"Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş..." tekerlemesiyle başlayıp arada çekilen onca ızdıraba, ayrılığa, haksızlığa rağmen sonu hep "Onlar ermiş muradlarına, darısı bizlerin başına," cümlesiyle noktalanan sözlü edebiyatımız, masallarımız... Sözlü olarak üretilmiş ve geçmişten bugüne kulaktan kulağa yayılarak ulaşmış tek mirasımız... Ölümsüzlüklerini kazanan masallarımızla şehzadelerin, hanım sultanların, padişahların ve kötü kalpli insanların büyülü dünyasında biz de bu kitapla yerimizi alıyoruz. Onlarla ağlayıp onlarla gülüyor, hayattan ders çıkarıyoruz. Bu büyülü dünyanın kırk gün kırk gece süren kutlamalarında yerimizi almanın tam zamanı...
Siz hepiniz sadece sipariş verdiniz. O ise çıkardı parasını da verdi.Eee… Parayı veren düdüğü çalar…
Bir zamanlar yaşlı bir İsfahan Padişahı, mirasını bırakacak bir erkek evladı olmadığı için üzülmektedir. Padişahın "Keşiş" diye hitap ettikleri bir yardımcısı vardır. Keşiş padişah için bir elma ağacı diktirtir ve senesinde padişahın herkesi kıskandıracak derecede yakışıklı bir erkek evladı dünyaya gelir. Bu çocuğa yiğitliği ve mertliği dolayısı ile Kerem adı verilir. Keşişin de Aslı adında dünyalar güzeli bir kızı vardır. Bu iki genç çocukluklarını beraber geçirirler. Kerem'in Sofu adında bir arkadaşı vardır. Kerem bir gün Sofuyla gezerken Aslı'yla karşılaşır. Kerem'in nutku tutulur ve bir daha konuşamaz. Bir süre sonra Aslı ortadan kaybolur. Kerem Aslı'yı bulmak için yollara düşer. Yolda karşısına çıkan herkese Aslı'yı sorar. Yolda karşılaştığı kızları Aslı'ya benzetir. Bir gün Sofu Kerem'in yanına gelir. Kerem'e, Aslı'nın başkasıyla evleneceğini söyler. Kerem bunu duyar duymaz Aslı'nın evine gider.Aslı ile Kerem o gece evlenirler. Keşiş düğün sırasında Kerem'e büyü yapar, düğünden sonra Kerem ile Aslı yorgun bir şekilde evlerine dönerler. Kerem üstündeki mintanı çıkarmak için düğmeleri açar fakat düğmeler tekrar iliklenir. Daha sonra Kerem birkaç kez mintanı çıkarmayı denese de başaramaz. Artık daraldığı için yorgunluktan bir "ah" çeken Kerem ağzından yayılan ateşle yanmaya başlar. Aslı Kerem'i söndürmek için ona su verir fakat bu sefer ateş daha da güçlenir. Birkaç dakika içinde Kerem yanmaktan Kül olur. Aslı da kahrından haykırırken saçları Kerem'in külüne değerek tutuşur ve o da yanarak can verir.
İran Masalları, çeşitliliğiyle zengin, karmaşık ve büyülü bir kültürel yapıyı binlerce yıl boyunca korumayı başarmış topraklardan doğdu. Kaynağını Budizm, Hinduizm, İslam ve Zerdüştlük'ten alan bu masallar, İran’daki değişik inanç ve kültürlerin bin yıllar içinde nasıl iç içe geçtiğini ve ortaya biricik, özgün bir yaşayış çıkardığını gösteriyor.İran masalları, yeniden yorumlanmış ya da bambaşka kurgulara adapte edilmiş halleriyle, zamanla bütün yeryüzünü dolaştı. Çağdaş edebiyatın fantastik unsurları bile varlığını büyük ölçüde, genellikle erdem ve bilgelik üzerine kurulu bu yalın anlatımlara borçlu.
Dinleri ayrı iki sevgilinin bir türlü kavuşamamasını konu edinen Kerem İle Aslı günümüz halk anlatıları arasında en önemlilerinden biri sayılmaktadır. Her defasında kendini yeni okumalara açan ölümsüz bir aşkın hikâyesi…
Çektiğim dert ile elemBenden ibret alsın âlemBöyle çalınmıştır kalemYanarım Aslı’m yanarım
“Alaaddin ilk başta biraz tembellik etse bile insanın aklını kullanarak doğru yolu bulabileceğini gösteriyor.” - Abdul, 14Alaaddin lambayı ovalamaya başlar başlamaz gök gürültüsüne benzer bir ses duyuldu. Döne döne yükselip odanın içine yayılan dumanlar, az sonra biçim değiştirip yeşil renkli bir deve dönüştü. Alaaddin annesiyle birlikte yoksul ve alçak gönüllü bir hayat sürüyor. Sonra, günün birinde uzun zaman önce ortalıktan kaybolan amcası çıkageliyor ve Alaaddin’in hayatı alt üst oluyor. Acaba bu yeni dost güvenilir biri mi? Alaaddin, Sultan’ın güzel kızı Prenses Badrülbadür’le evlenmek istiyor ve babasını ikna edince sonunda tam anlamıyla mutlu olacağını düşünüyor. Sultan’ın baş veziri ise Prenses’le kendi oğlunun evlenmesini istiyor. Alaaddin’in amacına ulaşmasını sineye çekecek mi ? Alaaddin kötü yürekli büyücüyü kızdırdığı için sevgili karısından sonsuza dek ayrı mı kalacak, yoksa Prenses ve Alaaddin’in yaşlı annesi sağ salim yurtlarına dönebilecek mi?
“Ali Baba çok şanslı ama hizmetçi kız Nurcihan’ın zekâsı olmasa işler yolunda gitmeyebilirdi.” - Zarah, 12Atlılar Ali Baba’nın gizlendiği yerin yakınında durunca Ali Baba nefesini tutup beklemeye başladı. Atlarından inen adamları birer birer saydı, toplam kırk kişiydi; hepsi de ellerinde torbalar dolusu altın, gümüş ve değerli taş taşıyordu.
Ali Baba ormana her zamanki gibi odun toplamak için gittiğinde hayatını değiştirecek inanılmaz bir maceraya atılacağını nereden bilebilirdi? Gizli hazinelerle dolu mağarayı keşfettikten sonra Ali Baba’nın yüzüne gülen talihi, çok geçmeden korkunç bir tehdide dönüşüyor. Karısıyla ve ailesiyle birlikte yeniden huzurlu bir hayat yaşayabilecek mi? Ali Baba’nın kardeşi Kasım zengin bir adam ama başkalarının mutluluğunu önemsemiyor. Bu bencilliği başına neler açacak? Hizmetçi kız Nurcihan’ın karşılaştığı sorun, bir ölüm kalım meselesi. Kendini ve Ali Baba’nın ailesini felaketten kurtarabilecek kadar zeki ve yürekli mi?
Tüm Ortadoğu’da, yüzyıllar boyu nesilden nesile anlatılan bir halk hikayesi..
Der Fürst Kazan fragte: "Wem gehört das Geschick, dem Pferd oder dem Reiter?" Die Anwesenden antworteten: "Es gehört dem Mann". Der Khan sagte darauf: "Nein, wenn das Pferd nicht schnell und stark genug ist, kann sich der Reiter nicht rühmen. Dem Pferd gebührt die Kunstfertigkeit."
Es war ein sehr heißer Sommertag. Nasreddin Hoca besuchte einen Freund. Nach dem Essen brachte der Hausherr in einer tiefen Schüssel eine eisgekühlte Kaltschale an den Tisch. Er stellte diese in die Mitte.
Yaşam sevgisi, yiğitlik, aşk gibi konuların işlendiği bu destan, diğer destanlar gibi insanoğlunun ölümsüzlük arayışının kanıtlarından biridir. Sait Maden’in Batı kaynaklarından çevirdiği Gılgamış Destanı’nın, Yunan destanı İlyada’dan, Hint destanı Mahabharata’dan beş bin yıl öncesinde yazıya geçirildiği tahmin edilmektedir. Gılgamış Destanı, insanoğlunun ilk yazınsal ürünü, ilk başyapıtıdır.
Kerem der ki sevsem bana ar olmaz Kötü günde hısım kardeş var olmaz Biliyorum Aslı bana yar olmaz Aklım beni bitmez işe salmıştır Halk hikayeleri sözlü kültürümüzün en önemli mirasıdır. Bu miras içinde en bilinenlerden biri 16. yüzyıldan günümüze ulaşan Kerem ile Aslı’nın hikayesidir. Farklı dinden olmaları nedeniyle birbirine kavuşamayan iki sevgilinin anlatıldığı hikaye, sevdiğinin peşinden diyar diyar sürüklenen Aşık Kerem’in yürek burkan şiirlerinden oluşur. Nesiller boyu kendini koruyarak ölümsüzleşen Kerem ile Aslı hikayesi, mutlaka okunması gereken bir klasik...
Bir seçki olmaktan çok kronolojik bir antoloji halinde düzenlediğimiz bu kitapta elimizden geldiğince sevilen, sayılan ozanların popüler diyebileceğimiz, günümüz insanların da zevkle dinleyip aynı zamanda dillendirdiği şiirsel metinlerini seçmekle başladık işe. Şairleri yaşadıkları yüzyıllara göre sınıflandırdık. Biyografileri hakkında kimi kısa, kimi uzun bilgiler derledik. Ozanlar arası karışıklığa mahal vermemek için ayrı yüzyıllarda ele aldığımız şairleri alfabetik sıraya göre yeniden düzenledik.. Birey, halk, toprak, neşe, hüzün, kavga, savaş, aşk, kardeşlik gibi insandan başlayıp evrene kadar uzanan her bir mesele hakkında, görüş ve düşüncelerini estetize ederek yaşadığı döneme ve halkına tercüman olan halk şairlerimizi okurken, şiir kültürümüzün ne kadar zengin ve görkemli olduğunu görecek ve halk şiirimizi küçümseyenlerin, bu güzelim insanlara ne denli haksızılık ettiğini anlayacak ve eminiz onlara buruk bir sitemde bulunacaksınız..
Yaklaşık 1400 yılında yazılmış, Osmanlı şehzadesi Yakub Çelebi’den esinlenmiş anonim bir kısa öykü olan Yakub Çelebi’nin Öyküsü, tarihi ve kurgusal unsurların harmanlandığı, gerek Türk-Katalan ilişkilerine gerek erken dönem Osmanlı tarihine ve Anadolu’daki yaşayışa dair eşsiz bir yapıt. Osmanlı kronikleriyle de epey örtüşen anlatı Kosova Savaşı’na dair ilk kaynaklardan biri olarak da çarpıcı bilgiler sunuyor; 1. Murad’ın ve Yakub Çelebi’nin savaş sırasında Bayezid tarafından öldürüldüğü iddiasını içeriyor. Şarkiyatçılık tartışmaları, Doğu-Batı karşılaşması, Avrupa edebiyatında Türk imgesi gibi birçok konuya yeni bir bakış açısı sunan, Juan Carlos Bayo’nun kapsamlı önsözü ve metne dair notlarıyla zenginleşen Yakub Çelebi’nin Öyküsü edebiyatla süslenmiş, leziz bir tarih anlatısı.
“... Murad’ın oğlu Yakub Çelebi’nin hayatındaki hadiseleri ve baba katili gayrimeşru kardeşi Bayezid Bey’in ellerinde akıbetini nasıl bulduğunu işiteceğiniz ‘Yakub Çelebi’nin Öyküsü’ böylece başlamaktadır...”
“İlk neden her şeyde tek bir biçimde var olur, ama bu şeyler ilk nedende tek bir biçimde var olmaz.”
12. yüzyılda Endülüs’te Latinceye çevrilen Nedenler Kitabı’nın orijinalinin 9. yüzyılda Bağdat yakınlarında, kimliği bilinmeyen bir İslam filozofu tarafından yazıldığı öne sürülmektedir. Plotinus’un metinlerinden derlenen sözde-Aristoteles metni Aristoteles’in Teolojisi ile beraber, İslam felsefesinin Yeni-Platoncu ve Aristotelesçi temellerinin en önemli iki metninden biri olarak görülmektedir. Hem Platoncu hem Aristotelesçi düşünceden etkilenen metin, aynı zamanda her ikisinden de ayrılarak temel aldığı Proklos’un çoktanrıcı Teolojinin Öğeleri’ni tektanrıcı bir temelden yorumlamaktadır.
Dönemin iç içe geçmiş felsefi ve teolojik tartışmalarını da konu etmesi açısından önemli olan Aquinolu Tomasso’nun Nedenler Kitabı yorumuyla beraber yayımladığımız Nedenler Kitabı Hıristiyan ve İslam felsefesine etkisiyle, çoktanrıcılık ve tektanrıcılığın kesişim noktasında yer alan kökeniyle, yalnızca sudûr geleneği içerisinde bir metin olmanın ötesinde, her klasik metin gibi, okunduğu zamanın okurları tarafından da yorumlanmayı hak ediyor.
- Quand Trois Flèches et La Flèche Grise se réuniraient, ils feraient piller la maison de Kazan. Kazan s’est fait piller la maison de nouveau. Mais le Oghuz extérieur n’était pas avec eux. Seul le Oghuz intérieur a pillé. Qaund la maison était pillée, il faisait sortir le béni et le pillage commençait ainsi.
Les beys des Oghuz extérieurs Arzu, Ermen et les autres entendirent cela et dirent:” Regardez, on pillait la maison de Kazan ensemble jadis, pourquoi ne pas s’unir maintenant?”. Tous les beys des Oghuzs ne s’unirent pas pour venir à Kazan et ils furent ennemis.
Hacivat: O mon Karagöz, que t’est-il arrivé? Tu as des bleus partout, repose-toi un peu.
Karagöz: Que le Dieu te punisse. Regarde ce que j’ai souffert à cause de toi.(Il le frappe)
Hacivat: Tu as déchiré le rideau, et détruit la scène. Allons prévenir le propriétaire.
Karagöz: Nous espérons que la pièce vous a plu mes amis.
Kızılbaşlığın Tarihi, Osmanlılar ile Safevîler arasındaki siyasi mücadelenin bir yansıması olarak Anadolu’dan kopup giden, Safevî Hanedanı’nın hizmet kemerini beline bağlayan ve İran’da hanlık mansıplarıyla onurlanan Kızılbaş Türklerin siyasi ve askerî hikâyesidir. Şamlu, Rumlu, Karamanlu, Tekelü, Ustaclu, Zülkadirli gibi Türklüğü şüphe götürmez bu boylar, istikballerini Şah İsmail’de görüp onun dergâhına varmışlar, böylece Safevî ordusunun çekirdeğini oluşturmuşlardır. Sünnî İslam dünyasının en önemli güçlerinden biri olan Şeybânîlere karşı zafer tacını giyerken kaderin bir cilvesi olarak can düşmanları Yavuz Sultan Selim karşısında Çaldıran’da hezimetin en ağırını yaşamışlardır.
Farsçadan tercüme olan Kızılbaşlığın Tarihi, sadece Kızılbaş Türklerin değil, aynı zamanda Lor ve Kürd gibi İran coğrafyasının başka unsurlarının tarihine de ışık tutar. Muhtemelen kendisi de bir Kızılbaş olan müellif, Müslümanların ilk kıblegâhı olan Kudüs’ü Haçlıların elinden kurtaran büyük İslam kahramanı Selahaddin Eyyûbî’den büyük bir övgü ve sitayişle bahseder. Bu eser, Safevî Devleti’nin kurucusu Şah İsmail’in akrabaları olan Sünnî Akkoyunlular ile çoğunluğu Kızılbaş olan Karakoyunlu Türkmenleri hakkında da paha biçilmez bilgiler sunar.
Keza Osmanlılar, Safevîler, Şeybânîler, Memlûklar, Eyyûbîler gibi devletlere dair de naklettiği bilgiler hasebiyle Orta ve Yeni Çağlar İslam dünyası üzerine araştırma yapanların asla göz ardı edemeyeceği bir kaynak eserdir. Neredeyse bine yakın tarihî şahsiyetin geçtiği bu kitap görülmeden tamamlanan çalışmaların bir yönü eksik kalacaktır. Kızılbaşlığın Tarihi’nin, en az araştırmacılar kadar, konuya meraklı okurların da ilgisini çekeceğine şüphemiz yoktur.
Yüzlerce yıl boyunca, Çin’den Kuzey Afrika’ya uzanan ve Çin, Çin Hindi, Hindistan, İran, Irak, Türkiye, Suriye ve Mısır’ı kapsayan bir alanda anlatılan Binbir Gece Masalları, ilk kez Antoine Galland tarafından düzenlenip Fransızcaya çevrilerek (1704-17, 12 cilt) dünyaya tanıtıldı. Bugüne kadar bellibaşlı bütün dillere çevrilen bu masallar, Galland’dan çok daha öncesinden başlayarak, edebiyattan müziğe, sinemadan baleye kadar bütün alanlarda pek çok sanatçıyı derinliğine etkiledi, defalarca işlendi, yeniden yorumlandı, taklit edildi. Binbir Gece Masalları, sadece insanların düşgücünü ateşlemekle kalmadı; bilinen en eski örneğini oluşturduğu "çerçeve öykü" tekniğiyle de, hem geçmişte hem de günümüzde, dünya edebiyatını en çok etkileyen kitapların başındaki yerini korudu. Alim Şerif Onaran (1921-2000), Binbir Gece Masalları’nı ilk kez tam metin halinde dilimize kazandırdı. Orhan Pamuk, gözden geçirilmiş bu yeni basım için bir sunuş yazdı. Size kalan sadece "Açıl susam açıl!" demek...
Yüzlerce yıl boyunca, Çin'den Kuzey Afrika'ya uzanan ve Çin, Çin Hindi, Hindistan, İran, Irak, Türkiye, Suriye ve Mısır'ı kapsayan bir alanda anlatılan Binbir Gece Masalları, ilk kez Antoine Gallad tarafından düzenlenip Fransızcaya çevrilerek (1704-17, 12 cilt) dünyaya tanıtıldı. Bugüne kadar bellibaşlı bütün dillere çevrilen bu masallar, Galland'dan çok daha öncesinden başlayarak, edebiyattan müziğe, sinemadan baleye kadar bütün alanlarda pek çok sanatçıyı derinliğine etkiledi, defalarca işlendi, yeniden yorumlandı, taklit edildi. Binbir Gece Masalları, sadece insanların düşgücünü ateşlemekle kalmadı; bilinen en eksi örneğini oluşturduğu "çerçeve öykü" tekniğiyle de, hem geçmişte hem de günümüzde, dünya edebiyatını en çok etkileyen kitapların başındaki yerini korudu. Alim Şerif Onaran (1921-2000), Binbir Gece Masalları'nı ilk kez tam metin halinde dilimize kazandırdı. Orhan Pamuk, gözden geçirlimş bu yeni basım için bir sunuş yazdı. Size kalan sadece "Açıl susam açıl!" demek...
Maaday Kara, Güney Sibirya’da yaşayan Altay Türklerinin destanıdır. Binlerce yıllık yaşam mücadelesinin iki neslin yaşlı baba ve yaşamı sürdürecek oğlu yaşamına sığdırılarak anlatıldığı destanda odak noktası, ölüm korkusu ve ölümsüzlük arayışıdır: Destanın kahramanı, Maaday Kara’nın oğlu aynı zamanda bir şaman prototipi olan Kögüdey Mergen, hayatın sırrını çözmek, annesi ve babasını ölüler diyarından yeryüzüne geri getirmek, sürülerini ve halkını ölümün pençesinden kurtarmak için yeraltı dünyasına iner.
Şamanist bir toplumun ürünü olan (ancak yer yer Budizm ve lamaizm etkisi de görülen) destanda, bu dünyayı ve öbür dünyayı algılayış biçimi şamanist düşünce doğrultusundadır. Olaylar üç farklı boyuta uzanır: yeryüzü, yeraltı ve gökyüzü. Yeryüzü canlıların mekanıdır; yeraltı ruhların yani ölülerin alemidir, bu aleme karanlık güçler hakimdir; gökyüzü de yine insan ötesi bir boyuttur. Ancak, bu üç boyutun kapıları birbirine kapalı değildir, birinden diğerine gitmek ve geri dönmek mümkündür.
Maaday Kara’nın nerdeyse bütün destanlarda olduğu gibi- kozmogonik yönleri de vardır: Destan, Büyükayı ve Orion takımyıldızları ile Kutupyıldız’nın nasıl ve niçin meydana geldiğini de anlatır.
Bu kitapta, Maaday Kara destanının Sazon Saymoviç Surazakov’un 1964’te Alaksey Grigoreviç Kalkin’in anlatımndan derlediği Altay Türkçesi metninin çevrimyazısı ile Türkiye Türkçesine çevirisi yer alıyor. Destanı ayrıntılı bir “Giriş“, metinde geçen Altayca kelimeler ve özel isimler için birer dizin ve geniş bir bibliyografya ile birlikte sunuyoruz.
Yüzyıllardır okunan, anlatılan, dilden dile dolaşan; Doğu kültürünün bir ürünü olmasına rağmen tüm dünyayı etkileyen, insanların imgeleminde özel bir yeri olan, üzerine pek çok araştırmanın, incelemenin yapıldığı, filmlere konu olan Binbir Gece Masalları bizlere sürükleyici, gizemli, bir o kadar da büyüleyici bir dünya sunuyor....
Çocukluğumuzda hatta yetişkinliğimizde bile hangimiz ara sıra Alaaddin'in sihirli lambasına sahip olmayı ya da Ali Baba gibi ''Açıl susam açıl!'' dediğimiz zaman karşımıza mücevherlerle dolu küplerin çıkmasını istemedik? Uçan bir atın üzerinde dünyayı dolaşabilmeyi hangimiz hayal etmedik? Her şeyden sıkılınca pencerenin önüne oturup, Zümrüdüanka'nın bizi sırtına alarak uzak diyarlara uçurmasını hangimiz beklemedik? Hangimiz yakışıklı ve akıllı bir şehzade ya da güzeller güzeli bir peri prensesi olmayı düşlemedik?
Binbir Gece Masalları bizi tüm bu düşlerimize yeniden kavuşturuyor. Bize büyülü bir dünyanın kapılarını açıyor; haydi o zaman biz de uçan ata binip bu gizemli yolculuğa çıkalım.
''Feleğin kahrı çoksa, bizim de neşemiz var.İçeriz zevk ederiz daha başka nemiz var?
Gece güzel, aşk güzel, sen de neşe kat güzel,Hayatın gerisini gel bir pula sat güzel."
6'sında ya da 16'sındaki ya da erkek çocuklar için koca bir çuval dolusu masal Renkli, heyecanlı, neşeli ve mutlu yaşamak isteyenlere efsane, fantezi, aşk, hayal, sihir ve gülmece cümbüşüHenüz kitapların var olmadığı çok eski zamanlarda gezgin masalcılar varmış, hükümdarları ve halkı eğlendirmek için bu kitaptaki masalları anlatırlarmış.Soğuk ve karanlık kuzey ülkelerinde uzun kış akşamları dedeler ve nineler evlerindeki ocağın yanına kurulur, başlarına toplanan çocukları eğlendirmek için bu kitaptki masalları anlatırlarmış.Tarih boyunca en çok sevilen ve anlatılan masallar da hiç duymadıklarınız da bu kitapta toplandı.
Dünyanın belki de en fazla tartışılan, kurcalanan ve okunan beş mektubudur bu kitaptakiler. Acaba bu mektuplar sahici mi? Bunları gerçekten Portekizli bir rahibe mi yazmış? Sevgilisi kimmiş; mektupları Fransızca'ya kim çevirmiş? Yaklaşık dört yüzyıl boyunca "Portekiz Mektupları" yukarıdaki kışkırtıcı soruların ördüğü bir ilgi halesiyle çevrelendi; edebiyat araştırmacıları, din adamları, tarihçiler ve hatta felsefeciler, bu arada hiç kuşkusuz okuyucular, aslında çok sıradan görünen bir kurguya dayalı bu kitabı merakla ele aldılar. Ama "Portekiz Mektupları"nın klasikleşen ilgi çekiciliği sadece bu kuşkulardan kaynaklanmıyor; nitekim günümüzde "kitabın esrarı" çözülmüş sayılabilir. Gene de kitap, kadın-erkek ilişkilerinin tarihi boyunca taşınan başka "esrar"ları konu edindiği ya da ortaya döktüğü için hala ilginçtir. Bizler, bu çağın kadın ve erkekleri de, sıradan ama bir o kadar da eski ve karmaşık bu labirentlerde dolaşmayı sürdürüyoruz.
Bir zamanlar kocaman bir evde, üvey annesi ve iki kız kardeşiyle yaşayan, çok güzel bir kız varmış. Çirkin üvey kardeşleri, onun güzelliğini kıskandıkları için, evin tüm işini ona yaptırırlarmış.
Güzel kız bütün bir gün, yerleri silerek, çamaşırları yıkayıp, kardeşlerinin dağınıklığını topluyormuş. Geceleri de, ertesi gün yiyecekleri yemekleri hazırlamak için, geç saatlere kadar çalışıyormuş.
Bu site Ticimax® Gelişmiş E-Ticaret sistemleri ile hazırlanmıştır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.