Türk tiyatro tarihinin kült eserlerinden biri olan Vatan Yahut Silistre ile Namık Kemal kuşaklar boyu devam edecek bir Vatan edebiyatının temellerini atmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülme döneminde vatan sevgisini canlı tutmak amacıyla defalarca oynanmış ve günümüzde de oynanmaya devam eden oyun, Namık Kemal hayattayken Rusça ve Almancaya, daha sonra da Fransızca, Sırpça ve Arapçaya çevrilmiştir. Düşünceleri ve eserleriyle sadece yaşadığı çağı değil, sonraki kuşakları da etkileyen Namık Kemal her şeyden önce bir vatan şairidir ve kaleme aldığı bu ilk oyunuyla da vatan sevgisinin ne denli yüce bir sevgi olduğunu göstermektedir. İlk olarak 1873 yılında Osmanlı Tiyatrosu’nda sahnelenen Vatan Yahut Silistre Türk tiyatro tarihinde bir benzerinin daha yaşanmadığı olaylara sahne olurken, Namık Kemal’in de sürgün yıllarının başlamasına neden olmuştur.
1905 yılında Edirne’de doğdu. Eyüp Rüştiyesi ve İstanbul İdadisi’ni bitirdi. Milli Mücadele’ye katılarak Anadolu’ya geçti. 1928 yılına kadar TBMM Matbaası’nda düzeltmen, sonrasında TBMM zabıt kâtibi olarak çalıştı. İstanbul’a dönerek Vakit, Son Saat, Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, yazarlık ve yazıişleri müdürlüğü yaptı. 1952-1959 yılları arasında İstanbul Gazeteciler Cemiyeti başkanlığını, son olarak da Oyun Yazarları Derneği’nin başkanlığını yürüttü. 1971 yılında kalp krizi sonucu hayata veda etti. Oyun yazmaya Muhsin Ertuğrul’un teşvikiyle 1942’de başladı. İlk oyunu "Büyük Şehir" İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 1942-1943 sezonunda sahnelendi. Oyunlarında ağırlıklı olarak orta tabakanın yaşam biçimini, sorunlarını ele aldı. Bununla birlikte Cumhuriyet sonrası toplumdaki dönüşümleri, sosyal sınıflar arasındaki çatışma ve çelişkileri, kuşaklar arası zıtlıkları gerçekçi bir üslupla aktarırken, aynı zamanda ustalıkla hicvetti. Döneminin siyasal yaşamına da sessiz kalmayarak oyunlarında dar gelirli, ezilen kesimin yanında yer alırken toplumun değişen değerlerine duyduğu tepkiyi eserlerine incelikle yansıttı. "Paydos" ile yurt dışında oyunu sergilenen ilk Türk oyun yazarı unvanını aldı.
1905 yılında Edirne’de doğdu. Eyüp Rüştiyesi ve İstanbul İdadisi’ni bitirdi. Milli Mücadele’ye katılarak Anadolu’ya geçti. 1928 yılına kadar TBMM Matbaası’nda düzeltmen, sonrasında TBMM zabıt kâtibi olarak çalıştı. İstanbul’a dönerek Vakit, Son Saat, Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, yazarlık ve yazıişleri müdürlüğü yaptı. 1952-1959 yılları arasında İstanbul Gazeteciler Cemiyeti başkanlığını, son olarak da Oyun Yazarları Derneği’nin başkanlığını yürüttü. 1971 yılında kalp krizi sonucu hayata veda etti. Oyun yazmaya Muhsin Ertuğrul’un teşvikiyle 1942’de başladı. İlk oyunu "Büyük Şehir" İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 1942 -1943 sezonunda sahnelendi. Oyunlarında ağırlıklı olarak orta tabakanın yaşam biçimini, sorunlarını ele aldı. Bununla birlikte Cumhuriyet sonrası toplumdaki dönüşümleri, sosyal sınıflar arasındaki çatışma ve çelişkileri, kuşaklar arası zıtlıkları gerçekçi bir üslupla aktarırken, aynı zamanda ustalıkla hicvetti. Döneminin siyasal yaşamına da sessiz kalmayarak oyunlarında dar gelirli, ezilen kesimin yanında yer alırken toplumun değişen değerlerine duyduğu tepkiyi eserlerine incelikle yansıttı. "Paydos" ile yurt dışında oyunu sergilenen ilk Türk oyun yazarı unvanını aldı.
Bence, Refik Halit’in affı kararı üzerinde bu içli yazılarının tesiri büyük olmuştur. Atatürk’ün bunları okuyup duygulandığını yakından biliyorum. Fakat, birkaç zamandır gönlünde beslemekte olduğu bu af arzusunun nihayet kanuni bir şekilde uygulanmasına yol açan yazı -buna bir eser de diyebiliriz- öyle sanıyorum ki, Refik Halit’in Deli adlı küçük bir komedya kitabıdır.Atatürk, hiçbirimizin görmediği bilmediği bu eserciği nereden bulmuştu ve ona kim göndermişti hatırlayamıyorum. Yalnız, dün geçmiş bir olay gibi noktası noktasına hatırladığım şudur: Bir akşam, Atatürk, sofraya oturduğumuz sırada "Çocuklar," demişti, "size bu akşam tadına doyum olmaz bir ‘ziyafet-i edebiye’ çekeceğim" ve elinde tuttuğu cep dergisi kıtasında bir kitabı göstererek: "Bu" diye ilave etmişti, "Refik Halit’in, yirmi yıllık bir akıl hastasının, şuuru yerine gelip kendini baştan başa değişmiş bir Türkiye içinde bulunca, tekrar dirilişini gösteren bir tiyatro piyesidir." Ve gözlüğünü takarak bizzat kendisi okumağa başlamıştı. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, 71-72) Refik Halid Karay, güncel olaylara getirdiği mizahi yaklaşımın bir örneği olan Deli’de, cumhuriyet sonrası modernleşme sürecinde değişen hayat şartlarını ve hayata dahil olan yenilikleri eskiyle kıyaslayıp okuyucusunu gülümsetirken, Ankara ve Karacaoğlan hakkındaki detaylı anlatımı ile de dönemin Ankara’sına ve büyük ozana ışık tutuyor.
hep kitap’ın yazmayı ve okumayı hayatının merkezine yerleştiren, sözcüklerden beslenen herkesin ilgisini çeken “Atölye” serisinden tüm dünyada senaristlerin başucundan ayırmadığı kült bir kitap: O Kediyi Kurtar: Senaryo Yazarken İhtiyaç Duyacağınız O Kitap!Yıllarca Hollywood’da başarılı filmlere imza atmış, pek çok senaryoya danışmanlık yapmış olan Blake Snyder bir senaristin bilmesi gereken en temel şeyleri O Kediyi Kurtar kitabında anlatıyor. Filminizi anlatan o tek cümle ne olmalı? Senaryonuzun çerçevesini nasıl belirlemelisiniz? Janra karar vermek neden önemli? Çatışmayı hangi aşamada kurmalısınız? Çözülme kaçıncı sahnede başlamalı? Ve en önemlisi bir senaryoyu satmanın yolları neler?2009’da aramızdan ayrılan Blake Snyder’ın kitabında bir senaryoya başlayıp bitirmenizi sağlayacak her bilgi, her ipucu, her kural var. Daha önce hiç senaryo yazmamış olmanız önemli değil, bu kitabın sonunda yapabileceğinizi hissedeceksiniz!
Moliere, normal bir komedi kalıbı içinde, çağlar boyu edebiyatın en 'kara' tiyatrosunu yazmıştır. İnsan dene yaratığı, bir sinek gibi iğnesini saplamış ve hassas bir kıskançla onun reflekslerini oynatmıştır. Birtek refleksi vardır zaten bu yaratığın, daha dokunur dokunmaz cılız bacağını titretmeye başlayan bencilliği...
İki milyon yıllık bir geçmişi olduğu söylenen insanoğlu, arz yuvarlağı üstünden gelip geçerken, değişik düzeylerde ve değişik koşullanmalar içinde yaşadığı "hayat"ı; hem anlamaya hem de anlatmaya çalıştı durdu. Bu tür uğraşların binlerce yıldan bu yana en tepeye çekilmiş bayrağıdır tiyatro... Neden bu tepeye çekilmiş bayrağıdır? Hem insanı, hem de onun hayat ortamını, sahne üstünde ve ramp ışıkları altında, beyinsel bir mimarlıkla kendi isteğine göre yeniden yapılandırdığı için... Çağdaş uygarlık dediğimiz, insanlığın günümüzdeki gelişmişlik düzeyinden, tüm geçmişiyle tiyatro sanatını çıkardığımız zaman geriye ne kalır bilir misiniz? İnsanlık dünyasından tüm aynaları çıkardığımız zaman geriye ne kalırsa o...
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.