sekse düşkünlüğün felsefi konseptinin çok özel bir kombinasyonudur. Eser, yalnızca Aydınlanma Çağına giden yoldaki devrime önemli bir destek sağlamış olmasıyla değil, Richardson, Fielding ve Smollet gibi yazarlara rağmen İngiliz edebiyatında önemli bir yer edinmesinden ötürü de çok önemli bir dönüm noktası niteliğindedir.
Parlayan gökyüzündeTahtı renkler saçanÖlümsüz AfroditAğların dokuyucusu,Yalvarıyorum sanaNe olur kilit vurma yüreğime kederlerle,Yine gel banaBabanın sarayındanKanat çırpan serçelerin çektiği arabanlaKara toprağın üzerinden gülümseyerekO kurnaz, ölümsüz gülümsemenleSorardınKimdir bu sefer son derece arzuladığınKimdir aklını çelen, döneceğine söz verenAldırmaBırak kaçsın kaçmak istediğinde…Ey Afrodit, yoldaşım, savaş arkadaşım ol kiArzuladıklarımı ver bana!
Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama, biraz duraksa, neler olup bittiğine anlam verme. Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı. Sorun yok, sadece bekle. Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır, zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur! İzlemene devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde, o bir dengedir, o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş, güzellik olanların içinden filizlenecektir; zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur!.. Hayat üç buçukla dört arasındadır... Ya üç buçuk atarsın ya da dört dörtlük yaşarsın...
Yüreğine kulak verdi, kırık... Döndü arkasına baktı, yapayalnız. Başını kaldırdı gökyüzüne baktı, masmavi… “Olsun” dedi. “Daha yarın var, yarını yaratan var. Yaradan varsa umut da var. Hadi rastgele... ” dedi, umuda doğru yol aldı. Sen, ben, o, biz, siz, onlar; ne fark eder? Hepimiz insanız. Hangi şahıs zamirini kullanırsan kullan, insan olmak yetmez mi? Kadın erkek sıfatını bir kenara bırakırsak, geriye sadece insan kalır. Bu kitapta “ben” var ama egosuyla söylenen “ben” değil. Ölümüne doğruları haykıran bir kahraman bulacaksınız, bu yüzden de başım beladan kurtulmuyor. Doğruları söyleyince beni akıl ve ruh hastası diye hastaneye sevk ettiler. Kitabı okuduktan sonra belki sen de, sen de bana katılırsın, doğruyu söyleyenler olarak biraz kalabalıklaşırız, ne dersin?
Orhan Baykal'ı TRT'de çalıştığım yıllardan tanırım . Bekarlık günlerimizde aynı evi paylaşacak kadar yakın arkadaşız. Üretken ve ilkeli haberciliğini 9 Eylül Gazetesi'nde ki köşesinde sürdüren değerli kardeşim Orhan 'ın bilgi ve deneyim imbiğinden süzerek usta kalemiyle kağıda döktüğü yazıları hem bir solukta okunuyor, hem de Türkiye'nin yakın geçmişteki siyasal çalkantılarına ışık tutuyor. Bu kitabı okurken eminim siz de içinizden sık sık “Ne çektin be Türkiye” diyeceksiniz. Uğur DÜNDAR Gazeteci-Yazar
İhsan Bayram 10 Mayıs 1933'te İzmir Değirmen-dağı'nda doğmuş. Sanat Enstitüsü'ne gitse de okulu bitirmeden ayrılmış. Manisa'da uzun süre içkili Ege Lokantası'nı çalıştırmış. Ardından İzmir'de dolmuşçuluk, barmenlik yapmış. 1964 yılında Köprü durağında açtığı Çim Kitabevi'ni emekli oluncaya kadar çalıştırmış. İhsan Bayram ile her oturup konuştuğumuzda bunların yazılması, anlattıklarını herkesin bilmesi gerektiğini düşündüğümü dile getiriyordum. Hiç itiraz etmeden, her zaman “Haklısın” diyordu. Ben iş yoğunluğum yüzünden fırsat bulup zaman ayıramıyordum. 2015 Şubat'ında hafta içi bir gün sağlığını sormak için aradığımda, “Hafta sonu gel şu söyleşiyi yapalım” dedi. “Olur” dedim. O hafta gidemedim. Bir sonraki hafta sonu 22 Şubat 2015 Pazar günü öğle saatlerinde kapısını çaldım. Ayten Abla yine çok güzel bir sofra hazırlamıştı. İki üç haftadır sağlık sorunları yaşayan İhsan Bayram çok iyi görünüyordu. Yemekten sonra dağlara bakan pencerenin önüne oturduk. “Hazır mısın?” dedim. Suyundan bir yudum aldı. Boğazını temizledi. “Başlayalım” dedi.başlardı.
“Âdem’i kısmen yoldan çıkaracağım derken kendi tastamamyoldan çıkmış, rezil rüsvâ olmuş, sefil zelil olmuş, kelek kepazeolmuş, permeperişan olmuş, rütbesi tenzil edilip nâr-ı semumdanmürekkep bir cin olmuş, tekrar tenzil edilip isli pisli bir Şeytanolmuş, bâtılda ısrar edince bir daha tenzil edilip İblis olmuş, hazırolmuşken Âdem’i de iğfâl edip kendine benzetmiş, onunla birlikteCennet’ten sepetlenmişti.”İsrafil’in ölü kalplere can veren nefesi, yani Nefha...Bu romanda şeytanın hikâyesine can veriyor.Sezgin Kaymaz, şeytanın “diyalektiğini” anlatıyor.Ve meleklerin dramını – zira cennette de hayat zor! Bu aynızamanda insanın kibriyle, hevesleriyle, kabiliyetleriyle, acizlikleriyleyaşadığı git gellerin, iniş çıkışların, şaşkınlıkların hikâyesi. Neticede,bilinmezliğin hikâyesi.Akıl sır ermez – ama bir yandan da bildik insan hali... Ürpertili - amayine de şen şatır... Ezeli-ebedi ve ölümsüz olanın kudreti, korkusu –ve adeta ezelî-ebedî bir fanilik neşesi...
'' Hayatı kaybetmekten daha acı bir şey vardır: Yaşamanın manasını kaybetmek.''
Etrafımızdaki her şeyin, anlasak da anlamasak da, kabul etsek de etmesek de birbiriyle bağlantılı olduğu, birbirini etkilediği bir dünyada yaşıyoruz. Bu yüzdendir ki bir kelebeğin kanat çırpışının başka bir yerde bir fıtınaya sebep olabileceğini bilerek, hayatımızı olabildiğince iyilikle doldurmalıyız.
İşte bu kitapta size bir ömrün anlamını düşündürecek, daha iyi insanlar olmak ve hayatlarınızı daha anlamlı kılmak için size ilham verecek öyküleri bir araya getirdik.
Ders Veren İbretlik Hikayeler
Bosna Savaşı’nın üzerinden otuz yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen savaşın ortaya çıkmasında rol oynayan faktörlerle ilgili tartışmalar varlığını korumaktadır. Kuramsal çerçeve olarak Kopenhag Okulu güvenlikleştirme yaklaşımının kullanıldığı bu eserde, savaşa giden süreçte ayrılıkçı Sırp lider Radovan Karadziç ve Bosna-Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in izlediği kimlik ve güvenlik siyaseti masaya yatırılmıştır. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesindeki ifadeleri temel alınarak Karadziç’in, otobiyografi mahiyetindeki eserleri bağlamında ise İzzetbegoviç’in tutum ve politikalarının incelendiği bu çalışma aynı zamanda Bosna-Hersek’te gerçekleştirilen saha araştırması verilerine dayanmakta, böylece Boşnakların ve Bosnalı Sırpların gözünden savaş sürecini ve bu süreçte liderlerin oynadığı rolü ortaya koyarak literatüre özgün bir katkı sunmaktadır. Savaş sonrası süreçte kalıcı barış ve istikrarın ortaya çıkan siyasi krizlerle sürekli olarak sarsıldığı, savaş dönemindeki siyasi tezlerin ve amaçların büyük oranda varlığını koruduğu Bosna-Hersek’te 1990’larn başında ortaya konulan kimlik ve güvenlik siyasetinin anlaşılması, ülkede yaşanılan güncel siyasi çıkmazların anlaşılmasına ışık tutacaktır.
“1870’li yıllarda Monet ve arkadaşları atölyeden sokağa, nehir kıyılarına, kumsallara, kırlara, kısacası açık havaya çıkardılar resim sanatını. Ona atölyeden uzak, günlük yaşamın içinde bir yer verdiler. Sehpalarını rüzgârlı tepelere, yemyeşil yamaçlara, ağaç gölgelerine, kayalıkların kuytusuna kurup doğayı görülebilenin aksine, öznel izlenimlerinden yola çıkarak betimlediler. Işığı, kendiliğinden ve anlık hareketi içinde algılayabilmek için açık havada çalıştılar, tablolar son biçimlerini atölyede alsa da.”
Doğaya Açılan Pencere’de, okuru Monet, Sisley ve Van Gogh’un dünyalarında bir yolculuğa çıkartıyor Nedim Gürsel. Tuvale yansıyan mekânları bizzat görerek bir edebiyatçının gözünden aktarıyor. Okyanuslar, falezler, fırtınalı denizler, ışık oyunlarıyla başkalaşan mekânlar, fırça darbeleriyle gerçeklikten kopan doğa parçaları… Hepsi ressamın fırçasından yazarın kalemine akıyor.
İzlenimciliğin 150. yıldönümünde edebiyattan resme açılan bir pencere.
1983’te İstanbul’da doğan Emre Sokullu, Galatasaray Lisesi mezunudur.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eğitimini yarıda bırakarak Türkiye’nin globale açılan girişim
sermayesi destekli ilk girişimi olan Grou.ps’u kurmuştur.
Vecihi Hürkuş'un yerli uçak hikâyesini ya da Devrim otomobilleri serüvenini duymayan yoktur.
Ulusal stratejide büyük önem arz eden bu projeleri elimizden nasıl kaçırdığımızı
duymuşsunuzdur.
Dijital dünyada son derece stratejik konumda olan sosyal ağlarda küresel bir fırsatı
kaçırdığımızı biliyor muydunuz?
Daha unicorn tabiri bile ortada yokken otuz milyon dolarlık değere ulaşan
Türk girişimi Grou.ps’un;
- Filistin uzantısıyla (.ps) Filistin’in adını savaşlarla değil, teknolojiyle dünyaya duyurma hayalini,
On beş yıllık girişimcilik serüveninde Paulo Coelho’nun Simyacısı misali San Francisco ile İstanbul arasında neler yaşadığını,
- Bu hikâyenin Türk girişimcilik ekosistemine etkilerini,
- ‘One minute’ çıkışının bir girişimcinin hayatına izdüşümlerini,
- Artık bir işi yapabiliyor olmanın tek başına yetmediğini, karşınıza çıkan insanların ve onların tanıştıracaklarının da ne kadar önemli olduğunu görüp, satır aralarında ülkemizin son otuz yılda nasıl bir dönüşümden geçtiğine de şahit olacaksınız.
Gerçek terapi notlarıyla…
‘’Keşke okusaydım. Ben de bir kardelen olsaydım.’’
Köyünün yemyeşil yaylalarından Nişantaşı’ndaki bir psikiyatri kliniğine uzanan yolculukta Aylin, neler yaşar da o terapi koltuğunda bulur kendini? Daha dün söğüt ağacının etrafında dans ederek balerin olma hayalleri kuran o küçük kız, nasıl olur da bugün ancak gözyaşlarıyla okunabilen bu kitabı yazar anılarıyla?
Aylin, Anadolu’nun bir köyünde, açar gözünü dünyaya. ‘Köylük yerdir’’ nihayetinde, yaşın önemi yoktur; elinden ne geliyorsa onu yaparak, elinden gelmeyeni de yapa yapa öğrenerek büyür. Öte yandan şanslıdır da sevgi dolu, neşeli bir ailedir onun ailesi. Zorluklarla hep birlikte mücadele eder, güzellikleri yine hep birlikte yaşarlar. Ta ki Aylin, aşık olup evlenene kadar…
Istırap dolu günler, yoksulluk, narsist bir kayınvalide ve arada kalan bir eş…Değersizlik, boşluk ve bir daha bir daha kırılan bir yürek.
Aylin, önce bir kız çocuğunun sonra bir genç kızın, sonra genç bir kadının ve nihayetinde tüm bu kadınların dönüştüğü o kadının hikayesi. Gerçek hayatlara kadar, hayatın gerçeklerini de merak edenlerin bir solukta okuyacağı Aylin, kardelen olamayanları anlatıyor.
ALTUN BİLGİN ÇELİKTÜRK LİBRUM KİTAP-ROMAN
Altun Bilgin Çeliktürk
Selçuk Çıkla ile Şeyma Büyükkavas Kuran’ın editörlüğünü yaptıkları Metin Tahlilinde Yeni Yaklaşımlar - I, Çolpan Kitap tarafından 2021’de yayımlanmıştı. Bu kitapta geliştirilen dikkatle hazırlanan Metin Tahlilinde Yeni Yaklaşımlar-II’nin editörleri, Selçuk Çıkla ve Bekir Şakir Konyalı. Kitapta sekiz akademisyenin kuram ve metin tahlili merkezli yazıları yer alıyor. “Metin Tahlilinde Yorum ve Eleştirel İlişki”, “Metin Tahlilinde Anlam Gösterenleri”, “Toplumcu Gerçekçi Anlatıları Tahlil Yöntemi”, “Roman Tahlilinde Tür, Kurgu ve Kurmaca Meselelerine Dair Bazı Dikkatler”, “Şiir Tahlilinde İmge ve Metafor Sorunu”, “Edebiyat Sosyolojisinin İmkânları Açısından Tanzimat Romanının Tahlili”, “Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi Araştırmalarında Metin Tahlilinin İlkeleri ve Yöntemleri” ve “İfadede Saklananı veya Gizleneni Bulmak: Beni Bunun Dışına Dâhil Edin” başlıklı yazılarda, farklı edebiyat anlayışları içinde üretilmiş edebiyat metinleri değerlendiriliyor. Kitaptaki her bir yazıda, önce edebiyat eleştiri kuramlarının kavramsal çerçeveleri belirleniyor; ardından, söylemleri de gözetilerek edebî metinler çözümleniyor. Metin Tahlilinde Yeni Yaklaşımlar - II, kuram ve uygulamanın iç içe geçtiği, edebiyat metinlerinin önerilerinin kuramsal bir zeminde belirginleştirildiği bir kitap.
Bu kitabı okurken geriye dönüşlerle birlikte 705-754 yılları arasında Ortadoğu coğrafyasında yaşayacaksınız. Emevi İmparatorluğunu otuz bir yıllık gizli bir faaliyetle yıkan, tarihte eşine az rastlanır bir örgütün elemanlarının günlük hayatlarını, aşklarını, eğlencelerini, şiirlerini, inançlarını tarihsel anlatı üslubuyla okuyacaksınız.Örgüt kurucusu Ali, onun yerine sırasıyla geçen oğlu Muhammed ve torunu İbrahim…Örgütün iki numarası Tercüman Bükeyr ve damadı ilk vezir Ebu Seleme, On İki Nakip’in militanları…Kadın kahramanlar Lübabe, Rayta ve Ümmü Seleme…Örgüte yirmi beş yıl sonra alınan bir köle olan Kufe’li İbrahim’in Ebu Müslim Horasani takma adını kullanması, icraatı ve akıbeti…Al-i Muhammed ordusunun başkomutanı Kahtebe’nin Merv’den Mezopotamya’ya akışı…Emevi hükümdarlarının yaşantısı, Emevi soyunun yok edilişi…Ehlibeyt’in o dönemdeki şahsiyetleri ve tutumları… gözünüzde canlanacak.Başta örgüt merkezi olan Ürdün’ün Humeyme köyü olmak üzere Şam, Dehlek adası, Hicr, Harran, Kufe ve Merv coğrafyalarında yaşayacak, yolculuk edeceksiniz.
Bu kitap hem karşı cinsin biyolojik, psikolojik, hormonal ve içgüdüsel yapısı hakkında size yol gösterecek hem de bir nebze kendinizi analiz edip yaptığınız hataları fark etmenizi sağlayacak.
Bu kitabın çıkış amacı da bu noktada ilişkilerdeki problemlerin asıl kaynağının ne olduğunu fark edip bunları kolaylıkla çözebilmektir.
Ya da kitabı okuyan kişinin ileriki ilişkilerinde doğru ve sağlam sağlam adımlarla birlikteliğini sürdürmesine hizmet edecektir.
Öğretmenlik mesleğimin gereği olarak masalımla siz değerli okurlarımı bilgilendirmek, eğitmek ve eğlendirmek istedim. Bu amaçla; dünyanın en güzel şehri sayılan İstanbul’un simgelerinden ve doğanın sayısız canlılarından biri olan martıları tanıtarak, onlarla ilgili bilgi vermek istedim. Ayrıca yine İstanbul’un turistik köşelerini okurlarıma kuş bakışı gezdirip, tarihi özelliklerini ortaya çıkarmaya ve doğal güzelliklerini gözler önüne sermeye çalıştım. Muhteşem bir şehirde yaşadığımız için çok şanslıyız ve ne kadar gurur duysak azdır.
Karantina Sohbetleri
Pandemi süreci her durumda sıra dışılığıyla, kuşkusuz istisnailiğiyle ve özellikle de ürettiği korku ve paniğiyle hemen herkes için can sıkıcı bir zaman dilimi oldu. Bizi bekleyenin ne olduğuna yönelik enformatik/endüstriyel yönlendirmeler bir kenara bırakılsa bile hemen sıklıkla gözlemlenen ve dilden dile akan korkutucu imgeler fazlasıyla baskın ve ağırdı. Öyle ki bütün bunların tek tek her birimizde hasar bırakıcı bir potansiyele sahip olduğundan kuşku duymayan yoktu.
Karantina Sohbetleri bu ortamda kendi kendini inşa eden bir arayışın esaslı bir parçası olarak ortaya çıktı ve gelişme çizgisini de bu zorunlu ve emsalsiz hava içinde şekillendirdi.Bu kitap, pandemi sürecinin daha ilk başlarında “sahi, burada neler oluyor?” sorusu etrafında bir araya gelen ve birbirini bulmakta zorlanmayan dostların söz konusu mecra üzerinde zamanla kendi ilgilerini de içine katarak geliştirdikleri ortak bir tahayyülün tutanakları olarak da okunabilir. Böylece Karantina Sohbetleri, belki de bu yanıyla içinden geçtiğimiz ve ziyadesiyle muhataralı olduğuna kani olduğumuz bir zaman diliminde topluca derin bir nefes almanın mümkünatı üzerine geliştirilen mütevazı bir çaba olarak iz bırakıyor.
Anlatı Kitapları kategorisinin en önemli örneklerini sizler için bir araya getirdik. Ödüllü kitaplarında yer aldığı bu listeden istediğiniz yazarın istediğiniz kitabına hızlıca erişebilirsiniz.Kapıda ödeme imkanı ve kredi kartına vade farksız 6 taksit imkanı ile hızlıca kitap siparişi verebilirsiniz. %50'ye varan indirimlerle ucuz kitap siparişi vermek için en doğru adres olmaya devam ediyoruz.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.