Edebiyatta natüralizmin temsilcilerinden olan, “toplum için sanat” görüşünü benimsemiş Hüseyin Rahmi Gürpınar eserlerini mizahi bir dille kaleme alır. Toplumun geleneklerini, aile yaşantısını, aile içi sorunları, mahalle kavgalarını, batıl inançları, yaşadığı çağın toplumsal değişimlerini başarılı bir şekilde gözlemleyerek eserlerinde bu temaları işler. Gulyabani de yazarın üslubunun en güzel şekilde ortaya koyulduğu eserlerinden biridir.
Muhsine geçimini sağlamak için bir köşkte çalışmaya başlar. Bu köşk gulyabaninin, perilerin, cinlerin kol gezdiği bir yer olarak kötü bir nama sahiptir. Köşkün hanımı başta olmak üzere tüm çalışanlar da bu doğaüstü canlılardan korkmakta, onların her dediğini yerine getirmektedir. Muhsine’ye her duyduğunun ve gördüğünün peşine düşmemesi öğütlense de o, merakına yenik düşer. O andan sonra olaylar tüm köşk halkı için çok farklı bir hal alacaktır.
Korku ve mizah unsurlarının bir arada işlendiği Gulyabani’de batıl inanç hapishanesindeki insanların, aklın yolunu izlediklerinde nasıl özgürleştikleri gözler önüne seriliyor. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın masalsı özellikler ile hicvini buluşturan, edebiyatımızın mihenk taşlarından olan bu romanını Zülfü Livaneli’nin önsözüyle okurun ilgisine sunuyoruz.
Yayın Direktörü Gülşen İşeri
Editör Ecem Aycan Öztoplar
Kapak Tasarım Füsun Turcan Elmasoğlu
Sayfa Tasarım Şenol Alanbay
Sayfa Sayısı 176
Tür Tür
Dünyaya çarpmak üzere olan bir kuyrukluyıldız, cehaletle cesaret arasında gidip gelen bir tedirginlik içinde olacakları bekleyen bir halk ve krizi fırsata dönüştürmeye çalışan müzmin bekâr İrfan.
Hayatı boyunca kadınlardan yana pek yüzü gülmeyen İrfan, oralı değilmiş gibi yapsa da içten içe derin kederlere sürüklenirken çareyi yazdığı “ilim dolu” makalelerle karşı cinsi kötülemekte buluyor. Fakat ne yapsa yüreği soğumuyor, bakıyor ki hanımlar bir “Kuyruklu”dur tutturmuş, türlü felaket senaryolarıyla onlara korku salma peşine düşüyor. Meçhul bir kadından aldığı mektup ise işin bütün seyrini değiştiriyor.
Tarafını belli etmekten oldum olası çekinmeyen Türk edebiyatının keskin kalemi Gürpınar'ın bu kıymetli eserini Zülfü Livaneli'nin özel seçkisi içinde ve onun önsözüyle okura gururla sunuyor, kitaplığınıza bir küçük tebessüm bırakıyoruz.
Editör Ezgi Hotalak
Sayfa Sayısı 184
Ebatv 12,5x21 cm
Tür Klasik Türk Edebiyatı
Şık, Türk edebiyatının önemli kalemi Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın yazdığı ilk romandır. Bu eser, ilk olarak Tercüman-ı Hakikat’te tefrika edilir ardından kitap olarak basılır.
“Bu ‘Şık’ hikâyesindeki Şatırzade Şöhret Bey de kendisinden 17 sene sonra doğan ‘Şıpsevdi’ kahramanı Meftun Bey’in nüvesidir.”
“Ey okuyucu! Şık’ın bu cehaletini, bu ahmaklığını romancının hayalinde vücut bulmuş bir abartı olarak görmeyiniz. Ben bu satırları sırf hayalimden yazmıyorum. Modelim, görüp işittiğim hakikatlerdir. Bu hakikatlere tesadüfümde ben de şüphe ettim. Fakat mihenge vurdum. Doğru buldum. Hayal ne kadar hayal olsa yine az çok hakikatten doğar. Hakikati hayalden, hayali hakikatten ayırmak kudretinin kazanılması pek çok akıllıca tecrübelere bağlıdır. Dolayısıyla hakikate benzer çok hayaller, hayale benzer çok hakikatler bulunduğunu hiçbir vakit dikkat ve muhakeme gözünden uzak tutmamalıdır.”
“Okuyunuz efendim, okuyunuz. Gençliğimin ihtiyarlığımdan çok neşeli ve daha güldürücü olduğunu göreceksiniz… Çünkü ben bile kendi kendime bayıla bayıla güldüm.”
Basım Dili : Türkçe
“Bu ejderin öldürücü dişlerine karşı koymak için ne yapmalıyız? Yavaş yavaş vücutlarını en öldürücü zehirlere alıştıranlar yok mu? Koleradan kurtulmak için koleraya, tifodan kurtulmak için tifoya, kuduzdan kurtulmak için kuduza aşılananlar yok mu? İşte ben mikrobik aşk hastalığının bu serumunu buldum. Aşılandım. Onun kurbanları sürü sürü ahmaklar gibi ben bu dertten ölmeyeceğim. Ve kimseyi öldürmeyeceğim.”
“Hangi fiilimizi tabiat kanunlarıyla tartarak işliyoruz ki bu davada da hak ve adil seçebilelim. Bize eza veren hakikati gerçek saymayız. Bütün ıstırapları hasmımıza yükleterek dava önünden zararsız sıvışmak isteriz. Bu macerada çok azap çektim. Fakat karşılık olarak Şükran’ın çektiklerini de niçin onun boynuna sırf günah kaydedelim.”
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın en büyük hususiyeti, sokağa yakın diliyle, meddahça resmettiği hikâyelerde toplumsal meselelere dokunmasıdır.
Melek Sanmıştım Şeytanı, dönemin İstanbul kent yaşamının mahalle aralarını anlatan bir hikâye derlemesidir. Tıpkı diğer eserleri gibi, sadece muzipçe ele alınamayacak bu hikâyeler, dini istismarları, kadın-erkek ilişkisini, metalaştırılmış kadını anlatır. Bu yönüyle yazarın ruh dünyasının da büyük bir yansımasıdır.
Elinizdeki kitap yasaklı bir roman! 21. yüzyılda bile açıklanması zor toplumsal, siyasi ve ekonomik gerçekleri olağanüstü bir gözlem yeteneğiyle henüz 20. yüzyılın başlarında haykıran Şıpsevdi, yüz yıl öncesinden bugüne ışık tutuyor. Şekli bir Batı hayranlığı kisvesinde şark kurnazlığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren bu kitap, muhteşem kurgusuyla adeta baş döndürüyor. Şıpsevdi, bugün hâlâ hüküm sürmekte olan sömürü düzenine isyan ederken bunu felsefi bir derinliğe bağlamaktan da geri kalmıyor. Ve tüm bunları yaparken insan türünün yüzleşmesi zor doğasını bir tokat gibi okuyucunun yüzüne çarpıyor. En muhalif kalemlerin bile cesaret edemeyeceği bir yüreklilikle yazıya dökülen bu roman, Hüseyin Rahmi Gürpınar adını Türk edebiyatına altın harflerle yazdırıyor.
Alafranga adıyla 1901 yılında İkdam gazetesinde yayımlanmaya başlayan, ancak baskıcı İstibdat rejiminin yasaklarından kurtulamayan eser, 1911 yılında Şıpsevdi adıyla özgürlüğe kavuştu. Şıpsevdi, o tarihten beri her okunuşta ufuk açmaya devam ediyor.
1899 yılında İkdâm gazetesinde tefrika edilen Mürebbiye, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ününü sağlayan ilk romandır. Tanzimat’la birlikte başlayan Batılılaşmanın toplumsal yaşam içerisindeki etkilerinin bir eleştirisi olan Mürebbiye’de yazar, karakterleri ve işlediği konu aracılığıyla “aşksız erkekler” sorununa eğilir.
Romanın ana kahramanı Anjel, mazisi son derece karanlık Parisli bir hayat kadını iken, İstanbul’a Dehri Efendi Yalısı’na bir matmazel olarak kabul edilir. Mürebbiye olarak çalışmaya başlayan Anjel’in sırasıyla evin tüm erkeklerini kendisine âşık etmesi ve sonrasında gelişen olaylar mizahi bir dille anlatılır.
Romanlarını, halkı “yüksek bir felsefe”ye doğru çekmek için kaleme aldığını söyleyen Hüseyin Rahmi Gürpınar, Aydınlanma felsefesinden, Schopenhauer ve Nietzsche gibi filozoflardan da etkilenmiştir. Toplumun peşin yargılardan, geleneksel düşünce kalıplarından ve akla aykırı her türlü hurafeden kurtulması gerektiğine inanan Gürpınar’ın toplum içerisinde din kisvesine bürünmüş batıl inanış ve hurafeleri yerdiği Gulyabani romanı aynı zamanda edebiyatımızın fantastik öğeler barındıran ilk korku romanıdır. Gulyabani’de Musine Hanım adında kimsesiz bir kadının hizmetkârlık yaptığı çiftlikte gerçekleşen doğaüstü olaylar ve sahtekârlıklar etrafında yaşadığı maceralar anlatılır.
Eserlerinde İstanbul yaşamını ve insanlarını ustalıkla canlandıran Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Midhat gibi halk için yazmış ve hayatı boyunca edebiyatın hep yararlı olması gerektiğini savunmuştur. Romanlarındaki mizah, gündelik hayatın ayrıntılarıyla incelikle bezenmiştir.
Halley kuyrukluyıldızının dünyaya çarpacağı söylentileri üzerinden yola çıkarak bir aşk hikâyesini anlattığı Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç romanında yazar toplumun gündelik hayatını, davranışlarını ve değer yargılarını eleştirmekten geri durmamıştır. Romanı yaşadığı toplumun bir aynası olarak gören Gürpınar’ın eserlerindeki sadelik, onun her dönemde okunan bir yazar olmasını sağlamıştır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.