DÜŞ PAZARI
Yıl 1976; annem ilk masal kitabı “Ayçiçeği”ni yayımladı. Foça’lı anneannemin kuşaktan kuşağa geçmiş masalları annemin usta kaleminde can buldu. Kültür Bakanlığı’nın bastığı bu kitap tükendiğinde 1986’da 15 bin daha basıldı. Bu süreçlerde bütün köy okullarının kütüphanelerinde yer aldı, müfredatta ders kitaplarına alındı. TRT’de yayımlanan “Uykudan Önce” programı için rica ettiler; bu kez bir kuşak dünya tatlısı Adile Naşit’den dinledi bu masalları. Biz büyüdük masallar büyüdü. 1987’de “Güneşe Uçan Kuş” ve 1997’de “Düş Pazarı” masalları basıldı. Birebir bizden, birebir yüreğimizden akan masallardı; anıları vardı; öğretileri vardı.. Sonrasında belki masal yazmadı ama düşleri, şiirleri ve sahne oyunları hep o masalların sıcaklığını taşıdı. Oyun oynamayı seven, çocukların dünyasına girebilen bir yazarın sevgisi, bu kitapta gerçekliğin bir düşle başladığını ve hatta yaşadığını anlatmakta bize.. Bu masallar, doğrunun ancak adaletle var olduğunu, zamanın ancak planlama ile genişlediğini, paylaşmanın ve dayanışmanın her sorunu aşabileceğini, cesaretin önemini örneklemelerle özümsetir..Geleceği yaratacak çocuklarımız bize umutla bakarken, biz onların yüreğini bu masallarla anlıyoruz.. Sevgiyle,Özel Arabul’un “Küçük Kızı..”
BENİ ANLAMADINIZ
“Anlamak istemediniz galiba. Ne gülüşümden ne gözyaşlarımdan ne susuşumdan ne de haykırmalarımdan bir şey anlamadınız. Anlamlandıramadınız bu davranışlarımı. Şimdi iş işten geçti, ömür gitti gidiyor…”“…Simge’nin gözyaşları geçmişten geliyor, sonsuzluğa akıyordu. Önce eşimi sonra kızımı kaybettim dedi. Oldu iki. Ya sonrası…”“…sesim titriyor, ağzım kuruyordu. Sözcükler dudaklarımdan geriye kaçar gibiydi. Bardağımdan bir yudum alıp tüm söyleyeceklerimi yuttum.”
Caner, işinde başarılı ancak özel hayatında beklediğini bulamayan bir dedektiftir. Abdülgani ise bilirkişi olarak bir olayı incelemek üzere maden ocağına gider. İkisinin yolları hiç umulmadık bir şekilde kesişir ve kendilerini aslında zannedildiği gibi gerçekleşmeyen bir vakanın karanlık yüzünü aydınlatmaya çalışırken bulurlar.
Yaşanmış birçok hikâyeden esinlenerek yazılan ve her milimetrekaresini heyecanla okuyacağınız bu roman sizi kendi kuyunuza götürecek.
“Ve bir gün gelip içine atılacağınız o günü bekler. Özler mi o dipsiz kuyu bizi? Yoksa biz özler miyiz onu?”
“Çünkü insanlığa, nasıl mutlu olunması gerektiği öğretilmemişti…”
Bir sabah uyanacaksın!
Aynaya bakacak ve sahip olduklarının seni mutlu etmeye yetmediğini fark edeceksin!
Yeni arayışlara gireceksin. İşte o gün sen, Hedonik Adaptasyon tuzağına düşen o sıradan insanlardan olacaksın!
Son Siyah, hayatta değil kendine ait seçimlerle yaşayanlara ve bu seçimlerinin sorumluluklarını alabilenlere ithaf edildi.
Hazırsan başla!
Hayata ait seçimlerle kendine ait olanlar arasında bocalayan Tamer’i tanıyacaksın bu romanda.
Para gibi bir güce yönetirken eriştiği olağanüstü başarıyı, kendi varoluş sarsıntılarını yönetirken de gösterebilecek mi, göreceksin.
...Türkiye’nin dünyaya açılan bir penceresi olan gurbetçiler, sadece yaşadıkları ülkelere değil, Türkiye’ye ve doğdukları memleketlerine de sosyal ve ekonomik anlamda önemli katkılar sağlamışlardır. İlk göçün üzerinden geçen tam 61 yılda binlerle başlayan göçmenlerin sayısı bugün milyonlara ulaşmış ve bugün Avrupa’da dördüncü neslini oluşturan Türkler bulundukları ülkelerin daimi vatandaşları konumuna gelmişlerdir.
...Almanya’ya yapılan göç en güzel ifadesini Alman yazar Max Frishc’in “İşçi bekliyorduk, insanlar geldi.” sözünde bulmak mümkündür. Bu kitapta yer alan röportajlarda gurbetçiler birinci ağızdan yaşadıkları veya tanık oldukları sıkıntılar hakkında samimi bir şekilde konuşmuşlardır. Onların dillerinden süzülen kelimeleri, cümleleri okurken herkeste eminim kendi yakınıyla dertleşiyormuş hissi uyanacaktır. İlk göçen kafileden gurbetçilerin büyük çoğunluğu zor işlerde, sağlıksız koşullarda çalışmanın bedenlerine verdiği zararın yanında gurbetçiliğin ruhsal yükünün ağırlığından birçok hastalıkla mücadele etmiş, kimisi son göçünü ahirete yapmak durumunda kalmış kimisi de artık kemale eren yaşında mevzubahis hastalıklarla mücadele etmektedir. Hastalıklarla mücadele edenlere sıhhat, göçünü tamamlayanlara ise rahmet olsun.
Nuh Tufanı'ndan, İlk yerleşim yerlerinden biri olan Şanlıurfa Göbekli Tepe'ye, Osmanlı padişahının Mısır Seferi'nden İstanbul'daki bir Yeniçeri ayaklanmasına, Bilgelik Taşı peşinde koşan kalenderi deervişleri ve ardından gelen esrarengiz ölümler...
Küçük bir ilçede toplanan bir felsefe kulübü, alanında uzman bir din bilimleri profesörü, işine tutkun meraklı bir gazeteci ve Komiser Orhan, binlerce yıllık ezoterik ve okült bilginin karanlık dehlizlerinde macera dolu bir yolculukta kendilerini bulurlar.
Emir öğretmenin hikayesi bu, destan destan yayılan.Emir öğretmenin hikayesi bu, şirin bir Anadolu köyünde öğrencileriyle başarıdan başarıya koşan.Yüreğinin bir yarısında tüm delikanlılığı diğer yarısında ise tüm sevecenliği gizli. Hicaz Cephesi’nde şehit düşen askerin kayıp madalyasını ailesine teslim etmek için ölümüne gayret gösteren Emir öğretmenin hikayesi bu!Dünyalar güzeli Beste’ye olan aşkını haykıran Emir öğretmenin hikâyesini soluk soluğa okuyacaksınız.Sevdiği insanlar için gözünü daldan budaktan esirgemeyen bir öğretmenin hikayesi bu!İdealist bir öğretmen, cesur bir delikanlı ve yufka yürekli bir aşık!Dünyalar güzeli Beste’nin biricik sevgilisi!Emir öğretmenin hikayesi bu...
Önce dünya küçüldü, ardından her şey!
Bir anda beklenmeyen şeyler oldu. Siyahlar İçinde Gelen birinin kapıyı çalmasıyla hayat bilinmezliğe yelken açtı. Kapı, ardına kadar aralandı. Kum saati tersine döndü. Hiç görülmemiş bir savaş, bütün şiddet ve gizliliğiyle başladı. Sahne; en sıradışı olanların, en iyilerindi. Sıradışı insanların içerisinde sıradan bir hayat beklenemezdi artık. Ama o yoktu ve yeterince ıhlamur kokmuyordu.
Kitap; iyiyle kötünün, sevgiyle nefretin, çaresizlikle umudun perçinlendiği bir hayat hikâyesini anlatıyor. Günümüz toplumunda ağdalaşmış zihinlerin arasından sıyrılarak kendini ortaya çıkaran sevgi ve aile kavramının önemini vurguluyor.
Emine Tanırgan, toplumun değer yargılarını iki kutupta inceliyor. İyi ve kötüyü bir ruhun içinde barındırarak galibiyetin nihaî sonuçlarını gözler önüne seriyor. Aşkları, nefreti, aile sevgisini, dostluğu, hırsları ve günümüz toplumunun sorunlarını ele alan yazar; akıcı bir üslup ile bize, kitabın kahramanı olma fırsatını veriyor.
Mihrican’ın bu mücadelesinde edindiği tecrübe, iç muhakeme ve insanî kaygılarına; sürükleyici bir anlatım ile tanık olacaksınız.
Bitcoin eşler arası teknolojiyi kullanarak merkez otorite veya banka olmadan çalışır. İşlemlerin yönetimi ve bitcoinlerin dağıtımı toplu olarak ağ tarafından idare edilir. Bitcoin açık kaynaklıdır; tasarımı halka açıktır, kimse Bitcoin'e sahip değildir ve onu kontrol edemez, herkes katılabilir. Bitcoin kendine has birçok özelliği sayesinde diğer ödeme yollarıyla yapılamayacak çok farklı ödemelerin üstesinden gelebilir.
Kripto paralar hakkında yazılmış bu kitap, size herhangi bir yatırım tavsiyesi vermez. Ancak; nasıl bir yoldan gitmeniz gerektiğini, hangi hesaplayıcıları kullanmanız gerektiğini, nelerin işlerinizi kolaylaştıracağını öğrenmenizi sağlar.
Kuralları olmayan bu anonim dünyada yolunuzu kaybetmemeniz, güvenliğinizi sağlamanız, anlık ama stratejik hareket etmeniz çok önemli. Çağımızın en yeni ve en hızlı büyüyen ekosistemlerinden bir tanesi olan bu kripto para dünyasında sizin de yerinizi almanız için gereken tüm bilgileri, ekipmanları ve önerileri bir araya getirdik.
Günümüzde adından çokça söz ettiren kripto paralar ve (ilki olan) bitcoini, ilerleyen zamanlarda daha fazla kullanacak, daha yakından inceleyeceğiz. Bitcoin, sadece bir para birimi veya bir yatırım aracı değil. Kendine has, bir çok alt kolu bulunuyor ve her birinde binlerce fırsat var. Bu fırsatları kaçırmamak ve geç kalmamak için, hızlandırılmış bir tecrübe aktarımı sunuyoruz.
Yoksulluğun kimsesizleştirdiğiYalnızlığın kimsesizleştirdiğiVe sevgiden nasiplenmemişlerin kimsesizleştirdiği insanların hikâyesi.Acının her bir harfi, mutluluğu anlatan şarkıların güftesidir aslında.Onu yüreğinizle okur ve yüreğinizle dinlerseniz, gerçek mutluluğun orada olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz.Zira uğruna iki damla yaş dökmediğiniz bir sevginin mutluluk olmadığını ömrünüzün sonunda anlarsınız ancak...Hayatta hiçbir şey acının öğrettiklerini öğretemez insana.Hacer, acı çektikçe sevgiyi öğrendi, acı çektikçe aşkı yaşadı.Bütün bir şehir onunla birlikte ağladığında ise, o, kaybettiklerinin hiçbirine ağlamadı.
“Acının insana kattığı değeri” bilenlere...
Küreselleşen dünyada her şey gün geçtikçe daha da erişilebilir ve iletilişilebilir oldu. Ülkelerin dış ilişkilerinin seyri de çağa uygun bir değişim ve gelişim göstermekte; ama geçmişte yaşanan olumlu olumsuz ilişkilerin etkisi her koşulda kendini hissettirmektedir. Bir anlamda geçmişini bilmeyen geleceğini de şekillendirememektedir.Teorik Çerçevede Geçmişten Günümüze Türkiye Dış Politikası, Türkiye’nin başından beri izlediği dış politikayı dönem dönem ele alarak; hangi ülkeyle nasıl bir ilişki izlendiği, dış politikada nelerin önemli olduğunu değerlendirerek okuyucularına detaylı bir çalışma sunuyor.
Ali Eren Balıkel, 27 Temmuz 1979’da Adana’da dünyaya geldi. İlköğrenim, ortaöğrenim ve lise eğitimini Mersin’de universite eğitimini ise Londra’da tamamladı. University of Gloucestershire’da MBA programını başarı ile tamamladı. Türk bayrağını daha da yukarılara taşımanın temel şartlarından birinin iyi bir uluslararası politika geliştirmek olduğu bilinciyle, Queen Mary Üniversitesi’nde politika masteri yaptı. Bireysel ve toplumsal başarının kaynağının eğitim olduğunu çok iyi bilen Ali Eren, şu an itibarıyla İngiltere’de işletme doktorasına, İsviçre’de ise politika doktorasına eş zamanlı olarak devam etmektedir.
Batıyoruz; ensestin her geçen gün çığ gibi büyüdüğü bu dünyada daha da derine batıyoruz.Bayramda çocuklarımızı şeker toplamaya gönderemediğimiz ve çocuk pornosu izleme rekorunu elimizde tuttuğumuz için batıyoruz.
Sosyal medyada köpeğe tecavüze kalkışan 80’lik sapıkları izlerken tepki vermek yerine güldüğümüz için batıyoruz.
Yaşanan iğrenç olayları ekranda dizi, film seyreder gibi çekirdek çitleyerek izlediğimiz için batıyoruz...
Ve böyle giderse, tanımsız bir pisliğin içinde boğulacağız...Görüyor ve susuyoruz!
Sessiz kaldığımız sürece hepimizin elleri ve vicdanları kirli kalacak! Kalplerimiz katran bağlamış ve ruhumuz kapkara... Sustuğumuz sürece hiçbir zaman yüreğimiz temiz olmayacak. İstediğimiz kadar yıkayalım, masumların veballeri hiçbir zaman o kirli ellerimizden akıp gitmeyecek!
Ruhumuz, onlar acı çektikçe huzur bulmayacak. Sustuğumuz sürece bu yaşanan acılara ortak olacağız.
Ve sustukça, o pislikler bize de bulaşacak; iş te o an anlayacağız; “Asıl cehennemin dünya olduğunu…”
Aşk ve Ceza
Bir Derin Devlet Romanı
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde Trabzon’a hemşire olarak gelen Ermeni asıllı Hazel ile Kinyas’ın gizemli hayat hikâyelerini anlatan bir günlük bulunmuştur.
Bu günlük yakın tarihimizdeki birçok olayın da gerçek nedeninin ipuçlarını taşımaktadır. Günlükte yazılanlar yüzünden olaya derin devlet de dahil olmuştur.
Gizli örgütler, ajanlar ve terör örgütlerinin amansız mücadelesinde her zaman olduğu gibi iyiler ve kötüler vardır. Gerçek kahramanlar vardır, kimsenin bilmediği ve onların kimsenin bilmediği aşkları...
Yakın tarihimizdeki gerçek olaylardan ve kişiliklerden yola çıkılarak kaleme alınan Aşk ve Ceza, serüven dolu, soluksuz bir okuma vaat ediyor.
Aşk, nefret ve kin duygularının doruklarında yaşanan hesaplaşmaların içinde, vatanı için ölümü göze alan kahramanlıklar vardır...
Bildiklerinizin doğruluğunu sorgulama ihtiyacı hissettirecek bir kitap...
“Tanrı aşkına, bir an durun, işinizi bırakın, etrafınıza bakın!..”
- Lev Tolstoy
Erdal Alp’in kitabını okurken, Tolstoy’un bu çığlık gibi cümlesi geldi aklıma.
İnsanları, hayatın farkına varmaya, “farkındalığa” davet eden bu çağrı benzeri cümle, nasıl da denk düşüyor sevgili dostumun hikâyelerine.
“Yok Bişeyim”i okurken, hayatın içinden hikâyeler bulacaksınız. Hüznü ve sevinciyle, basitliği ve sürpriziyle, yalınlığı ve derinliğiyle iç içe, belki de çok iyi bildiğiniz, bizzat benzerini yaşadığınız hayat hikâyeleri. Ama sanki bir film izler gibi, Erdal Alp’in kamerasından. Okura, film izliyor hissi veren cümleleriyle, “an” denilen o en küçük zaman diliminin fotoğrafını çekercesine yaptığı betimlemeleriyle...
“Her acı ve her mutluluk, bir çivi gibi ruhu bedene çiviler” demiş ya Platon, işte sizler de kendi çivilerinizi ve izlerinizi hatırlayacak ya da kim bilir belki de keşfedeceksiniz Erdal Alp’in farkındalığında.
Eline sağlık sevgili dostum. İyi okumalar sevgili okur.
- Renan Bilek
Yazar, kaleminden dökülen öyküleri nereye firlatıp atacagına karar veremedi önce... Şöyle bir etrafına bakındı... Önünde uzanan masmavi, engin denizi gördü. Öyküyü ufuk çizgisinin ortasına kadar fırlatıp atıverdi. Ufuk çizgisinde yüzen öyküler dalga dalga kıyaya dogru vurdu...
Çocuklar, denizin kıyısında... Dalgaların kıyıya savurduklarını toplamaya başladılar. Kucaklannda;
Umut...
Sevgi...
Doğa...
Dayanışma...
Barış...
Ve "Aylan Bebek'' vardı.
“Ben bittim hayat, üstü kalsın” sözünü dünyaya armağan edip, ben doğdum yeniden...
Hayat, aşk bana “Varsın” diyerek nasibimi beklemek, aşkı yaratanın aşkı ile yanmak için gidiyorum. Bavıko diyarından, Peygambere (sav) yoldaş olmuş Safvan B. Muattal Hz. diyarından, Seyitler makamı Menzil diyarından en sevgiliye bağlılık göstermek için aşkı bulanların yoluna gidiyorum.
Sabrediyoruz Allah’ım...
Topraktan var olduk, Toprakta biteceğiz...
Sen’den geldik, Sana geleceğiz..
Aşk…
En sihirli kelime…
İnsanlığın var oluşuyla birlikte gönüllere girmiş, insanların yaşamlarına anlam katmış, uğruna sayfalar dolusu destanlar yazılmış üç harfli kısacık bir kelime…
Uğruna kanlar dökülmüş, savaşlar çıkarılmış, ordular serilmiş, okyanuslar aşılmış, ülkeler fethedilmiş...
Olmayacak işler yapılmış. Ferhat tutmuş, çılgın gibi dağları delmiş, Mecnun ömrünü çirkin bir kızın uğruna heba etmiş.
Cilt cilt kitaplar yazılmış, filmler çekilmiş, mısralar dizilmiş, türküler yakılmış.
Aşk, ucu bucağı görünmeyen engin bir denizmiş aslında. Herkes yakamozların büyüsüne kapıldığı için derinlerdeki dalgaları kimse ciddiye almamış ya da aşk gözlerini kör ettiği için herkes aşk denizine balıklama atlıyormuş.
Adnan ilk ders, Çamlıca'daki kayak macerasını ve sakaların kurtuluş serüvenini bir solukta anlattı. Ardından Çamhca'da çektiği fotoğrafları çantasından çıkardı tek tek.
1.Fotoğraf: Longoz Ormanı... Samet'in kayak öğrendiği ilk gün... Samet karlann içine gömülmüş bir vaziyette... (Çocukların kahkaha atmasına sebep oldu.)
2.Fotoğraf: Bozayı, Adnan ve çocuklar birlikte ocağın başında kazandaki yemeğin ısınmasını beklerken... (Çocuklar bu fotoğrafı görünce ağızlan açıkta kaldı.)
3.Fotoğraf: Bozayı yavrulannı dişlerinin arasında taşırken... (Çocuklar bu fotoğrafa şefkatle baktılar.)
4.Fotoğraf: Kayak yarışması ve ödül töreni... (Çocuklar gururlandılar.)
Son bir resim;
Kırık bastonda saka kuşları. Çocuklar, öğretmenleri Adnan'ı ayakta alkışladılar.
İnsanın kendi evreninde, düzeltebileceği tek bir şey vardır, o da aynadaki kendisidir. İşe yaramayan düşünce ve duygu kalıplarımızı terk etmek, kendimizi değiştirmenin en kolay yoludur. Dönüşümü kendi farkındalığımızla kendi aynamızda yapamıyorsak, evren tekrarlayan tıkanmalarla bize hatırlatır ve sonuçta hep dönüşüm kazanır.
Gökyüzünün sürekli döndüğünü ve her saniyenin biricik olduğunu unutma! O; kendi çemberinin devingenliğiyle seni her an değişmeye çağırır. Bu çağrıya kulak ver ve değişmesi gerekeni sorgula! Sorgulamak, dönüşmenin ilk adımıdır.
Benimle Başla kitabında bulunan Gökayna Anlaşmaları; değişmesi gereken düşünce ve duygu kalıplarımızın, astrolojik çember(zodyak) bilgileriyle işlenmesinden oluşan, özgün bir çalışma modelidir. Dönüşmesi gereken kalıbın iptali ve yeni kalıbın tohumlanması için özgün nefes çalışmalarıyla desteklenmiştir.
Biz; astroloji, NLP ve nefesin harmonisini, “dönüşüm” için bir araya getirdik ve 365 olumlama cümlesiyle size sunduk. Benimle Başla kitabında bulunan Gökayna Anlaşmalarını; değişik ve pratik uygulama modelleriyle tasarladık. Bu kitap ile; kendi ihtiyacınıza bağlı konuda ve sayıda olumlama seçimi yapabilir ve dönüşüm serüveninizde sizinle birlikte yol alabilecek güçlü bir yol arkadaşına sahip olabilirsiniz.
Elinizdeki kitapta 90 yıldan beri özgür bir ülkede çalışma ve yaşama hakkı kazandıran 1912 - 1922 dönemi "Bedelsizler"imizin öyküleri yer almaktadır. Bu Bedelsizler'den biri de Halil Çavuş'tur. Halil Çavuş'un öyküsünü üstteki resimde dedesinin gazi dizinde oturan Köy Enstitülü Halil Özdaş, kaleme aldı. Anlatılanların kaynakçalarla doğrulanmış olması çalışmaya ayrı bir değer katıyor ve yakın tarihimizin külliyatına dahil ediyor. O yıllarda ne savaş ve bedelsiz ölümleri, ne de anaların gözyaşı kahramanlık gösterileri için kullanıldı. Bunu unutmamak ve o yılları tekrar hatırlamak isteyenler için..
Bir aldatma, kandırılma ve boşluk, yaşamın her geçen günü büyüterek getirdiği boşlukla mücadele romanı!..
O yüreğine atılan ve itinayla büyütülen boşluk tohumlarını bedeninde filizlenip kök salmadan yok etmek istiyordu.Hep biraz gecikerek biraz da zorlayarak yaşadığı hayat, bir sınav mı, dayatılan bir yaşam biçimi miydi? Zorsa zorlayarak, olmuyorsa oldurarak mı devam etmeliydi?
Dilek Kaya, yaşanmış hayat hikayelerinden izler taşıyan bu ilk eserinde, acısıyla, sancısıyla, heyecanları ve hayalleriyle bir kızın, Yağmur’un büyüme öyküsünü anlatıyor.Herkesin kendi yaşam öyküsünden parçalar da bulacağı bir metin var karşımızda. Üzgün Perşembe, zamanın-mekânın dışında hayaller kurabilenlerle ortak bir zihnin ürünü. Bu yüzden de tanıdık, samimi ve dürüst…
Sadece bir kitap okuyacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Spritüal yaşam danışmanı ve metafizik, biyoenerji uzmanı Emrah Pirdaloğlu bu çalışması ile insanlığın şifa kaynaklarını, dua ve insan ilişkilerini uygulamalı bir şekilde okurlarına sunuyor.
Çalışma, insan ruhu ve bedeni ile ilgili bilgileri içermesi yanında, interaktif olarak tasarlandı. Dolayısıyla kitabı okurken sizin de yapmanız gereken bazı görevleriniz olacak. Amaç; sadece bilgi vermenin ötesine geçmek ve kitabı bitirdikten sonra her türlü sıkıntınızdan arınmış ve ruhunuzda mutluluk parıltısı içinde olmanız. Eğer bunu başarmışsak yazılanlar amacına ulaşmış demektir.
Sizi yeniden keşif yolculuğuna çıkaracak hikâyelerin eşlik ettiği Rabbin Seni Duyar’ı detaylara ve vazifelere dikkat ederek, satır atlamadan, yavaşça ve ruhunuzun derinliklerinde yazılanları hissederek okumanız temennisiyle...
“Bir balık mı yaşamımız kuş olmaya hüküm giymiş?” dedi. Torunlarımızı düşündüm yine. Onların her muzır sorusuna, aynı muzırlıkta cevap verişimi. “Kuş olamayacağını anlayınca uçanbalık olmuş bir yaşamımız var belki de” dedim. (Derviş’in Kavalı ve Felsefe Dersleri)
“Bir kadın niye saklanır odalar içinde bayım? Bir kadın, yıkadığı çamaşırları ipe asarken, sütyenlerini niye saklar bir erkek gömleğinin ardına?” (Uyumsuz Kadınları İncitmeyiniz)
“Bu dünyanın çözülebilecek bir sırrı yok, herkes kendi sırrını çözmeli. Ben kendi sırrımı çözdüm ve aşık oldum. On yedi yaşında aşık oldum ilk kez ve ud calıp besteler yapmaya başladım on yedi yaşından itibaren. Sonra çoğullaştı aşklarım, çocuklaştı; çocuklara, kedilere, yeryüzüne ve doğaya bütünlendi. (Naira’nın Aşk Şarkıları)
“On ikinci doğum günümde, 150 bin liralık bir arabanın altına girdim elimde İngiliz anahtarıyla. Bir kedi sokuldu yanıma o anda ve bana bir çırpıda öğretiverdi arabaların altında durulacak açıyı ve çekilecek acıyı.” (Baran`ın Yağmurları)
“Kitaplar gibi kokmaktır özgürlük; otlardan sevgi büyüleri yapmak ve toprağa karıştığımda bir gün, Tabiat Ana’nın beni şefkatle anmasıdır.” (Böyle Buyurdu Muhammet)
Ötekilerin Öykücüsü Ergür Altan, sosyal medyada okunma rekorları kıran öykülerinden sonra, şimdi kitap sayfalarında…
Ordu’nun güzelliğiyle dillere destan, yeşillikler içindeki Taşbaşı Mahallesi’nde geçen çocukluk ve delikanlılık yılarından başlayarak anlatmaya başlıyor Yalçın Şimşek, dolu dolu geçen o yılları.
O “Büyük Yangın” ve Ordu’nun yeniden inşa sürecinde yaşanan olaylar da akıcı bir dille anlatılıyor Şimşek’in kitabında.
İçtenlikle kaleme aldığı anılarında Karadeniz’in incilerinden Ordu’yu ve Ordu insanını sunuyor okura. Hem kendi hayatından kesitleri hem de hayatına giren insanların öykülerini yeri geliyor mizahi, yeri geliyor dokunaklı bir dille ele alıyor. Ordulu siyasetçi Ertuğrul Günay, Taşbaşılı tiyatro oyuncusu Münir Akça da yer buluyorlar kendilerine bu anılarda.
Fındık bahçelerinde, harmanda ve Ordu sahilinde geçen “mor beyaz yıllar”, İstanbul’da gazetecilik yapmaya başladığı döneme dek uzanıyor... Yalçın Şimşek kortejin en önünde yer alarak bizzat tanık olduğu 1 Mayıs 1977 Taksim Katliamı, 12 Eylül Darbesi gibi yakın tarihimiz için önemli toplumsal olayları da kendi penceresinden aydınlatıyor.
Sesi için yaşayan, hayallerinin izinden sapmayan, bir genç kız o. Kaderin oyun oynamaktan bıkmadığı...
Gencecik yaşında her şeyini alacağını bildiği bir hastalığa yakalanan o kız. Güçlü bir kız o... Ama “Son nefesime kadar vazgeçemem!” dediği her şeyi alındı elinden, en sevdiği insan dahi. Yaşamak için hayali, çabası kayıp gitti ellerinden. Terk edildi en sevdikleri tarafından, defalarca kandırıldı. Yalnız, kimsesiz kaldı. Ölümün soğuk yüzü hep etrafındaydı. Artık ne yaşamaya, ne sevmeye gücü vardı. Hayata tutunmak için hiçbir sebebi de yoktu.
Fakat bir kişi vardı ki o gitse bile vazgeçmemişti ondan... İşte o umuttu.. Umutları yeşertendi... Yaşama cesareti aşılayandı.
Genç bir kalemden, karşınızda Yade’nin iç burkan, ama ilham veren öyküsü...
Ümit Gürbüz’ün ilk romanı “Hayattan Hayale Yolculuk: Kader”; farklı dönemlerde hayatın yükünü omuzlayan, ezilen ama bükülmeyen Anadolu kadınının yaşadığı zorlukları iç içe geçen öykülerle anlatıyor. İpek, Nazlı, Zeynep, Döndü ve adı bilinmeyen daha nicesi bu romanda sesini duyuruyor.
Kınık köyünde başlayan bu yolculuk Kore’ye uzanıyor. Zaro Ağa, Mustafa Kemal Paşa gibi tarihi karakterlerin eşlik ettiği bu yolculuk, okuru hayallerden savaşın soğuk gerçekliğine taşıyor. 1950 yılında Türkiye’nin de asker yolladığı Kore Savaşı’nın ardından gelen yıkım, savaşın anlamsızlığı ve kocasını savaşa yollayan bir kadının çaresiz bekleyişi…
“Savaş cinayettir, savaş cinayettir, savaş cinayettir.Savaş masum insanların ölümü,Savaş genç bedenlerin parçalanışı,Savaş açlık, uykusuzluk, hastalık,Savaş kan, gözyaşı ve idrar kokusu,Savaş emeklerin ziyanı,Savaş zamanın beyhudece harcanışı,Savaş enkazın, harabenin, yıkıntının memleketiSavaş korkunun, adaletsizliğin, vicdansızlığın anavatanıVe savaş kazananı olmayan bir mücadelenin adıdır.”
Kendi derinligirude buldum kendimi bir gece vakti.Kuytulara yaluşmadı sessizligim,Attım kendimi kibus şehirlerin kucağına.Herkes en tatlı uykusunda bulutların sırtında beş taş oynarken,Ben şuuraltı hayallerimin ensesinde boza pişirdimBeynimi kemiren elma kurdunu yurdundan ettim,"O'ndan kalanları gurülmesın diye ...Uzağıni yumruk kadar kalbime sığdırdım.Diliyorum görüşürüz: Yoksa bak gör, üşürüz.
Bir umut. aşk ve başkaldın romanı!.
Bir Nefret RomanıFırtınalı bir yaşam ve bu yaşama sığdırılan başarılarla dolu, nefes kesen, temposu hiç düşmeyen bir roman...
Başarılı bir antropolog olma yolunda ilerleyen Ferda, erkek egemen bir toplumda kadın-erkek eşitliği için çalışırken kendi ilişkilerinde yanlış kararların esiri olur. Kendini adadığı kariyeri, ansızın karşısına çıkan lise aşkı Kerem, peşini bırakmayan ve onu ölümle tehdit eden eski kocası Yıldır… İnsanlığa faydalı olmak ve kızını koruyabilmek için dünyanın bir ucundan öbür ucuna gitmeyi göze alan bir kadın…Ankara’dan Berlin’e, Berlin’den Washington’a ve hatta Afrika’ya uzanan bu yolculukta attığı her adımda yeni zorluklarla yüzleşmek zorunda kalan Ferda’nın en büyük destekçisi ise bu yanlış evliliğin tek güzel sonucu olan kızı Sırma olacaktır.
Ayşe Kudat’ın gerçek olaylardan yola çıkarak kaleme aldığı “Korkmuyorum: Bir Nefret Romanı” , aynı zamanda Türkiye’nin bir dönemine de ayna tutuyor. 1980 Darbesi öncesinde Türkiye’nin içinde bulunduğu açmazlar, PKK ve ASALA terörünün Türkiye’deki ve dünyadaki etkisi romanda kendini tüm ağırlığıyla hissettiriyor.
Sonra bir pislik sıçradı insanın üstüne, adı: Namus. Birisi çıktı aralarından, hinlik düşmüş içine. Göstererek Havva’nın kızını,“Namus budur.” dedi ve sildi kirli ellerini yanındaki kadının gömleğine. Artık kadın namustu, erkeğin namusu. Sildikçe ellerini kadının yakasına, Onlar temizlendi kirden, Ve “Orospu!” dediler kadına. Birileri çıktı, birilerini öldürdü. Ötekiler gömdü; kız doğduğu için aşağılayarak.
Berikiler taşladı, namusunu uzvuna bağlayarak. Öbürleri çıktı sonra ortaya “Olmaz!” dediler, karşı gelen. Sonra onlara da küfretti darp etti öldürdü, işkence etti.
Hastanedeki onuncu ayımızda doktorun ağzından çıkan o sözler bizi cehennem azabına atmış, aklımızı da kör etmişti.Artık Duygu’nun hayata tutunabilmek için dünyada çok az denenmiş, başarı oranı son derecede düşük olan çoklu organ nakli ameliyatı olması gerekiyordu.Tam dört organ bir arada ve aynı anda nakledilecekti.
Peki nasıl olacaktı bu iş... Organ bağışının yetersizliği sebebiyle dünyada, özellikle de Türkiye’de binlerce insan tek bir organı bekleme sürecinde hayatını kaybediyorken…Yirmi bir ayın sonunda bize uygun olan kadavra sağlık bakanlığı tarafından sunulduğunda, eşimin tüm vücudu iflas etmeye başlamış, korkunç bir erime süreci geçirerek dört yaşındaki oğlumuzun kilosuna, yirmi altı kiloya düşmüştü.
Bu ameliyat Türkiye’de bir ilk olacaktı. İlki başarırsak eşimin ameliyattan sağ çıkma ihtimali doktorun değişi ile milyonda birdi. Bu ameliyata girmez ise tahmini olarak yoğun bakım ünitesinde 15 günlük ömrü kalmıştı. Ve... Bu ameliyatın gerçekleşmesi benim verecek olduğum o kritik karara bağlıydı. İçinden çıkılmaz bir çarkın dişlileri benliğimi lime lime ederken doğru kararı nasıl verebilirdim ki? Bunun bir doğrusu var mıydı? Hayat arkadaşım avuçlarımın arasından öylece kayıp gidiyordu.
Hiç hatırlamak istemediğiniz şeyler, Hiçbir zaman unutmadıklarınızdır... Belleklere yazmak zorunda hissettiklerinizdir...
Kulaklarımı sağır edercesine bir tren çığlığı... Kolumu güçlü bir el kavrayıp trenin altında kalmama engel oluyor... Trenin üzerinden, Urfalı Ayşe Nine'nin evinin arkasındaki yemyeşil buğday ekinlerinin üzerine fırlatıp atıyor... Trenin altında kalmama engel olan kişinin peşine düşüyorum. Yanına tam yaklaştığımda; yağız atının üzerinde, uzun bir yolculuğa hazırlandığını görüyordum. Şimşekler çakan korkunç gözleriyle benim çaresiz gözlerim karşı karşıya geliyor.
Babalar Günü'ne İthafen
Baba olmak başkadır. Anne öper, anne sever, anne okşar, anne anlatır, anne dinler... Ama baba başkadır. Seni gizli gizli izler, canın yansa içinde kıyamet kopar, uluorta ağlayamaz belki ama ömrünü evladına adar.
Sinem Arslan'dan doyumsuz bir derleme kitabı elinizdeki. Yazarın hem kendi babasına yazdığı, hem de ömründe babasıyla sohbet edememiş, duygularını paylaşamamış, ona doya doya sarılamamış birçok evladın özlemini, sevgisini ve babasına kızgınlığını anlatan mektuplar...
Genç bir yazarın yürekleri ısıtacak, okuruna her sayfada babasını hatırlatacak, yer yer güldürecek, yer yer ağlatacak derlemelerinden oluşan Babama Mektup, evlatların yanında babaların da kitaplığında yer almayı hak eden bir çalışma...
Beş yaşında kollarını kaybetmiş bir çocuğun ressam olma tutkusu ve serüveni.
Gerçek yaşam öyküsü...
Acı ve umut el ele verip ön yargı dağlarını aşacak gibi. Okuyucunun bir solukta okuduğu bu kitap okunduktan sonra da ellerden düşmedi. Romanın gerçek kahramanının ayak parmaklarıyla çizdiği kapak resmi, kitabı özetler gibi... Kitabın her satırı okuyucuyu bir filmin sahnesinde hissetmesine neden oluyor.
Haa! Son bir bilgi:
Ağlamak yok! Umuda yolculuk var!
İstanbul’dan kaçarak, tüm seslere kendini kapayıp hiçbir şey duymaz işitmez olduğu bir gün “o” konuşmaya başlamıştı, kulağına... Gördüklerinin ve yaşadıklarının ötesinde bir şeylerden, daha önce hiç duymadığı şarkılardan bahsetmişti.
Ona; insanın dilediği gibi bir hayat sürmesinin kendi ellerinde olduğunu, sınırlarımızın ellerimizin ya da gözlerimizin uzandığı yerlerde sona ermediğini öğretmişti.
Tıpkı bir melek kanatları takmış gibi bizim de her türlü korku ve kuşkudan uzak, mutlu yaşayıp, huzurla uyuyabileceğimizi öğretmişti.
Işık... umut... İnsanı yeniden ayağa kaldıran, iliklerine kadar titreten bir coşku bu.
Şimdi kendimizden bir mucize yaratma zamanı.
Şimdi; kanatlanıp hayallerimize uçma zamanı.
Çünkü Gümüşlük Meleği O’na; hayallerinin peşinden koşanlara Tanrı’nın eşlik ettiğini söyledi.
Sana Yolladım Tüm Özlemlerimi; aşk çıktı içinden!..
Aşkı ilk kez yaşamak nasıl bir duygu; asıl önemlisi âşık olduğumuzu nasıl anlayacağız? Aynı anda hem mutluluk hem de acı çekmek niye? Peki ya kıskanmak, aldatılmak niye? Ayrılık ve özlem yaşanmak zorunda mı?
Sana Yolladım Tüm Özlemlerimi, aşka ve hayata dair çok şey anlatıyor okuruna. Mutluluğu nasıl yakalayacağımızı, aşkın, özlemin, ayrılığın ve yalnızlığın insanı nasıl da eğittiğini şiirsel bir lezzette anlatıyor...
Tadımlık bu kitabı aşkla okumanız temennisiyle...
Eskilere dair ne varsa gülüp geçiyoruz. Yaralarımızın kabuklarına asla dokunmuyoruz. Ama onlardan çıkarttığımız derslere kısa bir an da olsa bakmadan geçemiyoruz, bakıyoruz ki yine aynı yerden kanamasın istiyoruz hayatımızdaki hiçbir an. Söylenecek sözleri cımbızla çekiyoruz, kelimelerce dünya lügatinden. Hiçbir şey eksik değil bunu biliyoruz. Tam olmadığını bildiğimiz şeyler gibi. Kavramlar, kelimeler, hayatlar raks ederken, yaratılan daha doğrusu yarattığımız bu yenidünyada önemli bulduğumuz tek şey dünyanın hâkimi olmak değil, zamanın ve sevginin sahibi olmak. Akarsularca sevgi akıtmak denizlere ve söndürmek bir tarafı kirli dünyanın siyah rahatsız edici ateşini… İşte bizim dünyamız bu...
Bir söyleyeceğimiz var. Ağlamaktan ziyade bağırmaktan yana olan isyankâr yüreklerimiz hakikati söyleme taraftarı. Susmak hiçbir zaman bizden yana bir eylem olmadı. Biz hep inanmıştık. Değişecekti, değişmeliydi… Zaman bizim için hiç akmadı aslında. Onu altından bir akvaryumda muhafaza ettik. Bildik ki hiç yaşamadan yaşıyorum diyemezdik.
Bütün meyvelerin serüveni küçük bir tohumla başlar; tıpkı ZDV Holding de olduğu gibi...
Tohum, önce kabuğunu yırtar, sonra toprağın içinden başını çıkarır, havayla buluşur, ışığı görür, büyür ve önce fidan, sonra da ağaç olur.
ZDV Holding, küçük bir tohum olarak başladığı serüvenine, önce ülkenin, sonra da bütün dünyanın topraklarına sahip olarak devam etmek istemektedir.
Tek amacı vardır; dünyaya hükmetmek, dünyadaki bütün topraklara sahip olmak ve yönetmek.
Bunun için önce insanların gönlünü kazanır, sonra hücrelerine sirayet ederek vazgeçilmez olur. Ülkede ne kadar çalışkan ve itibarlı insan varsa hiçbir fedakârlıktan ve masraftan kaçınmadan onları bir araya getirir, bünyesinde toplar, kendine bağlar. Kuralları o koyar, o bozar, o yapar...
Ancak bu çarka çomak sokan biri çıkar... Cesur, dirayetli ve çözüm üretebilen...
Gerçekler gün ışığına çıkarken, siyaset ve toplumsal ilişkiler karanlığa gömülmektedir...
Sevgili çocuklarımızın zekâ gelişimine uygun olarak hazırlanan birbirinden eğlenceli ve öğüt verici masalların yer aldığı kitabımız, onları hayata hazırlarken, okumanın lezzetini de aşılıyor.
İnsani değerlerin temel alındığı masallarımızın sonunda çocuklarımızın okuduklarını anladıklarına ilişkin değerlendirme bölümü de yer alıyor.
Kitapla tanışmanın ilk adımı olan masallar kitabımız, çocuklarımız için eğlenceli, karekterlerle birlikte keyifli bir okuma vaat ediyor...
Sevgili Çocuklar;
Elinizde tuttuğunuz bu kitapta; yaşam güvenliğinizi tehlikeye sokacak olaylar karşısında nasıl davranacağınızı birbirinden farklı hikâyelerle öğreneceksiniz.
Süper kahramanımız İGU ile Tehlike Avcısı olmaya hazır mısınız?
*Yangın*İnşaat yeri*Kimyasal maddeler*Çocuk işçiler başlıklı öyküleri okuduktan sonra kesinlikle “tehlike avcısı” olacaksınız...
Değerli Veliler;
İş Güvenliği Uzmanı olan İrfan Sayar, bu kitapla çocuklara; İş Sağlığı ve Güvenliği konusunu birbirinden farklı hikâyelerle aktarıyor. Her zaman yanlarında olamadığımız evlatlarımızın yaşam güvenliğini öğrenmeleri ve nasıl davranacaklarını bilmeleri son derece önemli. İş Sağlığı ve Güvenliği bir kültürdür. Kültürün temeli ise; toplumun alışkanlıklarıdır.
Çocuklarla iş Sağlığı ve Güvenliği alanında ilk ve tek kitap olma özelliği taşıyor...
Ey Türk gençliği!
Birinci görevin, Türk bağımsızlığını,
Türk Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar korumak ve savunmaktır. … Zorla ve aldatmacayla sevgili vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her köşesi fiili olarak ele geçirilmiş olabilir.
Bütün bu koşullardan daha acıklı ve daha korkunç olmak üzere, ülkenin içinde iktidara sahip olanlar aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını istilacıların siyasi emelleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde yorgun ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu durum ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun güç,damarlarındaki soylu kanda mevcuttur!
Her bir şiir, her bir damla gidersin kalbindeki susuzluğunuDoğsun içinde Tanrı’nın bu izdüşümüKavuşalım seninle okyanusun maviliğindeYa da yere düşen ışığın gölgesindeSeninle…
İzdüşüm sizi, mistik şiirlerle bir yolculuğa çıkarıyor.Kitaptaki her şiire ait resim adeta dizelerinrenklenmiş bir ifadesi... Şiirlerle kalplerin çağrısına doğru yola çıkarken, kendinize doğru bir yolculuğu da başlatmış oluyorsunuz.
Suç oranının en düşük olduğu bir kasabanın arka mahallelerinin birinde iki katlı bir apartmanın üst katında canice parçalanmış bir erkek cesedi… Gerçek kimliğini saklamak ve kurmuş olduğu acımasız yargı imparatorluğunu bir mahşer yerine çevirmek adına kanlı cinayetler işleyen bir seri katil… Cinayetlerin vahşetine, içerdiği gerilime, bilinmezliğin şifresini çözmenin verdiği hazza tutkun enerji dolu, tecrübeli bir komiser ve ekibi! Kurnazlık, uyanıklık, öngörü, esneklik, direnme, gizlilik ve hafıza gerektiren Türklerin binlerce yıllık en eski strateji ve zekâ oyunu: MANGALA… Binlerce yıl sonra tekrar oynanmaya başlar… Bakalım oyunu siz de sevecek misiniz?Okumadan bilemezsiniz…
Bu isim hangimizi çocuklupumuzun güzel ve umut dolu günlerine götürmüyor ki!
Annemiz ya da anneannemizin içine evlat sevgisini katık yaparak hazırladığı ballı yumurta tavasına mis gibi kokan köy ekmeğini büyük bir iştahla bandırırken belki de hayatın da her zaman ballı yumurta tadında olacağını düşünüyorduk.
Yıllar ve yollar bizi ve acılarımızı büyütmeden öncesiydi.. Hala ballı yumurtaya iştahla ekmek banan zeytin gözlü çocuklar var mıdır sahi ?
Ballı Yumurta'da, eğitimci-şair ve yazar Yılmaz İmanlık, bal gibi hikayelerin vagonunda sizi yılların ve yolların ardına, çocukluğumuzun dimağımızda bıraktığı o unutulmaz günlerine götürecek.
Peki siz, yolculuğa var mısınız ?
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.