Bu kitap mevcut dinler tarihi literatürüne ve tarihsel çalışmalara Marksist dünya görüşünün eleştirel gözlükleriyle bakan on yıllık bir araştırmanın ürünüdür. Karl Kautsky’nin Hıristiyanlığın Kökenleri çalışmasından esinlenen John Pickard, çalışmasını diğer iki yaygın dini de kapsayacak şekilde genişleterek, söz konusu dinlerin temsilcisi peygamberlere ilişkin anlatıları sorgular. Yeryüzüne dair kadim başlangıçlar ve kökler (“Başlangıçta söz vardı”) tartışmasının izini süren Pickard, Marx’ın deyişiyle, radikal olmanın meselenin köklerini anlamaktan geçtiğinin altını çizer. Senkretizmin en özlü temsili, ortak köklere sahip üç semavi dinin incelenmesini metinler arası okumaların ötesinde tarihsel materyalizmin ışığında ele alan bu eser, ex nihilo, yani hiçten var etme mitinin her fırsatta altını oyar. Kutsal metinleri ve dönemin diğer kaynaklarını tarihsel okumalar temelinde üretici güçlerin dinamiği ve arkeolojik bulgularla destekleyen yazar, “müjdelenen söz” çerçevesinde aşkınsal, doğaüstü olanın yüceltilip her fırsatta bedenin ve en aşağıdaki yoksulların hedef alındığını ortaya koyar. Nitekim, zenginliğin yoksullara kısmen “pay edilmesini” ancak iman (fides), yani sadakat ile bağlanma temelinde şart koşan örgütlü dinsel güçler, ilahi güçle insan arasındaki rabıtayı -“rel(l)igio”- tekellerine alıp kendilerine tabi kıldıkları ölçüde din niteliğini kazanmaktadır.
Kitap, Rabbinik hareketle başlayıp daha sonrasında piskoposluk ve İslami cemaatler yoluyla sosyal yardımlar adı altında örgütlenen geleneklerin günümüz iktidarlarının en önemli yatırımı olduğunu da gözler önüne sermektedir. Örgütlü dinleri, sınıflı-devletli toplumların ideolojik aygıtlarına ve aynı mantıkla yanlış bilince indirgenmesi riskine dikkat çeken yazar, çözümü Faustvari bir deyişle, “başlangıçta eylem vardı” nidasıyla sokakta ve sınıf mücadelesinde arar.
-Peygamberliğe İlişkin Akademik Araştırmalar-
Çalışmamızda, peygamberlik kurumuna ilişkin kavramların bilinmesi, söz konusu kuruma ilişkin tartışmaların farkına varmak sadedinde kaçınılmaz görülmüş ve bu eksiklik giderilmeye çalışılmıştır. İslam geleneği içerisinde farklı teolojik ekollerin bu kuruma ilişkin yaklaşım ve değerlendirmelerine eleştirel bir yaklaşımla yer verilmiş olmakla birlikte bu çalışmada peygamberlik kurumu, tarihsel bir çalışma alanı olarak değil, insan sorumluluğu ile olan ilişkisi bakımından güncel ve aktüel boyutuyla öne çıkarılmıştır.Özellikle peygamberin insanlardan seçilmesinin nedenine ilgi gösterilmiştir. Çünkü görüldüğü kadarıyla bir yandan peygamberin insan olması bazı dindarlar tarafından peygamberi sıradanlaştıran ve dinin önerdiği model olmaktan çıkaran bir yaklaşım olarak görülmüştür. Öte yandan, birinci yaklaşıma muhalefetle, bazı dindarlar nezdinde peygamber, örnek alınamaz insanüstü bir varlık olarak konumlandırılmıştır. Bu durumda peygamberi sıradan insandan ayıran ve onu örnek haline getiren masumiyet gibi nedenler öne çıkarılmıştır. Peygamberlik kurumu, bu çalışmada insanın sorumluluğu ile teolojik ilişkisi sebebiyle güncel sorunlara cevap olabileceği varsayımı ile öne çıkarılmıştır.
İnsanoğlu varolduğu müddetçe kendini geliştirmek ve ölüm başta olmak üzere varoluşunu tehdit eden zihinsel, fiziksel ve biyolojik sınırlılıklarından kurtulmak istemiştir. İnsanın bu arzusu ve arayışı dinlerin de temel konusu olmuştur. Söz konusu amacı gerçekleştirmek için tekniği olabildiğine geliştiren insanlık, yirmi birinci yüzyıla gelindiğinde bilim ve teknolojide ciddi ilerlemeler kaydetmiş; geçmişin efsanelerindeki sihirler ve ilahi anlatılardaki mucizeler âdeta hayatın gerçekliğine yaklaşmıştır. İş böyle olunca, gelişmiş teknolojilerle insanı ve kâinatı dönüştürmek ve sınırlılıklarından onu kurtarmak iddiasıyla yeni bir akım ortaya çıkmıştır. Bu akım transhümanizmdir.
Transhümanizmin felsefi kökenleri nedir?Transhümanizm dinsel bir nitelik taşır mı?Transhümanizm dinin sonu mu, yeni bir din mi yoksa dinlerle uyumlumu?
Bu çalışmada transhümanizm akımının ve tekillik anlayışının dinsel niteliği ve Tanrı anlayışlarıyla ilişkisi ele alınmıştır. Böylelikle gelecekte din mefhumunun, teknolojik tabanlı bir akım olan transhümanizm ve tekillik bağlamında nasıl etkileneceği ve onu neler beklediği ortaya konulmaya çalışılmıştır.
‘Dünya küresel bir köy haline gelmiştir’ şeklinde klasik bir söylem vardır. Bu cümle aslında günümüz dünyasının kitle iletişim ve seyahat araçlarıyla ne kadar küçüldüğünü ve etkileşimlerin ne kadar hızlı bir şekilde yayıldığını ifade etmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan insanların neye, nasıl inandığı ve hangi motivasyonlarla yaşamlarını yönlendirdiklerinin bilinmesi, doğru bir iletişim kurmanın en etkili yolu olsa gerektir.
Bu eser, küresel bir köy haline gelmiş bir dünyada okuyucuya Dinler Tarihi perspektifine uygun bir bakış açısıyla dinleri, objektif ve tarafsız bir şekilde ortaya koymaya çalışmaktadır. Böylece bir taraftan dinler ile ilgili bilgi verirken; öte yandan ilgili dinlerin tarih, inanç, ibadet, sembol ve kutsal mekanlarını da konu edinmektedir. Dini fenomenlerin anlaşılmasında görsel ve resimler oldukça önemlidir. Bu yönüyle çalışma her dinle ilgili çok zengin bir görsel içerik sunmaktadır.
Dinler Tarihi kitabının öncelikli hedef kitlesi lisans ve lisansüstü düzeydeki öğrenciler olmakla birlikte, yaşayan dünya dinlerini tanımak ve anlamak isteyen okurlar için de bu çalışmanın faydalı olacağını ümit ediyoruz.
Mizah ile dindarlık arasında olumsuz bir ilişki olduğu düşünülür. Bu düşünce, önyargıya dayalı genellemeler içeriyor olsa da tamamen destekten yoksun değildir. Zira alan yazında mizah ve din anlayışının gerek yapısal gerek işlevsel özellikleri arasında birtakım uyumsuzluklar olduğu söylenebilir. Sözgelimi mizah doğası gereği belirsizliği ve kelimelerin anlamı üzerinde oyunu ön plana çıkarırken; din bireye net bir bakış açısı sunmaya çalışır. Mizah uyumsuzluktan beslenip, oyun bağlamı ile bireyleri eğlendirmeye çalışırken, din bireyin ve toplumun yaşamında belirli bir düzen oluşturması açısından ciddiyete daha yakındır. Bu ve benzer özellikler din anlayışı ile mizahı birbirinden ayırır, ancak ikisi arasındaki ilişkiler sadece ayrışan yönlerle sınırlı değildir. Özellikle mizahın olumlu potansiyeli ve din anlayışı arasında ortak hedef bakımından bir uyumun olduğu söylenebilir. Mizahın sosyal ilişkileri geliştirme potansiyeli bu konuda verilebilecek ilk örneklerdendir. Ayrıca mizahın başa çıkma konusunda bireye sağladığı destek, din ile paylaştığı bir diğer ortak yöndür. Hem mizah hem de din anlayışı rutin çerçeveden çıkarak hayatın sıkıntılarına yeni bir ışık tutabilir. Birey bu sayede sorunlarla daha etkin mücadele edebilir. Sonuç olarak din anlayışı ve mizah arasında birtakım uyumsuzluklar olduğu gibi onların ortak yön ve hedeflere de sahip olduğu söylenebilir. İki olgu arasındaki farklılıklar daha çok göze çarpmasına ve genel algıyı şekillendirmesine rağmen din anlayışı ve mizah arasındaki ilişkiler tek taraflı genelleme yapılamayacak kadar çok boyutlu ve karmaşıktır. Böyle bir arka planda dindarlığın mizah ile ilişkisi daha da ilginç hale gelmektedir. Bu çerçevede araştırmamız “mizah anlayışı ile dinî yaşayışın farklı görüntüleri arasında nasıl bir ilişki vardır?” sorusuna cevap aramaktadır.
Sâmirîler, asırlardır Filistin topraklarında yaşayan ve İsrailoğulları soyundan geldiklerini savunan dünyanın en kadim ve en küçük etnik temelli dinî gruplarından biridir. Günümüzde yaklaşık sekiz yüz kişiden oluşan Sâmirî topluluğu, Filistin’in Nablus şehri ile yakınlarındaki Gerizim Dağı’nın eteklerinde bulunan Luza köyünde ve İsrail’in Tel Aviv şehri yakınlarındaki Holon’da yaşamlarını sürdürmektedirler. Tanrı’nın İsrailoğulları’na Tevrat’la verdiği inancı yaşayan ve yerine getiren “hakiki inanç sahibi” kişilerin kendileri olduklarını savunurlar. Ana akım Yahudiler tarafından geçmişten günümüze Yahudi olarak kabul edilmedikleri halde kendilerini köken olarak İsrailoğulları’na, dinî olarak da Tevrat’a dayandırırlar. Her ne kadar geleneksel Yahudilikle bazı benzerlikleri olsa da dinî uygulamalarında onlardan farklı yönleri de vardır.
Kırk yıldır Sâmirîler ve inançları hakkında yaptığı çalışmalarla Batı dünyasında Sâmirîlik alanında yetkin bir isim olarak kabul edilen Prof. Dr. Reinhard Pummer, bu birikimini kullanmak ve geçmişten günümüze kadar yapılan tarihî, arkeolojik, filolojik ve antropolojik çalışmaları dikkate almak suretiyle Sâmirî yaşamının ana unsurlarını ansiklopedik bir tarzda sunar. Sâmirîlerin kimlik ve köken sorunundan Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitap külliyâtlarında onlara nasıl yaklaşıldığına, arkeolojik araştırmalardan tarihsel kayıtlara, klasik Sâmirî literatüründen modern dönem çalışmalarına kadar onlarla ilgili hemen hemen tüm hususları ele alır. Sâmirî ritüellerini ele alırken yalnızca metinlere dayalı bilgi sunmakla yetinmez, bizzat kutsal mekânlarında yaşadığı tecrübeleri, çektiği fotoğrafları ve güncel gelişmeleri de okuyucuyla paylaşır. Sâmirîlerin günümüz dünyasında karşılaştığı sorunlar ve bu sorunların üstesinden gelmek için neler yaptıkları üzerinde durur.
Bu eser, geleneklerini ve yaşam biçimlerini zamanın değişimlerine sürekli adapte eden ve aynı zamanda inançlarının özünü korumaya çabalayan bir topluluğun hikayesidir.
Putperestlik, heykele tapmak değildir; yakuttan, hurmadan, tahtadan, hamurdan yapılan bir heykele ibadet etmek değildir. Putperestlik, sosyal durumu tanrılar ve din aracılığıyla meşrulaştırmaktan ibarettir. İbrahim, putları kırmak ve putperestliğe karşı ayaklanmakla sadece Mezopotamya’nın güneyindeki Ur şehri halkını, Babillileri kurtarmadı. Bu yüce ve görkemli hikâyeyi, böyle bir düşünceyi ne kadar da küçültüyorlar! İbrahim, insanlık tarihinde meydana getirilen o büyük yalanın, bir grup tarafından kurulan o zulüm sisteminin karşısına dikildi. İbrahim, işkencelere, eziyetlere, mahrumiyetlere, onların tesis ettiği kan dökme, zorbalık ve haydutluk tarihine karşı mücadeleyi başlattı.İbrahim, bu statükoya, bu durumu tanrılar ve din adına sürdürmek ve insanlığı onun doğallığına ve kutsallığına inandırmak isteyen sisteme karşı ayaklandı.İbrahim, bu başkaldırısıyla insanlığın bu büyük yalana kanmasına fırsat vermedi. Aristo’dan daha çabuk davrandı. Bugün 19. ve 20. yüzyılda bile hâlâ Fransa’da ve İngiltere’de Aristo’nun: "Bir grup aşağı ırk, bir grup da üstün ırktır; insanlar böyle yaratılırlar." sözüne inanan filozoflar vardır.İbrahim, bu felsefî yalana karşı çıkan dâhilerden binlerce yıl önce sahte dindarların bu kurnazca ve tehlikeli yalanına karşı çıktı. İbrahim, toplumda zulüm ve ayrımcılık vasıtası yapılan ve bireylerin değişik haklara sahip olabileceğini gösteren dini yıktı ve tevhidi ayağa kaldırdı. Tevhit, herkesin bir tane Tanrı’sının olması, yani herkesin sadece insan olması demektir.
Yeni dinî hareketler; 1900’lü yılların başında ortaya çıkmaya başlayan, 1970’li yıllarda önem kazanan ve 1980’lerde durağanlaşan, ancak son yıllarda iletişim teknolojilerinin ve sosyal medyanın gelişmesiyle tekrar yükselen maneviyat arayışlarını ifade etmek için sosyal bilimciler tarafından kullanılan bir kavramdır.
Başlarda kabul görmüş dinî inanışların bir parçası gibi davranan bu hareketler, zamanla ayrışarak başlı başına bir inanç sistemine dönüşmeye başlamışlardır. Tartışmasız bu hareketlerden birisi Katolik bir tarikat olan Opus Dei’dir. Latince Tanrı’nın İşi anlamına gelen Opus Dei ismini kullanan bu tarikat, yaklaşık 3 milyar dolarlık bir serveti, 600 medya aracını, 15 üniversiteyi, 97 teknik okulu ve 36 ilköğretim okulunu yönetmektedir. Onlarca yıldır yetiştirdiği müritlerle iş dünyasında ve siyasette dünya düzenine etki edebilecek kadar güçlü bir konuma gelmiştir.
Bu kitap yeni dinî hareketlere genel bir bakış açısı sunmakla birlikte Opus Dei tarikatının sırlarını ve güçlerini gözler önüne sermektedir.
Elinizdeki kitap, bir din olarak Yahudiliği; kendi kaynaklarından ya da kendi kaynakları dikkate alınarak dinler tarihi disiplini geleneği içinde ortaya konulan çalışmalardan hareketle, ihtisas sahibi olmayan okuyucuyu bilgilendirmeye yönelik, ancak ihtisas sahiplerinin de yararlanabileceği bir çalışma olmayı hedeflemektedir. Bu yüzden de, kısa da olsa bir din olarak Yahudilik diye isimlendirilen dini oluşturan temel konular, okuyanın zihninde Yahudilik hakkında belli bir fikrin oluşmasını sağlayacak şekilde ele alınmış ve şu tür konulara yer verilmiştir: Yahudileri ifade etmek için kullanılan kavramlar, Yahudiliği Yahudilik yapan temel unsurlar; Yahudi tarihi; Tanrı, vahiy, peygamber, Kutsal Kitap, ahiret inancı; Yahudi mezhepleri –kadim ve modern-; Yahudi gelenekleri, sünnet, bayramlar; yiyecekle ilgili yaklaşımları; Yahudilerin diğer dinlere bakışları... Ayrıca, doğrudan bir din olarak Yahudilikle ilişkili görünmese de (gerçekte, bir kısım doğrudan dini, diğer bir kısmı ise dini-siyasi olan) semitizm, anti-semitizm (Yahudi karşıtlığı) ve İsrail devletinin kuruluşu gibi konuları da Yahudi dini tarihinin bir parçası olarak görüldüğünden yer verilmiştir.
Noktada ne uzunluk, ne derinlik ne de genişlik vardır. Nokta şekilsizdir. Ne zaman harf haline gelirse o zaman şekillenir. Kelimeler mananın suret giymiş halleridir ve sureti tam olarak anlamadan sireti (özü) anlamak mümkün değildir. Gerçek namaz, Allah’a vuslat etmek demektir. Asıl namaz, aynasını bulup onunla görüşmektir. Bu görüşme, hem maddeten hem de manen yapılacaktır. Çünkü O’nun maddesi ile manası birbirinden ayrı değildir. Gerçek anlamıyla oruç, güneşin doğuşundan batışına yani insanın doğumundan ölümüne kadar, kötü ahlaktan ve o ahlak ile yapılacak kötülüklerden sakınmak ve o kötü ahlaka düşmemek olarak algılanmalıdır. "Noktanın Sonsuzluğu", tasavvufun temel kavramlarını derinlemesine açıklayan bir kaynak kitaptır. Lütfi Filiz’in yıllar süren sohbetleri, konuşmadaki akıcı üslup korunarak ve dilin anlaşılır olmasına özen gösterilerek hazırlanmıştır. Dört ciltten oluşan kitabın üçüncü cildi Peygamberlik ve Peygamberler, Dinler, İslamiyette Eğitim Mertebeleri, İslamiyette Temel Kavramlar, İman, İbadet, Fark Alemleri, Mertebeler, Huufat-ı İlahiye konularını içermektedir.
Dinlerin inanç ve ritüelleri, her zaman uzun bir tarihin ürünü olarak belli bir süreç içerisinde ortaya çıkar ve gelişimini devam ettirir. Bu yüzden hiçbir din, kurucusunun tebliğ ettiği zamandaki hali ile sonraki nesillere aktarılmamıştır. Dinlerin dini metinlerinin belli bir zaman içerisinde teşekkülünün yanı sıra, din ve dünya işlerinin birbiriyle insicamını sağlama girişimleri dinlerin gelişimine etki eden önemli faktörlerdir. Bu durum, hem Uzak Doğu dinlerinde hem Hinduizm ve Budizm gibi Doğu dinlerinde hem de Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta benzer süreçlerde yaşanmıştır.Hıristiyanlık, her ne kadar ortaya çıktığı Ortadoğu coğrafyasına ait bir din olan Yahudilik kökenli olsa da, zamanla kendisinden çok farklı bir kültür ve coğrafyada yeniden yorumlanacak ve Avrupa’nın dini haline gelecektir. Bu durum, her iki dinin ilahiyatının gelişimine de etki edecektir. Hıristiyanlık, en önemli ilahiyatçılarını Yunan ve Latin kültürü içerisinde ortaya çıkaracaktır. Dokuzuncu yüzyılda Emeviler’in saraylarında yetişmiş olan Doğu’nun son kilise babası Yuhanna ed-Dımeşkî, İslam’a dair risalesini, Yunanca kaleme alacaktır. Batı’nın İslam’a bakışını etkileyecek olan Yuhanna ed-Dımeşkî’nin İslam’a dair görüşleri ve Hıristiyanlık tarihinde İslam ile ilgili yazılmış olan ilk eser olma özelliğine sahip olan De Haeresibus’un ilgili risalesinin ilk defa tercümesi elinizdeki bu çalışmada yer almaktadır.Ortaçağ’daki Lazaritler ve Albililer gibi Hıristiyan dini hareketler ve tarikatlardan, siyasi ve dini merkez olan Vatikan’ın modern dünyaya uyumuna, bir kripto Yahudi dini hareketi olan Jacob Frank’ın kurduğu Frankist hareketten Hıristiyan Anarşistlere kadar Dinler Tarihi’nin çeşitli konularına dair araştırmaların yer aldığı elinizdeki eser, Dinler Tarihi’ne merakı olanların istifadesine sunulmuştur.
Yahudiler, Hz. Musa’nın peygamberlerin en üstünü olduğuna inanırlar. Bu inancı desteklemek için onun doğumundan ölümüne pek çok olağanüstü rivayete dini literatürlerinde yer verirler. Örneğin kaynaklarda Hz. Musa göklerde dolaşır. Meleklerle mücadele eder. Devlerle savaşır ve onları öldürür… Ancak onun böyle üstün özelliklerinin yanı sıra çeşitli vesilelerle bizzat Tanrı tarafından eleştirildiği, azarlandığı hatta cezalandırıldığı da anlatılmaktadır. Ayrıca sonraki yüzyıllarda yaşayanlar, dini anlayışlarını temellendirmek için Hz. Musa’nın hayatındaki olayları kendi açılarından yorumlamışlardır. Böylece kendi inançlarına dini bir dayanak sağlamışlardır. Elinizdeki bu kitap Yahudi dini literatürünün temel kaynaklarını kullanarak Yahudilerin, Hz. Musa’nın hayatıyla ilgili rivayetlerinin ve yorumlarının geniş yelpazesini okuyucuya sunmakta ve onun hakkında yapılan yorumların arka planına işaret etmeye çalışmaktadır.
İsmailîlik konusu ülkemizde son yıllarda araştırmacıların dikkatini çekmeye başlamıştır. Ancak bu alanda yapılan bilimsel çalışmalar henüz arzu edilen keyfiyet ve kemiyette değildir. Bu çalışmada, Türk İslam anlayışı açısından son derece önemli olan Horasan ve Maveraünnehir bölgelerindeki İsmailîliğin ortaya çıkış ve gelişim süreci aydınlatılmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede İsmailîler’in diğer mezhebî gelenekler ve Türklerle olan ilişkilerine de, araştırmanın sınırları çerçevesinde yer verilmiştir. Horasan-Maveraünnehir’deki İsmailîler’in tarihlerinin doğru bir şekilde bilinmesi, Bâtınîlik-Alevîlik, Bâtınîlik-Tasavvuf ilişkisi ve benzeri bazı konularda daha bilimsel ve sağlıklı yaklaşımların geliştirilmesi açısından faydalı olacaktır. Bu çalışma, bu konulara cevap bulmaktan ziyade, bu alanlarda yapılacak daha derinlikli çalışmalara arka plan oluşturmayı hedeflemektedir.
İmam Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed el-Matüridi (ö. 333/944) ve Matüridiyye kelam ekolü islam ilim ve fikir geleneği içinde çok önemli bir yere sahiptir.
Günümüzde imam Matüridi ve Matüridiyye kelamına dair giderek artan bir ilginin varlığı dikkat çekmektedir. ancak bu durum, Matüridi’nin popülerleşmesi, tüketilmesi ve çağdaş kültüre göre yorumlanması gibi bir sorunu da beraberinde getirmektedir.
Bu bakımdan çağdaş dünyanın kalıplarına göre biçimlendiren bir Matüridilik yorumuna değil, onu kendinde var olduğu gibi anlamayı ve anlatmayı hedefleyen ayrıntılı incelemelere ihtiyaç duyulmaktadır. aslında imam Matüridi’nin “farklı görüşlerin bulunduğu yerde hakikatin açığa çıkması için araştırmaya ihtiyaç duyulduğu” fikri hatırlandığında onun hakkındaki değişik yaklaşımlar karşısında da yapılması gerekenin araştırmaya devam etmek olduğu söylenebilir. Elinizdeki bu kitap, kısmi de olsa böyle bir ihtiyacı gidermeye yönelik bir amaç da taşımaktadır. Eser, Prof. Dr. Bekir Topaloğlu Hocamızın Matüridiyye akaidi adını verdiği tercümesinden esinlenilerek, artık gelenek üzerinde çalışmalar yapılması gereğine işaret etme ve buna dair bir giriş yapma düşüncesiyle imam Matüridi ve Matüridiyye Geleneği olarak isimlendirilmiştir.
Dinler, tarih boyunca içinde yaşadıkları coğrafya, kültür ve sosyal olayların etkisiyle yeniden yorumlanmış ve birçok farklı kollara ayrılarak çeşitli şekillerde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Başlangıçta Tevrat merkezli bir din olan Yahudilik, tarihi şartların etkisiyle Mesihî inancın da belirleyici olduğu yeni bir yoruma sahip olmuştur. Ahirzamanda Mesih’in gelişini beklemek ana akım Ortodoks Yahudiliğin önemli bir inanç esası olmuştur. Aynı şekilde, İnciller’de tevhid inancının vurgulandığı Hıristiyanlık, yeni kültürlerle karşılaştıkça bu inancın yorumunda teslis inancına kadar gidecek yeni formlar geliştirmiştir.
Elinizdeki eser, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam bağlamında bu yöndeki çeşitli konuları ele alan araştırmalardan müteşekkildir. Kitapta, miladın ilk yüzyıllarında Kudüs’te gerçekleşen Bar Kohba isyanının Yahudilik tarihinde nasıl bir karşılık bulduğundan, Ortaçağ Avrupası’nda yaşayan Hıristiyan ilahiyatçı Jean Hus’un nasıl Reform hareketinin öncüsü olduğundan, Michel Servet’nin teslis inancını eleştirisinden, Avrupa ile Amerika’daki dini hayatı oluşturan çeşitli unsurların ve dini hareketlerin bu toplumların dini hayatında nasıl çeşitlilik arz ettiğinden bahsedilmektedir. Eserin son bölümü ise, Osmanlı’daki gayr-i Müslimlerin dini hayatı ve Osmanlı idaresi ile olan ilişkilerini çeşitli başlıklar altında incelemektedir.
Dinler, insan hayatını düzenleyen ve onlara metafizik değerler yükleyen sistemlerdir. İnsanın yaratılış serüvenini ve varlık gayesini açıkladığı gibi, bu dünyadaki hayatına da anlam kazandırır. Eğitimden insan ilişkilerine, eğlence kültüründen tabiat anlayışına kadar, insana hayata dair derin bir kavrayış sahibi olmasını sağlar. Dinlerin coğrafi mekanlarla da özel ilişkileri vardır. Semavi alemle yakın irtibatı olduğuna inanılan Kudüs şehri, her üç dinin mukaddes kabul ettiği, hem apokaliptik hem de ahir zamana ilişkin inançların merkezinde yer alan bir mekandır. Hıristiyanlık tarihinin Avrupa’daki en önemli temsilcisi olan Katolik Kilisesi, çeşitli faaliyetleri ile bu dinin gelişiminde belirleyici olmaya devam etmektedir. İslam’ın zaman, mekan ve insan ilişkilerine dair görüşleri, özellikle doğu dinlerinden Budistlerle münasebetleri ve mimarideki sembolizmi bu araştırmanın konuları arasındadır. Eser, özellikle semavi dinlerden Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın bu konulardaki görüşlerini incelemektedir.
Bu kitap, Sosyoloji disiplininin kurucularından Emile Durkheim’ın sosyolojizm ekolünün sınırlarını belirlemeye çalıştığı üç büyük eserinin en önemlisidir. Toplumsal İşbölümü ve İntihar isimli ilk iki eserinde toplumun, bütün kurumları, düşünce tarzlarını ve düzeni belirleyen etkili ve yetkili güç olduğunu ortaya koyarken bu eserinde dini de nihayetinde toplumun bir işlevi, toplum için var olan en önemli ve belirleyici kurum olarak tanımlar. Çağdaşı birçok sosyologdan farklı olarak dini hurafeler yığını deyip geçiştirmemiştir Durkheim. Toplumdaki işlevlerini büyük bir ciddiyetle ve gündelik hayata yansımalarıyla birlikte detaylı biçimde izlemeye çalışmıştır.
Tarihsel süreç boyunca sayısız kültürel bağlam içinde farklı birçok forma büründüğü için temel halinden sapmış olan modern dinlerden yola çıkarak din olgusunun anlaşılamayacağı tezinden hareket eder. Ona göre kökeni, tanımı ve temel karakteristiğiyle din olgusunu anlamamızı mümkün kılacak yol, dinsel düşünce ve pratiğin gözlemlenebilir, incelenebilir en basit, ilksel biçimlerine inebilmekten geçer. Acaba binlerce yıl önce doğmuş olan dinin bu ilk biçimini görebilir miyiz?
Durkheim, henüz medeniyetle tanışmamış olan ve ilkel bir hayat sürdüren Avustralya kabilelerinin dinlerinin de en az etkileşime maruz kaldığı için ilk hallerini koruduğu varsayımını kitap boyunca temel almıştır. Dinsel düşüncenin kökeniyle ilgili kendine özgü bu yöntemi tartışılmayı hak ediyor kuşkusuz. Kitap boyunca tartışılan kutsal ve profan ayrımı ile totemik ilkeyi toplumla özdeşleştiren yaklaşımı Durkheim’in din sosyolojisinin özgün yanlarını oluşturur.
İnsanlar kendileri için önemli olan bir zamanı veya olayı tarihlerine başlangıç yapmıştır. Tevhide inanan Musevi, Hristiyan ve Müslümanlar tarihi Hz. Adem'in yaratılışı ile başlatmıştır. Müslümanlar bu geleneği 20. yüzyılın başlarına kadar sürdürmüştür. Bu gelenek bilgiden çok inancı esas almıştır. Modern zamanlarda ise tarih yazı ile başlatılmıştır. Bu kitapta tarih felsefesi ve tarihin başlangıcı konusunu işleyen yazılardan seçmeler yapılmış ve tarihin başlangıcı konusuna dikkat çekilmiştir. Tarihin menkıbelerle veya ilkel insan ile başlatılması tartışmaya açılmıştır.
Kapalı toplum yapısına sahip ve asırlar boyunca dışarıdan gelen değişim rüzgârlarına karşı kendini ve sosyal bünyesini koruyabilmiş Yezidîlik de tıpkı Dürzîlik ve Nusayrîlik’e benzer şekilde küreselleşmenin beraberinde getirdiği değişimden en fazla etkilenen fırkalardandır.Aslında Yezidîlik ve diğer etno-dinsel yapılanmaların varlıklarını ve kendilerine özgü dinî ritüellerini sürdürebilmeleri, tarihsel süreçte dış müdahalelere kapalı ve çoğu kez ücra bölgelerde yaşamalarıyla doğrudan ilişkiliydi. Genellikle mitolojik/menkıbevî aklın egemen olduğu ve dinin bir sır anlayışı çerçevesinde algılandığı ve uygulandığı bu tür yapılarda, zaman oldukça yavaş akmakta ve değişime karşı büyük bir direnç söz konusu olmaktaydı.Bu eser Yezidilik inancının günümüze kadarki sürecini ele almaktadır.
Bir teknik olarak Şamanizm; değişik ve farklı zamanlarda Kuzey ve Orta Asya’da, Eskimoların yaşadığı yerlerde, Orta Afrika ve Kuzey Amerika’daki ilkel kabilelerde görülmektedir. Bazı araştırmacılar, Sibirya’da görülen Şamanizm’i Psikopatolojik belirtiler olarak açıklanmaktadır. Yapılan bazı araştırmalar; günümüzde Amerikan Yerlileri/ Kızılderili Kabileleri ile Orta Asya Sibirya Türk boyları arasında yaşayan ‘Şamanizm’i, inanış ve yaşayış benzerlikleri, ortak yönleri ve değer verilen unsurları ortaya koymaktadır.Bütün dinlerin çıkış kaynağı olarak kabul edilen Şamanizm‘in kökenleri İ.Ö 50 binli yıllara kadar dayanır.Kötü ruhları kovmak, verimlilik veya kıtlık gibi gelecek ile ilgili haberler vermek de Şamanın görevleri arasındadır. İcra ettikleri görevleri ve aktiviteleri dikkate alınarak Şaman’a ‘Peygamber’in şekli ve nitelik değiştirmiş şekli gibi bakanlar olmuştur. Bu görüşe göre ilk ‘Şaman’, peygamberdir ve sonraki anlayışlar öncekini taklittir, şekil ve nitelik bakımından değişime uğramış halidir. Bu eser ile en eski kabile inançlarından olan Şamanizm inancının doğumundan bugüne kadarki varlığına tüm önemli hatları ile bakacağız.
Dinler Tarihi, tarih sahnesinde görülmüş, yaşamakta olan ve mensubu kalmamış bütün dinleri konu olarak ele alır. Bunu yaparken ise Hak-batıl ayırımı yapmaz. Tek tek dinlerin prensiplerini, onların çıkış ve gelişmelerini konu edinir.Süryani adının Pers kralı Sirus(Cyrus)’tan (Keyhüsrev) geldiği belirtilir. Sirus, Babil’i fethederek Yahudileri kurtarmış ve Yahudiye’ye(Kudüs) dönmelerine izin vermiştir. Babil tutsaklığından Kudüs’e dönen Yahudiler, Sirus’a duydukları minnettarlıktan dolayı kendilerini “Surin” olarak tanıtmışlardır. Bu bağlamda bu çalışmada Mardin ve çevresindeki Süryanilerin incelenmesi hedeflenmiştir. Bu nedenle öncelikle Süryani adı, kökeni, tarihi ve Türkiye’deki Süryani’ler ele alınmış ardından Süryanilerin inanç ve ibadet esasları ile kilise teşkilatları anlatılmıştır.
Prof. Dr. İlhan Arsel Şeriat’tan Kıssa’lar’da Kur’an’da yer alan “Kıssa”ları (masalları ve hikayeleri), tarihsel kökleriyle ele almaktadır. Şeriat’ta yer alan Kıssa’ların “büyük bir çoğunlukla Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarından, özellikle Tevrat’tan alınma” olduğunu savunan Arsel, onları Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarındaki asıllarıyla karşılaştırarak inceliyor. 90’lı yıllarda ilk kez yayımlandığında büyük tartışmalara neden olan Şeriat’tan Kıssa’lar’ı, gözden geçirilmiş yeni baskısıyla okura sunuyoruz.
“Şeriatçı, devletin temelini laikliğe değil, dinsel temele oturtmak isteyen kişidir. Dün şeriatçı TCK 163. maddesine göre yargılanıyordu. Bugün yasak yoktur ve iş tümüyle tersine dönmüştür; artık şeriatçılığı eleştirel aklın süzgecinden geçirmek isteyen bilimadamları ve aydınlar yargılanıyor, öldürülüyor ve tehdit ediliyor. Fikir özgürlüğüne yasak tersine döndü. [...] ‘İlhan Arsel olayı’ yaşadığımız günlerin anlamını vurgulaması bakımından çok önemli!...”
Kitapta yer alan konulardan bazıları şunlardır:
•Erkeği üstün ve kadını aşağı kılmak açısından •Adem ve Havva masalının önemi•Kain ve Habil’den köleliğin kurucusu Nuh’a •İbrahim’in yalan ve kandırma usullerine başvurması•Yakub’un oğullarının hile, cinayet, yağma ve talan usulleriyle is görmesi •Musa’nın Tanrısının Israiloğullarını kendi kavmi olarak seçmesi ve bütün milletlere üstün bilmesi •Davud’un oglu Amnon’un kendi kız kardeşini igfal etmesi •Isa’nın kölelik kurumunu doğal bir kurum olarak sürdürmesi •Erkeğin üstünlüğünü ve kadının erkeğe boyun eğmesini öngören •İncil hükümleri •Yazar ˝kutsal˝ bilinen bu kitaplarda anlatılagelen akıl ve mantık dışı olguları okuyucuya aktarmakta, eleştirilerini bizzat bu kaynaklara dayandırmaktadır.
Elinizdeki çalışma, antik dönemde insanoğlunun doğayla ilişkisini kutsayarak ona aşkın bir ruh atfetmesinin hikâyesini anlatmaktadır. Külli Ruh adı verilen bu varlık, kimi zaman antik dinlerin yaratıcı ve vahyedici tanrılarıyla özdeşleştirilmiş kimi zaman da felsefenin metafizik kavramlarına dönüşmüştür. Nihayet insanoğlu tek tanrılı dinlerde Kutsal Ruh adıyla onu muammalarla dolu bambaşka bir konuma yerleştirmiştir. Bu tarihî serüvende Kutsal Ruh’un mahiyetini kavrayabilmek için antik insanın Külli Ruh veya aşkın ruhlar olarak nitelediği tanrıları ve kavramları bilmek şarttır. Bu kitabın amacı, antik tanrılardan felsefenin metafizik kavramlarına oradan da Kutsal Ruh’a dönüşen yüce hakikate ışık tutmaktır.
Bu kitap, yazarın Modern Dünyanın Bunalımı adlı eserindeki konuların genişletilmiş ve derinleştirilmiş hallerini içeren tamamlayıcı bir çalışmadır.
Batı dünyasının (bilimin, felsefenin, psikolojinin temel kavramlarının ve eylemlerinin) dibe vuruşunu, ladini (dünyevi/profan) düşüncenin merkezini oluşturan niceliğin modern dünyada niteliğin önüne geçmesinin yansımalarını anlatıp eleştiren kitabın amacını René Guénon şöyle açıklamaktadır: “Elinizdeki eserde, geleneksel ilimlerin gerçek mahiyetinin ne olduğunu, onları profan bilimlerden ayıran büyük farkın ne olduğunu bütünsel ve genel bir tarzda göstermeye çalışacağız. Profan bilimler geleneksel ilimlerin bir karikatürü veya kötü bir taklidi gibidir.
Çalışmamız, geleneksel ilimlerden profan bilimlere geçerken insanlık zihniyetinin maruz kaldığı düşüşün boyutlarını ölçme imkânı da verecektir. Aynı zamanda bu düşüşün bugünkü insanlık tarafından izlenen çevrimin sadece iniş yönünü nasıl izlediğini görmemizi de sağlayacaktır.
Bu sorunlar hâlâ bütünüyle ele alınıp incelenen sorunlar değil; çünkü mahiyetleri itibariyle bu sorunlar bitmez tükenmez sorunlardır. Fakat en azından, şimdiki çağın tekabül ettiği ‘kozmik an’ın tespit edilmesiyle ilgili gerekli sonuçları herkesin çıkarabilmesi için yeterince şeyler söylemeye çalışacağız.”
Dünyada çoğulcu din eğitimi modellerinin geliştirilmesinin yanı sıra çoğulculuğun somut belirtisi olan farklı din ve inanç anlayışlarının, mezhep ve kültürlerin öğretimi üzerine çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Ülkemizde ise din eğitimi çerçevesinde çoğulculuğun yeterli ve nitelikli akademik ilgiyi gördüğünü söylemek oldukça zordur. Bunun gerekli olduğuna dair inancın da güçlü olmadığı anlaşılmaktadır. Elimizde bulunan Dinde Çoğulculuk ve Din Eğitimi: Türkiye Tecrübesi isimli eserde de Türkiye’deki din eğitimi tecrübesi çoğulculuk bağlamında incelenmiştir. Çalışmada din eğitimi, zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ve seçmeli din dersleri, imam hatip liseleri, inanç temelli okullar ve ilahiyat fakülteleri ve sosyal medyayı kapsayacak şekilde ele alınmış, bu şekilde din eğitimi farklı boyutları ile incelenmiştir.
İslâm’ın barış mesajının remizlerini taşıyan bu eser, sadece İslâmofobik risklerin azaltılması değil, aynı zamanda Batı medeniyeti ile İslâm medeniyeti arasındaki ilişkileri de derinleştirme amacına hizmet etme potansiyeli taşımaktadır.
Bu eser, özü itibarıyla Amerika Diyanet Merkezinin amacını, nasıl yapıldığını, neyi simgelediği ve nasıl konumlandırılması gerektiğini açıklamak için kaleme alınmıştır. Kitap inşa aşamalarını izleyerek din, siyaset ve mimarî alanın birbiriyle ilişkisini analiz etmekte, profan bir mekânın manevî bir çekim merkezine dönüşmesinin hikâyesini anlatmaktadır. Kitap klâsik mimarî anlayışın günümüz malzeme ve teknik imkânlarıyla nasıl sentezlenebileceğini merak edenler için bir kaynak değeri taşımaktadır. Kapitalizmin merkezi Amerika’da Müslümanlar için manevî bir sığınak, sağlıklı bir temas noktası ve engelsiz bir yaşam alanı inşa etmenin zorluklarını yansıtması bakımından da önem taşımaktadır. Çalışma, hatıra derlemeleri, uzman görüşleri ve bolca görsel malzeme içermesi bakımından genel okuyucu kitlesinin ilgilendirirken, vesika değeri taşıyan malzemeye yer vermesi itibarıyla da Diyanet tarihi ve Amerika’daki toplum merkezleri üzerinde araştırma yapacaklar için göz ardı edilemeyecek bir kaynak değeri taşımaktadır.
Yazar, Dr. Yaşar Çolak, Amerikan Diyanet Merkezinin 2011-2017 yılları arasında kurucu başkanlığını yapmış, hâlen İbn Haldun Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi İslâm Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalında öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
Resullerin hayatlarını kıssa halinde sunan bir takım eserler, ya yanlışlara donanmış hikayelerden, ya da romansı anlatımlardan öteye geçmemektedir.Kuran’ı Kerim’in, resüllerin kıssalarını sunma amacı çok açıktır. Tevhidi tebliğ konusunda her zaman ve mekânda müminlere örnek olan ayrıntılı ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde berraktır.Tüm resüllerin ve de Hz. Peygamber efendimizin Kur'an-ı Kerim de be-yan edilen tebliğ yöntemleri kavranmadıkça “bence” lerin bitmesi mümkün olmayacaktır.Hayatı, cihadı, mücadelesi, ıslahatı, direnişi, küfre karşı tavır alışı, hakkı tebliğ edişi, etkileri itibariyle Resül ve nebileri çok iyi tanımak gerekir.“Yok korkum bir şeye dinimden gayri” diye feryad edenler örnek alın-malıdır.Müminler için her zaman peygamberler en büyük yol gösterici, onları bize tanıtan Kuranı Kerim en güzel hüccettir. Bu hüccetin sunuluş şekli olan sünneti resül ise mutlaka bilinmesi ve takip edilmesi elzem bir haldir. Sünnet yaşanmadıkça hiçbir şeyin yapılamayacağı da inkarı mümkün olmayan bir gerçektir.Sizlere bir mumla da olsa ışık tutabilirsek ne mutlu bize.
Din, insanın yaşayış tarzını etkilerken; yaşam, insanı daha çok dinin içine iten bir kuvvet hâlini alıyor. En azından ilkel insanların yaşamında bunu görmek, bu eserin temasında pekâlâ imkân dairesindedir. Yazar, dinleri kendi bilgi birikimi ve zihin dünyasının ekseninde ele alırken onun yaklaşımlarının sizi iyi bir muhakeme sahasına çekeceği su götürmez bir gerçektir.
(İ.Ö. 427-347) Eski Yunan, filozof. İdea öğretisini kurmuş, bilginin bir anımsama, duyulur evrenin bir yansıma olduğu kuramını ileri sürmüştür. İ.Ö. 27 Mayıs 427’de Atina’da doğdu, aynı kentte öldü. Soylu bir aileden gelen Ariston’un oğludur, gerçek adı Aristokles’tir, Platon adını, geniş omuzlu oluşu nedeniyle kendisine, öğretmeni taktı. Başta Diogenes Laertius olmak üzere, bütün yazılı kaynaklar, Solon soyundan geldiğini, ailesinde Kritias ve Kharmides gibi yüksek görevler almış kimselerin bulunduğunu, oldukça varlıklı bir ortamda yetiştiğini bildirirler. Önceleri şiir yazdı, eski Yunan ozanlarının yapıtlarını inceledi, yalnız yazın alanında çalıştı. Sokrates’i tanıdıktan sonra, onun düşüncelerinin etkisinde kalarak, şiirlerini yok etti, bütün gücünü felsefe sorunları üzerinde odaklaştırdı.
40 yılı aşkın eğitim ve öğretim deneyimine sahip John Renard tarafından kaleme alınan A’dan Z’ye Dinler Tarihi
dünyadaki sekiz büyük dini geleneğin (Yahudilik, Hıristiyanlık,Müslümanlık, Budizm, Hinduizm, Taoculuk, Konfüçyüsçülük ve Şinto) tarihi, inançları, sembolleri, ritüelleri, liderleri ve gelenekleri hakkında 1000’i aşkın soruya yanıt vermektedir. Davut Yıldızı nedir?Bu kadar çok farklı Hıristiyan kilisesi nasıl ortaya çıktı?
Ahiretle ilgili İslami kavramlar nelerdir? Taoculukta cennet ve cehennem inançları var mıdır?Dalay Lama kimdir ve neden Budistlerin gözünde büyük önem taşır? Aydınlatıcı ve eğitici A’dan Z’ye Dinler Tarihi kitabı yanlış bilgileri ve yanlış anlamaları ortadan kaldıracak, kültürel ve tarihsel farklılıkları açıklamaya yardımcı olarak okuyucuya dünyanın büyük dinleri hakkında kapsamlı bir kavrayış sağlayacaktır
İsa, Hristiyanlikta ve Islam’da önemli bir fenomendir. O, Hristiyanlikta Mesih olarak isimlendirilmektedir.Hristiyanlar, Mesih olarak isimlendirdikleri Isa’nin çarmiha gerilip öldükten sonra dirildigine sonra “sema”ya yükseldigine ve dünyanin sonuna dogru ikinci kez yeryüzüne dönecegine inanmaktadir.Müslümanlar arasinda ise sürekli olarak, “Ahir Zaman”da dünyanin islahi için Mehdi’nin ortaya çikacagindan, Isa’nin semadan inerek ona tabi ve yardimci olacagindan bahsedilmekte ve bunun üzerine yorumlar yapilmaktadir; zaman zaman bu yorumlar üzerinden tartismalar yapildigina sahit oluyoruz.Öte yandan mehdi konusunda da pek çok cemaat mensubu kendi liderlerinin mehdi oldugunu iddia edebilmektedir. Hristiyanlar ve Müslümanlar tarafindan kabul edilen Isa’nin semada oldugu ve “Ahir Zaman”da ikinci kez yeryüzüne dönecegi anlayisinin nereden kaynaklandigi, bu anlayisin ortak ve farkli bakis açilarinin neler oldugu, birbirlerinden etkilenmelerinin görülüp görülmedigi merak edilen sorular arasindadir. Ayrica Mehdi anlayisinin mensei, Isa’nin nüzulü ile Mehdi anlayisinin iliskili olup olmadigi da merak edilen bu sorulara eklenmektedir. Yaptigimiz arastirmayla bütün bu sorular cevaplandirilmaya çalisilmaktadir.
Dinler Tarihi, Ahmet Mithat Efendi’nin (1844-1912) Tedrisî Tarih-i Edyan isimli eserinin sadeleştirilmiş hâlidir. Bu eser Dârülfünun’da okutulan ilk Dinler Tarihi ders kitabıdır.
Eserine dinler tarihi biliminin metodolojisini ve önemini değerlendirerek başlayan Ahmet Mithat, metin boyunca dinin kökenine dair tartışmalara, bu anlamda animizm, totemizm, fetişizm gibi anlayışlara; Eski Mısır, Asur, Afrika, Yunan, Roma, Amerika dinleri gibi ölü dinlere; Konfüçyanizm, Taoizm, Şintoizm, Hinduizm, Budizm, Zerdüştîlik gibi yaşayan dünya dinlerine kadar uzanarak geniş bir yelpazede dünya inançlarını ele almıştır. Yahudiliğe, Hıristiyanlığa ve İslam’a ayrı bölümler ayırmasa da yeri geldikçe bu dinler hakkında kimi bilgileri vermiş, kimi değerlendirmeleri serdetmiştir. Eserinde, dinlerin toplum üzerindeki etkilerini ve insanların iç dünyalarındaki anlamlarını da aramıştır. Dolayısıyla Ahmet Mithat’ın dinler tarihçiliğinin ayırıcı vasfı, onun aynı zamanda bir din sosyolojisi ve bir din psikolojisi üretmesidir.
Bu çalışmada, Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınan söz konusu eser, hassas bir denge gözetilerek sadeleştirilmiştir. Okuyucuyu Ahmet Mithat’ın dilinden ve üslubundan mahrum etmeme kaygısı ise öne çıkan husus olmuştur.
Kökenleri monoteist dinler öncesinde var olan, kadim doğa dinlerine uzanan Paganizm doğa ile uyumlu yaşamayı ve onu kutsamayı önceleyen dinlerin genel adıdır. Birçok dinler tarihçisi ve apolojistlerin iddia ettikleri gibi Paganizm puta tapıcılık olmayıp insanı doğanın bir parçası gören, onunla uyumlu yaşamanın varlığımızı devam ettirmenin ön koşulu gören anlayışın genel özetidir. Monoteist dinler öncesi, özellikle Neolitik Döneme denk gelen tarım devriminin gerçekleşmesiyle insanlık doğanın, özellikle toprağın kutsallığını keşfetti ve ona kutsallık yükleyerek onu yüceltti. Toprağın kutsallaşması ile onunla bütünleşen güneş ve diğer gök cisimleri ile Neolitik Dönemin dini diyebileceğimiz toprak ile bağlantılı kozmik bir din anlayışı geliştirdi ve bu anlayış gök ile yerin birlikteliğinden doğan bereket kültüne evrilen “Tanrıça” inancı o dönemin kutsallığının/gücün sembolü oldu. Bir zamanlar doğanın parçası olarak yaşamını sürdüren ve doğayı kutsayan insanlar, imparatorlukların kurulması ile gücün anaerkil elinden zorla alınarak babaerkil/imparator/kral erkine verilmesiyle yeni bir döneme girdiler. Bu dönem hem tanrıçaların düşüşü hem de anaerkil yapının geri plana itilmesi ile sonuçlandı. Monoteist dinlerin tarih sahnesine çıkması bu süreci hızlandırdı. Artık güç eril kişiliğe dönüşen ve topraklarını “tanrı adına” genişletme arzusu ile “fetihler” yapan imparator ya da kralların elinde idi. Bu krallar bazen tanrı olarak tahta çıkarılıyor, bazen de bütün olumsuzlukların sebebi görüldüğü için katlediliyordu. Yazar bu çalışmasında Paganizmin kökenlerine inerek, yüzyıllardır puta tapıcılık olarak gösterilen “hor görülen” Paganist inancın/dinin sembolik dilinden yola çıkarak bütün gerçekleri gün yüzüne çıkarıyor.
Dinler tarihi açısından büyük bir gizemin cevaplanmamış karşılığıdır Enok’un kitabı İsmi Tevrat ve İncil’de Enok (Hanok) Kuran’da İdris Peygamber olarak zikredilir. Tufan öncesinde yaşamış ve Nuh Peygamber’in büyükbabası olup, Allah katına yükselmeden önce 365 yaşında olduğu vurgulanır. Dinler Tarihçilerine göre insanlığa bilim ve sanatı o öğretmişti. Antik Mısır’da Thot ve Hermes olarak tanınmaktaydı. Kendisine vahyedilen kitapta yaratılış, Âdem- Hava ve neslinin yeryüzüne yeni adapte olmaya çalışırken düşmüş melekler bu ilk insanları faseta uğratmak için Tanrı’ya karşı gelişleri anlatılır. Düşmüş Melekler insanlara birçok tehlikeli sırları aktarırlar. Bu sırlar arasında büyü, savaş ve kozmik evrenin sırları da vardır. Bu melekler insanlarla ilişki kurarak tehlikeli melez bir ırkın doğmasına neden olurlar ve bu ırk insanlık için büyük bir yıkıma sebep olur. İşte bu kargaşa çağı Tanrı’nın Tufanıyla son bulur. Enok’un kayıp kitabı 1773 yılında Habeşistan'da bir manastırda bulundu. Ve Tufan öncesine dair birçok konu ve Âdem’in oğullarının soyu hakkında ayrıntılı bilgi aktarmasının yanında Enok Peygamberin vizyonlarını içerir. Kitap Hıristiyanları ve Yahudileri rahatsız ettiğinden yok edilmek istendi veya görmezden gelindi. Pekâlâ, kitapta Hıristiyanları ve Yahudileri rahatsız edecek nasıl bilgiler vardı. Binlerce yıllık sırları açığa kavuşturan Enok’un kitabı işte bize bu soruların cevabını vermektedir. “Kitapta İdris'i de an. Çünkü o, özü sözü doğru olan bir peygamberdi. Onu yüce bir yere yükselttik."Meryem Süresi 56-57 Kur'an-ı Kerim
Elinizdeki risalede, teslis inancına dayalı batı kültürü ile başından bu yana peygamberlerin insanlığa getirdiği vahiy merkezli toplumsal anlayış ve düzenin iki farklı hayat tarzına işaret ettiği belirtilmektedir. İslam toplumsal düzeninin bitimsiz hırs ve arzular temelinden kalkan çatışmaları bir denge çerçevesine oturtabilecek yegâne dünya görüşü olduğu etraflıca açıklanmaktadır.
Batı Hristiyanlığının orijininden saptığı, bu dünyanın dinle olan esaslı bağlarını çözerek insanlığı başka arayışlara ve özellikle dünya iktidarı odaklı bir hedefe yönelttiği anlatılırken, batıda yaşanan sınıfsal çatışma ve gerilimlerin tam da bu yönelişten kaynaklanan doğal sonuçlar olduğu belirtilmektedir.
Bu kitap, genelde tüm dünyada, özelde dinsel gelenekler bağlamında oldukça zengin bir geçmişe sahip olan Anadolu ve Mazopotamya coğrafyasında yapılan arkeolojik çalışmaların arkeolog ve din bilimcileriyle disiplinlerarası bir düzlemde yapılmasını teklif etmektedir. Arkeolog ve dinler tarihçilerinin ortak çalışmalarla üretecekleri kavramlar, ortak bir dilin inşa edilmesine vesile olacak ve böylece problemlerin çözümüne katkı sunacaktır. Dolayısıyla din arkeolojisi, yeni bir disiplin olarak değil, disiplinlerin duvarlarını aşan ortak bir alan olarak önerilmektedir. Bu durum geçmişi anlamanın önündeki engellerin asgari düzeye inmesini sağlayacaktır. Bu bağlamda son dönemlerin önemli arkeolojik keşiflerinden Göbekli Tepe, oldukça zengin tasvir ve sembol dünyası ile ortak bir çalışma alanı olarak öne çıkmakta ve buradaki teorik düzlemin pratikteki izdüşümü olarak belirmektedir.
Bu taslak, ne kadar kısa olursa olsun, Yunan dininin gerçeklerinin eksiksiz bir incelemesini amaçlamamaktadır, bir el kitabı değildir. Yine de, konunun esaslarını temel bir biçimde ortaya koymayı amaçlamak şöyle dursun, bir başlangıç kitabı değildir. Daha ziyade, Yunan kelimesi tarihsel anlamda, Yunan dininin doğasına dair bir araştırmadır, onun nereden geldiğini ve nereye yöneldiğini, diğer dinlere nasıl benzediğini ve nasıl farklılaştığını görme girişimidir. Özellikle amacı şu soruyu sormak ve mümkünse şu soruyu yanıtlamaktır: “Yunan dininde tipik olarak Yunan olan nedir?”
Elinizdeki çalışmada 12. yüzyılda Bağdat ve Mısır’da ikamet eden üç Yahudi âlimin ölüm sonrası hayata dair münazaraları incelenmektedir. Bu isimler Samuel ben Eli Halevi (ö. 1197), Yosef ben Yehuda ibn Şim‘on (ö. 1226) ve Musa ibn Meymun’dur (ö. 1204). Samuel Halevi, 1163-1197 yılları arasında Bağdat’taki Yahudi akademisinin başkanlık görevini yürütmüştür. Bu anlamda bulunduğu makam itibarıyla Yahudiler üzerinde etkin bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kitabın içeriğini oluşturan cismânî haşir tartışmalarında da Yemen Yahudilerinin Samuel Halevi’ye mektup göndererek Yemen Yahudi cemaati arasında oluşan kafa karışıklığını gidermesini istemeleri bunu göstermektedir. İbn Şim‘on ise İbn Meymun’un Delâletü’l-Hâirîn’i kendisine hitaben yazdığı öğrencisidir. Tartışmanın üçüncü ismi olan İbn Meymun ise Orta Çağ’ın en büyük Yahudi düşünürü olarak nitelenebilir.
Antik Mısır, Antik Çağ’ın en önemli medeniyetlerinden biridir. Sanatıyla, mimarisiyle, tıbbî gelişmeleriyle adından birçok alanda söz ettiren bu medeniyet, kutsal kitaplarda da kendine yer edinmiştir. Tevrat ve Kur’an anlatımlarında özellikle Hz. Yusuf ve Hz. Musa nezdinde Antik Mısır’dan bahsedilmektedir. Ayrıca Yahudilerin bir dönem Mısır’da yaşamasından dolayı da Mısır, erken dönem Yahudiliği anlamak açısından önemli bir yere sahiptir. Bu anlatımlarda ön plana çıkan unsurlardan biri rahiplerdir. Mısır toplumu için bir ihtiyaç olan rahipler, dinin toplumda önemli bir yere sahip olmasından dolayı vazgeçilmez bireylerdir. Halka vaazda bulunma ve onları doğru yola iletme gibi bir fonksiyonu olmayan rahipler, yerine getirdikleri ritüeller sayesinde hem ülkenin varlığının devamlılığını sağlamış hem de insanların hayatlarını kolaylaştırıcı bir etkiye sahip olmuştur. Bu nedenle rahiplik yalnızca Mısır’ın dinî yapısı hakkında değil aynı zamanda kurumsal ve sosyal yapısı hakkında da bilgi sahibi olmaya olanak sağlayan bir kurum olarak Mısır araştırmalarında önemli bir yere sahiptir. Bu kitapta Antik Mısır’da rahip sınıfı genel hatlarıyla ele alınarak rahiplerin toplumdaki yeri ve önemi gözler önüne serilmektedir.
Metodistler, yaşadıkları ülke nüfusuna oranla sayıca az gibi görünmelerine rağmen, nüfuz alanları oldukça geniştir. Bu açıdan bakıldığında özellikle A.B.D’nin iç ve dış politikasında dolayısıyla dünya siyasetinde oldukça etkili oldukları görülmektedir. Metodist Kilisesi ve bu kilise mensuplarının dini düşünce ve görüşleri, onların felsefi ve siyasi fikirlerinin arka planının temellerini oluşturmaktadır. Özellikle geçen yüzyılın son çeyreğinde ve günümüzde bu kilise mensupları, Amerika Birleşik Devletleri’nin üst düzey yöneticileri olmuşlar ve dünya siyasetine yön vermişlerdir.Neoconlar olarak isimlendirilen Evanjelik ve Fundamentalist gruplar ve kuruluşların, bilinen misyon yöntemlerinin yanı sıra, üst düzey yöneticiler vasıtasıyla,İsa’nın yeryüzüne gelişini kolaylaştırmak için, dünyayı zorla bir kargaşa ve savaş ortamına sürüklemektedir. Çünkü onlara göre, İsa yeryüzüne gelerekbarışı ihdas edecek ve Tanrı Krallığı’nı kuracaktır. Bu çatışma ve savaş ortamıahir zamanda meydana gelecek olan Armagedon Savaşı’nın ön hazırlıkları olarak dikkat çekmektedir. Bunun da temel kaynağını, Milenyumculuk düşüncesi ve İncil’deki Yuhanna’nın Vahyi şekillendirmektedir. Bu kaynaktan beslenen yöneticiler, gerektiğinde askeri seçenekleri de göz ardı etmeden, yayılmacı bir politika izleyerek, dünyanın kontrolünü ele geçirmeye ve küreselleşmenin de etkisiyle misyonu yerine getirmeye çalışmaktadır. Evanjelik guruplar, özellikle Dinler Arası Diyalog Faaliyetleri, Büyük Ortadoğu Projesi ve İbrahimi Dinler safsatasını kendilerine rehber edinen Türk ve İslam dünyasındaki çeşitli dini olduğu zannedilen hareketleri, kuruluşları (Fetö vb.)ve etnik ayrışmaları destekleyerek kendilerine asker ve yandaş devşirmektedirler. Geçmişten günümüze ülkemizde yapılan Misyonerlik faaliyetleri vasıtasıyla insanlarımız İslam dininden uzaklaştırılmaya ve Hıristiyanlaştırılmaya çalışılmaktadır. Kaldı ki küreselleşmenin de arkasında yatan güç, yine Evanjelik hareketin oluşturduğu, küresel sermaye ve Ökümenik harekettir.
Abdullah Rıza Ergüven, Günümüzün ozan, yazar, denemeci, eleştirmen ve düşünbilimcilerinden. 1925'te Avanos'ta doğdu. 1952'de istanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümü'nü bitirdi. Resmi bir kurumda çalışırken çeşitli baskı ve yıldırılar karşısında görevini bırakmak zorunda kaldı. 1967'de İsveç'e gitti. Wennergrens Center (1968-71)'de İsveç dili ve Yazını öğrenimi yaptı. Bir süre çevirmen olarak çalıştı (1972-77). 1978-90'da Stockholm Üniversitesi'nde Öğretim Görevlisi, Lektor i turkologi ve Araştırıcı olarak çalıştı. 1990'da emekliye ayrıldı. Çeşitli gazete ve dergilerde şiir, çeviri, inceleme-araştırma, eleştiri, deneme ve düşünbilimsel yazılarını yayımladı. Yapıtlarının sayısı 100'e yaklaşır. Yasak Tümceler romanında "dine hakaret" gerekçesiyle "mahkûm" oldu. Dinlerin Kökeni ve İslam'da Reform yapıtına soruşturma, Gece de Güneş Doğan romanıyla Papirüs dergisinde çıkan bir yazısı da özdeş suçlamayla yargılığa verildi. Abdullah Rıza Ergüven, 16 Ağustos 2001’de yaşamını yitirdi.
Tanrılar Neyi Yarattı adlı yapıtıyla Abdullah Rıza Ergüven; olayların, olguların, dinsel saplantıların derinliğine inerek; yanlış algılamalara neden olan durumları belirlemekle kalmıyor; birçoklarına giz görünen ve tarihin en büyük aldatmaca, kandırmaca oyunlarını bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Abdullah Rıza Ergüven, birçok yapıtında olduğu gibi, bu yapıtıyla da son üç dört bin yıldan beri insanlığı sürüleştiren köksüz boş inançların içyüzünü, yalın, belgesel, özlü bir anlatımla okuyucularına sunuyor.
Neyin ne olduğunu bilmek isteyen insana özgü aydınlanmak! Bundan böyle ikide bir usa takılan birçok soruya ışık tutacağına inandığımız Tanrılar Neyi Yarattı’yı severek okuyacağınıza inanıyoruz.
"Barnabas İncili apokrif bir İncil’dir, bu da İsa’nın hayatının, İncil içerisinde sunulan resimlerle çelişen bir şekilde doğrudan bir gözlemci tarafından yazıldığının varsayılması anlamına gelir. Öte yandan apokrif İncil’ler arasında da bir Müslüman İncil’i olmasıyla özeldir, bu da İsa’yı Tanrı’nın oğlu olarak değil de, bir insan, Muhammed’in öncülü olarak takdim ettiği anlamına gelir. Batı okuluna göre bu, on dördüncü yüzyılda yapılan bir tahrifattır ve şimdi sadece İspanyolca ve İtalyanca nüshalarda bulunmaktadır, fakat düşünürler arasında bile kitaptaki yazılardan bazılarının daha eski olup olmadığına dair bir ihtilaf bulunmaktadır. İncil bazı modern Müslümanlar tarafından tarihi olayların özel ve kadim bir kaydı olarak ele alınmıştır, pek çok Müslüman yayınevinde Raggs’ın burada sunduğu sürüme dayanan değişik basılı sürümler bulunmaktadır.
Metnin menşei ne olursa olsun ilginç bir okuma sunar, Akdeniz dünyasının, havarilerin eylemleri ve doğunun kutsal tarihi ile ilgili dini romanslarını andırır.
Nasıl oluyor da bir tek adam böylesine olağanüstü bir işi başarabiliyor, değişik bireyleri bir araya getirip bir ulus yaratabiliyor ve kesin karakter özellikleriyle donatabiliyor onu, yazgısını binyıllar boyu bir süre için belirleyebiliyor? Böyle bir varsayımı benimsemek, yaratıcı mitlerin ve kahraman kültlerinin doğmasını sağlayan düşünü biçimine yeniden bir uzanış, tarih yazarlığının tek tek kişilere özgü işlevi ve yaşam sürevenlerini öykülemekten öteye geçmediği çağlara dönüş değil midir?"
Kısa Dinler Tarihiİçinde bulunduğumuz çağda dünyanın birçok yerinde çatışmaların hüküm sürdüğünü biliyoruz ve böyle bir iklimde başka kültürlerin dinlerini ve felsefelerini anlayabilmek belki de her zamankinden çok önemli. Bu kitap Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam, Budizm ve Hinduizm gibi dünyanın en popüler dinlerinin kökenlerine, inançlarına, ibadet biçimlerine ve kutsal yazılarına açıklayıcı ve temel bir giriş sunarken küçük gruplar tarafından benimsenen bağımsız inanç sistemlerini de unutmuyor. Aynı zamanda tıbbi tedavi görmeyi reddeden Hıristiyan Bilimi hareketinden, milyonlarca Çinli tarafından benimsenen ve bir zihin-beden egzersizi olan Çigong’a ve Scientology gibi UFO dinlerine kadar yeni akımların ilginç uygulamalarını inceliyor.
1543-1650 tarihleri arasında Batılıların ve dinleri olan Hristiyanlığın Japonya’ya gelişini inceleyen kitap, konu edindiği dönem bakımından derinlemesine yazılmış birkaç Türkçe kaynaktan biri. Kızıloğlu kitabında, Japonların barutlu silahlara olan merakıyla beraber, Batılıların Japonlara bakışını ve yaklaşımını da inceliyor. Japonların ilk ürettikleri tüfeğin yapılışından, son Hristiyanların gönderilişini kapsayan bu süreçte, Batılılar ve Japonlar arasındaki kültürel mücadele derinlemesine kaleme alınmış. Karmaşık iktidar ilişkileri ve dini mücadelelerin yanı sıra; kültürel, sanatsal, felsefi, askeri, sosyolojik, iktisadi ve teolojik meseleler yakından inceleniyor.
Muttaki, takvayı yaşayan, onu hayata geçiren ve o manevî seviyeyi elde edendir. Günahlardan ve kötülüklerden, vahşi hayvandan kaçar gibi kaçıp sakınanlar, manevî bağışıklık sistemini sağlam tutan ve ilâhi emirleri yerine getirenler, mü’mindir. Takva sahibi olmak, olgun insan olmak anlamına da gelmektedir. Allah’a karşı saygımızı ve sakınmamızı ifade eden takva, devamlı olarak artmaktadır. Bireysel takva artarama toplumsal takvada azalma olabilir. Günahlar, kötülükler, suçlar, doğru bilgi ile zihnin beslenememesi, dininhayata uygulanmasındaki sapmalar, durmadan takvayasaplanan ve derin yaralar açan hançerlere dönüşürler. Devamlı kanayan takva yürüyemez hale gelir. İşte o zamantoplum da kan kaybediyor demektir. Bu sebeple bu eserde takva kavramının bireysel ve toplumsal önemi üzerine durmayı hedefledik.
“Takva” ile ilgili birçok kitap yazılmıştır. Biz bu kitaplardan biraz daha genel ve farklı olarak bakmak istedik. Her zamanki gibi referans kitabımız Kur’ân olmuştur. Takva konusuna Yüce Allah’ın “gösterdiği” (Nisa, 105) şekilde bakabilmek için Kur’ân’dan ayrılmadık.“Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye, sana kitabı bir amaç için indirdik; o halde ihanet edenlere taraf olma!”
Dinler veTranshümanizm
“Dinler Tarihi disiplinin amacı ne olmalıdır?” ya da “Dinler Tarihi disiplini insan(lığ)a ne sağlar? Bu disiplin nasıl bir işlevi yerine getirir ya da getirmelidir?” Mircea Eliade’ın düşüncesinin temelini bu sorular oluşturmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Dinler Tarihi, geçmişte olup biten hadiselerden bahseden tarihsel bir disiplinden ibaret değildir. Bilakis o, insanı insan yapan temel yetilerden biri olan inanma olgusunun ve bunun üzerine insanın kendi varoluşunu, içinde bulunduğu âlemi ve postmortem safhayı anlamlandırma çabasının çeşitli tezahürlerini gözler önüne seren bir disiplindir. Belki daha da önemlisi, bu disiplin, dinden ve dinî tecrübeden git gide uzaklaşan ve bunun neticesinde de bu anlam haznelerinden mahrum kalan modern insanın manevi bunalımlarına çare bulma imkânı sunmaktadır.
Dinler Tarihi disiplinini diğer tarihsel disiplinler gibi görmeyip onun ayrıcalıklı yönünü her zaman ön plana çıkaran Eliade’ın önemi, bu disiplin üzerinde felsefi bir bakış oluşturmuş olmasıdır. Söz konusu olan şey, olmuş olanları anlatmak ya da olanları oldukları şekliyle aktarmak değil, bunları anlamak ve anlamlandırmaktır. Hermenötik yaklaşım, bu kaygının bir meyvesidir.
Eliade örneği bize en nihayetinde metot meselesinin teknik bir mesele değil, felsefi bir problem olduğunu gözler önüne sermekte ve bunun üzerinde bizleri de düşünmeye sevk etmektedir.
Meryem Suresi Kur'an-ı Kerim 19. Sure - Mariology
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.