Tarih, eğitim, kültür tarihi ve sanat tarihi gibi farklı alanlarda çok yönlü çalışmalara imza atmış olan Necdet Sakaoğlu için hazırlanan bu çalışmada, sanat tarihi, restorasyon, mimarlık tarihi üzerine alanlarında uzman kişiler ve araştırmacılar tarafından ele alınmış yazılar yer almaktadır. Bu kitapta saray, köşk, mektep, cami, tekke, türbe gibi farklı fonksiyonlardaki yapı tiplerinden örneklerle, mimari ve süslemeler yanında gravür, resim, hat, kalem işi, zanaat gibi geniş bir yelpazede işlenen konular içeriğe zenginlik katmaktadır. Spesifik örnekler ışığında ele alınan konuların yanı sıra, Necdet Sakaoğlu'nun yayınlarından oluşan geniş bibliyografyası da bu vesile ile hazırlanmış olup makaleler ile birlikte bilim camiasının faydasına sunulmuştur.
Ahmed Mithad (Ahmet Mithat Aksüğür) 1885 yılında bugünkü Arnavutluk’un İşkodra Vilayetine bağlı Drac sancağının Kvaye kasabasında doğdu. 20 Eylül 1907 tarihinde Harp Okulunu bitirerek teğmen rütbesiyle orduya katıldı. Yemen’de, Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında bulundu.12 Temmuz 1920’de Bursa Askeri İdadisi’nde (Işıklar Askeri Lisesi) görevliyken Bursa’nın düşmesiyle Yunan askerlerince esir alındı. Lefkada adasında iki yıl sekiz ay esir kaldı. Burada başından geçenleri “De mauvais souvenirs de la vie captive en Grèce” (Yunanistan’daki Esir Yaşamın Kötü Hatıraları) adıyla Fransızca olarak kaleme aldı.Elinizdeki kitap bu anıların yanı sıra Dilek Doltaş'ın dönemin belgelerini yansıtan araştırmalarını da içeriyor.
Rauf Raif Dnktaş…
Varlığını toprağına adayan, toğrağında Türklük ateşini yakan adam…
Acının, gözyaşının, hüzünün, ayrılığın, her türlüsünü yüreğinin derinlerinde yaşayan bir halkın ıstırap yüklü kahramanı…
Dedesi Şeherli Mehmet’in, 1878 yılında indirilen Türk bayrağının yerine çekilen İngiliz bayrağına bakarak: “Osmanlı gitti ama yine gelecek. Ben göremeyeceğim ama sen göreceksin.” dediği Rauf Raif…
Turgut Sarıca Hoca’nın “Akın” adını verdiği çocuk…
Yarbay Rıza Vuruşkan, Doktor Burhan Nalbantoğlu, Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş’ın katılımıyla kurulan Türk Mukavemet Teşkilatının ilk üyesi Toros…
Rauf Denktaş, bir ömür verdiği mücadelenin sonunda 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti.
Son nefesinde kendini kaybetmiş olmasına rağmen ömrünü verdiği toprakların hürriyetini son defa haykıracaktı:
Makarios…
Hiristofyas… Söyleyin kendilerine, burası bağımsız bir cumhuriyettir…
Birinci Dünya Savaşı’na farklı bir açıdan yaklaşmayı amaçlayan çalışmanın temel kaynaklarını Askerî Mecmualar oluşturmaktadır. Askerî Mecmua, Köklü bir geçmişe sahip olup Birinci Dünya Savaşı yıllarında yayın hayatına ara verse de 1 Mart 1919tarihinden itibaren tekrar yayınlanmaya başlamıştır. 1948 yılında ise isim değişikliğine gidilmiş ve yayın hayatına devam etmiştir.
Çalışmada Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Cepheleri Askerî Mecmua’da kaleme alınmış çalışmalara dayanılarak incelenmiştir. Askerî Mecmualarda Birinci Dünya Savaşıve Türk Cephelerine dair pek çok telif ve tercüme çalışmalar bulunur. Kaleme alınan bazı çalışmaların yazarları ise savaşa bizzat iştirak etmiş kimselerdir. Onların Birinci Dünya Savaşı ve Türk Cepheleriyle ilgili olarak cephelerde yaşadıkları tecrübeler başta olmak üzere pek çok konuda görüş ve değerlendirmeleri mevcuttur. Bu açıdan Askerî Mecmualar Birinci Dünya savaşı ve Türk Cepheleri açısından mühim ve değerli bir kaynaktır.
Hocamız Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal 1958 yılında Denizli'nin Buldan İlçesi Narlıdere Köyü'nde doğdu. İlköğrenimini köyünde, orta ve lise eğitimini Denizli'de tamamladı. 1976 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü'nde üniversite hayatına başladı. 1980 yılında Tarih Bölümü Genel Türk Tarihi Kürsüsü'nden mezun olduktan sonra aynı yıl Yüksek Lisans ile başlayan akademik hayatı 1983 yılında Elazığ'da Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde Araştırma Görevlisi olarak devam etti. 1984 yılında Yüksek Lisans'ını bitirdikten sonra doktora eğitimine başladı. 1987 yılında Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde 16. Yüz yılda Harput Sancağı adlı teziyle doktor unvanını aldı.
Doktorayı bitirdikten sonra 1987 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi'ne Yardımcı Doçent olarak atandı. İki yıl sonra 1989 yılında Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda Doçent oldu. 1993 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’ne atandı. 1995 yılında aynı üniversitede Fen-Edebiyat Fakültesi Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı'nda profesör oldu. Böylece genç yaşında akademik hayatın en üst basamağına ulaşmış oldu. 2001-2004 yılları arasında ise Trakya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde görev yaptı. Halen Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Evli 3 çocuk babasıdır.
2018 yılı hocamızın ömrünün 60. yılına girdiği senedir. Bu 60 yılın yaklaşık 40 yıllını akademik çalışmaları ile geçirmiştir. Biz öğrencileri olarak hocamızın 60 yaşına, yaklaşık 40 yıllık akademik hayatına ithafen bir armağan kitap çıkarmayı amaçladık. Bu amaçla öğrencilerinden, arkadaşlarından ve dostlarından yazıları ile destek istedik. Bizim başlattığımız bu düşünceye yazıları ve iyi dilekleri ile herkes olumlu cevap verdi ve şu an elinizde olan Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal'a Armağan kitabı ortaya çıktı. Sizler olmasaydınız bizim düşüncemizin hayata geçemeyeceğinin bilincinde olarak her bir hocamıza gönülden teşekkür ederiz. Bir arkadaşımızın ifadesi ile umarız ilim deryasına bir damla katkıda bulunmuşuzdur.
İsmail Hüsrev Tökin (1902-1993), gençliğinde Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’na üye olmuş, Sovyetler Birliğinde öğrenim görmüş, Türkiye’nin ilk Marksist iktisatçılarından ve Kadro dergisinde yazılar kaleme almıştır. Tökin’in adını günümüze taşıyan Kadro dergisinde yapmış olduğu çalışmalar olmuştur. Tökin, bu dergide milli iktisat ve devletçi politikaların ne şekilde geliştirilebileceği yönünde fikirler beyan etmiş, liberalizme karşı çıkmış ve sosyolojik incelemelerde bulunmuştur. Sonraki yıllarda ise düşüncelerinde önemli değişimler gerçekleşmiştir. Bu kitap, Tökin’in siyasi ve iktisadi düşüncelerini, bu düşüncelerini ne şekilde temellendirdiğini ve düşüncelerinin zaman içerisindeki değişimini incelemeyi amaçlamaktadır. Bununla beraber, Tökin’in yaşam öyküsü de düşüncelerine ışık tutacağı inancıyla inceleme kapsamına alınmıştır. Tökin’in yazıları üzerinden 1930 ve 1990 yılları arasında meydana gelen önemli dönüm noktalarına şahitlik etmekteyiz.
Defineciliğe yeni başlamış heyecanlı arkadaşlar,İki kürek toprağı kazarak zengin olmayı hayal ediyorsanız bu işten hemen şimdi vazgeçin. Sahada araştırma yapmak, gecenin ortasında çalışmak, kahve köşelerindeki muhabbetlere benzemez.Baskın korkusu ve yanınızdakilerin tedirginliği doğal olarak sizi strese sokacaktır. Daha ilk çapada yaşayabileceğiniz yer sarsıntılarını ve garip sesleri saymıyorum bile... Yok bize hiç anlatma biz mikrobu kaptık diyorsanız, o zaman size başka tavsiyelerim olacaktır. Madem bu yola çıktınız, işaret ve sembollerle ilgili bilgi toplayınız.Bilinçsiz defineci, serseri mayın gibidir. Nerede, ne zaman patlayacağı belli olmaz. İşretlere zarar verir. Araştırma yaptığı bölgede bir şeyler varsa bile sonsuza dek bulunmamasına neden olur. Şüphelendiğiniz bölgede uzun süre araştırma yapın. Şayet “burada bir şeyler var” diyebiliyorsanız, kanuni prosedürü uygulayın. Gerekli izinleri alın, başınız ağrımasın. Bulduklarınızın karşılığını zaten devlet veriyor. Oranlarını kitabın ilk sayfalarında açıkladım. Umarım bu kitap sizlere yararlı olacaktır.Kitapta bulamadığınız işaret ve sembolleri e-posta adresime yazarak sorabilirsiniz.Kolay gelsin, rastgele…
Hatırat yazmak Osmanlı devlet adamları arasında yaygın değildir. Sınırlı sayıdaki hatırat metinleri zamanın ruhuna ilişkin özgün tecrübeler sunar. Modern zamanların son sultanı II. Abdülhamid’in güven ve kuşku sarmalında yedi defa sadarete getirdiği, hasımlarının ve takdirkarlarının müştereken müstesna bir zeka ve derin bir irfana sahip olduğunu teslim ettikleri, inişli çıkışlı siyasî hayatıyla dikkat çeken Sa‘îd Paşa’nın anıları son dönem Osmanlı devlet ve toplum hayatına yönelik zengin bilgiler içermektedir. Devlet idaresinde pratik ve pragmatik kararlarıyla ön plana çıkan Paşa’nın, geniş belge külliyatıyla yoğrulmuş anıları eleştiri, tavsiye, teklif, tahlil ve tespitlerle birlikte klasik siyasetname türünün de güzel örneklerinden biridir. [Küçük] Mehmed Sa‘îd Paşa’nın Hatıratı günümüz alfabesiyle yeniden yayımlanırken, ayakta kalma mücadelesi veren bir devletin siyasî, sosyal ve diplomatik hayatında olup bitenler, üst düzey bir devlet adamının kaleminden gözler önüne serilmektedir.
Mustafa Âsım Köksal, Osmanlı’dan günümüze miras kalan İslâmî ilim geleneğinin son temsilcilerindendir. Her türlü imkânsızlıklar içerisinde, yüksek seviyede medrese ve mektep tahsili görme imkânı bulamadan, büyük ölçüde kendi kendini yetiştirerek ortaya dünya çapında itibar gören eserler koyabilmiştir. Özellikle Resulullah’ın (sav) hayatı ve sîretine odaklanan ve İslâm tarihi sahası özelinde diğer İslâmî ilimleri de kuşatan bu ilmî çaba haricinde, 31 sene süren Diyanet İşleri’ndeki memuriyeti sırasında, ilk Diyanet İşleri reisinden itibaren birçok önemli şahsiyeti tanımış, yakın tarihimizin çeşitli hadiselerine şahit olmuştur. Ayrıca son devrin -günümüzde kendisi hakkında hemen hiçbir şey bilinmeyen- mutasavvıflarından İskilipli İbrahim Edhem Efendi’nin müridi ve halifesi olması sayesinde, ilim yoluyla tasavvufî hayatı şahsiyetinde birleştirmiş ve böylece bir Osmanlı âlimi olmanın gereğini yerine getirmiştir. Umarız ki bu mütevazı çalışma, günümüzde yaşamış bir İslâm âliminin daha iyi tanınması için bir vasıta ve kendisi hakkında ilim camiası tarafından -şimdiye kadar ihmal edilmiş olan- etraflı ve ilmî çalışmalar yapılabilmesi için de bir vesile olur.
Bir büyükelçinin 34 yıllık diplomasi mesleğinden bazı anılarına, günlük yaşamından kesit ve gözlemler ile görev yaptığı yerlere ilişkin çeşitli bilgilere yer verdiği bu eser, genç bir diplomat olarak gittiği, ilk görev yeri Pakistan'dan, mesleğinin zirvesine yükseldiği, son görev yeri Avusturya'nın görkemli başkenti Viyana Büyükelçiliği'ne kadar olan renkli bir dönemi anlatıyor.
Türkiye-Pakistan dostluk ilişkileri, SSCB'nin dağılmasından sonra doğan, başta Azerbaycan olmak üzere bağımsız ülkelerdeki gözlemleri, Batı Trakya Türklerinin AB üyesi bir ülkede maruz kaldıkları baskılar, İslam devriminden 30 yıl sonra İran'ın bugünkü siyasi-sosyal durumu vb. bu eserde anlatılan konulardan sadece bazıları. Geçmişin büyük imparatorluklarından bugünün cumhuriyetlerine dönüşmüş, İran, Rusya ve Avusturya gibi ülkemiz için her yönden önemli ülkelerle ilgili ilk elden gözlemlere yer vermesi bakımından, bu eserin konuyla ilgili araştırmacılara bazı önemli bilgiler vereceği de muhakkak.
Ve böylelikle emekli Büyükelçi Ümit Yardım da diplomasi tecrübesini hatırat olarak kaleme almış diplomatlar dünyasındaki yerini alıyor.
Uluslararası İlişkiler & Dış Politikada Denge Siyaseti Abdülhamid’in Şehzadeliği Birtakım Siyasî Olaylar Tahta çıkışı & I. Meşrutiyet Balkanlarda Yaşanan Huzursuzluk 93 Rus Harbi Parçalanma Düyun-u Umumiye Ermeni Sorunu Çarşafın Yasaklanması (1892) Kuveyt’in özerklik kazanması (1899) ABD & Filipinler (1899) Rus Konsolosu Rostkovski’nin Öldürülmesi Hafiye (Gizli Polis) Teşkilatı İkinci Meşrutiyet Abdülhamid’in Tahttan İndirilişi (31 Mart Vakası) Ulu Hakan’ın Vefatı II. Abdülhamid Anıtı Fransız İhtilâli (Devrimi) İhtilâlin Nedenleri Devrimin düşünsel sebepleri Devrimin İktisadi Nedenleri États Généraux’nun Yeniden Bir Araya Gelmesi Fransa İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi Osmanlı Dönemi Balkanların Durumu İstanbul’un Fethi Osmanlı Barışı Osmanlı Egemenliği Sonları
Şiî-Usûlî ulemanın önemli isimlerinden Muhakkik el-Hillî (ö. 676/1277) Usûlî düşünceye kendisiyle birlikte benimsenmeye başlanan bazı usûller katmış olması sebebiyle bu mezhebin bir teorisyeni sayılmaktadır. Ayrıca o, günümüzde de mezhebin temel eserleri arasında görülen önemli bir telifatın sahibidir. Bu vasıflar onu, Usûlî geleneğin hicri 7. yüzyıldaki en önemli temsilcisi kılmaktadır. Kendi döneminde Hille medresesinin lideri olan bu ismin fikhî ve kelâmî görüşlerinin derli toplu şekilde ele alınması ve onun geleneğe katkısının ortaya konulması İslam Mezhepleri Tarihi çalışmaları açısından önem taşımaktadır. Ülkemizde, bu çalışma kaleme alınırken hazırlanan bir yüksek lisans tezi dışında münhasıran Muhakkik el-Hillî’yi konu edinen bir çalışmanın olmaması bizi bu konuyu çalışmaya teşvik etmiş ve neticede elinizdeki bu çalışma vücut bulmuştur. Ayrıca yapılan literatür taramaları sonucunda Türkiye akademisinde Hille medresesi üzerine de yapılmış bir çalışmanın olmaması çalışmamıza olan şevkimizi arttırmış, bu alanda araştırma yapmak isteyen araştırmacılara da ışık tutma niyetimize vesile olmuştur. Bu açıdan çalışmamız, alandaki her iki eksildiği de doldurma amacı taşıyarak Muhakkik el-Hillî’nin geleneğe katkılarını ortaya koyarken bunu Hille ilim mirası açısından da ele almaya çalışmaktadır.
Halife 2. Hakem Dönemi Endülüs Tarihi (350-366/961-976)
Yaklaşık bir asra yakın İslâm dünyasının idaresini ellerinde bulunduran Emevî- ler devrinde, kısa bir süre içerisinde siyâsî, askerî ve sosyal alanlarda pek çok önemli hadise meydana gelmiştir. Bu olaylardan birisi de şüphesiz Avrupayı siyâsî, askerî ve kültürel olarak etkisi altına alan Endülüs’ün fethi olmuştur. Müslümanlar burada sekiz asır gibi uzun bir süre hüküm sürmüşler ve Avrupa’nın daha sonraki dönemlerde gelişmesine ve kalkınmasına direkt etki etmişlerdir.
Endülüs Emevî Halifesi Hakem b. Abdurrahmân, Endülüs Emevî hükümdarları arasında idârî dehâsı ve entelektüel şahsiyetiyle temâyüz etmiş birisidir. 15 yıl gibi bir süre tahtta kalan II. Hakem dış siyasette hem Endülüs’te hem de kuzey Afrika’da son derece önemli adımlar atarak devletin sınırlarını güçlendirmiştir. Öte yandan kendisi ilme, bilginlere ve kitaplara düşkün bir kimse olarak tarih kitaplarında yer almakla birlikte eğitim-öğretim faaliyetlerine gerekli desteği sağlamış ve ülkesinde adeta okuma-yazma bilmeyen kalmaması için özel gayret sarfetmiştir.
Elinizdeki bu çalışmada II. Hakem’in hayatı, şahsiyeti, siyaseti ve İlmî kişiliği ile birlikte döneminde başkent Kurtuba ve Endülüs’ün durumu ele alınmıştır.
Bingenli Hildegard, (1098-1179) Hıristiyan mistisizminin olgunlaşmaya başladığı Orta Çağ’da yaşamış mistik bir kadındır. Kendisi Tanrı, insan ve âlem gibi konuları ele aldığı eserleri yanında müzik, botanik, anatomi gibi farklı disiplinlere ait düşünceleriyle günümüze kadar etki etmiştir. Hakkında bir film yapılmış, yaşadığı manastırlar âdeta bir hac merkezi gibi kabul görmüştür. “Notaların uyumundan Tanrı’da birliğe gitme” ilkesiyle yüze yakın beste yapmış ve senfonileri Kilise müziği olarak kullanılmıştır. Hildegard, tıpkı Pavlus gibi vizyonlar gördüğünü ve Tanrı’nın kendisine mesajlar verdiğini iddia etmiştir. Bu vizyonların etkisiyle bir danışman veya gelecekten haber veren bir kâhin olarak kabul görmüştür. Hildegard, piskoposların, dönemin Papa’sı III. Eugene’nin (1080-1153) ve Kutsal Roma-Germen İmparatoru Friedrich Barbarossa’nın (1122-1190) görüştüğü bir mistiktir. Ayrıca halka ve rahiplere vaaz vermek için farklı şehirleri dolaşmış, bu vaazlarda hem rahipler zümresini bazı hususlarda eleştirmiş hem de Katharlar gibi heretik akımlara karşı insanları uyarmıştır.
Cem Karaca’nın vatandaşlıktan atılmasıyla 1987’de ülkeye dönüşü arasında geçen Almanya’daki sürgün yılları, pek az kişinin bildiği derin bir aşkın da yıllarıdır.
“Ömrüm” de Cem Karaca’nın sevdiği kadına, Meral Karaören’e taktığı isimdir.
Bu anı kitabı bizzat Karaören’in ağzından anlatılanlarla ve Ceyhun İrgil ile Naci Dinçer’in araştırmalarıyla hazırlandı. Meral Karaören anılarının yanı sıra belgelerin eşliğinde bazı şarkıların hikâyelerini, Cem Karaca’nın Almanya dönemine ait belge ve fotoğrafları, el yazısıyla hazırlanmış güfteleri ve mektuplarını paylaşıyor, bütün içtenliğiyle, özlemiyle. Bütün bunlar toplu olarak ilk kez çıkıyor okurların karşısına.
Cem Karaca 2004 yılında aramızdan ayrıldı, şarkıları hâlâ dinleniyor, hâlâ güncel. Kuşkusuz eşsiz bir ozandı o, Anadolu ezgilerini kendine özgü rock tarzıyla milyonlara ulaştıran bir efsaneydi.
Osmanlı Devleti’nin 36. ve son hükümdarı. 3 Temmuz 1918'de Sultan Reşat'ın ölümü üzerine 57 yaşında tahta çıktı. Tahta çıkışından kısa bir süre sonra şöyle dediği anlatılır:
"Ben bu makam için hazırlanmadım. Çocukluğumdan beri vücutça rahatsız olduğumdan layıkıyla tahsil edemedim. Yaşım kemale erdi, dünyada bir emelim kalmadı. Biraderle hangimizin evvel gideceğimiz malum olmadığından bu makamı bekleyişte değildim. Fakat takdiri ilahi böyle teveccüh etti, bu ağır vazifeyi deruhte eyledim. Şaşmış bir haldeyim, bana dua ediniz.”
Peki gerçekte Vahdettin kimdi? Prof. Mete Tuncay Vahdettin'in siyasi anlamda yanlış işler yapmış olabileceğini, ancak hainlikle suçlamanın da haksızlık olduğu görüşündedir. Prof. Mim Kemal Öke'ye göre Vahdettin ne haindir, nte de Milli Mücadele'yi başlatan gizli kahramandır. Murat Bardakçı ise Vahdettin'in, Bebek ile Aksaray arasındaki bölgeye sıkışmış bir padişahın çaresizliği içinde olduğunu kaydediyor, iki tarafı birden idare edip zaman kazanma' çabasının ihanet olarak yorumlandığını belirtiyor.
Elinizdeki bu kitap Vahdettin’in hem şehzadeliğini, hem padişahlığını, hem İstanbul’dan kaçışını, hem de sürgündeki günlerini anlatırken aynı zamanda Milli Mücadele’de yaşananlara da ışık tutmaktadır.
Arap coğrafyasındaki cehalet insanları insanlığından utandıracak noktaya gelmiştir. Her türlü zulüm ve işkence gündelik hayatın bir parçası olmuştur. Merhamet ve adalet, kız çocuklarıyla birlikte toprağa gömülen birer kelimeden ibarettir artık.
Tüm bu karanlığın ortasında bir ışık parlamış ve kavurucu çöl sıcaklarına rağmen bir umut yeşermiştir mazlumların yüreğinde. İslam’ın ferahlatan merhamet ve adalet çağrısı yankılanmaktadır kızgın kumların üstünde. Cesur savaşçı Halid de cevap vermiştir bu çağrıya ve kuşanıp zırhlarını, inmiştir er meydanına.Girdiği tüm savaşları kazanmasına, İslam sancağını şehir şehir, ülke ülke taşımasına tanık olman için Halid Bin Velid seni bekliyor.
Bizans İmparatoru Romen Diyojen Selçuklulara esir düşer ve Sultan Alparslan’ın huzuruna getirilir. Sultan’ın çadırında bir müddet sessizliğin ardından Alparslan esiri Diyojen’e sorar:“Beni yakalasaydınız ne yapardınız?”Romen Diyojen beklemediği bu soru karşısında biraz bekledikten sonra şu cevabı verir:“Ya atımın kuyruğuna bağlatır sürükletirdim veya demirden bir kafes yaptırıp sizi ülke ülke gezdirirdim”der.Sultan Alparslan bu cevap karşısında bir soru daha sorar:“Benim size ne yapacağımı sanıyorsunuz?” der.“Boynumu hemen vurduracaksınız veya beni bir demirkafese koyup diyar diyar gezdireceksiniz” der.Sultan Alparslan yanındaki askerlerine ve devlet adamlarına dönüp:“Serbest bırakın imparatoru ve ona bir at verip Bizans topraklarına sağ salim gitmesini sağlayın” dedi.Bu emir karşısında İmparator Diyojen çok şaşırdı ve donup kaldı.
1844 Eylül'ünde Paris'te Marx'la tanıştı ve onunla ortak kuramsal çalışmalara yöneldi. 1847 Haziran'ında Londra'da, sonradan Komünistler Birliği'ne dönüşen Doğrular Birliği'nin kongresine katıldı. 1848 devrimi sırasında, Marx'la birlikte Köln'e geçti ve ayaklanmalara katıldı.
1864'te Uluslararası Emekçiler Derneği (Enternasyonal)'nin kuruluş çalışmasında yer aldı ve yürütme organına seçildi. Çalışma dünyasına ilişkin gündelik deneyimleri, kapitalist üretim tarzının gelişme biçimlerini derinlemesine çözümleyebilmesine olanak sağladı. Marx'ın ölümünden sonra Kapital'in ikinci ve üçüncü ciltlerinin bazı bölümlerini tamamlayarak yayınladı. Anti-Dühring, Doğanın Diyalektiği (1873-1886), üretim ilişkilerinin akrabalık biçimleri üstünde belirleyici rol oynadığını gösterdiği Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (1884) adlı eserlerini yayınladı. 5 Ağustos 1895'de Londra'da öldü.
Lenin'in sağlığı, devrim ve savaşın getirdiği gerginlik sonucu oldukça zarar görmüş; suikast girişiminde aldığı yaralar sağlık durumunu daha da kötüye götürmüştü. Kurşun hâlâ boynunda idi ve omuriliğe yakın durduğu için, o günün tıp tekniğiyle çıkarılması mümkün değildi.
1922 Mayıs’ında ilk defa felç geçirerek sağ tarafı kısmen felçli kalan Lenin’in hükümetteki rolü giderek azaldı. Aynı yılın aralık ayında geçirdiği ikinci felçten sonra aktif politikadan çekildi. 1923 Mart’ında geçirdiği üçüncü felcin sonrasında konuşma yeteneğini de yitirerek ölene kadar yatağa bağımlı kaldı.
1917 Ekim Devrimi’nin esin kaynağı ve önderi olan Lenin, Marksizm’in çağın gereklerine göre hem kuramsal, hem politik, hem de ekonomik alanda, temel ilkelere bağlı kalarak yeniden uyarlamaya çalıştı. Peki Vladimir İlyiç Lenin kimdir? İşte hayatı...
Bu çalışmada, tarih sahnesinde farklı isimler altında ( Süryani, Keldani, Nesturi, Maruni, Melkit…) varlığını korumaya çalışan aynı halkın, değişik coğrafyalardaki varoluş çabalarından birini bulacaksınız.
Süryanilere vatan sevgisiyle, ulus kavramını benimsetmeye ve parçalanmış olan “ulusal kimliğin” yeniden inşasına çalışmış olan edebiyatçı, şair, gazeteci, dil bilimci Diyarbakırlı Nâum Faik Palak’ı okurken, aslında Süryanilerin varoluş çabalarının bir kesitine şahitlik etmiş olacaksınız.
“Sende doğdum sende ölmek isterim ey vatanım,Eylerim arz-ı türâbında gömülsün bu tenim…”
Bir taht veliahdı olarak dünyaya gelen İskender, babasının beklenenden çok erken gerçekleşen ölümü ile çok genç bir yaşta tahta geçmiş; siyasetin ayak oyunları içinde boğulmak yerine kendi hükümranlığını, gücünü ve dehasını sergileyerek kanıtlamak istemişti.
Örgütleyici yeteceği, cesareti, merakı ve azmiyle ilk adımı attığı andan ölene kadar savaştı, şehirler yıktı, yepyeni ve efsanevi kentler kurdu; koskoca bir imparatorluğu var ettiği yetmezmiş gibi bilinmezin arkasından Hindistan'a kadar uzandı; eşsiz hazinelere, uçsuz bucaksız topraklara ve sayısız insanın hayatına hükmetti...
Büyük İskender'in yaşamının hemen her alanına ışık tutan bu eser, hem bir komutan olan İskender'i, hem de bir insan olan İskender'i, eş zamanlı olarak anlatıyor.
Nikola Tesla, Sırbistan'ın Similjan kasabasında 10 Temmuz 1856 tarihinde doğdu. Babası papaz, annesi ise ev aletleri ile ilgilenen, ev aletleri mucidi olarak tanınan bir kadındı.
Tesla'nın Milca, Angelina ve Marica isimli üç kız kardeşi vardı. Tesla hiç evlenmedi.
Kolay öfkelenen bir yapıya sahipti.
Doğumu ve ölümü arasındaki kalan herşeyi bu kitapta okuyacaksınız...
Yusuf Kayaalp günümüz gençlerine tarihi, mizahi anlatım tarzıyla sevdiren; sade ve akıcı bir dille anlatan, yaptığı video içerikleriyle sosyal medyada tanınan önemli bir yazar ve YouTuber’dır.
Bu eserde, yaptıklarıyla tarihin seyrini değiştiren 20 lideri, mizahi anlatım tarzıyla okuyacaksınız ve okurken hem eğlenecek, hem de öğreneceksiniz. Kitapta; Mustafa Kemal Atatürk, Emir Timur, Fatih Sultan Mehmet, 2.Abdülhamit, Adolf Hitler, Attila, Fransa Kralları 14. ve 16. Louis, Muammer Kaddafi, Sultan Alparslan, Otto von Bismarck, 4.Murat, Fidel Castro, Vladimir Putin, Gandhi, George Washington, Kont Drakula (Kazıklı Voyvoda), 2.Mahmut, Sultan İbrahim, Büyük Petro, Ragnar Lodbrok isimli liderlerin hayatlarını ve tarihin seyrini nasıl değiştirdiklerini okuyacaksınız.
1880'de İstanbul'da, sıradan bir memurun oğlu olarak hayata gözlerini açan İsmail Enver'in kökleri 1860'lara varan Genç Türkler hareketine katılıp çıktığı Makedonya dağlarından, 11 temmuz 1908'de ve bu ihtilalin muzaffer bayrağını omuzlarında taşıyarak dönüşüne kadar geçen olaylar, bu eserin birinci cildini teşkil ediyordu.
“… Sabaha karşı gizlice eşeği ahırdan çıkartarak takılmıştı kasabaya giden bir-iki köylünün arkasına. Ailesi okumasını istemiyordu. Sınav yola çıktığı günün ertesi günüydü. Her elini kolunu sallayanın gelince sınava girebileceğini sanacak kadar çocuk yaştaydı. Hafik kazasına vardıklarında bir dizi sürpriz beklemekteydi onu. Başvuru dönemi geçmişti. Nüfus cüzdanını sordular; yoktu. Hafik ilköğretim Müdürü Gaffar Beyin yanına gitti. Gaffar Bey başvuru döneminin geçtiğini ama babasının gelmesi halinde ona bir şans verebileceğini söylemişti. Dilinin vardığınca derdini anlattı Gaffar Beye. Çocuğun çaresizliği ve tutku derecesindeki okuma isteği Gaffar Beyi derinden etkilemişti. Bir not yazıp Aziz’i Hafik Kaymakamına gönderdi. Hafik kaymakamı konuya vakıf olunca, nüfus cüzdanını çıkarttırması için nüfus memuruna gönderdi Aziz’i. Nüfus memuru yanından velisi olmadığı gerekçesiyle onu geri çevirmişti. Aziz vaz geçmek niyetinde değildi. Tekrar Kaymakama çıktı. Kaymakam Aziz’in yanına bir görevli vererek tekrar onu nüfus memuruna göndermişti. Beraber, köyden birlikte geldikleri köylülerden birini kasabadan bulup, şahit olarak yanlarına alarak nüfus memurunu ikna etmiş ve nüfus cüzdanını çıkarttırtmışlardı. Nüfus cüzdanı tamamdı artık. Ertesi gün büyük bir heyecanla yazılı sınava girmiş ve başarıyla Pamukpınar Köy Enstitüsünde oluma hakkını kazanmıştı …”
Bu kitap köy enstitüleri uygulaması sayesinde okuyabilen ve üst düzey bürokraside görevler üstlenen bir köy çocuğunun hayatı üzerinden yakın dönem Cumhuriyet Tarihine ışık tutmak amacıyla kaleme alınmıştır.
Gülen Elmas Arslan
Bugün Türkiyeli göçmenler olmaksızın Almanya’yı düşünmek mümkün değildir. Onlar “konuk işçi” (Gastarbeiter) olmaktan çıkarak, Alman toplumunun ayrılmaz parçası haline gelmişlerdir. Bonn’a bağlı Bad Godesberg’de imzalanan 30 Ekim 1961 tarihli ikili işgücü anlaşması hangi iç ve dış konjonktürel şartların birleşmesi sonucu ortaya çıkmış, bu anlaşma Türkiye- (F.) Almanya ilişkilerini nasıl etkilemiştir? Soğuk Savaş’ın sembolü Berlin Duvarı’nın inşasından yalnızca birkaç ay sonra, her iki ülkenin çıkarı hangi noktada kesişmiştir? Tarihsel anlamda yakın olan ikili ilişkiler, hangi koşullar altında dönüşüme uğramıştır?
Haziran 2019’da Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans Tezi olarak hazırlanan ve Prof. Dr. Erel Tellal’ın önerisi ile Friedrich- Ebert- Stiftung Türkiye Temsilciliği’nin katkılarıyla güncellenerek kitap haline getirilen bu çalışmada, Türkiye’den göçün 1961-2000 yılları arasında Türkiye- (F.) Almanya ilişkilerine etkisi analiz edilmektedir.
Berlin’de doğup büyüyen, Türkiye’de Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi eğitimi almış “gurbetçi” bir ailenin çocuğu olarak, konuya ilgisiz kalamazdım. Almanya’ya yerleşen “Türkiye kökenli Almanyalılar” özellikle Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler ve Sosyoloji’nin önemli bir araştırma konusu olmaya devam edecektir. Kitabın konuya ilgi duyanlara katkısı olacağına inanıyorum.- Duygu Dağ
Hasan Basri Çantay
Ünlü ressam ve mucidin, Walter Isaacson’un yazdığı en son biyografisinin yanı sıra Dan Brown’ın Da Vinci Şifresi serisinin yayımlanmasıyla aynı döneme denk gelen bu kitap, Leonardo Da Vinci’yle ilgili 101 gerçeği ayrıntılarıyla sunuyor.
Da Vinci Hakkında Bilmediğiniz 101 Şey, bu meşhur sanatçı, mucit ve Mona Lisa’yla Vitruvian Adamı’nın yaratıcısı hakkında bilmediğiniz tüm şaşırtıcı bilgileri size sunuyor: özel hayatıyla ilgili detaylar, icatları ve sanatıyla ilgili bilgiler, çağdaşlarıyla bağlantısı ve ölümünden bu yana dünya üzerindeki etkileri.
Mesela:
-Da Vinci solaktı, sağdan sola doğru yazıyordu, mektuplarını bile.
-Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği, Leonardo’nun kullandığı boya ve rutubet yüzünden neredeyse tamamlandıktan hemen sonra duvardan dökülmeye başlamıştı.
-Leonardo’nun sayısız icadı ve tasarımı arasında, Fransa Kralı 1. Francis’in tahta çıkışı anısına tasarladığı mekanik bir aslan vardı. İster ilham arayışında olun ister insanlık tarihinin en yaratıcısı dehasıyla ilgili bilgi ya da ilginç ve eğlenceli ayrıntılar, Da Vinci Hakkındam Bilmediğiniz 101 Şey, tam aradığınız kitap!
“Ülkü, maddenin marabasıdır.”Trabzon liman burjuvazisinin Batum’da kâr, İstanbul’da ayrıca emniyet ve de siyaset arayan temsilcilerinden Sürmeneli Kulaçzadelerin oğlu Halit Rıfkı, 1915’te Hicaz Cephesi’nde Birinci Dünya Savaşı’na dahil edildiğinde, “dünya kavimlerinin Marx ümmeti” olmaya başladıklarını görmekteydi…
Esaret kampında çıkardığı gazetelerde ve 1920’de Trabzon’da bu düşüncelerini dile getirdi. 1921’de Tiflis, 1922’de Moskova’daydı. 1927’de Trabzon’da bir gazetenin başyazarı oldu.
Verimli bir köşe yazarı olan Halit Rıfkı, siyasi görüşleri nedeniyle suskunluğa mahkum edildi, buna karşılık 1936’da özgün bir Kurtuluş Savaşı romanı (Milletleşen Adam) kaleme aldı. Ölene kadar 1917 öncesi Marksizmi’ne bağlı kaldı, Trabzon’da kendi köşesini, bilgisi ve dirençli duruşuyla kendisi yarattı…
Kapitalizmden sosyalizme geçiş sorunlarıyla bağlantılı olarak, üretimin gelişmişliği, ekonomizm, legalizm, dünya devrimi ve parti kavramları üzerinden tartışılırken, Mustafa Suphi, Esat Ömer, Zeki Baştımar’ların Trabzon’unda siyaset – aile reisliği, komşuluk ve de ‘insanlık’ - hangi toplumsal bağlamın hangi söylemiyle yürütülecekti…
Uvakoğlu Atsız, Alp Arslan’ın ve aynı zamanda Melikşah’ın dirayetli komutanlarındandır. Kaynaklar, Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti’ni kuran Atsız’ın büyük bir komutan ve devlet adamı olduğu hususunda ittifak hâlindedir. Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve bu devlete büyük bir sadakatle bağlı olmasına rağmen Atsız’ın başına gelen hazin son, maalesef ki tarihimizde ne ilkti ne de son olacaktı.
Yahya Kemal Beyatlı’nın “Eğer Malazgird’i bir Ermeni papazı sağlam bir nesirle tasvir etmeseydi, Anadolu’da vatanımızın kuruluşuna dair olan en mübarek bir vak’ayı bilmezdik.” (Ünver, 1980, s. 65) cümlesinin mefhumunu belki o kadar olmasa bile Selçuklu tarihini ve tabiatıyla genel Türk tarihini okurken de idrak ediyoruz. Bu tarihi Arap, İran, Ermeni, Süryani, Bizans metinlerinde biraz da kendi bakış açılarınca yazıldığını hesaba katarak dikkatle incelediğimizde, Türklerin “tarih yapan” fakat “tarihi yazmayan” bir millet olma özelliği ile temayüz ettiğini anlıyoruz. Daha eski zamanlara gittiğimizde Türk tarihini Çin kaynaklarından okumanın hem hüznünü hem de gururunu yaşıyoruz. Tarihimizin bir çeşit “kardeş kavgası” olma niteliğini yeniden hatırlamanın acısını yaşarken bütün bunlara rağmen tarihin en eski dönemlerinde atalarımızın -Çin gibi büyük bir devleti çoğu zaman dize getiren- kahramanlıklarını okuyup gururlanıyoruz.
Tarihî hadiseleri bugünden bakarak değerlendirmek doğru değildir. Bununla birlikte “keşke öyle olmasaydı” demekten kendimizi alamayız. Bu bakımdan “anakronik bakış” arızalı bir değerlendirme biçimi olarak görülse de bugünden geriye doğru “keşke öyle olmasaydı” yollu bir cümlenin geçmişi değiştiremeyeceğini biliyor; lakin bu ifadenin geleceği değiştirebilecek bir gücü olduğuna inanıyoruz.
Bilimsel gelişmeler Eski Çağ’dan itibaren tarihin hemen hemen her döneminde ama az ama çok ilerleme kaydetmiştir. Bu ilerlemeler birçok kavim ve millet tarafından gerçekleştirilmiştir. Bilim tarihini bir akarsuya benzetecek olursak bu akarsu geçtiği her toprakta yaşayan kavim ve milletlerden beslenmiş ve ilerlemeler kat etmiştir.XIII. yüzyılda İslam uygarlığında meydana gelen fetihler yolu ile toprak genişlemesi ve yabancı milletlere komşu olunması ebetteki Doğu dünyasında birtakım değişimlere ve etkilere sebebiyet vermiştir. Fetihler yolu ile meydana gelen sınır genişlemesi Orta Çağ döneminin bilimsel kültür merkezleri olan Dımaşk, Bağdat, İskenderiye, Kahire, Bağdat ve Orta Asya topraklarını İslam medeniyetine katmıştır. Ayrıca fetihler yolu ile genişleyen topraklarda İslam medeniyeti her zaman hoşgörü ile muamele etmiş olup sultanlar, hükümdarlar ve hakanlar her zaman adaletle hükmetmeyi ve bilimsel gelişmelere katkı yapmayı kendilerine şiar edinmişlerdir. İslam uygarlığında bilime verilen değer hangi ırk, din olursa olsun hangi dil olursa olsun ayrım gözetmeksizin bilimi olduğu gibi almıştır. Bu rasyonel ortam meyvesini ilk önce çeviriler yolu ile daha sonra da bilimsel kültürü döneminin zirvesine ulaştırması ile vermiştir.Çalışmanın giriş kısmında ilk önce coğrafya biliminin tarihsel süreci hakkında ve coğrafya bilimine katkı yapan şahıslara ve eserlerine değinilmiştir. Araştırmanın ilk bölümünde, coğrafya biliminin tarihsel süreci ve bu bilime katkı yapan bilginleri ve eserleri tanıtılmıştır. Daha sonra kitabın amacı, yöntemi, önemi, sınırlılıkları ve hipotezleri anlatılmıştır. İkinci bölümde Eski Çağ’da bilim ve coğrafya biliminin gelişimine değinilmiş. Üçüncü bölümde İlk Çağ’da bilimsel gelişmeler ve coğrafya biliminin tarihsel süreci anlatılmıştır. Dördüncü bölümde Orta Çağ döneminde gerek İslam gerekse Hristiyan dünyasında meydana gelen bilimsel gelişmeler ve coğrafya bilimi anlatılmıştır. Beşinci bölümde araştırma konusu olan XIII. yüzyılda meydana gelen gelişmelere odaklanılmıştır
1888 ve 1895 yıllarında Dersim'i bir baştan bir başa dolaşan etnograf Antranik'in (Yeritsyan) 1900’de Tiflis’te Ermenice olarak yayımlanan kitabı 2012’de yapılan ilk Türkçe çevirisinden sonra bu kez de yenilenmiş baskısıyla okura sunuluyor.
Tarihi boyunca kendine özgü bir yaşantının hüküm sürdüğü bölgenin doğal konumundan iklimine, sularından bitki örtüsüne, hayvanlarına, kuşlarına, madenlerine ve kaplıcalarına değin bütün bir Dersim coğrafyasını gözler önüne seren Antranik, yüz otuz yıl öncesinin Dersim hayatını da ayrıntılarıyla, köy köy, hane sayısı ve nüfus istatistikleri de vererek aktarıyor. Yalçın dağlar ve sık ormanlarla çevrili haşin bir tabiat ile iç içe yaşayan Dersimlinin duygu dünyası ve yaşam mücadelesi, halk tarihçilerinin ve seyitlerin ağzından, yazarın gözlemleri eşliğinde sunuluyor. Aşiret yaşamı, aşiretler arası ilişkiler, Ermeni Mirakyan aşireti ve Kızılbaşlar hakkında önemli bilgilerin yer aldığı kitap, Dersim-Osmanlı ilişkisi, merkezi otoriteye karşı tutum ve 19. yüzyılda Dersim'e yönelik askeri harekatlar ve bunların sonuçlarının yer aldığı son bölümüyle tarihe de tanıklık ediyor.
Kitapta, yazarın notlarının yanı sıra, Türkçe baskıya özel olarak hazırlanmış açıklamalar, yerleşim yerlerinin eski ve yeni adlarının karşılaştırmalı bir listesi ve alfabetik bir dizin de yer alıyor.
Sokullu Mehmed Paşa 1505’te Bosna’ya tabi Vişegrad kazasının Sokoloviç köyünde doğdu. Müslüman olmadan önceki adı kaynaklarda Bayo (Bayiça) olarak geçmektedir. İlk eğitimini Bosna’da Mileşeva manastırında rahip olan dayısından aldı. Burada aynı zamanda kendisine papaz yardımcılığı görevi verildi. Sultan I. Süleyman döneminin ilk senelerinde Bosna’dan devşirme yazmakla vazifeli olan Yeşilce Mehmed Bey tarafından beğenilerek devşirme alındığı bilinmektedir. Bosna’nın önemli ailelerinden devşirilen çocuklar Edirne’ye getirilip Kanuni Sultan Süleyman’a sunuldu ve Edirne sarayında Mehmed adını alarak eğitimine başladı. Edirne Sarayı’ndaki eğitiminden sonra dönemin devlet adamlarından olan İskender Paşa’nın yanına verildi. Ancak İskender Paşa’nın Irakeyn seferi esnasında ölmesi üzerine Mehmed Enderun’a alındı. Enderun’da sırasıyla küçük oda hizmeti, iç hazine, rikâbdar, çuhadar, silâhdar, çaşnigîrbaşı ve büyük kapıcıbaşı gibi vazifeler eda etti.
Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Çanakkale Savaşları sırasında ne-ler yaşandığını ortaya koymak üzereMeclis tutanaklarını okumaya baş-lamıştım. Sonra da bu konuyla ilgili bir makale kaleme aldım. Bir süresonra da acaba “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Çanakkale Savaşları konuşulup, tartışılmış mı” diye birsoruya cevap aramaya başladım.Bu bağlamda konusunun beklediğimden farklı olduğunu gördüm. Ve araştırmamı bu yönde sürdürmeyedevam ettim. Türkiye Büyük Mil-let Meclisi’nin açılışından 12 Eylül 1980 tarihine kadar TBMM, KurucuMeclis’te ve Cumhuriyet Senatosu’nda görev yapan üyeleri tespit ede-rek onların neler yaptığını hemtutanaklardan, hem hayat hikâyelerinden hem de basından araştırarak 2017 yılında “ÇanakkaleCephesi’nden Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne” adlı temel kaynak bir eser yayınladım. Bu çalışmalarımısürdürürken tüm üyelerin hayat hikâyelerini kendi yazdıkları ve TBMM Arşivi’nde bulunan “OlumlukKâğıdından” oku-dum. Olumluk kâğıtları içerisinde pek çok ilginç bilgiye rastladım. An-cak bana enilginç gelenlerden birisi 8.dönemde Bursa’dan milletvekili seçilen Mehmet Faik Bey’e ait olandı. MehmetFaik Bey, olumluk kâğı-dında ihtiyat zabiti namzedi olarak Harbiye Mektebi’nde bulunduğunu veÇanakkale Cephesi’nde Mustafa Kemal’in emrinde savaştığını daha sonra da Galiçya’ya sevk edildiğinibelirterek, 1333 senesinde iki kolu-nu yitirdiğini yazmış ve sonra da 1.Dünya Savaşı’nın sonuna kadarAvusturya’da tedavi gördüğünü belirterek ancak savaş sona erince zo-runlu de yurda döndüğünüvurgulamıştı.
Bizim Oryantalizm alanında araştırmayı tercih etmemizin sebebi gurbetçi bir ailenin çocuğu olarak Almanya’da doğmuş ve üniversiteye kadar eğitimimizi orada almış bulunmamızdır. Okulda öğretmenlerimizin İslâm hakkındaki bilgilerini oryantalist kaynaklardan elde etmiş olmaları, ayrıca Müslüman kimliğimizden dolayı günlük yaşantımızda muhatap olduğumuz - Oryantalizm’in iddialarını barındıran - sorular, erken yaşlardan itibaren Oryantalizm ve bir nevi oryantalistlerle tanışmamıza vesile olmuştur. Bu sebeple araştırmamızı aşina olduğumuz oryantalizm alanında hazırlamaya karar verdik.
Araştırma konusu olan Carl Brockelmann’ı tercih etmemizin en temel amili ise müellifin dili Almancaya vakıf olmamız ile onun büyük bir kısmı Almanya’da bulunan kaynaklarına ulaşma imkânımızın bulunmasıdır. Carl Brockelmann’ın Oryantalizm tarihi içinde pek çok araştırmacıyı da etkileyen ihmal edilemeyecek bir konuma sahip olması, kararımızı etkileyen diğer bir faktördür.
Tarihi gerçeklerin açıklanması sırasında anılar önemli bir konuma sahiptir. Dönemin tarihini aktaracak yazarlar için bu belgeler önemlidir. Anılar sayesinde yaşanılan dönemi tüm gerçekliğiyle öğrenebiliriz. Gelecek nesillerin geçmişi doğru şekilde öğrenip, sonuçlar çıkarması için anıların önemli bir etken olduğunu söylemede sakınca yoktur. Ebubekir Hâzım Tepeyran, yarım yüzyıl süren devlet adamlığı konumundayken elde ettiği gözlemlerine birer öykü niteliği kazandırarak biz okuyuculara başarılı bir şekilde aktarmıştır. 19. yüzyılın sonundan, 20. Yüzyılın ortasına kadar geçen yaşam süresince, rastlanılan olaylar, Hâzım Tepeyran’ın kalemiyle birer belge niteliği kazanarak karşımıza çıkmıştır. Hatıralarım adlı bu eser edebiyat ve tarih açısından baktığımız zaman önemli bir konuma sahiptir ve nesiller boyunca bu konumu koruyacaktır.
Bir saray mensubunun XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyıl başlarına ait olan evkafını konu alan bu çalışmanın kahramanı Osman Ağa'dır. Enderun'da yetişen ve yaşamının büyük kısmını Topkapı Sarayı'nda geçiren ağa, III. Murad, III. Mehmed ve I. Ahmed dönemlerinde devlet hizmetinde bulunmuştur. Arşiv kayıtlarına yansıyan bilgilerden Enderun Hazinesi Kethüdası, Hazinedarbaşı ve Bâbüssaâde ağası olarak hizmet ettiği anlaşılan ağanın ayrıca toplumsal ihtiyaçları gidermek üzere iki vakıf kurduğu saptanmıştır.
İpsala'da susuzluğu gidermek amacıyla su hayratını, Kadıköy'de de harap olmuş mescidi yenileyerek bir mabedi, toplumun kullanımına sunmuştur. Bu eserlerin dışında Enderun'da ve dış saraylarda yetiştirilen iç oğlanların yararına hizmetlerde bulunmuş, evkafının Haremeyn vakıflarından biri olarak anılmasını sağlayacak bir organizasyona dahil olmuştur.
Hizmetlerin yerine getirilebilmesi için İnebahtı Sancağı'ndaki bazı köyleri, İstanbul'da sur içinde, Galata'da, Kadıköy'de, Kuzguncuk'ta, Eyüp'te ve İpsala'da bulunan çok sayıdaki gayrimenkulü bağışlamış, bu şekilde hayata geçirdiği vakıfların sonsuza dek devamını amaçlamıştır. Ancak kendi adıyla anılan Kadıköy'deki camii dışında diğer eserleri ve hizmetleri günümüze ulaşamamıştır.
XI. ve XIII. yüzyıllar arasında Ortadoğu’da yaşanan Müslüman-Haçlı mücadelesi isimleri günümüzde dahi konuşulan birçok kahramanın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bunların en önde gelen simalarından biri de Salâhaddîn Eyyûbî’dir. Kazandığı askerî başarıların yanında düşmanlarına bile gösterdiği tevazu, iyi niyet ve cömertlik kendisinin sadece Doğu’da değil Batı dünyası tarafından da tanınıp takdir edilmesini sağlamıştır.Sultân’ın en yakınındaki kişilerden Bahâeddîn b. Şeddâd tarafından kaleme alınan en-Nevâdır es-Sultâniyye ve’l-Mehâsin el-Yûsufiyye adlı eser, onun sadece siyasî-askerî başarılarını değil; bir insan ve hükümdar olarak ortaya koyduğu fiilleri canlı bir şekilde aksettirmesi açısından çok değerlidir.Ayrıca yapılan tercümenin sonuna Sultân Salâhaddîn’in nesebiyle alakalı tartışmalara ışık tutması amacıyla dönemin Müslüman, Yerli Hıristiyan ve Latin kaynaklarında geçen bilgiler eklenmiştir. Bunlar arasında bizzat Eyyûbî ailesinden el-Melik el-Emced’in kaleme aldığı konuyla ilgili bir risale de bulunmaktadır.
Bu çalışma, Ebû Hâmid Muhammed el-Gırnâtî’nin 1114 yılında İspanya’nın Gırnata şehrinden yola çıkması ile başlayıp, 55 yıl süren gezisi sırasında görüp duyduklarını yazdığı seyahatnamesini ihtiva etmektedir. Müellif bu süre içerisinde Kuzey Afrika, Arap Yarımadası, İran Coğrafyası, Kafkaslar ve Doğu Avrupa’ya kadar olan Karadeniz’in kuzeyindeki toprakları gezmiştir. Buralarda gördüğü ilginç olayları, yapıları, insanları ve zaman zaman buralardaki insanların kültür hayatına dair özellikleri 80’li yaşlarında bir kitap halinde getirmiştir. XII. yüzyıla ait olan bu eserin sanat tarihi, kültür tarihi ve Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Türklerin tarihi hakkında bilgiler vermesi, onu önemli kılan özellikleri arasındadır. Bir diğer özelliği de eserde geçen bazı bilgilerin mitolojik diyebileceğimiz rivayetlerden oluşmasıdır. Dünya’daki önemli sayılabilecek denizler hakkında bilgiler vermesi de eserin özelliklerinden biridir. Bununla birlikte deniz ve karadaki hayvanlar hakkında da bilgiler sunmaktadır.
Bu seyahatnamenin, bilinmeyenlere dair ortaya yeni bilgiler koyarken, bilinenlere dair bilgileri de destekleyici olması, eserin bütün olarak tarih araştırmaları için önemli olduğunun bir kanıtıdır. Diğer taraftan eserin geniş bir şekilde Türklerden bahsediyor olması Türk tarihi için başlı başına bir önem arz etmektedir.
Tarihi olayların anlaşılması ve yorumlanmasında, hatıra, günlük türü belgelerin subjektif olması muhtemel olmakla birlikte; bu tarz eserler, olayların arka planlarını verip insani duyguları öne çıkarması açısından kayda değer öneme sahiptir. Elinizdeki kitap, savaş esnasında milli duyguları önplana çıkmış, Osmanlı Devleti'ne ve Müslüman Türk milletine karşı önyargılı ve hasmane görüşlere sahip bir ingiliz savaş muhabiri olan Ellis Ashmead Bartlett'in kendi kamuoyunu bilgilendirmek üzere Londra basınına gönderdiği raporlardan oluşmaktadır. Yazar Çanakkale önüne gelen Müttefik ordusu için de "son ve en büyük Haçlı Ordusu" ifadesini kullanmaktan çekinmez... Kitap savaşın siper arkasını, insani yönünü vermesi ve Bartlett!in sahsında İngiliz kamuoyunun savaşa bakışını aksettirmesi bakımından önem taşımaktadır.
Kanunî Sultan Süleyman Osmanlı Devleti’nin gücünün ve şanının zirveye çıktığı dönemin padişahıdır. 46 yıl süren saltanatı boyunca 13 büyük sefer yapmış ve pek çok şehir ve kaleleri Macaristan, Erdel, Belgrad, Trablusgarp, Cezayir, Bağdad’a kadar Irak toprakları, Anadolu’nun batısında bulunan Rodos ve Sakız adası dahil pek çok yeri fethederek Türk topraklarına katmıştır. Kanunî Sultan Süleyman, hem fetihleriyle hem de uzun yaşamı süresince bıraktığı eserleri ile Seyahatnâme’de geniş yer bulabilmiş padişahlardan biridir. Kanunî Sultan Süleyman hakkındaki bu kitap, Türklerin büyük seyyahı ve dünyanın en büyük seyahat yazarlarından olan Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde onun hakkında geçen bahislerden seçilmiştir. 46 yıl süren saltanatı boyunca çoğunluğu İstanbul’da olmak üzere Osmanlı topraklarında pek çok eser bırakmış olan Kanunî Sultan Süleyman’ın padişahlık öncesi bilgileri, savaşları, kanunları, eserleri ve zamanında yaşamış meşhurlara ait bütün bilgiler yer almaktadır.
Sultan 2. Abdülhamid, günümüzde varlığını devam ettiren birçok müessesenin kurucusudur. Bu anlamda, ülkenin modernleşmesi ve uluslararası arenada önemli bir aktör haline gelmesi hedefine yönelik olarak ciddi adımlar atmıştır. Modernleşmenin ve güçlü bir ülke olmanın en önemli unsuru olarak eğitimi görüyordu. Bu sebeple döneminde ülkedeki modern eğitim veren okulların sayısı bir hayli artmıştır. 2. Abdülhamid uyguladığı eğitim politikasını şöyle anlatır: “Ben elimden geldiği kadar mektepler açarak cehaleti yok etmeye, çocuklarımızı tahsile sevketmeye uğraştım”.
Genel anlamda bakıldığında 2. Abdülhamid döneminde başarılı bir eğitim politikası sürdürüldüğünü söylemek mümkündür. Bu dönemde açılan okulların çoğalması ve ülke geneline yaygınlaşması, yeni ve eğitimli bir neslin yetişmesinde rol oynamıştır. Bu nesiller, özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinde yoğun bir emperyalist saldırıya maruz kalan Osmanlı Devleti’nin ayakta kalmasına ve sonrasında da aynı emperyalist güçlere karşı millî mücadele verilip modern Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşmasına ön ayak olmuşlardır.
Ahmet Vurgun, “Maarifperver Sultan 2. Abdülhamid” adlı kitabında, sağlam kaynaklara dayanarak, bütün bu sürecin nasıl yaşandığını gözler önüne seriyor. II. Abdülhamid Dönemi’nin eğitim anlayışı ve uygulamalarını en iyi şekilde anlayabilmek için muhakkak okunması gereken bir eserdir.Prof. Dr. Vahdettin Engin
Şehzâde Selim 1469 senesinde Amasya'da doğmuş ve on bir yaşına kadar babası ile beraber yine burada yaşamıştı. Ara sıra İstanbul Fâtihi olan dedesi Fâtih Sultan Mehmed Han çağırınca İstanbul'a gidip gelmişti. O büyük padişah tarafından sevilmiş ve çocukluk çağlarında çok iyi bir talim ve terbiye görmüştü.
Büyüyüp yiğit oldu ve yirmi dokuz sene Trabzon Sancağını idare etti. Burada sancak beyliği yaptığı sıralarda İran ve Kafkasya meselelerini çok iyi inceledi ve birçok planlarını burada iken yaptı. Öyle ki Osmanlı zamanında Şah İsmail tehlikesini, doğru olarak ilk o anlamış ve bu hususta yapılması gerekenleri görmüş, kendisini ona göre hazırlamıştı. Nitekim bu ileri görüşlülük en sonunda onu tahta çıkaran sebep olacaktı.
Devraldığı imparatorluğu sekiz yılda tam iki buçuk kat büyüterek Osmanlı'yı üç kıtaya hakim muazzam bir güce kavuşturan yiğit ve cesur hükümdar... Akdeniz'i boydan boya Osmanlı sahili haline getiren "Yavuz" hükümdar...
Şark'ın En Sevgili Sultanı;
Neredeyse bütün ömrünü Kudüs'ün ve Mescid-i Aksa'nın Haçlılardan geri alınmasına adayan büyük kumandan, çölde çadırda yatarken kendisine bir saray yapmayı teklif edenlere; “Allah'ın evi esir iken, muhasara altındayken ben nasıl saray düşünürüm!” diyen sadık insan. 1187'de Kudüs'ü fethederek, 88 yıllık Haçlı işgaline son veren muzaffer komutan, Selahaddin Eyyubi...
Kanuni Sultan Süleyman tahta çıktığında, babası Yavuz Sultan Selim'in tersine yüzünü batıya çevirmişti, zaten babası doğu tarafında yapılması gerekenleri yapmıştı.
Kanuni Sultan Süleyman, kırk altı sene gibi hiç de az olma- yan saltanatında akıl almaz işler yaptı. Babası Yavuz Sultan Selim'den altı milyon beş yüz elli yedi bin kilometrekare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını on dört milyon sekiz yüz doksan üç bin kilometrekareye çıkardı. Bu fevkalade bir yükselişti.
Bir taraftan da imar faaliyetlerine devam etti. Bu hususta Mimar Sinan'ın hizmeti büyük oldu. Osmanlı Devletinin en parlak devrinin bu büyük mimarı Kanüni Sultan Süleyman devrinde cihana parmak ısırtan eserlere imza attı.
Büyük bir devlet adamı olmasında şüphe bulunmayan Kanuni Sultan Süleyman Han aynı zamanda iki bin dokuz yüz şiiri bulunan ünlü bir şairdi.
Halk arasında meşhur olmuş şiirlerinden birinde geçen, sağlık ve birliği öğütleyen iki beyti şudur: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır, Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi”.
Said Halim Paşa’nın yaşadığı II. Meşrutiyet Döneminin düşünce dünyası; “karşı karşıya kaldığımız sorunları, kendi tarihî mirasımızın imkânlarını seferber ederek mi yoksa Batılılaşarak mı çözebiliriz?” sorusu etrafında şekillenmişti. Paşa bu tartışmaya hem Batı tecrübesini hem de burayı bilen bir şahsiyet olarak katılmıştı.Mehmed Âkif’in ifadesiyle o “ümmetin en büyük mütefekkirlerinden birisi”dir. Batı’yı çok iyi bilir ancak İslami geleneğe de hakimdir. Üstelik hem ciddi bir tefekkür insanı hem de devletin en zor zamanlarında çok çeşitli kademelerde icra görevi üstlenmiş birisi olarak düşüncelerini uygulamada da tecrübe etme imkânı elde etmiştir. Bu özellikleri, onun farklı beslenme kaynakları ile kurduğu irtibata ve meseleleri ele alışındaki özgüvenli tutuma doğrudan yansımıştır.Bu kitap bugün de sıklıkla tartıştığımız pek çok konuda öncü bir fikir insanı olarak Said Halim Paşa’yı yeniden gündeme getirmeyi amaçlamaktadır. Kitabı okuyanlar onun önerilerinin ve değerlendirmelerinin ne kadar sahih ve uzun ömürlü olduğunu kolaylıkla görebilirler.
Türk milletinin kahramanları çoktur. Maalesef bazıları, tarihin tozlu sayfaları arasında kalmıştır. Bu kahramanların yaptıkları fedakârlıkları gün yüzüne çıkarmanın tarihî araştırmalara katkı sunacak millî bir görev olduğunu düşünüyoruz. İşte fedakârlıkları gün yüzüne çıkarılması gereken kahramanlardan biri de İpsalalı Ahmed Paşa'dır (ö. 1819). Ahmed Paşa'nın 1806-1812 Osmanlı-Rus Harbi'ndeki özverili mücadelesi, Rusya'daki esaret ayları ve akabinde kendisine verilen önemli görevlerin mahiyeti bu kitapta incelenmiştir. Ahmed Paşa'nın Sırp isyanının bastırılmasındaki rolü ile Kastamonu ve Erzurum'daki faaliyetleri de kitabın konusunu oluşturan unsurlardandır. Kitapta bugün de gündemde olan Ukrayna toprakları ile Moldova, Romanya ve Bulgaristan'da bize aşina olan pek çok şehir ve kasaba ismi ile karşılaşacaksınız. Bir zamanların Türkiye'si olan bu topraklarda Türk askerlerinin canla başla yaptıkları mücadeleye şahit olacaksınız. Kitap, büyük ölçüde Osmanlı Arşivi belgelerine dayandığı için birincil kaynaklar temelinde inşa edilmiştir. Bu kitap salt bir biyografi değil aynı zamanda savaş tarihini de içinde barındıran çok yönlü bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Müellifimiz Ahmed Müfid Efendi'nin hayatı hakkında herhangi bir bilgimiz bulunmamakla birlikte kendi aktarımlarına göre Tepedelenli Ali Paşa'nın kız kardeşi Şehnisa Hanım'ın, ikinci eşi Selman Bey'den olan Adem Bey'in oğlu Melik Paşa'nın torunudur. Günümüzde Berat ili sınırları içerisinde kalan Baçkë'da kaleme aldığı eserini ilk olarak Mısır'da yayımlanmış, ardından Osmanlı topraklarında düşünce özgürlüğünün yayılmasıyla ikinci baskısını İstanbul'da yapmıştır.
Osmanlı Devleti'nin ünlü vezirlerinden Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa'nın hayatını konu edinen birçok seyyah ve tarihçinin olduğunu belirten müellifimiz bu kaynaklardan kısaca bahsederek yabancı yazarlar tarafından kaleme alınan eserlerin taraflı bir bakış açısıyla yazıldığını belirtmektedir. Osmanlı tarihçileri arasında ise doğrudan Ali Paşa'nın hayatını konu edinen bir yazar bulunmamakla birlikte Tepedelenli Ali Paşa'nın hayatına oldukça geniş bir şekilde yer vermiş olan Ahmet Cevdet Paşa'nın on iki ciltlik "Tarih-i Cevdet" adlı eseri de bu alanda müellif tarafından yetersiz görülmüştür. Konu hakkında çeşitli dillerde yazılmış eserleri etraflıca incelediğini belirten Ahmed Müfid Efendi, atası olan Tepedelenli Ali Paşa'nın hayatını doğru bir şekilde aktarma gayesiyle okuduğunuz eseri kaleme alma gereği duymuştur.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.