Cumhuriyet Dönemi bilim tarihi, oldukça ihmal edilmiştir. Bilim Tarihçileri, araştırmalarını genellikle Orta Çağ İslam Dünyası ile Osmanlı İmparatorluğu dönemlerine yoğunlaştırmıştır ve bu dönemlerin doğal bir uzantısı olan yakın tarihi ihmal etmiştir. Bunun muhtemelen iki sebebi bulunmaktadır: Birincisi, Cumhuriyet Dönemi çalışmalarının henüz tarih olmadığı inancı, ikincisi ise 20. yüzyıl biliminin muhteşem zenginliği...
İnan Kalaycıoğulları’nın Cumhuriyet Dönemi Türkiyesi’nde Bilim adlı çalışması, temel bilimlerin, 1923-2010 yılları arasındaki tarihine ışık tutarak bu eksikliği bir nebze de olsa gidermeye çalışmaktadır.
Merâga Gözlemevi’nin kurucusuNasirüddin-i Tûsî'nin Risâle-i Sî Fasl (Otuz Bölümlük Risale) adıyla meşhur olan el-Muhtasar fî İlm el-Tencîm ve Marifet el-Takvîm adlı eseri ilm-i nücum alanında yazılmış temel eserlerden biridir. Bu eser, şair ve âlim Ahmed-i Dâi tarafından Tercüme-i Sî Fasl fi't Taḳvîm adıyla Osmanlı Türkçesine çevrilmiştir. Bu çevirinin öne çıkan özelliği, Ortaçağ astronomisindeki terimlerin Türkçe karşılıklarının verilmesidir. Ahmed-i Dâî’nin verdiği bu Türkçe karşılıklar, Osmanlı âlimleri tarafından yüzyıllar boyunca kullanılmıştır. Ahmed-i Dâî, çevirisinin başında bu eseri Türkçeye tercüme etmedeki amacının yeni başlayanlar içineseri anlaşılır kılmak ve kolaylıkla yararlanmalarını sağlamak olduğunu açık bir biçimde belirtir. Ahmed-i Dâî bu amacına uygun olarak ebced rakamları (harf rakamları); Hicrî, Rûmî, İranî ve Celâlî takvimleri; gezegenler, burçlar ve saat türleri gibi astronomi konularıyla bazı astroloji konularını oldukça yalın bir dil ile Farsçadan Türkçeye aktarmıştır.
Bu kitapta, eserin kapsamlı ve sağlam bir metnini oluşturmak için eserin iki nüshası üzerinden yapılan çeviriyazısı, metnin günümüz Türkçesi’ne aktarımı,metnin gramatikal dizini üzerinde hazırlanmış sözlüğü, metinde yer alan astronomi/astroloji kavramları için ayrıca hazırlanmış müstakil bir sözlükçe ve eserin kullanılan nüshalarının tıpkıbasımları yer almaktadır.
Bir astronomi tarihçisi olarak bu alanda çalışmanın en güç kısmının terimler olduğunu belirtmem gerekir. Bu bağlamda elinizdeki bu eser hem Osmanlı bilim ve astronomi dünyasına ışık tutacak hem de bu alanda çalışacak olanlara rehberlik edecektir.
Prof. Dr. Yavuz Unat
“Neden bu kadar çok kişi bilimi korkutucu, yavan ya da cansız bir şey olarak görüyor? Açıkçası, birkaç nedenden dolayı. Birincisi, genellikle bilimin ne olduğu okullarda doğru bir şekilde öğretilmemekte. Bilim, bazen sadece bir grup yavan ilke veya formül gibi -insanların yalnızca hatırlaması gereken bir takım nihai sonuçlara benzetilir- ancak bilim bu değildir.”
“Bilim bir süreçtir. Canlı bir soruşturma yöntemidir. Bilimi, her şey ama her şey hakkında çok fazla soru sormanıza olanak tanıyan, size olayları sistematik ve metodik olarak araştırabilmenizi sağlayan, ayrıca dünyayı, doğal gerçekliği veya toplumsal gerçekliği derinlemesine araştırmak için bir dedektif gibi davranmanızı sağlayan, bir yöntem ve yaklaşım sunan bir yol olarak düşünün. Bilim cansız bir şey değildir! Her şey, herhangi bir şeyi anlamaya çalışmakla ilgilidir, temel prensip de dahil olmak üzere, eğer bir şeyi değiştirmek istiyorsanız ilk önce onu daha iyi anlamanız ve yalnızca yüzeysel bir şekilde kavramamanız gerekir.”
Ardea Skybreak
“Marksist tarihyazımı öldü mü? Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte, Marksist tarihyazımının da öldüğünü söyleyenler var; oysa bu, 2 nedenle doğru değil. Birincisi, Marksist tarihyazımı, Sovyetler ya da daha sonra kapitalistleşen Çin’in tekelinde değildi ve olmadı. Türkiye başta gelmek üzere birçok ülkede, Sovyet yanlısı da Çin yanlısı da olmayan güçlü sol hareketler vardı. Bu sol hareketler de Marksist’ti ve tarihi Marksist açıdan yorumluyorlardı. Bu üçüncü grup, çeşitli eğilimlerden oluşuyordu. Bunların içinde en güçlü akım, Küba başta olmak üzere Latin Amerika’dan esinlenen kurtuluş hareketleriydi. Bu hareketler, sömürgecilik karşıtı mücadelelerinde işçi sınıfını tarihin tek öznesi olarak görmediler. Tek bir sınıf indirgemeciliğinden çok, halk kesimlerine yönelik olarak çalışma yürüttüler. Halkın değişik kesimleri vardı, tarih de kalıptan çıkmış ikiliklerle yorumlanamazdı. Bunlar Sovyetlerin katı sınıfsal çözümlemelerinin tersine, ezen-ezilen ve sömüren-sömürülen gibi karşıtlıklar üzerinden halkın değişik kesimlerine yöneldiler. Bu yöneliş hem onların daha da yaygınlık kazanmasını sağladı hem de ileride gelecek tarihyazımı eklerini benimsemelerini kolaylaştırdı.”
Bilim ve Modern Dünya
Whitehead’in belki de en çok okunan felsefi eseri olan Bilim ve Modern Dünya, ana hatları itibarıyla, 1925 yılında Harvard Üniversitesi’nde verilen sekiz derslik Lowell Dersleri dizisine dayanır. Whitehead’in kendisi bu kitabın “geçtiğimiz üç yüz yıl boyunca Batı kültürünün, bilimin gelişiminden etkilenen birtakım yönlerine ilişkin bir çalışmayı somutlaştırdığı”nı yazar. “Kitabın püf noktası” der, “hâkim bir felsefenin karşı koyulamaz öneminin duyumsanmasıdır.” John Dewey, Bilim ve Modern Dünya’yı “bilim, felsefe ve yaşamın henüz yeni beliren meseleleri arasındaki mevcut ilişkiler konusunda, genel okur açısından en önemli yeniden değerlendirme” olarak adlandırır. Herbert Read şöyle yazar: “Bu, Descartes’ınYöntem Üzerine Konuşma’sından bu yana, bilim ile felsefenin ortak sahasında yayımlanmış en önemli kitaptır. Bütün yaşam ve varlık kavramımızda bir devrimin içeriğini somutlaştırmakta, sadece bilim ve felsefenin değil, dinin ve sanatın kategorilerini de yeniden yorumlamaya çalışmaktadır.” Ve JulianHuxley, “bir döneme damga vuran kitaplardan biri” der.
İklimbilimciler bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yardımıyla son on yıl içinde, iklim koşullarının yaklaşık son bin yılda geçirdiği değişime dair net bir görüntü elde etmeyi başardılar. Bu keşif, uzun süredir duyulan birtakım kuşkuları doğrular nitelikteydi: Son Buzul Çağı yaklaşık 13.000 yıl önce sona ermesine karşın, MS 1300-1850 yılları arasında dünya bir soğuma döneminden geçmişti. Uzmanlar bu periyoda “Küçük Buzul Çağı” adını verdi. Fakat bu tespit bu kez daha büyük başka kuşkular doğurdu: Bu periyodun sonu neden Sanayi Devrimiyle, yani küresel ısınmaya giden yolun başlangıcıyla çakışıyordu? Yoksa...
Arkeolog Brian Fagan bu eserinde Vikinglerin İzlanda, Grönland ve Kuzey Amerika’da kurdukları ilk kolonilerin kalıntıları üzerinde yapılan incelemelerden yola çıkıp özellikle Avrupa tarihindeki büyük olaylara mercek tutarak iklim değişiminin tarihin akışı üzerindeki etkisini inceliyor.
Fagan, bilim, arkeoloji ve tarih okurlarının ilgisini çekmeyi başarıyor.
“Fagan bu harikulade kitabında insan toplumunun iklim zikzakları karşısında ne kadar savunmasız olduğunu gösteriyor.” — New Scientist
Dünyayı Değiştiren Fikirler, antibiyotiklerin keşfinden dinamite, rüzgâr türbinlerinin keşfinden mikroişlemcilere, kredi kartlarının keşfinden elektrikli arabalara kadar dünyayı değiştiren yüzlerce inanılmaz fikri ve keşif öyküsünü akıcı ve kolay anlaşılır bir anlatımla okurlarına sunan başucu niteliğinde bir kitap.
"İnsanlığın ortak malı olan bilimin gelişmesinde tarih boyunca çok farklı medeniyet, kültür, dil, din, gelenek ve âdet bilim bayrağını elden ele bir süreklilik içinde taşıyarak bugünkü seviyesine kadar ulaştırabilmiştir. Bilim, tarih boyunca yeşererek gelişebileceği ortamlar bularak bir medeniyetten diğerine geçebilmiştir. Birçok ülkenin aydınları bu gelişmenin sanki sadece Batı medeniyetinin katkısı ile olduğu düşüncesindedir. Batı medeniyetini tetikleyen ve bugünkü bilimsel seviyesine getiren bilim felsefesi, mantık, akılcılık ve deneycilik konularında yapılan öncelikli çalışmalardır. Bilim tarihinin seyrini bilmek ve bu arada bizim kültürümüzün de bugünkü bilimsel teori, deney ve anlayışlara geçmişte de olsa ne kadar fazla katkıda bulunduğunu görmek gerekir. Bu gerçeğin bilinmesi ile araştırıcıya ilave merak ve cesaret gelebilir. İşte bu düşüncelerle yazılmış olan bu kitapta, Türkiye'de bilimin geçmişi, bugünü ve geleceğine ışık tutabilecek değişik konular izah edilmiştir. Bilimsel çalışma çıktılarının nesnellik niteliğine sahip olması için araştırıcının öznel düşünce sistemindeki kültür, dil, din, felsefe, mantık, temel bilgi vb., konularını da içine alan dinamik bir süreçten geçmesi gerekir."
Alanının önde gelen din ve bilim tarihçilerinin kaleme aldığı bu eser, Hıristiyanlığın ilk zamanlarından yirminci yüzyılın sonuna kadar geçen sürede Batı’nın dini gelenekleriyle bilim arasındaki ilişkiyi inceler. 30 farklı makaleden oluşan bu geniş kapsamlı çalışma aslında birbirine tamamen zıt olmayan, aksine birbiriyle karmaşık bir etkileşim içinde olan din ile bilimin kesişme noktasını daha iyi anlamamız için farklı yaklaşımlar ortaya koyar.
Ortaçağda, Batı uygarlığında doğan bilimin yükselişini takip eden bu tarihçiler Kopernik, Galileo ve Newton gibi bilginlerin icatları ve Katolik ve Protestan Kiliselerinin bu icatlara verdiği tepkilerle ortaya çıkan büyük değişimleri detaylı bir şekilde aktarırlar. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda jeoloji, kozmoloji, biyoloji; ayrıca bir ana akım oluşturan dini grupların ve yeni yeni ortaya çıkan evanjelizm ve fundemantalizm gibi akımların tepkileriyle birlikte oluşan yeni bilimsel anlayıştaki değişimleri değerlendirirler. Bu kitap, bilimin anlaşılması, uygulanması ve tarihyazımına yönelik mevcut tartışmaların odağında bulunan çevrecilik, toplumsal cinsiyet çalışmaları ve postmodernizm gibi yeni yaklaşımları inceler, modern bilimin teolojik yansımalarını konu alır.
Cliff Conner’ın Halkın Bilim Tarihi, bilim tarihine fikir tazeleyen, keyifli, yeni bir bakış sunuyor. Böyle bir eserle daha önce hiç karşılaşmadım; bu kitap tarihe seçkinci önyargılardan arınmış bir bakış açısıyla yaklaşıyor ve yaratıcı bir üslupla sıradan insanların, çalışan insanların bilimin gelişiminde oynadığı rolü anlatıyor. Yeni tarihsel verileri, bizleri şaşırtarak, gelenekselliğin saraylarında bir heyecan dalgası yaratarak sunuyor.
C. P. Snow’un 1959’da verdiği Rede Konferansı, edebi entelektüeller ile bilim adamları arasındaki kültür ve anlayış farkı konusunda, hala devam eden önemli bir tartışma başlatmıştı. Tartışma giderek doğa bilimleri ile insan bilimleri alanında çalışanların birbirlerini anlamalarına engel olan iletişim kopukluğu üzerinde yoğunlaştı; bilim ile teknolojinin toplum için önemi ve eğitimin geleceği konusunda bir tartışmaya dönüştü. Snow’un, ana savlarını yeniden gözden geçirdiği İkinci Bakış’ı ve Stefan Collini’nin tartışmanın tarihsel geçmişini özetleyen Önsöz’üyle birlikte, İki Kültür, konuya kışkırtıcı bir yaklaşım.
Zaman içinde geçmişe doğru bir yolculuk yapacak olsaydınız giysi, tren, araba gibi şeylerin bugünkünden çok farklı olduğunu görürdünüz. "Bir Zamanlar..."ın her bölümünde başka bir icadın öyküsü ve zaman içinde geçirdiği değişim anlatılmakta. Tübitak Çocuk Kitaplığı’ndan genç bilimseverlere her sayfasını ilgiyle okuyacaklarını düşündüğümüz bir kitap.
Yaşamın gizemi henüz tam olarak çözülmemiş olsa da, bilim bize canlıların cansız moleküllerden oluşan karmaşık yapılardan ibaret olduğunu söylüyor. Eğer bu görüş doğruysa, hücrelerin ve organizmaların belli bir amacı varmış gibi görünen hareketi nereden kaynaklanıyor? Fizikçi Peter M. Hoffmann bu ezeli sorunun yanıtını nano-ölçekte bulduğunu ileri sürüyor. Canlı organizmaların düzenli işleyişinin ardında bir “moleküler fırtına” esiyor. Hoffmann’a göre yaşam, atomların gelişigüzel hareketlerini düzenleyen moleküler makinelerin eseri. Küçücük elektrik motorları elektriksel gerilimi harekete dönüştürüyor, nano-fabrikalar başka moleküler makineler imal ediyor ve bu makineler de DNA ipliklerini buruyor, açıyor ve paketliyor. Tüm canlılar etkileşim halindeki bu nano-ölçekli makinelerden oluşuyor. Hoffmann kendi nano-teknoloji araştırmalarına dayanarak atomların karmaşık dünyasından yaşamın nasıl doğduğunu ortaya koyuyor. Size de yaşamın sırrını öğrenmek kalıyor!
“Canlıyı cansızdan ayıran nedir? Yaşam, cansız maddeden nasıl doğar? Bu sorular 2500 yıldır düşünürlerin aklını kurcalamaktadır. Hoffmann’ın kaleme aldığı Yaşamın Kökeni birkaç bin yıl boyunca süren tartışmaları özetledikten sonra modern bilimin konuyla ilgili araştırma ve bulgularını ortaya koyarak bu soruları yanıtlamaya çalışan muhteşem bir eser.”
- The Scientist
“Maddenin, canlı organizmalarda bulunan cinsten karmaşık süreçleri kendiliğinden oluşturma potansiyeline sahip olduğunu artık biliyoruz. Yaşamın Kökeni işte bilimin bunu nasıl kavramaya başladığını anlatıyor. ... Kitabın en önemli mesajı, bir devrimin yaklaşmakta olduğu. Bu devrim bize maddenin neden yapıldığını söylemeyecek. Maddenin bizi oluşturmak üzere nasıl örgütlendiğini açıklayacak.”
- Nature
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.