“Yaşam, giderek daha karmaşık bir hale geliyor ve insanlar daha da akılsızlaşıyor.
Modern-gerçekçi tiyatronun başyapıtlarından biri olan Martı, Anton Çehov’un da en önemli dört oyunundan biridir. Ne var ki 1896 yılında ilk sahnelendiğinde başarısızlığa uğrar. Ancak iki yıl sonra bu kez Moskova Sanat Tiyatrosu’nun kuruluşunun ilk oyunu olarak izleyici karşısına çıktığında çok büyük başarı kazanır ve o tarihten bu yana, oyunun afişi Moskova Sanat Tiyatrosu’nun amblemi olarak benimsenir.
Martı’yı bu kadar özel kılan, 19. yüzyılın geleneksel olay örgüsünü tersyüz etmesi ve yeni biçimler keşfetmesi kadar, gündelik ve durağan bir akış içinde insan ruhuna ayna tutmayı başarmasında olsa gerek. Üstelik oyun, hüznü ve komediyi ahenk içinde yan yana getirmeyi başarır. Tıpkı hayat gibi. Oyun karakterlerinin, aradan geçen 120 yılı aşkın süreye rağmen, günümüzün “arada kalmış, bir türlü harekete geçemeyen” insanıyla aynı dili konuşması da Martı’yı klasikler arasında sarsılmaz bir yere taşıyor.
Çehov, bu eserinde Çarlık Rusya’sında modernleşmeye ayak uyduramayan küçük burjuvaziyi acımasızca eleştiriyor: “Her şey daha güzel olacak deriz, iki yüz yıl sonra daha güzel olacak deriz, ama kimse bu güzel günlerin yarından başlaması için çaba harcamaz.”
Haldun Taner’in, “Eczanenin Akşam Müşterileri” (1952) adlı öyküsünden yola çıkarak yazdığı Fazilet Eczanesi, çok katmanlı sosyo-kültürel özellikleriyle, dik başlı ama insancıl Saadettin Bey ve çevresindeki renkli kişileriyle tiyatromuzun klasiklerinden.
Haldun Taner: “Eczane bir bakıma sade bir ilaç laboratuvarı değil, bir insan laboratuvarıdır da. Oraya iki ayaklı ne konular gelir gider. Eczane bir mikrokozmostur. Bir yaşam dilimi yansıtmak istemiştim bu oyunda. Bizim insancıklarımızla örülü bir yaşam kesiti. Onların bütün kusur ve meziyetleri ile, doğru yanlış bütün koşullanmaları ile, sevinçleri, dertleri, sevgileri, kinleri, şakaları, tutkuları, duygusallıkları ve kalender felsefeleri ile... Sahneye, daha doğrusu eczaneye girip çıkan yirmi yedi insan göreceksiniz.”
Ayşegül Yüksel: “Fazilet Eczanesi, 1950’ler Türkiyesi’nde yaşanan toplumsal ve ekonomik geçiş döneminin içerdiği eski ve yeni değer dizgelerini yan yana ve tüm çelişkileri içinde verir... Saadettin’in eczanesiyle simgelenen ‘eski düzen’in kaçınılmaz yıkılışı da oyunun dokusuna aşama aşama sindirilmiştir.”
Haldun Taner, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ın iki kahramanı Vicdani ile Efruz’un şahsında 20. yüzyıl Türkiye’sinin analizini yapıyor. Karagöz’lerle Hacivat’lara uzak yakın aynalar tutarak ‘gözlerimi kaparım vazifemi yaparım’ anlayışına tatlı-sert dokunuyor.
“Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ın ana teması da bir yanlış koşullandırma. Oyunun ekseni, küçük ezik bir adam. Kapsadığı süre, yakın tarihimizin yetmiş yılı. Dekoru, Türkiye ve Yakındoğu haritası. 31 Mart’tan 12 Mart’a kadar oynanan siyasi oyunların zengin arka fonu önünde çeşitli dönemlerin, çeşitli koşullandırma evrelerinin kurbanı bir küçük, bir ezik adamın acı komedyasını izliyoruz, on beş tablo boyunca.”
- Haldun Taner
“Çok soylu bir tiyatro eseri bu. Üstelik Haldun Taner o cesur ama cesaretini kabul ettirmesini iyi bilen; taşlayıcı ama kırmadan taşlayıcı, tatlı, yumuşak üslubu ile bu güzel eserini büsbütün güçlü kılmış. Tiyatro geçmişimizin bütün olanaklarından Karagöz, tuluat, kanto gibi– bilge bir ustalıkla yararlanan Taner, gerçekten ilgi çekici, uyarıcı ve başarılı bir sonuca ulaşmış.”
- Çetin A. Özkırım
Nil Hanım, bize "Neyi bekliyorsunuz?" diye seslendi.
Teker teker bilgisayar masasının altından geçerek bir mumyanın mezarına girdik!
Bizim okulumuz diğer okullardan çok farklıdır. Öncelikle, öğretmenlerimizi ele alalım.
Nil Hanım, biraz ürkütücü olabilir ama dersleri, gerçekten de sihirli!
Şunları öğrendik:
-Firavunlar: Bir firavun, arabasıyla sınıfımıza girdi!
-Mumya yapımı: Eski Mısır’daki bir mumyacı bize ders verdi!
-Mezarlar: Afacanlar Çetesi olarak, Krallar Vadisi’nde yatan Tutankamon’un mezarını inceledik!
Burası harika. Gelin de kendi gözlerinizle görün!..
Kabare tiyatrosunun ülkemizdeki ilk örneği sayılan Vatan Kurtaran Şaban Haldun Taner’in öncülüğünde 1967’de kurulan Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nun ilk oyunu olarak 449 kez sahnelenmiştir. Halen sahnelenen, güncelliğini hiç yitirmeyen bir başyapıt, bir güldürü klasiğidir.
Ayşegül Yüksel’in bu oyunla ilgili değerlendirmesi şöyledir:
“Vatan Kurtaran Şaban, sanat ve kültür sorunlarının, güncel politikanın vazgeçilmez bir parçası olarak değerlendirildiği ve dolayısıyla, değişen hükümetlere karşın değişmeyecek, genel bir sanat ve kültür politikasının oluşturulmadığı ülkemizde, sanat ve kültür adına yapılan gülünç uygulamalara ağır bir eleştiri getirir.”
Keşanlı Ali Destanı dilden dile çevrilerek dünyanın pek çok ülkesinde sahnelenmiş; oyuncusu ve seyircisiyle bütünleşmiş; dahası, Türk tiyatrosuna yıllarca öncülük etmiş bir başyapıt.
Haldun Taner’in “gecekondu ortamında bir kahramanlık mitosunun parodisi” dediği, modern epik tiyatronun en güzel örneklerinden biri sayılan oyunda, geleneksel gösteri sanatlarımızın birçok özelliği çağdaş bir yorumla sunuluyor. Yaratılan tipler öylesine gerçek, öylesine canlı ki, hemen her toplumun sosyal ve ekonomik açıdan benzerlik gösteren kesimlerinde karşımıza çıkıveriyorlar. Bu nedenle, Sineklidağ efsaneleri Keşanlı Ali ve Zilha ister İstanbul’da, ister Berlin’de, ister Londra, Beyrut ve Budapeşte’de, isterse Hamburg’da, nerede olursa olsun hep aynı ilgi ve sevgiyle karşılandı.
“Bizim geleneklerimizden, bizim insanımız ve konularımızdan yola çıkıp, bütün bunları, öz Türkçemiz ve bize özgü bir görüş biçimi ile çağdaş dünyanın verileriyle aktarmak”tan söz ediyordu ‘tiyatro düşünürü’ Haldun Taner... Keşanlı Ali Destanı’nda büyük usta işte bu sözünü yerine getiriyor."
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.