Kısa aralıklarla çağların açılıp kapandığı, hızlanmış bir zamanın sakinleri olarak hakikat-sonrası dönemin egemenliğine tanık oluyoruz. Bu dönem yalanların, komploların, algı yönetiminin ve cehaletin egemenliğiyle öne çıkıyor. Taburoğlu, farklı başlıklar altında bir yandan hakikat-sonrası gibi bir adlandırmanın dayanaklarını sorguluyor bir yandan da hakikatin etkin irade ve yaratıcı eylemler gerektirdiğini, aksi takdirde yalanlara ve yanlış anlamalara dönüşeceğini belirtiyor. Hakikat-sonrası dönemde tanımlanması zor görüngüler de mevcut. Kontrol edemediğimiz olayların başımıza geldiği ve hakikati savunmada yetersiz kaldığımız böylesi tuhaf bir dönemde, zamanın yıkıcı olaylarını ve dağınık nesnelerini izlerken ister istemez en eskiye, nesnelerin ve olayların kör istencine terk edilmiş zamanlara geri dönüyoruz.
Bu çalışmanın temel amacı, bölgeler ve sektörler arası dengesizliğin bir boyutu olan ücret dengesizliklerinin ampirik olarak ortaya konulmasına katkıda bulunmaktır. İktisat disiplini altında Türkiye’de bölgesel dengesizliklere dair çok sayıda ampirik çalışma bulunsa da çalışma ekonomisi alanında konuyla ilgili ampirik çalışmalar sayıca azdır. Çalışmanın bir diğer amacı da çalışma ekonomisi alanında söz konusu eksikliğin doldurulmasına katkıda bulunulmasıdır.
Kent ve kentleşme olgusu insanlık birikiminin en değerli eserlerindendir. Medeniyet tarihimizi şekillendirmedeki gücünü bugüne kadar taşımış ve bundan sonraki süreçte de taşıyacağına dair çok güçlü işaretler sunmaktadır. Coğrafya biliminin kent ve kentleşme kavramlarına sunduğu katkılara yeni bir halka ekleme amacı taşıyan bu eser; kentsel dönüşümün yeni ve yenilenebilir dinamikleri, sakin şehirler, kentsel marka imajı, kentsel gelişim-yer yüzeyi sıcaklığı ilişkileri, ekonomi politikaları bağlamında sanayisizleşme ve kentsel dönüşüm gibi güncel kent paradigmalarına ve kentleşme dinamiklerine odaklanmaktadır. Kent ve kentleşme süreçlerini fiziki ve beşeri coğrafyanın kendine özgü dinamikleri ile ele alan bu kitap, sunduğu çıktılar ile konu ile ilgilenen diğer disiplinlere de değerli katkılar sunmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden doğan kadına yönelik şiddetin, ataerkil baskıyla birlikte kadının kaderi haline getirilmesi, toplumsal yapıdaki anomik bir kriz olan intihar düşüncesini/eylemini tetiklemektedir. Fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel anlamda ortaya çıkan şiddet ve kadın intiharlarının bütünleşik bir problem olarak ele alındığı bu çalışmada, intihar davranışı, kadınların maruz kaldığı şiddetle ilişkilendirilirken; şiddet mağduru her kadının intihar düşüncesinde olmadığı da yadsınmamıştır. Bu bağlamda şiddet gören fakat intiharı bir çözüm olarak görmeyen kadınların düşünce ve tutumları araştırmaya karşılaştırmalı bir bakış açısı getirmiştir. Şiddet gören kadınların intihar düşünce ve eylemlerini ya da yaşam mücadelelerini öncüleyen neden ve değişkenler bağlamında ilgili problem açıklanmaya çalışılırken, ekolojik sistem yaklaşımı (ekolojik kuram) esas alınmıştır. Bu çalışmada şiddet sarmalındaki kadınları intihar düşüncesinden uzaklaştırıp onların mücadelelerine toplumsal nitelikli bir ışık tutabilmek amaçlanmıştır. Kadının maruz kaldığı şiddet karşısındaki yaşam algılarını anlamak amacıyla nitel araştırma yöntemi kullanılmış ve şiddet gören-görmekte olan kadınlarla yapılan görüşmeler sonucu ulaşılan veriler, sosyolojik bakış açısıyla analiz edilmeye çalışılmıştır.
Günümüzde çalışma hayatı daha önceki dönemlerde hiç olmadığı kadar değişik varyasyonlar göstermektedir. Bu değişimin altında yatan en önemli faktör ise bilimsel gelişmelerin olduğu aşikardır. Bilimsel gelişmelere sadece teknik boyutta bakmamak gerekmektedir. Her türlü gelişim toplumsal yapıda değişiklik yaptığı kadar aynı zamanda iş yaşamında da karşılık bulmaktadır.
İnsanlığın ve toplumların/medeniyetlerin gelişimi ateşle başladı ve günümüzde bilişim teknolojileriyle devam etmektedir. Her yenilik büyük değişimlere pencere açmaktadır. Günümüzde küreselleşme tüm toplumlardaki bireysel ilişkileri ve çalışma ilişkilerini başat şekilde etkileyen bir aktördür. 1970’li yıllardan itibaren yaşanan ekonomik krizlerle beraber teknoloji alanında yapılan olağanüstü yenilikler çalışma ilişiklerine yansımış ve bunları değiştirmiştir.
Yaşamımızı kökten değiştiren beden gücünden makinelere doğru kayışı simgeleyen ilk sanayi devrim endüstri 1.0’dır. Daha sonra buhar makinelerin yerini elektriğin aldığı Endüstri 2.0; Üretim süreçlerinde bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin kullanılmaya başlanması, makinelerin günlük hayatımızda baskın olmaya başlaması Endüstri 3.0; dijitalleşmenin artığı endüstri 4.0 dönemi; bilgisayar, iletişim ve internet teknolojilerinin, robotların üretimde olağanüstü kullanımları, üretimin önemli bir bölümünün bu araçlar vasıtasıyla yapımını ifade eden Endüstri 5.0 olarak adlandırılmaktadır. Tüm bu devrimlerin ortak noktası teknolojidir.
Elinizdeki bu kitap, endüstri devrimlerinin tarihini, oluşumunu, sebeplerini ve etkilerini farklı disiplinlerden akademisyenlerin gözünden açıklarken, diğer taraftan da küreselleşmeyle şekillenen günümüz dünyasındaki çalışma ilişkilerini küreselleşme bağlamında ele alarak irdeleyecektir.
Bağımsızlığının 30. yılını kutlama sürecindeki Türk Cumhuriyetleri Kafkasya, Hazar ve Orta Asya’nın çevre ülkeleri olarak 1991’de Sovyetler’in dağılmasıyla siyasi ve ekonomik bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Soğuk Savaş sonrasında bağımsızlıklarını kazanan Türk devletleri bu geçiş sürecinde bir yandan liberal demokratik bir siyasal sistem kurmak ister iken diğer yandan ulusal ölçekte kendine yeten, serbest piyasa ekonomisine geçiş yaparak uluslararası ekonomik sistemle bütünleşmeyi amaçlamışlardır. Türk Cumhuriyetleri merkeze bağımlı federal bir siyasal sistemden özerk bir millî devlet yapısı inşasına yönelmiştir. Bu süreçte, Türk Cumhuriyetleri’nde post-kolonyal ülkelerinde görülen siyasi, ekonomik, sivil ve askeri trajedi ve çatışmalar da yaşanmıştır (Çeçenistan, Karabağ, Kırgızistan, Tacikistan).
Türk Cumhuriyetleri açık deniz ve uluslararası pazarlara doğrudan ulaşma imkânlarının çok kısıtlı olmasından dolayı uluslararası dünya sistemiyle bütünüyle entegre olma ve siyasal egemenlik haklarından tam olarak yararlanamamışlardır. Bu sebeple Rusya, Çin, Ermenistan ve İran gibi bölgesel hegemonik ülkelerin siyasi, mali ve askeri etkisini dengelemekte güçlük yaşamışlardır. Bölgedeki Türk devletleri sahip oldukları zengin doğal kaynakları, jeopolitik kısıtlılık, karşıt bölgesel hegemonik güçlerin baskısından dolayı da ABD, AB, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Türkiye gibi ülkelerin de sınırlı siyasi, ekonomik ve askeri desteklerini alabilmişlerdir. Bu devletler ulusal devlet, uluslararasılaşma, bölgeselleşme ve küreselleşme süreçlerini aynı anda yürütmek zorunda kalmalarından dolayı yapısal çelişkilerle karşılaşmışlardır. Rusya, Avrasya coğrafyasında çevre ülkesi olan bu ülkelerin ABD, AB ve NATO gibi küresel hegemonik güvenlik ve ekonomik merkezli kurumlarının üyesi olmalarını engellemek istemiştir. Rusya, Putin ile dış politikasında Avrasya politikasına yönelerek-eski SSCB- yakın çevre ülkeleriyle BDT, Kollektif Güvenlik Örgütü, Hazar İş birliği Örgütü ve Avrasya Ekonomik Birliği’ni kurmuştur.
Küresel hegemonik dengeleme için de Çin ile Şanghay İş birliği Örgütü’ne Türk Cumhuriyetleri de üye yapılarak Avrasyacılık stratejisi uygulamaktadır. Merkezi Asya’nın Türk Cumhuriyetleri; Türkiye ile Türk Konseyi gibi benzeri ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel ilişkilerini Türk devletler sistemini, Türk devletler toplumunun dayanışmasını güçlendirmek için iş birliğini sürdürmektedirler. Türk devletleri kavşak-geçiş ülkesi olarak Avrasya’da farklı bölgesel ekonomik, siyasi ve güvenlik iş birliği örgütlerinin üyesi olarak bölgesel ve küresel güçlerin çıkarlarını dengelemeye çalışmaktadırlar. Bu bağlamda fonksiyonel bir bölgesel alt sistemin oluşmasını istemektedirler. Altyapı yatırımlarıyla eski ipek yolu coğrafyasının transit hava, otoban, demiryolu ve gemi taşımacılığı ile mal-hizmet ve insan seyahatinin sağlanması Türk devletleri uluslararası sistemle bütünleşmiş olmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla Türk devletleri, Kafkasya ve Orta Asya bölgesinde doğu-batı ve kuzey-güney ulaşım koridoru ile ekonomik derinlikli çok bölgeli hinterlandında jeopolitik derinliğinden yararlanarak barışçıl bir düzen oluşumuna katkı yapmış olacaktır.
Terörizmle mücadele yalnızca askeri ve istihbari metodlara indirgenemeyecek kadar kapsamlı bir konudur. Kentsel terör gibi mekan, aktör, hedef ve mücadele yöntemlerinin bulanıklaştığı bir alanda ise çevresel tasarım, askeri ve istihbari metodları tamamlayan/kolaylaştıran bir araç halini almaktadır. Yakın geçmişte Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en önemli kentsel terör dalgasını teşkil eden ‘hendek çatışmaları’ sürecini, Diyarbakır Suriçi örneğindeki yansımalarından hareketle ele alınan bu çalışma, kentsel terörle mücadelede çevresel tasarımın önemini vurgulaması açısından özgün bir niteliktedir.
Bir kitaba üç düşünsel yaşamöyküsü sığdıran Brian Morris, modern ekoloji hareketinin gelişimine damgasını vuran Lewis Mumford, Rene Dubos ve Murray Bookchin’in fikirlerini, son derece kolay anlaşılır bir biçimde ele alıyor. Bu isimler, bir uçta endüstri megamakinesinin öteki uçtaysa modernlik karşıtı tepkinin yer aldığı çıkışsız ikiliğin ötesine geçerek oldukça makul mantıklı bir üçüncü yol öneriyor. Morris’in ekolojik insancıllık adını verdiği bu ümitvar gelenek, doğayla tekrar hemhal olmuş bir toplum; ekolojik, eşitlikçi ve demokratik bir kent ve kültürü yaratma düşünü benliklerimizde canlandırıyor.
Lafı dolandırmayan, açık ve akıcı üslubuyla sokaktaki eylemciden kuram meraklısı akademisyenlere ve ekologlara kadar her kesime hitap eden Ekolojik İnsancıllığın Öncüleri, ekolojiye, siyasete, felsefeye merak duyanların ya da halihazırda sahada faaliyet gösterenlerin tekrar tekrar okuması gereken bir eser.
“Elinizdeki eser, Tunus’taki Nahda Hareketi’ni kapsamlı bir biçimde ele alırken, 2011 Tunus Yasemin Devrimi sonrası siyasî bir harekete dönüşen Nahda Hareketi’nin yayılması, sürdürülebilirliği ve temsiliyeti açısından nasıl bir “sosyal hareket” olduğunu birincil kaynaklardan ortaya koyan ve Türkiye’de yayınlanan nadir eserlerden biri…”Prof. Dr. Ertan ÖZENSEL
“Kuzey Afrika ile ilgili derinlemesine akademik çalışmaların az bulunduğu dönemde sahaya dönük ciddi bir çalışma olması, Ahmet Gökçen’in çalışmasını değerli kılmaktadır. Genelde Tunus, özelde en-Nahda tecrübesi ise bu çalışmayı daha anlamlı hale getirmektedir.”Prof. Dr. Ahmet UYSAL
“Türkiye’de İslamî hareketler üzerinde akademik çalışma yapan ender akademisyenlerden biri olan Ahmet Gökçen’in eseri bu alandaki literatüre önemli bir katkı sunmaktadır. Sosyal bilimlerin tüm teorik ve pratik imkânlarını kullanan Gökçen, Tunus’ta yerinde inceleme ve araştırma yaparak Nahda Hareketi’nin İslamî bir hareketten siyasî bir partiye dönüşüm tecrübesine tanıklık etmiştir.”Prof. Dr. Ramazan YILDIRIM
Bu tarihî çöküşü, bu tarihî koma durumunu, gerçeğin bu buharlaşıp yok olmasını engelleyebilecek önlemler alınabilir miydi? Biz ne gibi yanlışlar yaptık? Acaba insanlar geriye dönüşü olanaksız yanlışlar, birtakım sırları açığa çıkarmak gibi tamiri imkânsız hatalar mı yaptılar? Bütün bu sorular, bir kadın tarafından terk edilmiş bir erkeğe, bu kadın seni neden terk etti demek kadar anlamsız ve gereksizdir. Çünkü erkek hiçbir şekilde kadını bu kararından döndüremez. Bu olayda insanı rahatsız eden bir şey varsa o da geriye dönüşü olmayan o noktaya geri dönmek için harcanacak tüm çabaların hiçbir işe yaramayacağıdır. Burada önseziler bir işe yaramamıştır, zira her olay kendinden öncekini haklı çıkartmıştır. Dolayısıyla olayların gerçekleşmesini engelleyebilecek bahaneler üretmek pek de akıllıca bir iş değildir. Nedensiz bir olayın gerçekleşmesini hiçbir şey engelleyemez. Nedensiz bir olay yeniden üretilemezken, nedenli bir olay her zaman yeniden üretilebilir. Ama o zaman da bunun bir olay olmadığı ileri sürülecektir.
Bir sonuca varmayan olay(lar) organsız beden, belleksiz zaman ya da Robert Musil’in niteliksiz insanı gibi bir şeydir.
Yüzünü her zaman ustalıkla maskeleyebilmiş Şeytan, modern uygarlıkta yine kendine yakışan kusursuz kıyafeti seçiyor.
Şeytanın bu sefer bizlere hazırladığı tuzak, çektiği son numara, gerçekle kurduğumuz hayalî ilişkiler ağında aranmalıdır. Sadece bir süreliğine coşkuyla kendimizden geçiyoruz, fakat ardından benliğimizi kötülüğün mutsuzluk sarmalına doladıkça dolayan “gerçekler” yığını, tepetaklak edilmiş bir dünyayı gözler önüne seriyor. İnsan benliği dünya adlı dev ekrana yansıyan zavallı görüntüsünü izlemekten mutsuz!
Bu görüntüler arasında kendi ölümünün peşinde koşan modern sanat, sinema, fotoğraf, bilgi, iletişim, internet, her türlü politik cambazlık ve sayısız ideolojik tatmin nesnesi şeytanın kazdığı çukuru daha da derinleştiriyor. Şeytan, her şeyi verirmiş gibi yaptığı sırada aslında her şeyi alıp götürüyor. Bu oyunda kimse özgür değildir, herkes akıldışı bir performansla aynı anda hem köle hem de efendidir. İnsanı gönüllü bir köle olarak seyretmek şeytanı mutlu kılıyor. Efendilik mücadelesinde bir an olsun taviz vermeyen Şeytan, en çok bu oyunu seviyor…
Doğa bilimlerinin sosyal bilimlerin inceleme nesnesi haline gelme süreci, disipliner sınırlarda bilim tarihi ve bilim sosyolojisi adlarıyla başlayıp zaman içerisinde disiplinler-arası bir toplumsal bilim ve teknoloji çalışmaları alanına evrildi. Bu çalışma alanında eyleyen sosyologlar, antropologlar ve tarihçiler, disiplinler-arası sınırları aşındıran pratikleriyle, hem bilimin bir kurum olmak sıfatıyla kurum tarihsel bağlamını hem doğabilimsel bilgiyi üreten bilim topluluğunu ve hem de bizzat bu bilginin kendisini sosyalbilimsel soruşturmaya açtılar.
Daha önce Bilim Sosyolojisi İncelemeleri adlı öncü çalışmayla bu literatürdeki teorik gelenekleri Türkçe okura tanıştırmış olan Doğu Batı Yayınları, şimdi de Türkiye doğa bilimleri üzerine empirik sosyalbilimsel çalışmalara ev sahipliği yapıyor. Geç Osmanlı döneminden erken Cumhuriyet’e ve günümüze gelen tarihsel sarmal içerisinde Türkiye doğa bilimciliğinin halleri, paradigmatik dönüşümleri ve pratiklerine dair tarihsel / sosyolojik araştırmalardan oluşan elinizdeki çalışmada yazarlar aynı zamanda kesişimler ve imkânlar üzerine de kafa yoruyorlar.
Bu kitapla başlayan ve Bilim Toplum ve Tarih başlığı altında birikecek araştırmalar dizisi, vakayınüvisten öte bir bilim tarihçiliğini ve felsefî düşünümlerden öte bir bilim sosyolojisi pratiğini bünyesinde barındıran disiplinler-arası jestiyle, empirik modda çalışan sosyalbilimsel bilim incelemelerine ev sahipliği yapmayı niyet ve taahhüt ediyor.
Modern toplumsal örgütlenme biçimi, ilkel toplumlarınki gibi, simgesel değiş tokuş üzerine oturmamaktadır. Modern toplumlar belki de bu yüzden, değer yasasının beklentilerine yanıt vermeyen bu simgesel düzenden, ölümden korkarcasına kaçmaktadırlar.
Marx’tan bu yana belli bir devrimci düşüncenin, değer yasasından sıyrılmaya çalışmış olduğundan kuşku duyulamaz; ne var ki, bu uzun bir süre önce kitabına uydurulmuş bir devrim düşüncesidir. Hiç kuşkusuz psikanaliz de bir saplantı haline getirdiği bu simgesel düzenden, onu, bireysel bir bilinçaltı içine tıkıp, Baba Yasası, iğdiş edilme ve gösterilene indirgeyerek, kaçmaya çalışmaktadır. Simgesel düzene hep bir Yasayla karşı konulmaktadır.
Bu kitap emek, moda, vücut, ölüm, şiir dili gibi çeşitli alanlardan yola çıkarak oluşturdukları bu tabloyu çözümlemeye çalışmaktadır. Bu metin, günümüzde halen yerleşik disiplinler olarak kabul edilen bu alanları birer simülasyon modeli olarak değerlendirmekte ve çözümlemektedir. Hangisi doğrudur: gerçekliğe ayna tutmak mı, yoksa kuramsal bir meydan okuma mı?
Verileni fazlasıyla iade etme uygulamasıyla süreci tersine döndürmek, değiş tokuşu kurban etme uygulamasıyla tersine çevirebilmek; zamanın döngüsellik, üretimin yok etme, yaşamın ölüm tarafından tersine çevrilmesi; anagramın her dilsel terim ve değeri tersine çevirmesi; sonuç itibarıyla bütün bu alanlara egemen olan zaman, dil, ekonomik değiş tokuşlarla, birikim üstüne oturan çizgisel bir iktidar anlayışına son veren biçimin adı, tersine çevirmedir. Tersine çevirme bizim açımızdan ölmek ve yok edilmek anlamına gelmektedir. Simgesel olan, yok edici ve öldürücü bir biçimdir.
90’lı yıllarda İstanbul’da, bir dönemin ruhu ve heyecanı, farklı yaşam biçimi ve kültürüyle belleklerde iz bırakmıştır. Kadıköy (Akmar Pasajı), Beyoğlu ve Bakırköy’de “yeni sosyallik” arayışının gözde mekânlarında kümelenen gençler, aykırı sayılabilecek bir “duygu dünyası”nı temsil ediyorlardı. Giyimleri, beğenileri ve tercihleri genel kalıpların dışındaydı ve aileleri tarafından her zaman kabul görmüyorlardı. Ancak onlar için kendi ikonlarının, sembollerin ve isimlerin peşinden gitmek daha önemliydi; müzik gruplarının son kasetleri, posterler, siyah kıyafetler, dar jeanler ve t-shirt’ler ilk sırada geliyordu. Ve tüm kısıtlı imkânlara rağmen bunları edinebiliyorlardı. Rock, Punk, Heavy Metal, Thrash, Death, Grunge vb. gruplara dâhil olan bu gençler, katı bir sistemin içinde kendi ütopyalarını ve yaşam alanlarını yaratmışlardı. Stüdyo İmge, Rock Dünyası, Rock Kazanı, Laneth, Çalıntı, Garaj vb. çıkardıkları dergilerde, bu altkültürün zengin ve marjinal yansımaları fazlasıyla görülür. İstanbul’daki gençler, kendilerine özgü muhalif bir tarz oluştururken aynı zamanda parçalı bir toplumda, kendi etik ve estetik değerlerini de ortaya koymuşlardı. Kitap bir dönemi okumak adına bu alanda yapılmış ilk sosyolojik çalışma özelliğinin yanında içeriden bir bakışla ve “gençlerle” yapılan sansürsüz söyleşilerle 90’lı yılların rüzgârını doğrudan günümüze taşımaktadır.
Durkheim, bir sosyal bilimler klasiği olan İntihar’da, “bilinçli ölüm” dediği kendini öldürme eyleminin nedenlerini, türlerini ve gerçekleşme biçimlerini tartışıyor. İntihar deyince ilk akla gelen kasıtlı “kendini öldürme” vakaları dışında, Durkheim, kendini öldürme maksadıyla yapılmasa dahi, açık bir ölüm ihtimali barındıran ve ölümle sonuçlanan her eylemi intihar olarak değerlendiriyor; bireysel, dinsel ya da siyasal hırslarla girişilen ölümcül eylemleri intiharın farklı türleri olarak yorumluyor. İntiharı bir delilik hali ya da akıl hastalığının ürünü olarak gören birçok çağdaşının aksine, Durkheim toplumsal nedenlere, aile, dinî inanç, siyasal ve ekonomik koşullar gibi faktörlere odaklanıyor. İntihar vakalarında tarihsel olarak görülen artışta modern zamanların etkisine işaret ederken, yeni sosyal ve ekonomik dünyada giderek yalnızlaşan bireylerde “hayattan kopma” ve “kendinden vazgeçme” eğiliminin korkutucu boyutlara geldiğini söyleyerek önemli uyarılarda bulunuyor. Durkheim, bir bilim insanı hassasiyetiyle, yaşadığı dönemde yazılmış ve uzaktan ya da yakından intihar meselesiyle bağıntılı olan her çalışmayı titizlikle tartışıyor ve bu tartışmaları kapsamlı istatistiklerle destekliyor. İntihar’ın yüz yılı aşkın bir süredir okunan bir sosyal bilimler klasiği haline gelmesinin nedeni de budur kuşkusuz.
“Felsefe ölüme sürükler, sosyoloji ise intihara.” Jean Baudrillard
Televizyon Dizilerinde Narsist Karakterler: Aile Dizisi Karakterleri Üzerinden Bir Analiz
Ayşegül AKAYDIN AYDIN
Bir Kendilik Teknolojisi Olarak Sosyal Medya Platformlarında Narsist Özne Görünümleri:
Instagram Örneği
Ayten Bengisu CANSEVER
“Gerçekleri İzlediniz” den “Ben Bu Bültene Adımı Verdim!”e Evirilen Süreç:
Televizyon Haber Sunumlarında Narsistik Eğilimler
Beril EKŞİOĞLU SARILAR
Narsisizm Kıskacındaki Bireyler: Sick Of Myself (2022) Filmi
Deniz YÜCEER BERKER
Tükenmiş Kimliğin Narsistik Yükselişi: “Benden Bi’ Tane Daha Yok!” Pop Şarkısının Metinsel Analizi
Marcel Mauss, sosyal bilimler tarihinde kayda değer bir istisnadır. Zira bütün hayatı boyunca tek bir kitap bile yazmamış olmasına rağmen kendisi hakkında bu denli zengin bir ikincil literatürü tetiklemiş çok az düşünür vardır. Mauss’un düşüncesi doğrudan parmakla gösterilebilecek vârisler aracılığıyla değil, farklı disiplinlerden pek çok araştırmacının çalışmalarına sızmış dolaylı ve sürekli bir etkiyle güncelliğini korur. Mauss’un opus magnumu Armağan Üzerine Deneme, sunduğu başlangıçlar ve yol açtığı bakış açılarıyla bütün 20. yüzyıl sosyal bilimlerine sirayet etmiş bir metindir.Bir makaleye göre uzun, bir kitaba göre kısa bu metnin içinde Georges Gurvitch’in hiper-ampirik diyalektiğinden, Lévi-Strauss’un akrabalık analizlerine, Bourdieu’nün simgesel sermaye kavramından Marksist antropoloji eleştirisine, iktisatta faydacılık-karşıtı kuramcıların gelecek argümanlarından anarşizme, evrimcilik karşıtlığından doğal hukuk eleştirisine kadar uzanan çok farklı referans noktası ve tartışma konusu bulunmaktadır.Şeyda Sevde Tunçbilek, Mauss düşüncesinin zenginliğini ve çeşitliliğini dikkate alarak Armağan Üzerine Deneme’nin yazıldığı döneme, disiplin içinde yerleştiği bağlama, temel önermelerine, tetiklediği tartışmalara ve güncelliğine ilişkin bir okuma rehberi sunuyor.
Bu kitapla bilgi koleksiyonunuza neler ekleyeceksiniz?
Antalya’nın ağlayan mağarasını…
Alp Dağları’ndan sonra oksijenin en bol olduğu yeri…
Kapadokya’nın çok eski zamanlarda bir iç deniz olduğunu…
Narman Peri Bacalarını…
Ve çok daha fazlasını…
Bölüm 1Giriş1.1. Cinsel İstismar1.1.1. Cinsel İstismar Tanımı1.1.2. Cinsel İstismar Türleri1.1.3. Cinsel İstismar Mağduru Çocuk-Ergen1.2. Hukuksal Yapı1.2.1. Uluslararası Hukuki Çerçeve1.2.2. Türkiye’de Çocuk Cinsel İstismarına YönelikHukuki Yapı1.3. Cinsel İstismar Mağduru Çocuklar ve Sosyo-demografik Özellikleri Alanında Yapılmış Araştırmalar1.4. Cinsel İstismar ve Psikolojik Belirtiler Alanında Yapılan Araştırmalar1.5. Araştırmanın Amacı ve Araştırma SorularıBölüm 2Yöntem2.1. Araştırmanın Yöntemi2.2. Örneklem2.3. Veri Toplama Araçları2.3.1. Kişisel Bilgi Formu2.3.2. Kısa Semptom Envanteri2.3.3. Ergenler için Ruhsal Sorunlar Tarama Ölçeği2.3.4. Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği-Cinsel İstismar Alt Boyutu2.4. Verilerin Analizivi İçindekilerBölüm 3Bulgular3.1. Sosyo-Demografik Özelliklere Ait Bulgular3.1.1. Olgu ve Karşılaştırma Grubuna Ait Sosyo-demografik Bulgular3.1.2. Olgu ve Karşılaştırma Grubunun Ailelerine AitSosyo-demografik Bulgular3.1.3. Cinsel İstismar Mağduru Ergenlerin OlayÖyküsüne Ait Bulguları3.2. Kullanılan Ölçeklerin Güvenirlik Analizi Bulguları3.3. KSE ve ERST Ölçeklerine ve Alt Ölçeklerine Ait KorelasyonKatsayılarına Dair Bulgular3.4. Psikolojik Belirtilere Ait Bulgular3.4.1. Cinsel İstismar Grubunun Psikolojik Belirtilerine Ait BulgularTartışmaKaynaklar
Toplumsal bir sorun olan engellilik, toplumun tüm katmanlarını etkileyebilmektedir. Toplumda en fazla ayrımcılığa uğrayan gruplardan birisi de engellilerdir. Engellilik halinin bireyde meydana getirdiği değişimler kişinin engellilik hali ve bulunmuş olduğu konum itibariyle bireyin daha önce karşılaşmadığı farklı sorun alanlarıyla karşılaşmasına sebep olmaktadır. Bu engelli gruplarından birisi de fiziksel engelli babalardır. Bu çalışmanın odak noktasını fiziksel engelli bireylerin babalık deneyimleri oluşturmaktadır. Bu araştırmada Fiziksel Engelli Babaların babalığı nasıl algıladıkları, bir baba olarak engellilik sürecinde yaşamış olduğu uyum güçlükleri ve deneyimleri keşfedilerek analiz edilmesi ve alandaki bilgi boşluğuna katkı sağlanması amaçlanmaktadır. Yapılan araştırma sonucunda fiziksel engelli babaların işsiz ve gelir yoksulluğu yaşadıkları buna bağlı olarak bireysel ve sosyal sorunlar yaşadıkları görülmüştür. Fiziksel engelli babaların ulaşmak istediği en önemli babalık rolünün iş sahibi baba vasfının kazanılmasıdır. Bu rolün sadece maddiyatla ölçülemeyeceği özgüven sahibi ve psikolojik olarak güçlü bir baba inşasının önemli bir parametresini oluşturmaktadır. Engelli babaların sadece sosyal yardım boyutuyla değerlendirilmeyip üretime katılması ve ekonomik olarak desteklenmesi noktasında engellilerin çalışma hayatıyla ilgili var olan kanun yönetmelik ve mevzuatların kanun koyucular tarafından tekrardan gözden geçirilerek fiziksel engelli babaların lehine düzenlemelerin yapılması önerilmektedir.
Eğitimde Algı Operasyonları - Erdoğan Köse Pegem Kültür Yayınları Bu çalışmanın amacı, ülkemiz eğitiminde baş gösteren sorunları ortaya koymak ve bu sorunların nasıl çözüleceği yönünde önerilerde bulunmaktır. Ülke eğitimimizin sorunlarını iki grupta ele almak mümkündür. Bunlardan birincisi eğitimimizin görünen, eğitimle uğraşan herkesin gördüğü ve her eğitimcinin bu sorunların çözülmesi konusunda hemfikir olduğu sorunlardır. Bu sorunların yanında değişik algılarla oluşmuş ve çoğu insanımızın doğru olarak bildiği, sonuçları itibariyle sorunlar doğurabilecek veya sonuçlarının sorun oluşturduğu yanlışlardır. Bu sorunlar birincisinden farklı olarak görünürde doğru gibi görünen ve uygulamada birçok sorunu beraberinde getiren algılardır. Oluşan bu algılar, toplumun büyük bir kısmı tarafından adeta eğitimin vazgeçilmezi olarak görülmektedir. Sonuç olarak iki tür sorun da eğitim sistemimizin amaçlarına ulaşmasını ve nitelikli insan yetiştirmemizi engelleyen durumlardır.
Eğitim sistemimizin daha nitelikli olmasını istiyorsak (ki istemekten başka şansımız yok) hem herkesin üzerinde hem fikir olduğu sorunları hem de doğru bildiğimiz yanlışları en kısa zamanda çözmeliyiz. Bu kitap genel sorunları, yani herkesin sorun olarak gördüğü ve çözülmesi konusunda hemfikir olduğu sorunlardan ziyade özellikle değişik algılarla oluşan ve aslında yanlış olan doğrulara dikkat çekmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda mümkün olduğu kadar tüm eğitim sistemimizi etkileyen bu algılar, ayrı ayrı başlıklar halinde irdelenmiştir. Bunun yanında elbette değinilen algılara daha farklı algılar da eklenebilir. Yazara göre şimdilik önemli sayılabilecek ve tüm eğitim sistemini etkileyen sorunlar, algı olarak incelenmiştir. Yazarın beklentisi; eğitim sistemimiz ile ilgili doğru bilinen yanlışlara veya algılar sonucunda oluşmuş bu sorunlara, insanların dikkatini çekmek ve bunların yanlışlar olduğu konusunda kamuoyu oluşturmaktır. Bu kitabın amacına ulaşması ve daha çok okuyucuyu etkilemesi dileğiyle…
Basit Etkinliklerle Daha Fazla Doğa Mümkün - Kurtuluş Atlı Pegem Kültür Yayınları Değerli kitapsever;Elinde tuttuğun kitap bizi doğadan uzaklaştıran sebeplere karşı bir inadın dışa vurumu aslında. Seni, beni, sebebi ne olursa olsun doğadan uzaklaşmış herkesi yeniden motive etmek için yazıldı. Kendini sıkılmış, mutsuz, hedefsiz, eksik hissettiğinde kitabınistediğin bir sayfasını aç ve doğa ile buluşmaya hazır ol! Sıkıntılarının dağıldığını, mutsuzluğunun azaldığını, yeni hedefler keşfettiğini ve en önemlisi tamamlandığını hissedeceksin. Kitap görevini bu noktada tamamlamıştır.Sevgili çocuklar; Büyüklerinizi doğa ile daha yakın bir yaşam için ikna etmek bu kitapla çok kolay. Bir etkinlik seçin. Büyüklerinizle birlikte gerçekleştirin. Bağlarınızı güçlendirin. Hem ailenizle hem de doğayla… Doğada olmanın eşsiz tadının farkına varın. Merak edin, sorun, araştırın, gözlemleyin, cevaplayın, yanlış yapın, düzeltin, yeniden yapın ama ne olursa olsun vazgeçmeyin. İlham almak için doğaya iyi bakın. O da size iyi bakacak.
Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın 1960’lardan itibaren anı, gözlem, izlenim ve bunlarla ilgili yorumlarını içeren Arkeoloji ve Sanat Yayınları olarak bir dizi halinde yayına hazırladığımız üç eseri, öncelikle ülkemizin kazı ve araştırma tarihinin bir bölümünü belgeselleştirmesi açısından önemli kaynaklardır. Elinizdeki eser ise 1964 yılı Mayıs ayı sonlarında Çayönü kazısına katılmak için, İstanbul’dan o yıllarda kömürle çalışan Kurtalan Ekspresi’yle Ergani’ye ulaşıncaya kadar kömür tozu soluyarak geçen 70 saatlik bir yolculuk sonrasında ilk kez tanıştığı Güneydoğu’yu konu almaktadır. Ağırlıklı olarak 1960’lı yıllarda Prof. Dr. Mehmet Özdoğan’ın Güneydoğu Anadolu’daki gezilerde çektiği fotoğraflarla, kısmen o günlere ait anılarının titizlikle eşleştirilmiş bir derlemesidir.
Mehmet Özdoğan, aynı yıl, Temmuz ayında Siirt Pervari Herekol Dağı’nda göçerlere gönüllü öğretmenlik yapmak için, ardından da bir arkadaşıyla kışın tam ortasında Gaziantep’ten Mardin’e ve Diyarbakır’a kadar bir uçtan öbür uca bölgeyi tanımak için Güneydoğu Anadolu’ya iki kez daha gitmiştir. Sonraki 40 yıl boyunca Güneydoğu Anadolu yolcusu olmuş; kazı, yüzey araştırması, gezi olarak bir yılın en az birkaç ayını bölgenin bir yerlerinde, çoğu kez yerel halkla iç içe geçirmiştir. Birbirlerinden bağımsız, ayrı amaçlar, ayrı nedenlerle yaptığı geziler burada Mehmet Özdoğan’ın arşivinde olan fotoğrafların akışına göre sıralanarak bize o yılların Güneydoğu Anadolu’sunu onun gözünden anıları çerçevesinde tüm ayrıntılarıyla aktarılmaktadır. Keyifle okumanız dileğiyle…
Uygar Toplumdan Akıl Toplumuna İletişim ve Uygarlık adını vermiş olduğumuz elinizdeki bu kitap, kronolojik anlamda, öncelikli bir uygarlık ya da iletişim tarihi çalışması değil; İlkel Toplumdan Uygar Topluma İletişim ve Uygarlık adlı kitabımızın devamı niteliğindedir. Burada güdülen amaç; günümüzdeki iletişim kavram ve olgularının, siyasal kimliklerin, kamuoyu, kamusal alan, siyasal düşünce ve propagandanın geçirmiş oldukları aşamaları, İnsanlığın uygarlık süreci içinde ortaya çıkmış bulunan üretim biçimlerine dönük; belirli tarihsel kesitleri temel alarak, dar bir kapsamda da olsa, tarihsel bir bakış açısı içinde yaklaşıp, bulunduğu döneme özgü oluşum ve anlamlarını siyasal ve iletişimsel değerlerinin altını çizmek, bir anlamda iletişimin uygarlık ile ilişkisini ortaya koymak bir anlamda, günümüz dünyasının biçimlenmesini daha iyi kavranıp, anlaşılmasını sağlamaktır. Bu yaklaşım biçimi; hem uygarlık tarihinin bir nebze olsa, yeni bir biçim almasını, hem de iletişimin tarihsel işlevlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Bebeklikten Ye!şkinliğe Çocuk Yetiştirme Sanatı`nı çocuklarına doğru şekilde destek olmak isteyen, etkili ve uygulanabilir yöntemler arayan her anne ve babanın hem kendini geliştirmesi hem de çocuğu ile sağlıklı ve ılımlı bir iletişim kurmasına rehberlik etmek için yazdım.
Bu kitap “Elimden gelen bu, daha ne yapayım?” diyerek ümidini kaybedenleri, bütün yeşil dallarını ve parlak çiçeklerini kaybetmiş gibi hissedenleri ve gücünü, sabrını zaman zaman da olsa yitirenleri yeniden ayağa kaldıracak ve onlara yeni bir bakış açısı sağlayacakır.
Dr. Sevtap Sarıoğlu Uğur, Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi`nde İşletme lisans eğitimini; İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim ve Organizasyon alanında yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlamıştır. Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi`nde Felsefe eğitimi almaya devam etmektedir. 2004-2017 yıllarında Cumhuriyet Üniversitesi Suşehri Timur Karabal MYO İşletme Bölümü`nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 2017 yılından itibaren Uşak Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Anabilim Dalı Yönetim ve Organizasyon bilim dalında doktor öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Yazarın çalışma alanları; örgütsel davranış, yönetim ve organizasyon, liderlik, insan kaynakları ve altdalları olup ilgili alanlarda Örgütsel sessizlik tıpkı örgütsel vatandaşlık, örgütsel öğrenme, örgütsel değişim gibi örgütsel davranış konularından biridir. Örgütlerde davranışsal durumların pek çok farklı sebebi olmakla birlikte esasen bu davranışları gerçekleştiren örgüt çalışanlarının sahip oldukları kişilik özellikleridir. Zira örgütlerde aynı olay karşısında bir çalışan son derece sakin bir davranış sergilerken başka bir çalışan son derece heyecanlı bir davranış sergileyebilir. Bu çalışmanın amacı, çalışanların kişilik tipolojilerine göre sessizlik algısının değişebileceğini ortaya çıkarmaktır. Ayrıca örgütsel sessizlik konusunun son dönemlerde öneminin artmasına rağmen yerli literatüre bakıldığında henüz yeterli sayıda kitap çalışmasının olmadığı ve bu noktada da faydalı olacağı düşüncesi bu kitabın yazılmasında önemli bir etken olmuştur.çeşitli bilimsel çalışmaları mevcuttur.
Ortadoğu kavramı ilk kez, İngilizler tarafından, Osmanlı Devleti’nin Arabistan Yarımadası üzerinde hâkimiyet kurduğu topraklar dışında kalan bölgeler için kullanılmıştır. Bu anlamı ifade eden bölge toprakları, Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ile birlikte oldukça genişlemiş ve tüm Arabistan Yarımadası’nı, Mısır’ı, Türkiye’yi, İran’ı kapsar halde kullanılmaya başlanmıştır. Afrika ve Asya kıtasında, Avrupalıların hâkimiyet dönemini içine alan 20. yüzyılın başlarında, Ortadoğu kavramının boyutları iyice genişlemiş, Afrika’da Libya ve Sudan’ı, Asya’da ise Afganistan ve Pakistan’ı içine almaya başlamıştır. Ancak 20. yüzyılın ilk yarısında, bölgede keşfedilen ve çıkarılmaya başlanan zengin petrol yatakları bölge adı ile özdeşleşmiş ve böylece Ortadoğu’nun sınırlarını petrol çizer hale gelmiştir. Ortadoğu bölgesi, tarihin en eski devirlerinde olduğu gibi, bugün de önemli bir jeopolitik konuma sahiptir. Çağın ekonomik gelişmeleri için gereksinim duyulan petrolün bu bölgede çok zengin yataklar içermesi, bölgenin jeopolitik önemini kat kat artırmıştır. Her yönüyle önemli bir konuma sahip olan bu bölgenin İslâm dininin merkezi ve yayılma sahası olmasıyla Müslüman olmayan diğer dünya devletlerinin ilgi odağı haline gelmiştir. Bu kitap, “Ortadoğu’nun jeopolitik önemi nedir?” sorusuna cevap arayanların başvuru kaynağı niteliğinde hazırlanmıştır. Bu nedenle, kitabın Ortadoğu jeopolitiği alanında önemli bir başvuru kaynağı olması beklenmektedir.
Kutadgu Bilig; Orta Asya kültür ve uygarlık döneminden Orta Doğu uygarlık evresine geçen Türk toplumunun, Yusuf Has Hacib aracılığıyla yarattığı çok önemli ve değerli bir yapıtıdır. Türk kültür, düşünce ve yönetim anlayışlarının zirve yapıtlarından biri olan, tarafımızdan da Türk Magna Cartası olarak nitelenen bu yapıtın, çok önemli konulara parmak bastığı görülür. Yapıt üzerinde yaptığımız bu incelemede, çok önemli görüşlere ulaştığımızı belirtmeliyiz. Eriştiğimiz görüşlerden bazıları şunlardır: Her şeyden önce Kutadgu Bilig; felsefi, bilimsel, sanatsal, tarihsel, siyasal ve yönetsel alanlarla ilgili sınıflamaların/kategorilerin hiç birine tam olarak uymaz. Dönemini aşan olgunluktaki bir yapıtta bunların tümünden önemli ölçüde söz edilmesi ve çoğunlukla da devlet yönetiminin dayandığı ilke ve erdemlerin başat konumda bulunması normal bir durumdur. İşte bu özelliğinden dolayı, siyasetname özelliği taşıdığı öne sürülür. Yusuf Has Hacib; birey, toplum ve devlet yaşamında en fazla değer verdiği erdemleri simgelerle özdeşleştirerek anlatmak ister. Yapıtını dört büyük ve önemli temel üzerine kurar. Bu temeller doğruluk, saadet, akıl ve kanaat gibi öğelerdir. Yazar, bu erdemlere Türkçe isimler verir. Doğruluğa “Kün-Toğdı,” adını verir ve onu hükümdar yerine koyar. Saadete “Ay-Toldı” der ve onu da vezir olarak görür. Vezirin kardeşi “Ögdül-mış” ise aklı temsil eder. “Odgur/mış” da kanaatin karşılığıdır. Yazara göre, devletin ve dolayısıyla devlet başkanının; bilgi, asalet, adalet, dürüstlük, cömertlik, cesaret gibi özellikleri birey, aile, toplum ve devlet yaşamında bulundurması gerekir. Ayrıca halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması, halkın karnının doyurulması, disiplinli ve iyi eğitilmiş bir ordunun bulunması da temel koşullardır. Ona göre toplumun üst tabakalarına dikkat edilirken alt tabakalar da ekonomik anlamda desteklenmelidir. Bu bağlamda, işin ehil olana verilmesi, paranın değerinin korunması ve özellikle adaletin sürüncemede bırakılmayarak anında gerçekleşmesi, devlet başkanının temel görevleri arasında yer alan değerlerden bazılarıdır. Tüm bu ilke ve erdemlerin yanında, Yusuf Has Hacib akıl, bilgi ve adalet gibi kavramlar üzerinde ısrarla durur. Ona göre toplumu ayakta tutan değerlerin başında bu üçlü gelir. Aynı zamanda onun bu gibi kavramlara önem vermesi, günümüz için de takdire değer bir çağrı biçiminde görülmelidir. Umudum odur ki bu çağrı Türk insanı tarafından, özellikle de siyasiler tarafından, dikkate değer bulunur ve gereği de yapılmış olur. Araştırmacı olarak güttüğümüz temel amaçların en önemlisi de bundan başkası değildir.
Öğrenciler nitel teknikleri neden kullanır? Nitel araştırma ilgilendiğiniz konuya uygun mudur? Eğer öyleyse, araştırma sorunuzu belirlemenize nasıl yardımcı olmalıdır?
Silverman’ın erişilebilir, pratik ve vazgeçilmez tavsiyeler içeren bu kitabı kendi araştırmalarına başlayanlar için mükemmel bir uygulamalı kılavuz. Yazarın uzman tavsiyesi ve öğrencilerin güncel araştırmalarından örneklerle kitap, okuyuculara araştırma fikirlerinden araştırma hakkında tasarlama, yürütme ve yazma pratiklerine nasıl geçeceklerini gösteriyor; onlara organize etme, analiz etme ve sonuç çıkarma alıştırmaları yapabilecekleri veri kümeleri sunuyor.
Nitel Araştırma Nasıl Yapılır, başarıya yönelik ipuçları ve dinamik dijital kaynaklarla zenginleştirilip hem sınıfta hem de sahada okuyucuları destekleyen ve kolay erişim için tablet, telefon, dizüstü bilgisayar aracılığıyla erişim sağlayan bir ders kitabı olarak yerini koruyor.
Yaşlılık sosyolojisine giriş niteliğindeki bu kitapta, yaşlılık ve yaşlanma konusu toplumsal kurumlar açısından ve sosyolojik bir yaklaşımla ele alınmaktadır. Son zamanlarda hem dünyada hem ülkemizde nüfus yaşlanması görülmektedir. Modern toplumlarda bir taraftan ortalama yaşam beklentisi artmakta, diğer taraftan yaşlı ve yaşlılık algısı değişmektedir. Bu çalışmada yaşlılık konusu çok boyutlu şekilde incelenmekte, yaşlılığın avantajlı ve dezavantajlı yönleri gündeme getirilmektedir. Ayrıca yaşlı hizmetlerinin ve kurumsal çalışmaların önemine değinilmekte, genel olarak yaşlıların gözünden hayata bakılmaktadır. İnsanın doğduğu andan itibaren yaşlanmaya başladığı düşünüldüğünde, bu kitabın yaşlıların olduğu kadar yaşlanmakta olanların yani küçük büyük herkesin ilgisiniçekmesi beklenmektedir. Yaşlılık ve yaşlanma konusuyla ilgilenenlere
Modern şehrin kaosunda yabancılar arasında yaşama becerisini nasıl elde ederiz ve nasıl davranışa dökeriz?
Çok eskiden şehirde insanlar birbirlerini tanırdı ve hayat çok daha kolaydı. Modern şehirde ise hayatımız boyunca bir “yabancılar dünyası”na maruz kalmak zorundayız. Kamusal alana çıktığımızda hiç tanımadığımız binlerce insanla karşılaşıyoruz. Bir kafede, bir bankta, bir tren istasyonunda, bir otobüs durağında ya da caddenin kaldırımlarında onlarla bir aradayız. Bir şekilde onlardan kaçınarak günümüzü geçirmeyi başarıyoruz. Konuşmamaya, göz göze gelmemeye, rahatsız olmamaya ya da rahatsız etmemeye gayret gösteriyoruz. Yine de onlarla bir etkileşim içindeyiz. Kişisel olarak onlar hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Yine de onları bir şekilde kafamızda bir çerçeveye yerleştiriyoruz ve buna uygun davranış kalıpları uyguluyoruz. Ama nasıl?
Lofland, bunun nasıl mümkün olduğunu keşfetmek için zengin bir tarihi ve antropolojik kaynak yelpazesini ustaca kullanıyor. Kaos ve anlamsızlık potansiyeli taşıyan bu dünyayı nasıl anlaşılabilir ve öngörülebilir bir hale getirdiğimizi anlamak için bu kitabı okuyun. Yabancıların Dünyası bugünkü yaşam biçimimizin nasıl şekillendiğini gösteren parlak bir eser.
İki yüzyıla yakın sosyoloji tarihi dikkate alınırsa, işin başında sıkı ve sert sosyal yasalar fikri hâkim bir fikir iken, bugün çoğu sosyolog esnek ve yumuşak sosyal yasalar fikrine inanmaktadır. Hatta postmodernistler yasa fikrini tümden rafa kaldırmış durumdadırlar. Onlar, yasalara dayalı sosyoloji kuramlarını “meta-anlatılar” olarak nitelemektedirler. Bir zamanlar pozitivist sosyologlar, spekülatif fikirleri “metafizik” olarak nitelerken, şimdilerde postmodernistler onların görüşlerini “meta-anlatı” olarak anlamsız ve komik bulmaktadırlar. Pekiyi, gerçekten de sosyolojide yasa fikri çökmüş müdür? Yasalar yoksa, buna rağmen sosyoloji bir bilim olarak varlığını sürdürebilir mi? İşte bu çalışma bu tartışmalı konuya açıklık getirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Sosyolojideki yasa fikrini kronolojik bir şekilde ele alan bu kitap, bu alandaki Türkçe en yetkin eserlerden olma iddiasını taşımaktadır.
-Fıkıh Sosyolojisi II-
Fıkıh ilmi, gerek İslam ilimlerinde gerekse geniş Müslüman kesimlerinde merkezi bir konuma sahiptir. Doğrusu ona ortodoksi niteliğini kazandıran nokta, son kertede İslam’ın dünyaya dair tavır alışlarının normatif ilkelerini üretiyor olmasıdır. Esasen fıkhın normatifliğin de ötesinde toplum(lar)la etkileşimi bir arka plan ve zemin olarak içermektedir. Öte yandan toplumsal tabakalaşma açısından alt tabakaların bir konu “caizdir/caiz değildir” şeklindeki hükümlere dikkat kesilmeleri, İslam’ın bu tabakalarda neredeyse fıkıhla eşitlendiği sonucuna bizi götürmektedir. Bu, her ne kadar belirli ölçüde pragmatizmi beslese de, neticede Müslümanların dünyaya dair tavır alışlarının meşruiyet adresi fıkha doğru gitmektedir. Bir anlamda Müslümanların dünyada hareket etmesini temin etmektedir.
Tüm İslam ilimlerinin toplumla kesişme noktaları olmakla birlikte, bunlar içinde fıkhın hareketinin toplumun nabzı ile birlikte gerçekleştiğini söylemek mümkündür ki, bu durum fıkıh ile sosyoloji arasındaki ilişkiyi vazgeçilmez kılmaktadır. Modern zamanlarda fıkhi arka plana bakmayan bir sosyoloji ile sosyolojiye sırtını dönmüş bir fıkhın Müslüman toplumlarda sağlıklı analizler yapamaması dikkat çekicidir. Özelde sosyoloji açısından fıkıh analizi öncelik arz ettiği kadar ayrıcalıklı bir yerde de durmaktadır. Bu sebeple elinizdeki edisyon kitap “Fıkhın Sosyolojik Anatomisi” şeklinde tesmiye edilerek vücut bulmuştur. Daha önce yine Eskiyeni Yayınları’ndan yayımlanan “Fıkıh Sosyolojisi isimli eserin bir devamı olması hasebiyle “Fıkıh Sosyolojisi II” alt başlığı eklenmiştir.
Sanal mekân muhafazakâr habitus için yeni bir karşılaşma alanıdır. Bu yeni mekânın akışkan doğasında “ne yapacağını bilmeme hali” muhafazakârları bir şaşkınlık durumuna sokmaktadır. Günlük hayat içinde bazen göklere çıkarılan bazen de toplumun “bozulmasının” yegâne müsebbibi olarak gösterilen internet, akıllı telefonlar ve bilgisayar gibi teknolojiler muhafazakârın günlük yaşam biçimlerini, tüketim odaklı ticari faaliyetlerini derinden etkilemektedir. Özellikle içinden geldikleri habitus erk tarafından sıklıkla evi terk etmekle eleştirilen muhafazakâr kadınlar, sanal mekân sayesinde evi terk etmeden tüketim odaklı ticari faaliyetlerini yapabileceği ve hatırı sayılır bir gelir elde edebileceği mekâna kavuşmuşlardır. Muhafazakâr kadınlar sosyal medya içinde kurdukları ağlar sayesinde estetik zevklerini geliştirecekleri, dünya standartlarında modayı takip edebilecekleri ve tüm bunları gerçek mekânın risklerinden azade olarak gerçekleştirebilecekleri bir mekâna hızlı biçimde adapte olmuşlardır. Bu mekânın nimetlerinden sonuna kadar istifade eden muhafazakâr kadınlar, içinde bulundukları akışkan alanın gerekliliklerini yerine getirirken muhafazakâr habitusun birçok değer ve normunun sınır çizgilerini bulanıklaştırır. Korunması gereken, mahrem olan birçok sınır çizgisi, sanal mekân içinde muğlak bir hale dönüşür. Bu anlamda yaptığımız çalışma bu bulanık/muğlak noktaları sosyolojik bir perspektif kullanarak bir nebze olsun aydınlatmaya çalışmaktadır.
Stirner, Proudhon ve Kropotkin, kendi düşüncelerini birleştirerek insanlığın önüne bir yol açmayı amaçlıyorlar. Ve işte şimdi, bu üç büyük düşünür sohbete hazır. Gözlerinde umut, zihinlerinde devrim var. Söyleyecek çok şeyleri var ve bu oda, onların seslerine ve idealarına yankı yapacak. Şimdi, birlikte geleceğin tohumlarını ekecekler. Bu, anarşi ve ideaların yükseldiği bir hikayenin başlangıcı. Şimdi, kalemler hazır, zihinler açık ve ruhlar heyecan dolu. Yolculuk başlasın.
Bu kitap, 20. yüzyılın en etkili psikologlarından üçünün bir araya gelerek, insan zihnine ve davranışına dair önemli konuları tartıştığı kurgusal bir buluşmayı tasvir ediyor. Sigmund Freud, B.F. Skinner ve Carl Rogers’ın bu kurgusal diyaloğu, her bir psikoloğun kendi teorilerine ve düşüncelerine dayalı olarak psikoloji üzerine bir bakış yansıtıyor. Bir dizi önemli psikoloji konusu üzerinde durularak, Freud’un psikanalitik yaklaşımı, Skinner’ın davranışçı teorileri ve Rogers’ın insan merkezli bakış açısı arasındaki farklılıklar ve benzerlikler ortaya çıkarılıyor. Her bir psikolog, kendi teorilerini ve düşüncelerini ortaya koyarak, okurlara insan zihnine ve davranışına dair geniş bir bakış sunuyor. Bu diyaloglar, bu üç büyük düşünürün gerçek hayatta hiçbir zaman bir araya gelmediği gerçeğine rağmen, her bir psikoloğun kendi teorilerine ve düşüncelerine sadık kalarak oluşturulmuştur. Bu nedenle, bu kurgusal sohbetler, her bir psikoloğun kendi bakış açısını ve düşüncelerini yansıtmaktadır. Bu kitap, okurlara psikolojiye dair kapsamlı bir bakış sunarken, aynı zamanda bu üç büyük düşünürün nasıl bir araya gelebileceğini ve birbirlerinin fikirlerini nasıl değerlendirebileceğini de göstermeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle, bu kitap okurlarına hem bilgilendirici hem de eğlendirici bir okuma deneyimi sunmaktadır.
Çevre sağlığı, günümüz koşullarında oldukça önemli ve öncelikli olarak ele alınması gereken bir konudur. Bu kitap, çevre sağlığının önemi ve gerekliliğinden yola çıkarak hemşirelik alanına özgü ''çevre sağlığı ve hemşirelik'' hakkında detaylı bilgi sunmayı amaçlamaktadır. Kitap, toplam 18 bölümden oluşmakta olup çevre sağlığı ve hemşirelik süreci, çevre sağlığı eğitimi bölümleri ile başlamaktadır. Kitapta hava, su, toprak kirliliği, elektromanyetik radyasyonun çevre sağlığına etkileri üzerinde durulmaktadır. Aynı zamanda atıkların yönetimi, geri dönüşüm ve yenilenebilir enerji kaynakları, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda önemli bilgiler içermektedir. Yaşam ortamlarında çevre sağlığının önemine dikkat çeken kitapta okullarda, iş yerlerinde ve konutlarda çevre sağlığı konusuna yer verilmiştir. Kırılgan gruplardan yaşlı bireyler, yeti yitimine sahip bireyler ve göçmenler açısından çevre sağlığının önemi ve hemşirelerin bu konuda nasıl destek sağlayabilecekleri anlatılmaktadır. Kitapta afetlerin, salgınların çevre sağlığına etkileri ve bu durumlarda nasıl müdahale edileceğine özellikle doğal afetlerin ardından çevre sağlığının korunması ve yeniden yapılandırılması konularında hemşirelerin rolü vurgulanmaktadır. Kitabın diğer bölümlerinde çevre hukuku ve çevre hakları, tek sağlık yaklaşımı, kültürün çevre sağlığı ile ilişkisi konularına da yer verilmektedir. Bununla birlikte sürdürülebilir kalkınma amaçları ve çevre sağlığı arasındaki ilişki, kitabın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Okuyucular, her bir bölüm içerisinde çevreye duyarlılık ve sürdürülebilirlik ilkeleriyle uyumlu sağlık uygulamalarının nasıl geliştirileceğini ve hayata geçirileceğini okuyabileceklerdir.
Bu kitapta yer alan söyleşiler 2007'den itibaren tarafıma yöneltilen sorulara verdiğim cevaplardan oluşuyor. Akademik, bürokratik ve entelektüel ilgilerimle kesişerek çeşitlenen bu söyleşiler bir anlamda Türkiye'nin son 10 yılına ilişkin kişisel tanıklıklarımın bilançosunuyansıtmaktadır.
Öteden beri üzerinde yoğunlaştığım alanlar arasında özellikle din ve dini hayat benim akademik yönelimlerimin merkezinde yer almaktadır. Türkiye'de dinin modernleşme süreçlerine bağlı olarak ortaya koyduğu harita,bugün başta sosyoloji olmak üzere siyaset bilimi ve diğer sosyal bilimsel ilgilerin yöneldiği temel problematikler arasında sayılmaktadır. Bir din sosyoloğu olarak söyleyebilirim ki, dinin Türkiye bağlamıyla sınırlı olmayan ve onu sıklıkla aşan ağırlığının küresel ölçekle birlikte maruz kaldığı sorunların daha derinlikli çıkarım ve çözümlemelerle sık sıkgündemegelmesikaçınılmazdır. Din, dini hayat, dindarlık ve din temelli hareketliliklerin toplumsal evrenimizdeki aktüel karşılıkları bu söyleşilerde dile getirilen sorularla kendi zaviyemden cevaplandırılmaya çalışılmaktadır.
Arka Kapak Yazısı:
Elinizdeki kitap; 25-26 Aralık 2021 tarihlerinde düzenlediğimiz Düzce İktisat ve Kalkınma Kongresi’nde dile getirilen fikirlerden ve önerilerden hazırlanmıştır.Düzce İktisat ve Kalkınma Kongresi boyunca alanında uzman çok değerli fikir sahipleri, şehrimizin dünden bugüne ve yarınlara uzanan sürecinde “vizyonlarını ortaya koyarak”, bizlere gerçekten hazine değerinde bir yol haritası sunmuştur.Tarım, turizm, ticaret ve sanayi alanlarında Düzce’nin avantajları, dezavantajları, fırsatları ortaya konmuştur. Tüm bu alanların birbirleriyle eşgüdümlü ve ahenk içinde nasıl harekete geçirilebileceği konusunda çok kıymetli fikirler ortaya konmuştur.Her bir fikir, her bir çözüm önerisi bizim için son derece değerlidir. Çünkü bizler Düzce’yi çok daha planlı ve bilinçli bir şekilde büyütmek, geliştirmek gayretindeyiz.Düzce’nin tüm potansiyelini; tüm hemşehrilerimiz ve elbette ülkemiz için harekete geçirme kararlılığındayız. Bunun için de şehrimizin gelecek 50 yılını planlamak zorundayız.Düzce’nin gelecekte sanayisiyle, ticaretiyle, tarımıyla, turizmiyle bugünden çok daha kalkınmış bir şehir olacağına yürekten inanıyoruz. Bu inancımız hiç eksilmedi, eksilmeyecek. Çünkü potansiyelimizi biliyoruz. Bu potansiyeli harekete geçirmek istiyor, bunun için yoğun çaba sarf ediyoruz.Böylesine önemli ve değerli bir coğrafyada, böylesine büyük avantajlara sahipken; elimizdekini daha da kıymetlendirmek, değerlendirmek durumundayız.Bu kitap bütünü itibariyle bir vizyon belgesi niteliğindedir. Geleceğe matuf, bugünün ve yarınların yöneticilerine ışık tutan bir niteliktedir.Düzce Belediyesi olarak, şehrimiz için ortaya koyduğumuz hayallerimizin, projelerimizin ve vizyonumuzun; tüm yöneticilere ışık tutmasını, yol göstermesini, yeni bakış açıları kazandırmasını ve ilham vermesini diliyorum.Düzce İktisat ve Kalkınma Kongresi’ne değerli fikirleriyle katkılar sunan tüm katılımcılara hemşehrilerim adına teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.Dr. Faruk ÖZLÜ Düzce Belediye Başkanı
İstanbul; folkloruyla, edebiyatıyla dünyanın en renkli şehirlerinden biri. Yarattığı kültürel iklimle, sözden dile aktardıklarıyla hep “bir varmış ”la “bir yokmuş ”un arasında konuklarını büyülü bir dünyanın içerisinde misafir eden ayrıcalıklı bir şehir İstanbul.Gizem Dolu İstanbul Masalları edebiyatın eşsiz gücüyle dünle bugün arasında köprü kuran bir eser. Edebiyatımıza eserleriyle değer katmış 13 isim İstanbul için kendi masallarını kaleme aldı. Ve masallar nefis çizimlerle karşılık buldu.
Bu masallarda; İstanbul’a değer katan insan ilişkilerini, insan-mekân etkileşimini ve gizem dolu yepyeni hikâyelere tanıklık edeceksiniz. Masallar diyarı İstanbul’a, dünün ve bugünün gözüyle bakmak istiyorsanız buyurun… İstanbul’un içinden masallar geçmeye devam ediyor…
Bilim iletişimi, iklim değişikliğinden yapay zekaya ve genetik modifikasyona kadar pek çok alanda insanları her zamankinden daha fazla etkileyerek 21. yüzyıl toplumlarının yaşamlarının merkezinde yer almaktadır. Tarihsel olaylar, sosyal değişimler, uygulama ve araştırma alanlarının çeşitlenmesi bilim iletişiminin gelişimini etkilese de bir meslek ve çalışma alanı olarak nispeten genç sayılabilecek bir alan olma özelliğini sürdürmektedir.
Geçtiğimiz son iki yılda yaşadığımız pandeminin belki de en olumlu etkisi bilim ve bilimsel araştırmanın, kısmen de olsa bu süreçte hızlı tepki vermesi ve kamuoyunda bilim iletişimi içeriklerine ilginin artış göstermesidir. Ancak içinden geçtiğimiz bu tarihsel süreç aynı zamanda bu alandaki çalışmaların yetersizliğini de ortaya koymaktadır. Özellikle bilim insanlarının alışkın olmadıkları bir kamuoyuna maruz kalmaları, toplumun beklentilerine aynı oranda karşılık verilememesi ve yerleşik bir bakış açısı ile hareket edilememesi gibi pek çok zorlukla karşılaşılmıştır.
Bilim iletişimi pratiklerinin çeşitlilik göstermesi, bu alandaki politikaların ve kurumsal yaklaşımların değişkenliği alana yerleşik bir bakış açısı sunmada önemli zorlukları da beraberinde getirmektedir. Bu durum bazıları için, bilim iletişiminin başlıca çekincelerinden birini oluştursa da aslında hareketli ve çok parçalı sınırları ile entelektüel bir alan olarak karşımıza çıkmakta ve halen gelişmekte olması onu farklı disiplinler için de ilgi çekici kılmaktadır. Bu bağlamda kitap farklı disiplinlerin perspektifinden konuyu ele almakta ve güncel pratikler üzerinden yola çıkarak Bilim İletişiminin izini sürmektedir. Türkiye’de toplumsal ihtiyaçların ne yönde şekillenebileceği konusuna da ışık tutan çalışma, dijital dönüşümün rolünü ve alanın mevcut sorunlarını bu pratikler üzerinden eleştirel bakış açısıyla değerlendirmektedir.
Hayatınız üzerine düşünün. Geleceğinizi planlayın ya da çok düşünmeyin; bir film izleyin. Bir şeyler atıştırın. İşleri yetiştirin. Tatil yapın. Bir kitap okuyun. Kitabın sayfalarında düşünen, plan yapan, izleyen, atıştıran, çalışan, eğlenen, okuyan insanların sosyoloji tarafından anlatılan gündelik yaşantılarına tanık olun. Modern insanın çalışma, kamusal alan ve özel yaşam arasında parçalanmış olan olağan bir gününü oluşturan bu yaşantılar; bilinç, sınıf, ideoloji, küreselleşme, postmodernizm tartışmaları etrafında, teoriye giden yolda yeniden birleştirilip heyecan verici bir öyküye dönüşecektir. Gündelik hayat bütün bu tartışmaların başladığı ve anlam kazandığı başlangıç noktası olarak karşınızdadır. Yapılar içerisinde gözden kaybolmuş öznenin kendisini gündelik dil, kültür ve tüketim edimleri içerisinde yeniden bulmasının sosyolojik anlatısı böylece ortaya çıkmaktadır. Elinizdeki kitap, işte bu öyküyü anlatmaktadır.
Along with the most important developments of the 20th century, capitalism, industrial revolution and modernization, the aims of establishing a national identity of the newly established states in the imperial geographies came to the fore as an important agenda. In this book, which focuses on researching and discussing the role of ideologies in the production of space during the construction of national identity, Kızılay and Taksim Republic Squares have been chosen as exemplary study areas because they are designed as symbolic spaces of the Republican ideology and regime while the nation identity is being built. To build the dominant ideology, national identity and national consciousness of the Early Republican Period; while crowning the city squares with monuments to commemorate and glorify the founding date of the nation-state, many attempts were made to design the city of Ankara, the capital of the Republic of Turkey, as the representative place of the new regime. Another city of the study, Istanbul, which is the representative of the Ottoman Empire, in other words the old regime and ideologies, was tried to be redesigned. More specifically, it can be said that Kızılay Square in Ankara and Taksim Cumhuriyet Square in Istanbul were the venues of the periods when the dominant ideology reconstructed the national identity.
This book will try to point out how national identities affect city squares and how the landscapes of the squares reflect the identity construction. This state of signification also represents the role of ideologies on spatial politics. In this respect, it is aimed to bring together overlapping arguments between national identity, ideology and the production of space.
Fenomenolojik sosyoloji diğer mikro-sosyolojiler, gündelik hayatın sosyolojileri, sözgelimi sembolik etkileşimcilik, etnometodoloji gibi Türkçe sosyoloji ve sosyal bilimler literatüründe hak ettiği düzeyde yer almayan ve tartışılmayan bir yaklaşımdır. Yakın zamanlarda bu eksikliği gidermek amacıyla ilgili kitaplar Türkçeye çevrilmeye ve daha ağırlıklı olarak sosyal bilimlerde çalışan okuyucunun dikkatini çekmeye başlamıştır.
Fakat burada önemli bir sıkıntı vardır. İlk olarak, fenomenolojik sosyolojiyle ve diğer yüz yüze etkileşimlerin sosyolojileriyle ilgili birincil ve ikincil eserlerin dili oldukça karışık, anlaşılması zordur. Bu söz konusu sosyal bilimcilerin kendi yazım tarzlarından olduğu kadar, anlattıkları ince ayrıntıları ifade etmenin zorluğundan da kaynaklanmaktadır. Bu yüzden, literatüre kazandırılmaya çalışılırken yazılarda ve çevirilerde terimlerin uygun Türkçe karşılıklarını bulmayla ilgili ciddi karışıklıklar yaşanmaktadır.
Elinizdeki kitabın yazarı literatüre ve Türkçeye hâkim olduğu için, hem içerik hem de anlaşılırlık bakımından okuyucunun işini oldukça kolaylaştırmaktadır.
Kitabın bir başka özelliği fenomenolojik sosyolojiyi kurucusu Alfred Schutz’un biyografisini, kaygılarını, kafasındaki çözüme kavuşturmak istediği meseleleri de dikkate alarak bize anlatmasıdır. Bu yaklaşımla, ilişkili birincil kaynaklardan hareketle, Türkçe yazılmış ilk eser olması da çalışmayı değerli kılmaktadır. Kitabın editörlüğünü yapmak benim için de heyecan verici keşifler içermekteydi.
Erzincan’ın en eski sakinlerinden olan, literatürde Lomlar olarak kabul edilseler de yerelde ‘Poşa’ olarak adlandırılan ancak kavramın dışlayıcı bir anlamda kullanılması nedeniyle bu nitelendirmeyi kabul etmeyen ‘Poşa’ toplumu, yoksulluğu ve işsizliği çok yoğun yaşayan bir topluluk olarak Erzincan’ın toplumsal hayatında varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadır. Sosyo-ekonomik entegrasyon sorunları yaşayan söz konusu toplum hakkında çok az şey bilinmesi ve literatürün sınırlı olması bizleri böyle bir çalışma yapmaya sevk etti. Kendilerini Türk ve Müslüman olarak gören ve ‘Poşa’ ifadesini kabul etmeyen bu toplumu, bu yüzden, biz de topluluğun hassasiyetlerine dikkat ederek bu şekilde adlandırmadık. Ancak bu isimlendirmenin yerel ağızda kullanılmasından ötürü kavramın damgalayıcı durumuna işaret etmek amacıyla kullanmamız gerektiği noktalarda tırnak içine alarak kullandık. Bu araştırmayla söz konusu toplum hakkında çok önemli ve faydalı bilgilere ulaşıldığı kanaatindeyiz. Bu bağlamda araştırma, sosyal damga, kimlik ve yoksulluğun nasıl iç içe geçtiğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Erzincan’daki Lomlar / ‘Poşalar’ın yaşadıkları toplumsal sorunları ortaya koyarak bu topluluğun sorunlarına çözüm üretilmesi çabalarına katkıda bulunmaya çalışmak böyle bir projeye başlamamızın temel amacıdır. Bir diğer amaç da bu toplum hakkındaki yanlış ve eksik bilgileri doğru bilgilerle değiştirerek toplumun Erzincan’daki sosyal ve ekonomik hayata entegrasyonuna katkıda bulunmaktır.
Kitabın Erzincan’da bu konuda yapılan ilk geniş çaplı çalışma olması dolayısıyla literatüre önemli katkılar yapacağı kanaatini taşımaktayım. Kitabın hazırlanmasında başta kitap bölüm yazarları olmak üzere projede emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Bu çalışma asıl olarak Türkiye’de yapılmış kırsal alan araştırmalarını dönemselleştirerek incelemeyi hedeflese de dünyada kır sosyolojisinin kuramsal köklerine göz atmayı ve sadece kır sosyolojisi değil ama “kır çalışmaları” olarak ortaya çıkan literatürü de özetlemeyi önemli saymaktadır. Bu nedenle iki bölümden oluşan kitabın ilk bölümü kır sosyolojisinin teorik kökü olarak düşünülen Tönnies’in Gemeinschaft-Gesellschaft ayrımından başlamaktadır. Tönnies’in ikili bakışına benzer diğer yaklaşımların sahipleri olarak Durkheim ve Redfield da konuyla ilgili değinilen düşünürlerdir.
Kitabın ikinci bölümü ise Türkiye’de kır/köy sosyolojisinin gelişimini anlamayı amaçlamaktadır. Ancak, bu bölüm, ilk bölümden farklı olarak teorik ele alışları değil, alan araştırmalarını sınıflandırmaktadır. Türkiye’de doğrudan köylere giden ve oralardan veriler derleyen, bu verileri yorumlayan araştırmacıların çalışmaları ele alınmaktadır. Elbette detaylı ya da yüzeysel incelenen veya sadece isimleri anılan bu çalışmaları Türkiye’de yapılmış köy araştırmalarının tam bir bibliyografyasını sunduğu iddia edilemez. Ancak geniş bir literatürün tarafımızca incelendiği ve okuyucularla paylaşıldığı söylenebilir.
Elinizdeki derlemeyi oluşturan metinlerin hepsine; Osmanlı devlet ve toplum yapısı tartışmalarını yeniden sorunsallaştırmanın getirdiği, bir bütün olarak 1960’ların politik bağlamını yeniden sorunsallaştırmanın ya da tam tersine bu bağlama gark olmanın kokusu sinmiştir.
Osmanlı devlet ve toplum yapısı tartışmalarını gerekli olgunluğa erişemeden kesiliveren patikalar olarak görmek gerekir. Böyle bakıldığında, tartışmalar içerisinde kaleme alınan eserler, Cumhuriyet döneminde yaşanan politik, kültürel ya da sosyal sorunların kökenini Osmanlı toplumsal yapısında arama yönelimlerinden dolayı, ülkenin tarihsel sosyoloji literatürünün ilk örnekleri haline gelirler.
Açılan patikalar bir yanıyla büyük ölçüde kapanmış olup, bir diğer yanıyla önemli vukuflar içermektedir. Dolayısıyla bu metinlerle kurulacak eleştirel bir diyalog, tarihsel sosyolojinin kendini kuramsallaştırması ve kurumsallaştırması açısından elzemdir. Bu elzem mefhuma gerekli olan naçizane katkı -eğer varsa- elinizdeki kitapta yer almaktadır.
Her bir şehrimiz, ilçemiz, köyümüz kendine has kıymetler barındırıyor. Doğadan beşeri unsurlara bu özgün değerleri korumak ve geliştirerek geleceğe taşımak bireysel ve toplumsal olarak ne de önemli. Kalıcı gelişimin temeli için de bu şart.
Bunun yolu bellek imgeleri olan kent, mekân, insan ve kültürü birlikte anlamlandırmaktan geçiyor. Yemek kültürü, gıda ve aşçılık; bu özelliklerin hepsiyle ilintili hem günlük pratiklerimizi hem de derin kültürel kodlarımızı barındırıyor. Türk mutfak kültürü dünyanın en zengin mutfaklarının başında ve onunla ilgili geliştirilecek, çalışılacak çok alan var.
Güzel ilçe Mengen de dünyada kendine has biçimde uzun müddetlerdir, kentlere aşçı gönderiyor. Aşçılar; farklı ülke, kent, mekân ve kurumlarda başka memleketlerden meslektaşları ile beraber sanatları ile var oluyorlar. Meslekli olmak kavramına da özgün katkı sunuyorlar.
Bu çalışmada hayat boyu öğrenme, eğitim, usta çırak ilişkisi, güven, çalışkanlık gibi değerli hasletler barındıran bu meslek, kültürel miras, belgeler, insan ilişkileri kent ve mekân bağlamında ele alınıyor. Kültürün çağımızda yaşatılmasına yardımcı olabilecek bazı kavram ve uygulamalara da kısaca değiniliyor.
Mengen aşçılık geleneğinin bir Türkiye mirası olduğu düşüncesiyle…
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.