Tal’at ile Fıtnat’ın aşkı anlamına gelen bu eser edebiyatımızda ilk roman kabul edilmektedir. Romanda kadınların eğitimi, görücü usulüyle evlenmenin yol açtığı sıkıntılar, kaç-göç, karşı cinsler arasında iletişimsizlik gibi dönemin temel problemleri işlenmiştir. Anne-babaların hatalarının çocukları nasıl etkilediği gibi konular üzerine kurgulanan roman teknik açıdan zayıf olsa da dikkat çektiği sorunlar bakımından başarılı bir eserdir.
Aksaray’da, ufacık bir oda... Gösterişli değil ama pek temiz döşenmiş bir odada, yüzünde bir güzellik ve cazibenin harabeleri görülen elli elli beş yaşlarında bir kadın minder üstüne oturup bir şey dikiyordu. Gözü dikişte, eli iğnede, ama zihni başka yerde olup bir şey düşünüyor vedüşündükçe hüzünlenip kederlenir gibi görünüyordu.
Türk edebiyatının ilk romanı özelliğini taşıyan eser, 1872 yılında yayınlanmıştır. Romanın, türünün edebiyatımızda ilk örneği olduğu için olsa gerek, bazı eksiklikleri vardır. Fakat bunun yanında tıpkı yazarı gibi eserin de Türk romancılığına verdiği katkı çok büyüktür. Bir aşk hikâyesini anlatan romanda hem eski Türk hikâyeciliğinden hem de modern romandan orijinal kesitler bulmak mümkündür. Bu yüzden romanı, bir geçiş dönemi eseri kabul etmek de mümkündür. Eser, aynı zamanda kendinden hemen sonra başlayacak Tanzimat dönemi romanını konu ve ileti açısından etkilemiştir.
Her şeyden önce romanı, kapalı OsmanlI toplumu içinde biranda kadının sorunlarından bahsettiği için incelemek gerekir. Bu noktada romanda dikkat çeken birinci husus"kadın"ın sosyal hayattaki durumudur. Bu yönüyle romanın çoğu yerinde yanlış olan geleneksel yaşam tarzına karşı bir isyan görülmektedir.
Bu çalışmada roman, günümüz okurunun zorlanmadan anlayabileceği bir yapıya büründürülmeye çalışılmıştır. Kitabın baş tarafına ise romanın ayrıntılı incelenmesi konulmuştur.
Baki'nin Eş'ar-ı Müntahabesi, Şemseddin Sami'nin Baki'den seçmiş olduğu şiirlerden meydana getirdiği bir seçkidir. Baki'nin enfes şiirlerinden bir demeç sunan Şemseddin Sami, bu eserinde her zaman olduğu gibi dil ve edebiyat alanında yetkinliğini ortaya koymaktadır. Şemseddin Sami. sadece şiir seçmesi yapmamış, aynı zamanda seçmiş olduğu şiirlere noktalama işaretleri koymuş, şiirlerde yer alan ibarelerin kimi zaman anlamlarını vermiş, kimi zaman da eleştirisini yapmıştır. Gelin hep birlikte, baki'nin şiirlerine bir de Şemseddin Sami perspektifinden bakalım.
Taaşşuk-u Talat ve Fitnat
Kamûs-ı Türkî, Şemseddin Sami tarafından hazırlanmış Osmanlı Türkçesinden Osmanlı Türkçesine bir sözlüktür. Şemseddin Sami, kelimenin menşeine bakmadan konuşma dilinde kullanılan bütün kelimeleri sözlüğüne almış ve sözlüğünün adını da “Kâmûs-ı Türkî” olarak isimlendirmiştir. Kelimenin aslı ister Arapça olsun, ister Farsça olsun isterse Batı dillerinden bir dil olsun hiçbirinde de ayrım yapmaksızın hepsine yer vermiş, ayrıca kelimeleri açıklarken Türkçeye hangi dilden geçtiği hakkında da bilgiler vermiştir.
Kaliteli baskısıyla okuma kolaylığı sağlayan Kamûs-ı Türkî’nin orijinal baskısına yazılışını bilmediğimiz, ancak kullanırken manasını merak ettiğimiz kelimelerin daha kolay bulunmasını sağlamak amacıyla Latin harfleriyle hazırlanmış kelime dizini ilave edilmiştir. Bu şekilde Osmanlı Türkçesini yeni öğrenmekte olan Tarih, Edebiyat, Bilgi ve Belge Yönetimi (Arşivcilik/Kütüphanecilik) öğrencileri için sözlüğün kullanımı kolaylaştırılmıştır.
Talat adında genç bir adam ve Fıtnat adında genç bir kadının aşkını anlatan roman, 1872 ve 1873 yılları arasında Hadika gazetesinde tefrika edilmiş ve 1875 yılında kitaplaştırılmıştır. Osmanlı alfabesiyle basılmış ilk roman olan eser, Tanzimat dönemindeki kadın erkek ilişkilerini anlatması ve yine kadının ve erkeğin toplum içindeki yerini göstermesi bakımından önemli ve okunmaya değerdir. Yazarı Şemseddin Sami ise Tanzimat edebiyatında birden çok türde eserler vermiş ve dönemin edebiyatına damgasını vuran isimlerden olmuştur.
Kitap, Talat Bey ile Fitnat Hanım'ın aşkım anlatmaktadır. Anlatılan olaylar Tanzimat Dönemi'nde geçmektedir. Yazar aynı zamanda o dönemin kadın-erkek ilişkilerinin ne şekilde olduğunu ikili arasında yaşananlarda ayrıntılı şekilde anlatır. Aynı zamanda bu hikaye o dönemdeki kadının ve erkeğin toplumdaki yerini büyüteç altına almaktadır. Ayrıca hikayemiz, Türk edebiyat tarihinde batılı anlamda yazılmış ilk roman olarak kabul edilmektedir.
Aksaray’ın fakir bir mahallesinde daracık bir oda…
Gençken çok güzel olduğu her halinden belli olan orta yaşlı bir kadın, küçük fakat temiz ve düzenli olan bu odada bir köşeye çekilmiş elindeki nakışı işliyordu.
Zihnini meşgul eden bir düşünce yüzünden zaman zaman yüzünde keder ve endişe ifadeleri beliriyordu.
1872 yılında yayınlanan Ta'aşşuk-ı Tal'at ve Fitnat, Şemsettin Sami'nin ve Tanzimat Dönemi'nin roman türünde ilk yazılı eseridir. Eser aynı zamanda, Türk edebiyatında batılı anlamda romancılığın başlangıcı olarak kabul edilir. Yayınlandığı dönemin Hadika gazetesinde ilgiyle okunmuştur. Eser, o yıllardaki kültürel zenginliğe ışık tutarken; güçlü bir aşk karşısında, töre ve aile eleştirisi yapmakta ve bir anlamda okuyanların eğitilmesini amaçlanmaktadır.
Tam anlamıyla acıklı ve tipik bir aşk romanıdır. Aşık kimliği ve duygusallık daha ön plana çıkantılmıştır. Olaylar, hayatında ilk kez aşık olan Talat'ın ve Küçük yaşta eve kapatılan Fitnat'ın etrafında cereyan eder. Talat bir vesileyle Fitnatı' görür ve aşık olur. Öyle bir aşk ki sonunda aynlık acısı ve birbirlerine de kavuşamadan ölümle sonuçlanan bir aşk...
Tutkulu, sürükleyici ve dönemin duygu dünyasına tatlı bir yolculuk. Kusursuz, sade ve saf bir aşkın ilmek ilmek işlenişi... Eserdeki içten kabullenilen bir aşkın kabullenilemez sonucu, sizi okurken gözyaşlannıza boğmaya yetecektir.
Kamus-ı Türki, Türkçe'nin ilmî olarak ele alınan ilk sözlüğü olarak kabul edilmekle beraber aynı zamanda Türkçe'nin derli toplu ilk lügatidir. Kelimelerin tertibi hususunda Batı'da yapılan çalışmaları esas alan müellif Türkçe, Arapça ve Farsça asıllı kelimelerde alfabetik sıraya riayet etmiş, kelimeleri harekeleri dikkate almadan "huruf-ı heca" sırasıyla vermiştir. Sözlükte yer alan 29 bin civarındaki kelimelerin yaklaşık üçte biri Türkçe, geri kalanı Arapça, Farsça, Fransızca, Rumca, İtalyanca ve diğer yabancı dillerden Türkçeye giren kelimelerden ibarettir. Şemseddin Sami'ye göre bir lügâtin, ait olduğu dilin kelime servetini gerçek bir surette gösterebilmesi için o dilin aslî kelimeleriyle birlikte kullandığı yabancı kelimeleri de göstermesi şarttır.
Eski geleneğin kimi kalıplarını sürdürmekle birlikte, Taaşşuk'u Tal'at ve Fitnat (Talat ve Fitnat'ın Aşkı), yazınımızda Batılı yöntemle yazılmış roman türünün ilk örneği olarak kabul edilmektedir. 18 yaşında yetim bir çocuk olan Tal'at Bey, bir yaşındayken öksüz kalan, babasını tanımayan bir kız olan Fitnat'a ilk görüşte aşık olur. Ancak kızı sokağa bile çıkartmayan tutucu bir adam olan babalığı tütüncü Hacıbaba; aksi, dediğim dedik bir adamdır ve üvey kızına kendi ölçütlerine göre bir koca bulmak istemektedir. Bunun üzerine Tal'at Bey, kız kılığına girerek Fitnat'la arkadaş olur. ancak Hacıbaba, kızıyla evlenmek isteyen ve zengin bir adam olan Ali Bey'in önerisini kabul eder. Ali Bey, Fitnat'ın babası yaşındadır.
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, Tanzimat edebiyatının birçok türünde eserler vermiş yazarlarından Şemsettin Sami tarafından kaleme alınmıştır. Acıklı bir aşk hikayesini içeren bu eser Türk romanının ilk örneklerinden biridir. Romanda daha sonraları da sıklıkla işlenen kadın eğitimi ve görmeden evlenme ile bunun doğurduğu acıklı sonuçlar en belirgin temalardandır.
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ta birbirlerini seven iki gencin evlenmelerine engel olunması ve bu iki gencin birbirlerine kavuşmak için karşılıklı olarak verdikleri mücadele anlatılır. Daha sonraları da sıklıkla işlenen kadın eğitimi, mesire yerlerine halktan birinin hangi gözle baktığı ve görmeden evlenme ile bunun doğurduğu acıklı sonuçlar ele alınır. Yazar bazen araya girerek okuyucuyu bilgilendirmiş ve kendini gizlememiştir. Bu durum, Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın teknik bakımından kusurlu yönlerinden biridir. Romanda muskanın babası tarafından gün yüzüne çıkması ve Fitnat Hanım’ın babası ile evlenecek olması gibi aşırı tesadüflere yer verilmiştir. Şemseddin Sami tarafından kaleme alınan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat ilk roman olması bakımından günümüz okurlarının da okuması gereken eserlerin başında gelmektedir.
Büyük âlim Şemseddin Sami yeni bir anlayış ve modern dilbilimi metotlarıyla tertip ettiği Kâmûs-ı Türkî ile ilk defa Türkçenin derli toplu bir lûgatını vücuda getirmiştir. Türkçe kelimelerin yanında, Türkçe’ye Arapça ve Farsça’dan geçmiş kelimeleri içinde toplayan Kâmûs halen Türkçe’nin en zengin lûgatlarının başında gelir. Osmanlı Türkçesi’ni asli kaynağından öğrenmek isteyen herkesin, özellikle; araştırmacılar, öğretmenler ve avukatların el altında bulundurmaları gereken kaynak bir lûgat...
1850´de Güney Arnavutluk´ta Permet´e yakın Fraşıri kasabasında doğdu. Tımar sahibi Fraşırî ailesinden Halit Bey’in beş oğlundan üçüncüsüdür. Diğer iki oğul, Naim ve Abdül, Arnavutluk tarihinde önemli roller oynamışlardır.
İlk eğitimini Bektaşi tarikât´a ait olan Nasîbi Tâhir Baba Tekkesi´nde aldı. Ortaöğrenimini bugünkü Yunanistan sınırları içinde kalan Yanya´da ünlü Zosimea Lisesi´nde tamamladı. Arnavutça, Eski ve yeni Yunanca, Fransızca ve İtalyanca´nın yanı sıra Türkçe, Arapça ve Farsça öğrendi. Aile geleneği doğrultusunda Bektaşi tekkesine devam etti.
Emine Hanım ile evli olan Şemseddin Sami, bir süre Yanya Mektubi Kalemi´nde çalıştı. 1871´da İstanbul´a geldi. Matbuat Kalemi´nde memur olarak göreve başladı. Memurluk yaparken bir yandan da ilk telif eseri olan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı romanını 1872-1873 yıllarında forma forma yayınladı. Ebüzziya Tevfik´in çıkardığı Sirac ve Hadika gazetelerinde çalıştı. Vatan Yahut Silistre krizi esnasında bu gazete Yeni Osmanlılar lehine neşriyatta bulunduğu için kapatıldı. 1874´te Fransızca´dan çevirdiği İhtiyar Onbaşı adlı trajedisinin sahnede kazandığı başarı üzerine, Arnavut sorunlarını ele alan Besa adlı oyunu da Gedikpaşa Tiyatrosu´nda sahnelendi.
1880´te Abdülhamit´in isteği üzerine saraya alınarak mabeynde kurulan Teftiş-i Askeri Komisyonu´nun katipliğine getirildi. Ölümüne kadar koruduğu bu görev, onun ekonomik rahatlığa kavuşarak kitapları üzerinde çalışmasına imkan sağladı. Bu yıllarda Daniel Defoe´dan Robenson Kruzo ve Victor Hugo´dan Sefiller romanlarını Türkçeye çevirdi. 1882-83 yıllarında, büyük eserlerinin ilki olan Fransızca-Türkçe Kamus-ı Fransevi´yi, 1885´te de bu eserin Türkçe-Fransızca kısmını yayınladı. Bu eserden dolayı II. Abdülhamit tarafından İftihar Madalyası tevcih olundu. 1889´dan itibaren tek başına yazdığı ve dokuz yılda altı cilt olarak yayımladığı Kamus-ül A´lâm adlı ansiklopediyle, Türkiye´nin en popüler yazarlarından biri haline geldi
"Kamûs-ı Türkî, taşıdığı addan başlayıp, Türkiye Türkçesini, Türk dilinin tarihî ve coğrafî yayılışı içindeki umûmî yeri ile tesbit eden geniş mukaddimesine, muhteva ve tertibine kadar esere hâkim olan yeni zihniyet ile Türk lügatçiliğinde bir merhale teşkil etmiştir. Üç dilden mürekkep bir lisan sayılarak Türkçe`ye Osmanlıca denilen bir devirde, yanlış olduğunu gösterdiği bu adlandırmayı lügatinin ortaya çıkışından daha on sekiz sene önce reddeden müellif, Ahmed Vefik Paşa`nın dahi Türkçü zihniyetine, Türkçe`yi diğer şubeleri ile bir bütün telakki etmesine rağmen lügatine veremediği ""Türk"" ismini çekinmeden eserine koymuş ve dilimize mahsus bir lügate, içinde ne kadar yabancı kelime bulunursa bulunsun, başka bir isim verilemeyeceğini ifâde etmiştir. Türkçe`nin kelimelerini en geniş ölçüde ortaya koyup öne çıkarmağa çalışan müellifin dil ve lügat zihniyetini, bilhassa kendisini en fazla meşgul etmiş olan Arapça ve Farsça kelimelerin ne nisbette lügate gireceği mes`elesinde aldığı tavırda buluruz. Bu mes`elede Şemseddin Sâmî menşe` fikri yerine, onları dilde kullanılma ve yaşıyan bir unsur teşkil etme ölçüsüne göre ele alan bir görüş ile hareket ederek dilimizdeki kullanılış sahalarının genişliği ve yaygınlığı nisbetinde Türkçe`nin malı sayar. Dili içindeki aslî ve yabancı menşe`li kelimeler ile birlikte bir bütün kabûl eder. Bir lugatin, âit olduğu dilin kelime servetini tam ve gerçek bir sûrette aksettirebilmesi için, o dilin aslî kelimeleriyle birlikte, kullandığı yabancı kelimeleri de göstermesini şart görür."
Fitnat'ın boynundan kopup Ali Bey'in elinde kalan ip, hala elinde duruyordu. Çünkü, insanın aklı başında değilken bir şey elinde bulunursa, bırakmayı yahut bir tarafa atmayı düşünemez; ne halde bulunursa o halde kalır.
Biraz sonra, ipi tespih yerine elinde gezdirmeye başladı. Meğer bu ip, bir muska ipi imiş. İpin bir köşesinde muska da asılı duruyormuş. Bu muska, Ali Bey`in eline dokunduğu gibi, dikkatini çekti: "Ah! Muskaymış! Ah, bu muska! Benim bir öpücük almaya muvaffak olamadığım ve olamayacağım göğüste kim bilir ne kadar zaman durmuş... Ah! Bu muska kadar bahtım olaydı!" diyerek muskayı öpüp, kokladı.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.