Selanik Numan Paşa Sokağı’nın 37 numaralı evi bizim hafızamıza Pembe Ev olarak kazınmıştır. Atatürk’ün çocukluk öyküleri de hep o evin etrafında şekillenir. Zübeyde Hanım’ın hayat hikâyesinin ne yazık ki o ev kadar “pembe” olmadığı da bilinen bir gerçektir. “Zübeyde Hanım’ın Çilesi” hem o evin tarihi hem de başta annesi olmak üzere Atatürk’ün ailesinin Selanik’te yaşadığı sıkıntılı hayatın romanı olarak da okunabilir.

Pembe eve taşınıncaya kadar geçen süreçte doğan tüm çocuklarını toprağa gömen çileli annenin küçük Mustafa’yı kucağına almasını, Makbule’nin ve Naciye’nin doğumunu, kardeşlerin çocukluk anılarını, yaşanılan maddi sıkıntıları, hastalıkları, Ali Rıza Efendi’nin ve küçük Naciye’nin zamansız ölümünü ve adım adım insanlarla birlikte toprakların da yitirilişini gözlerimizin önüne seren “Zübeyde Hanım’ın Çilesi”, her yaştan herkesi içine çekecek türden bir roman

Bu kitapta, Tek-Parti dönemi ve sonrasında, Cumhuriyet Halk Partisi taşra teşkilatının en üst kademesi olan vilayetlerde düzenlenen kongrelerin, parti politikalarına etkisinin olup olmadığı araştırılmaktadır.

Bunun için Ankara, Antalya, Bursa, İstanbul, İzmir, Kars, Malatya, Maraş, Samsun ve Seyhan/Adana vilayetlerinde 1930-1950 yılları arasında gerçekleştirilen Vilayet Kongreleri incelenmiştir. Kongrelerin sonuçlarına ilişkin uygulamalar ise CHP’nin 1931-1947 yılları arasında düzenlemiş olduğu kurultaylar ve grup toplantılarına ait tutanaklar, TBMM Zabıt Cerideleri ile Resmi Gazete’den yararlanılarak, tarih kronolojisi esasına bağlı kalınmak suretiyle analiz edilmiştir.

Böylece günümüzde bile tartışma konusu olan ve sıkça gündeme getirilen “Tek-Parti Dönemi uygulamaları, Çok-Partili Siyasete geçiş ve bu dönemde yaşananlar” hakkındaki bazı aslı olmayan ve başkalarından işitilerek edinilen bilgilere, yargılara dayanan, doğrusu tam olarak bilinmeyen hususlara açıklık getirileceği de umulmaktadır.

"Bu kitapta Türk kültürünün kadın kahramanlarını anlattım. Kendi mesleklerinde ilk olan, 'bu kadınlara göre değil' denen pek çok işi göğüsleyen ve bu anlamda çığır açan, savaşçı yönleriyle, kalemleriyle, hayat öyküleriyle beni büyüleyen bu kadınları size de anlatmak istedim, hayatlarındaki küçücük bir ipucu bile yön verebilsin istedim. Ve her bir kadının hayatını gözümün önüne getirmeye, acılarına ve sevinçlerine ortak olmaya çalıştım, onlarla gülüp onlarla ağladım.
Samiha Ayverdi oldum, gönüllere girmeye, aşkla konuşup aşkla yazmaya, iyi insan olmaya çalıştım.
Rabia Kadir oldum, zindanlara atıldım, çocuklarımdan ve ata yurdumdan uzaklaştırıldım. 
Celile Hanım oldum, Nâzım Hikmet için açlık grevine başladım.
Afet İnan oldum, kendimi kâh arkeoloji kazılarında kâh kongre kürsülerinde buldum. 
Sabiha Gökçen oldum, bulutlarla yarışıp göklerin kızı oldum.
Sıdıka Avar oldum, Dersim dağlarında bir harf öğretebilmek için günlerce atla dolaştım. 
Bazen de Zübeyde Ana olup bir evlat yetiştirerek tarihe damga vurmaya çalıştım!"

Bu araştırma, Birinci Dünya Savaşı döneminde İzmir’de yaşanan olaylar hakkında yapılmış ilk çalışmadır.
Ömrünü Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve İzmir konusunda araştırmalara ve tarihsel mirasımızı korumaya adamış Celal Öcal, bu yeni çalışmasıyla sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın hayranlıkla izleyeceği bir tarih vadisini ortaya çıkarıyor.
Cumhuriyet’imizin kuruluşunun 100. yılı anısına, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, şehitlerimize ve gazilerimize armağan olsun.

Atatürk, 20. yüzyılın yetiştirdiği en büyük lider olmakla kalmıyor 21. yüzyılda bile sadece Türk halkına değil tüm dünyaya ışık saçıyor.
Atatürk, elbette büyük bir deha, yüzyılda bir gelir denilen dehalardan bile fazlası. Fakat Atatürk’ün dehasının ayırt edici özelliği onun devrimci bir deha olması. Bu nedenle yeni yüzyılda bile insanlara yol gösterebiliyor.
Devrimci Atatürk kitabı hem bir Atatürk biyografisi hem de Atatürk’ün mücadelesi ve düşünceleri üzerine kapsamlı bir fikir kitabı.
Mustafa Kemal’in ilk devrimci eylemlerinden tutuklanışına ve sürgüne gönderilmesine, kurduğu devrimci örgütlerden istibdada karşı mücadelesine, Kurtuluş Savaşı’nı nasıl verdiğinden Cumhuriyet’i nasıl kurduğuna, tarih çalışmalarından dil çalışmalarına hayat boyu mücadelesini anlatıyor.
Bu dâhi devrimciyi yeniden tanımak için ilkokul öğrencisinden üniversite hocalarına kadar her yaştan ve seviyeden kişinin rahatlıkla okuyacağı, anlayacağı, yeni şeyler öğreneceği akıcı bir çalışma.
Kitabın yazarı “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganının yaratıcısı olan Gökçe Fırat…

Rumeli’de havaların iyice soğuduğu günlerden biriydi...
Tarih 18 Ekim 1416’yı gösteriyordu...
“Serez’in esnaf çarşısında yağmur çiseliyordu.”
Çarşıda bir bakırcı dükkanının önüne darağacını kurdular.
Padişah yüzlerce adamını zindana göndermişti.
Bedreddin’i aldılar, getirdiler.
Ona işkence etmekten çekinmişlerdi. Hem Selçuklu soyundan olduğu için kanını akıtmak töreye karşı gelmek olacaktı. Hem de halkın tepkisi her an alevlenebilirdi.
Ama onun ölümsüz olmadığına, sıradan bir insan olduğuna halkı inandırmak istiyorlardı.
Cellâtlar onu soydular ve üryan olarak sehpaya çıkardılar.
Bedreddin’in bedeni orada öldü.
Bedreddin’in hakikatiyse, hemen orada dirildi.
Yüzyıllar içinde de doğan her devrimcinin yüreğine dirilmeye devam etti.

“Ünlü düşünür Albert Einstein demiştir ki, ‘Dünyayı büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakan şey, insanların kötülük yapmaları değil, kötülük yapanlar karşısında sessiz kalmalarıdır.’
Büyük Önder, gerçek devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk aynı düşünceyi, Einstein’dan çok daha önce şu sözleriyle çok daha veciz olarak ortaya koymuştur:
‘Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mes’uliyetine de ortak sayılır.’
O halde, yerel demokrasiyi de, demokrasinin kendisini de ayakta tutabilmenin tek güvencesi, yurttaşın ve kenttaşın çağdaş bilim ve eğitimle yükseltilebilecek olan kültür ve bilinç düzeyidir.”
Prof. Dr. Ruşen Keleş

En kapsamlı Atatürk arşivinin sahibi
Hanri Benazus’un kaleminden...
 
“Bir gün ulusu sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan çok memnun ve mutluyum.”

En kapsamlı Atatürk arşivinin sahibi
Hanri Benazus’un kaleminden...
 
“Öğretmenler...
Göreviniz pek önemlidir, ulusun yaşamasıyla yakından ilgilidir.”

Son yıllarda 19 Mayıs’a yönelik akıl almaz komplo teorileri üretiliyor.
Kimileri Atatürk’ün arkasında aslında İngilizlerin bulunduğunu ve görevinin Osmanlı’yı yıkmak olduğunu ileri sürüyor.
Bazıları ise Mustafa Kemal’i Samsun’a Vahdettin’in gönderdiğini ama O’nun Vahdettin’i kandırdığını iddia ediyor.
Başka bir kesim, Kurtuluş Savaşı’nı aslında İttihatçıların planladığını, bunun bir derin devlet operasyonu olduğunu söylüyor.
Yine diğer bir kesim ise Kurtuluş Savaşı’nın Sovyetlerin desteği olmasa kazanılamayacağını belirtiyor.
Elinizdeki kitap, 19 Mayıs hakkındaki bu komplo teorilerinin tümüne birden kısa ama çok net bir cevap veriyor. İlkokul çocuklarından üniversite hocalarına kadar her yaştan ve seviyeden okuyucunun hem çok rahatlıkla okuyacağı hem de gerçekten çok şey öğreneceği bir kitap.
Kitabın yazarı “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” sloganının yaratıcısı olan Gökçe Fırat…

Altı yüz yıllık Osmanlı Imparatorluğu döneminde Anadolu'yu sömüremeyenler, Osmanlı'nın yıkılış döneminde Türkiye'ye göz diktiler. O zaman karşılarına akıllı bir güç çıktı. O'nun adı Mustafa Kemal'di.

O yıllardan bu yıllara geldik. Şu günlerde tek ihtiyacımız olan tam bağımsız Türkiye. Bu özlemimi Mustafa Kemal Atatürk'ten devraldım. O 1919'lı yıllarda ne demişti? "Ne Amerikan mandası olmak istiyoruz, ne İngiliz mandası olmak istiyoruz. Biz tam bağımsız Türkiye olmak istiyoruz. " Ve üstüne basa basa söylüyorum. Mustafa Kemal'in beyninin içine nakış nakış işlediği bir sözü vardır: "Bağımsızlık benim karakterimdir!"

Marksizmi yanlış yorumlayanlar, daha doğrusu Lenin'in "Doğu'da Ulusal Kurtuluş Hareketleri" adlı kitabını akıllı uslu okumayanlar, daha da doğrusu okuyamayanlar, bağımsız bir ulusun başka ulusların kulu kölesi olmadan yek vücut, tek vücut yaşayabileceğini anlamayanlar, daha doğrusu Türk halkının sünnet çocuğu gibi Amerikan emperyalizminin kucağına nasıl oturduğunun farkına varamayan solcular (ki onlar kendilerini devrimci diye nitelendiriyorlar), benim gözümde devrimci değil devirmecilerdir.

Bu ülkeyi emperyalizmin kucağından kurtaran Mustafa Kemal ve arkasındaki halkı inkar edenler dünyanın en büyük sahtekarlarıdır.

Şimdi ben, İlyas Salman olarak, yoksul bir halkın verdiği Kurtuluş Savaşı'nı ve onun önderini unutabilir miyim? Uyuşturucu kaçakçılığı yardımıyla ulusal mücadele verdiklerini zanneden insanlara karşı söyleyecek bir tek lafım var: Mustafa Kemal Atatürk gibi kazması küreği, şalavrı poturuyla arkasına düşmüş bir halkla kurtuluş mücadelesi vermek farklı, uyuşturucu kaçakçılığı ayrdımıyla ulusal mücadele vermek farklı.

Selam olsun Anadolu'yu Yedi Düvel'den kurtaranlara!

Yaşasın tam bağımsız Türkiye!

Yusuf Erkut Güsar, tarihte enteresan olaylar ve insanları her yaştan ve her eğitim düzeyindeki okura hitap edecek şekilde anlatıyor.

Bu ilk cildin konuları şöyle: Fransız Devrimi - Keşifler Çağı - Osmanlı’da Yeniçeriler - Hz. İsa ve St. Paul - Mussolini - Pearl Harbor - Lale Devri - Saraybosna Suikastı - Martin Luther - Stalingrad - James Cook - Holokost - Rus Devrimi - İzmir Suikastı - Magna Carta - Engizisyon Mahkemeleri - Mayflower Gemisi - 8. Henry - Köy Enstitüleri - Ku Klux Klan - Empresyonizm - Firavun Akhenaton - McCarthy Olayı

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, bu yeni kitabında “diktatörlüğe açılan kapılar”ı inceliyor.

– Hitler’den Mussolini’ye, Franco’dan Salazar’a, Stalin’den Peron’a otoriter rejimlerin adım adım kuruluşu.

– Üçüncü Dünya ülkelerinde emperyalizmin işbaşına getirdiği diktatörlükler.

– Diktatörlerin muhalefeti bastırma ve halk desteğini kazanma yöntemleri.

– Otoriter rejimler özgür basını nasıl susturdu ve kendi yandaş basınını nasıl yarattı?

– Toplama kamplarından gaz odalarına diktatörlerin insan kıyımı.

– ABD’de demokrasi mi yoksa aslında otoriter bir rejim mi var?

CHP İzmir milletvekili Tacettin Bayır'ın yaşam öyküsü… Kendi kaleminden…

"Belki ben, kendi hayatımı değil de, başka hayatları yaşadım. İyi ki de yaşadım. Bu sayfalar sararmış yapraklar gibi yere düşen anıların izleridir. Benim öyküm dokunduğum bütün yaşamlardan oluşan bir hayattır."

Mustafa Balbay: "Bütün yönleriyle örnek alınacak bir yaşam serüveni. Tacettin Bayır’ı okuyunca bir dost, bir yoldaş kazanmış olacaksınız. Bayır’la aynı geleceğin hayalini kurduğum için ben de kendimi daha zengin hissediyorum."

Uğur Dündar: "Bu kitap, Atatürk ve eşsiz emaneti Cumhuriyet’e sevdalı olmanın yanı sıra, üretime adanmış bir yaşamın adı olan Tacettin Bayır’ın öyküsünü anlatıyor. Onun öyküsü bir bakıma; ilkeleri bazılarınca eleştirilse bile, inancın ve azmin zaferinin önüne hiçbir gücün geçemeyeceğini ve çelikleşen iradeyle tüm engellerin aşılabileceğini gösteriyor."

“İktidarın şaşkın ve sarsak adımlarıyla karanlık çağrıları yaşamı gölgelemekten öte karartmakta, ayrımcı ve ikilemli çıkışlarıyla uygulamaları ulusal dayanışmayı olumsuz etkilemektedir.

Öyle bir karmaşık ve karanlık ortam içindeyiz ki insan kendi kendine sormakla yakınmasını açıklıyor: Nasıl akıl, nasıl ruh, nasıl beden sağlığı olur? Karamsar olmadığımız halde işler, işlemler, açıklamalar, oluşumlar ve genel gidişteki çarpıklıklar, aykırılıklarla endişe ve üzüntümüzü dindiremiyor, abartılar ve yalanlarla donatılan sözde savunmalarla avunamıyoruz.

Umut ışıklarını hep birlikte yakacak, Türkiye’mizin aydınlığını tüm aykırılıklara, tüm kötülüklere birlikte karşı çıkarak sağlayacağız. Umut yelkenini sürekli açık tutmak kimi yaşam sorunlarının atlatılmasına yardımcı olacaktır. Hiçbir şey kendi kendine gerçekleşmez. Çaba, çalışma, gerekirse direnme, olumlu sonuç almanın koşullarındandır. Durmak yok!”

-Yekta Güngör Özden

''Lâiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasiye dönüş sürecinin itici gücüdür. Lâiklik, demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur.
Lâikliği benimseyen kimseler olarak, lâikliği din düşmanlığı olarak algılarsanız yanılırsınız.
Yine söylüyorum:
Ben dindarım, dinci değilim.
Müslümanım, İslâmcı değilim.
Türk’üm ırkçı değilim. Milliyetçiyim, ırkçı değilim.
Söylüyorum, lâiklik adam olmaktan başlar, nitelikli yurttaş olmakla gelişir, yürür. Barışın, akılcılığın, bilimciliğin, çağdaşlığın, insanlığın, aydınlanmanın, uygarlığın, başta bağımsızlık, özgürlük, egemenliğin kaynağının adı. Bunlar lâiklik sayesinde vardır.
Lâikliğin olmadığını düşünün, şeriat ilişkilerinden demokrasi olmaz ki. Önce lâiklik olacak ki demokrasi olsun.''

-Yekta Güngör Özden

Ermeni sorununda Türk tezlerinin mücadelesini dünya çapında vermesiyle tanınan Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Afrika üzerine kapsamlı araştırmaların da sahibidir. Libya, bu araştırmalar arasında önemli bir yer tutar.

Kaddafi döneminde Libya’nın verdiği bağımsızlık mücadelesine anti-emperyalist bir aydın olarak her zaman desteğini sunmuş olan Prof. Ataöv, Kaddafi’yle de şahsen tanışmış, Libya’yı Lockerbie Olayı’nda uluslararası arenada savunmuş ve bu ülkeye yönelik Amerikan saldırılarının karşısında yer almıştır.

Prof. Ataöv, bu yeni kitabında Libya’nın İtalyan işgaline karşı Ömer Muhtar önderliğindeki direnişle başlayan ve Kaddafi yönetimiyle devam eden ulusal kurtuluş hareketini inceliyor.

Hele Bir 40’ı Çıksın bir annenin yaşamındaki en güzel, güzel olduğu kadar da sıkıntılı ve zor bir dönemi, daha mutlu geçirmek adına, yaşayanın ağzından küçük ipuçlarının verildiği bir kitap. Anne ve bebek ikilisinin dokuz aylık bekleme sonrasında birbiriyle tanıştığı bu dönemde, sorunların bilimsel kanıtlara uygun ve akılcı bir biçimde çözümlenmesi, her ikisinin yaşam boyu fiziksel ve ruhsal sağlıkları için çok önemli. “Hele Bir 40’ı Çıksın” lohusalık dönemindeki annenin yaşadığı sorunları herkesin yaşadığını ve bu sorunlarla yine de en iyi kendisinin başa çıkabileceğini, annenin o dönemde en çok gereksinim duyduğu neşe ve eğlenceyle dolu bir anlatımla dile getiriyor.

- Prof. Dr. Ayşe Engin Arısoy (Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı)

Yapılan araştırmalara göre, bebekli anneleri en çok eleştirenler diğer bebekli anneler... Sosyal baskı, çağımızın sorunu. Bebek emdi mi emmedi mi, yedi mi, boyu uzadı mı, zayıf mı? Bu bitmek bilmez sorular ve kıyaslamalar, anneleri bunalıma sürüklüyor. Peki, ama bu sancılı süreç nasıl geçer? Serap Yeşiltuna, annelik duygusunu tarihle harmanlamış, nefis bir ilk kırk gün özeti sunmuş.

- Ömür Kurt (Hürriyet Gazetesi Aile Çocuk Yazarı)

Bir olayı en iyi kendisi yaşayan anlatır. Annelik gibi muhteşem bir olayı ise sadece anne olan anlatabilir. Hele bir de bu anne kendini ve kalemini ispat etmiş bir yazarsa, anlattıkları daha paha biçilmez olur. Yol arkadaşı ve doktoru olarak yazarın annelik sürecine tanık olan ve kitabı ilk okuyan kişilerden biriyim. Hele Bir 40’ı Çıksın bilimsel gerçeklerin ışığında çok güzel bir anlatımla tüm anne adayları ve yeni doğum yapmış genç annelere tavsiye edeceğim rehber niteliğinde bir kitap olmuş. Yeni kitapları ümit etmek hakkımız diye düşünüyorum, kutluyorum.

- Op. Dr. Tevfik Sipahi (Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı)

Bu araştırmanın İngilizcesi de yayımlanan baştaki yarısının ilk baskısı 1967 yılında çıkar çıkmaz, yurt içinde ve dışında hemen yankılar uyandırdı. Ülkemizde ilk köşe yazısını yazan İlhan Selçuk'tu. Kitabı "milli bilincin kör gözünü açmak için keskin bir operatör neşteri" sözcükleriyle değerlendirdi. Aziz Nesin, Günaydın'da "yalnız Türkiye değil, dünya için orjinal bir araştırma" tanısını koydu. Çetin Altan Akşam'da "çok önemli bir araştırma" dedi. Tarık Dursun K. Milliyet'e "Andre Maurois'nın kitabından çok daha yalın, çok daha gerçekçi ve çok daha doğru orantılı" bulduğunu yazdı. İlhami Soysal ise şöyle dedi: "Yıkanmış beyinlere şırınga edilmiş görüşlerin yanlışlığını ortaya koyuyor."

Kendi yazısını o yılların en ileri gazetesine götürdüğünde ayzı işleri müdürünün "basamayız, eşimle birlikte Amerika'ya çağrılıyız; çağrıyı geçersiz sayarlar" yanıtıyla karşılaşan Suphi Karaman, başka yerde bastırdığı yazısında şöyle diyordu: "Cumhuriyeti ve devrimleri gençliğe emanet eden Atatürk ne kadar haklıymış." Ulus'ta Arif Gelen: "Amerikan yayılmasının çıkış noktası." Türk Solu: "Her yönüyle ilginç." İmece'de Feyzullah Ertuğrul: "Herkes tez zamanda okumalı." Forum: "Büyük, yorucu, sabırlı araştırma." Refik Erduran: "Kafa şutu." Hasan Hüseyin Korkmazgil "başbakana okumasını salık" verdi. Varlık, Ant, Yeni Gazete, Yeni Gün, Akşam ve benzerlerinde Mehmet Kemal,Sami Özerdim, Ahmet Yücekök, Nahit Arda ve başkaları. Örneğin, Mehmet Barlas: "Bunları Ataöv'ün kitabından iyice anlayabiliriz."

Bu durumda, üç yüz dolayındaki dipnotlarına bakmaksızın, özellikle "1968 Kuşağı" içinde genel bir başvuru kaynağıydı. Örneğin, Deniz Gezmiş'in savunmasındaki çarpıcı alıntılar bu kitapdandır. Alıntıların "şaşırtıcı" olduğu, bir Amerikan itirafnamesi" niteliğini taşıdığı yazıldı ve "Amerikan Büyükelçisi okudu mu?" diye soranlar oldu. International Affairs dergisi, yalnız İngilizce değil kimi öteki dillerdeki yayınlarda da "kitap Türkiye'de kapışılıyor" diye bir değerlendirme yaptı. Irak'ta ve genel Arap çevresinde okunan The Baghdad Observer kitabı "olağanüstü" diye tanıttı.

Kırk yıl önce bunca yankı uyandıran kitap Amerikan Emperyalizminin yalnız doğuşunu anlatıyordu. Bu kez, gelişimini de ekleyerek ve günümüze getirerek 2007'de yeniden yayınlıyoruz.

“Selçuk İncesu, öykünün büyük ustası Çekhov’la özdeşleştirilebilir. İncesu’da diplomat kimliğinin yanında ayrıca Memduh Şevket Esendal benzeri bir yazar kumaşı vardır. Kısaca, hiç sıkmadan kolay, hızlı ve gülümseterek okutmayı beceren bir yazar kimliği... Doğuştan gelen mizah yeteneği ince bir tül gerisinde hemen her satırına sinmektedir. Amacı güldürmek değil ama anlatısı öyle özgün ayrıntılarla bezelidir ki insan keyifle tekrarlayarak okur.
İncesu, öykülerinde “insan” üzerine yoğunlaşıyor. Küçük esnaf işçi ya da ağa/paşa, elçi/vali onun gözünde hiç fark etmez, hepsi güncel yaşamın eş ağırlıklı birer parçasıdır; insan oldukları için ilgimize lâyıktır tıpkı Çekhov’un öykülerinde olduğu gibi.
Kısacık öykülerde Pomak Mehmet Ağa’nın eşi dili Arapçaya çalan Firuze Hanım, Benli Belkıs’ın çok gizemli casus nişanlısı, Dobrucalı üstün becerili Rıdvan, Erenköy’de bahçesini delik deşik eden Priştineli madenci Hayrullah ve İstanbul’un kadim semti Etyemez’de sela verir gibi minareden mahalleye aşkını duyuran okuldaşı Tamer gibi çok sayıda ilginç, şaşırtıcı figürün geçit resmine tanık olacaksınız.”
Emekli Büyükelçi Ömer Ersun

Elinizdeki söyleşi kitabı, İlyas Salman ile onun en önemli 14 filmi üzerine günler süren yüz yüze görüşmelerimizin toplamı. Bu sohbetlerde İlyas Salman’ın tiyatroyla başlayıp sinemayla günümüze varan yolculuğuna şâhit olacak, bilinçlere kazınmış bu filmlerin daha önce anlatılmamış ayrıntılarını bulacaksınız.
İlyas Abi ile film setlerini, senaryoları ve sanat felsefesini konuşacaksınız. Birlikte yönetmenlere kızacak, oyuncu arkadaşlarını özleyecek, itiraflarıyla sarsılacaksınız. İlyas Salman’ın hayata karşı duruşunu tartışacak, hem de bunu beyaz perde önünde ve en çok önemsediği 14 filmini âdeta birlikte izleyerek yapacaksınız.

-Kemal Sunal -Cüneyt Arkın -Adile Naşit
-Münir Özkul -Şener Şen -Ayşen Gruda
-Atıf Yılmaz -Kartal Tibet -Ertem Eğilmez
ve Yeşilçam’ın pek çok unutulmaz ismi bu kitapta! 

"Elinizdeki kitap Türkiye’nin ilk Türkmenistan Büyükelçisinin anıları olmaktan çok fazlası. Aslında ülkemizin Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine açılışındaki ilk hamlesinin, Orta Asya’nın kilidine ilk uzanışımızın hikâyesi."

Emekli Büyükelçi Ömer Ersun

"Selçuk İncesu bu ikinci kitabında yaşam serüveninden söz ediyor. Kuşkusuz yer yer oldukça zor ama renkli bir yaşam. Halen hayatta olmasını Brüksel’de kendisini parça parça edebilecek bombanın ateşleme düzeneğinin takılmasına borçlu ama bu olaya bile sıradan bir iş gibi değinip geçiyor. Rind meşrep tabiatında abartıya, abus ciddiyete yer yok.

Bu kitabın bende kuvvetle yarattığı ilk çağrışım -“Çekhov müridi” filan diye takılsam da- meslek büyüğümüz, Türk edebiyatının seçkin ismi Büyükelçi Memduh Şevket Esendal oldu. Esendal’ın sözü geçtiğinde kimsenin aklına diplomat kimliği pek gelmez. Selçuk ne kadar etkilenmiş bilemem ama Esendal’ı seven okurların bu kitabı keyifle okuyacakları kesin.

Emekli Büyükelçi Ömer Ersun

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganından Cumhuriyet düşmanlarının nasıl rahatsız olduklarını biliyoruz, peki ya Mustafa Kemal’in bizzat kendisinin, öğretmenleri Cumhuriyet’in askeri olarak tanımladığını biliyor muyuz?

Öğretmenlik, Cumhuriyet’in askerliğidir, Mustafa Kemal’in askerliğidir bu ülkede.

Ve öğretmenler Cumhuriyet’i bölücülere ve gericilere karşı savunurlar. Hem de kelimenin en çıplak haliyle, canları pahasına.

Kadına yönelik erkek şiddetinin ve cinayetlerin ardında, kapitalizmin yarattığı işsizlik ve ekonomik sistem, bu ekonomik sistem içinde şekillenen lümpenlik, bu lümpenlikten türeyen arabesk kültür ve hepsinin üzerine oturan Siyasal İslam var.

Bu nedenle, kapitalizmi yok sayan analizleri de, Siyasal İslamcı iktidarla cepheleşmekten kaçınan tavırları da sorgulamamız lazım. Tıpkı lümpenliği halkçılık, arabeski ise halk kültürü sayan sinsi tavırla hesaplaşmamız gerektiği gibi.

Yeşili görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör bir insan dahi yeşillikler arasında olduğunu fark etsin.

Mustafa Kemal Atatürk

Kardan adam, can'dan adamdı. Canım kardan adamım diyordu ona Oğuz Kağan.

“Bir kahramanlık destanından ya da saf, alaycı bir hikâyeden ibaret değil burada anlatılan. En azından ben bunu amaçlamadım. Anlattığımız, benzer umutları ve kesişen rüyaları olan iki paralel hayatın bir süre zarfında birlikte parıldamasıdır. ”
Che Guevara

Yaratan’ın peygamberler, elçiler ve kitaplar göndererek ve asla değişmeyen Yasası’nın ikincil ilkelerinde küçük değişiklikler yaparak insanlık tarihi boyunca yeniden ve yeniden bildirdiği Din, hep aynı Din’dir; Gerçek Din.

Kur’an’da anılan toplumlar değişik dinlerin bildirildiği toplumlar değildir. Bunlar kendilerine Gerçek Din bildirildikten bir süre sonra kişilere, söylemlere, simgelere kutsallıklar yakıştırarak Gerçek Din’i saptırmış olan nankör toplumlardır.

*Allah’ın Yasası öteden beri böyle gelip geçmiştir. Çünkü Allah’ın Yasası’nda asla bir değişiklik bulamazsın!* (Utku 48:23)

Yaratan’ın bildirdiği Gerçek Din bilincine erişebilmek için hiçbir kişiye, kuruluşa, topluluğa ve Kur’an’dan başka hiçbir kaynağa gereksinim yoktur. İnanç yalnızca Yaratan’a yönelik bireysel yükümlülüktür. Bu bireysel yükümlülüğün bilincinde olan insanlar, Yaratan’ın hoşnutluğunu kazanan toplumları oluşturur.

Kur’an’ı kendi dilinde okuyan her insan Kur`an’da bildirilen ilkeleri içselleştirmeye çalışırsa, Gerçek Din bilincine erişebilmenin yoluna girmiş demektir. Bunun için kayıt yaptırmak gerekmez. Hiçbir kişi ve kuruluşun da kayıt yapmak yetkisi yoktur.

Kayıt, Yargı Günü’nde Yaratan’ın katında yapılacaktır.

Filozofların ve düşünce insanlarının Antik Çağ'dan beri öne sürdükleri kuramlar, bilime düşman olan kişilerin felsefeye de düşman olduklarını ve felsefe ağacının son meyvesi olarak nitelenen ahlâktan yoksun olduklarını göstermektedir. Aynı kuramlara göre, böyle kişiler devlet yönetimini ele geçirdiklerinde ahlâk dışı eylemler yaparlar. Günümüzde devlet yönetimini ele geçiren bilim ve felsefe düşmanı kişilerin yaptıkları ahlâk dışı eylemler, felsefenin bilgi, akıl ve deneyimlerle oluşturulan kuramlarının gerçekliğini de kanıtlamaktadır.

Antik Çağ'dan son yüzyıla dek oluşturulan kuramlar doğrultusunda, tarihsel kişilerden ve olaylardan örneklerle, bireysel ve toplumsal gelişimin bilim ve felsefeye dayalı gerçekçi yöntemlerini; bilim, adalet, ahlâk olgularının milletlerin mutluluğuna yönelik etkilerini; devlet yönetimine aday kişilerin seçiminde gözetilmesi gereken ölçütleri; dinin çağlar boyunca toplumların yaşamını nasıl yönlendirdiğini anlatan, ilk baskısı altmış yıl önce yapılmış özgün bir eser; Bilim ve İnsan...

“Emperyalizmin sömürgeleştirdiği, tek çeşit ürüne ve tek bir pazara bağımlı olan, ulusal endüstrisini geliştirmesine izin verilmemiş bir ülkede, sosyalizme geçiş nasıl gerçekleştirildi?”

Che Guevara

Son günlerin moda deyimi ile kendi makinenle kendi resmini çekiyorsun, “selfie” oluyor. Ailemi, Kütahya’yı ve Kütahyalıyı arka plana alıp ben de kendi resmimi çektim aslında. Hayat ferahfeza bir yolculuk değil, neyse o, yaşatanlardan ve yaşananlardan razıyım. İyi ki vardılar.
Şair’in dediği gibi:

“Son derece memnunum dünyaya geldiğime.”

Bu çalışmanın adı “değirmen” de olabilirdi. Öğütüldük, kabuğumuz ayrıldı; içimizdekini döktük.

Bir zamanlar ellerimde gül kadar narin bir çiçek vardı
Sonra yapraklarının hepsi bir tarafa dağıldı
Bir yaprağında aşkım,
Bir yaprağında dostum,
Diğer yapraklarda da sevgim vardı

Ütopya, gerçekleşmesi olanaksız görünen ideal toplum tasarımlarıdır.

İdeoloji, toplu davranışlarına yön veren düşünceler bütünüdür.

Fakat insanca yaşamanın bilimkurgu senaryosu bile yazılamamaktadır.

İnsanlık, ideal yaşamı hayal etmekten aciz bırakılmaktadır.

İnsanca yaşamanın zaten temeli var olan tasarımı yazılmıştır.

Kişisel gelişim değil insanlık gelişimi konumuzdur.

Ütopya ve ideoloji üzerinde olan anlamkurgu okuyacaksınız.

İnanmadan bilmek isteyen ateistler için inanılmaz konular netlikle açıklanmıştır.

"Gizemli ve ölümcül Korona salgınının tüm dünyayı dehşete düşürdüğü bir yılı aşkın sürede kaleme aldığım günlüklerimi bir ara yeniden gözden geçirdiğimde baktım, sadece eşimle birlikte iki başımıza yaşadığımız sorunları, sıkıntıları, trajikomik olay ve çileleri paylaşmamışım! Siz değerli okurlarımızın da evlerindeki ve çevrelerindeki bizimkilere benzer sorunlara, çilelere, yaşanan olaylara, içinizde sakladığınız yorumlara, acılara, eleştirilere de tercüman olmuşum! Günlüklerimi hepimizin anıları olarak kabul edip gelecek yıllara kalıcı olmalarını sağlamak için kitap haline getirmeye o zaman karar verdim! Becerebildiysem ne mutlu bana."

Aydemir Ceylan

Bizim her eylemimiz emperyalizme karşı bir savaş çağrısı ve insanlığın en büyük düşmanı ABD’ye karşı halkların birliği için bir savaş marşıdır.

Latin Amerika’nın büyük bir görevi vardır: İki, üç, daha fazla Vietnam yaratmak ya da dünyanın ikinci, üçüncü Vietnam’ı olmak.

- Che Guevara

Şimdi, hep ısrarla tekrarladığım gibi, genç olmaktan vazgeçmemeniz, ihtiyar insanlara dönüşmemeniz, gençliğe özgü tazeliği, heyecanı korumanız gerektiğini bir kez daha söylemeden geçemeyeceğim.

- Che Guevara

Gerilla, özgürlük savaşçısıdır, halkın seçtiği, kurtuluş savaşında halk savaşının öncüsüdür.

Düşünülenin aksine, gerilla savaşı küçük bir savaş modeli, azınlıktaki grubun güçlü bir orduya karşı savaşı değildir; gerilla savaşı tüm halkın, dikta güçlerinin egemenliğine karşı başkaldırısıdır.

- Che Guevara

Bizi yok etmek isteyenlere karşı kendimizi savunmak için kanımızın son damlasına kadar savaşma iradesine sahip olmak zorundayız.

Halkın iradesine karşı her ne pahasına olursa olsun iktidarı ellerinde tutmak isteyenlerle mücadelede; tüm Latin Amerika için çözüm budur.

Son sömürücü yenilgiye uğrayıncaya dek ateş ve kan eksik olmayacaktır.

- Che Guevara

Okuyucuya acayip gelse de, gerçek devrimciyi harekete geçirenin büyük bir aşk olduğunu söyleyebilirim.

Bu nitelikten yoksun büyük bir devrimci düşünülemez.

- Che Guevara

Evet, insanoğlundan geriye bu dünyada yalnızca iyilik kalırmış! Başka şeylerin hepsi, şan şöhret arzusu, yüksek mevki için mücadele, “yalnız ben” duygusu, bunların hepsi gelip geçici ve yanlış şeylermiş!

Vicdan; okurunu, yalnızca “Pamuk bizim gururumuz” sloganıyla tarımsal kolektifleştirmenin zirvesindeki Parlak Yol Kolhozu’na değil, büyük bir kolhoza dönüştürülmüş bir ülkeye, 1970’lerin Sovyet Özbekistan’ına götürüyor. Bilim ile şahsi çıkar, üretim fetişi ile doğa, erdem ile yozlaşma karşıtlığı, Yakubov’un kurgusunda hakikatli bir sistem eleştirisine dönüşüyor.

Vicdan; dürüstlüğü, insafı, adaleti ve vicdanı; her daim ödenmesi gereken insani borcumuzu hatırlatıyor.

Keriyol, karayolcu terminolojisinde bir binek aracının İngilizce aslının (“carry all”) karayolcu jargonuyla söylenişi. Böyle olunca “her şeyi taşır” anlamına kullanılan Keriyol, kitabın da adı oluyor.

Karayolları Genel Müdürlüğü’nün 1950’de kurulmasından bugüne karayolu hamlemiz... Roma Dönemi yollarından başlayıp Sürre Alayı ile Üsküdar’dan Mekke’ye ve oradan günümüz modern yollarına uzanan tarihsel süreç... Yol ekonomisi, yol-siyaset-siyasetçi ilişkisi, bürokrasi, karar mekanizmaları, eleştirileri... Edirne’den Hakkari’ye görev gezileri; Kaliforniya’dan Tokyo’ya uzanan global yolculuklar... Anavatan, Atavatan, Yavruvatan, Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika’ya uzanan yaşanmış yol tefrikaları... Milletlerarası kurum ve memurların tuhaf yanları, sıra dışı ve parasız kalınan yurtdışı seyahatleri, zor rastlanır insanlar, yol arkadaşları, dil oyunları...

Hepsi, Keriyol’da...

Keriyol, karayolcu terminolojisinde bir binek aracının İngilizce aslının (“carry all”) karayolcu jargonuyla söylenişi. Böyle olunca “her şeyi taşır” anlamına kullanılan Keriyol, kitabın da adı oluyor.

Karayolları Genel Müdürlüğü’nün 1950’de kurulmasından bugüne karayolu hamlemiz... Roma Dönemi yollarından başlayıp Sürre Alayı ile Üsküdar’dan Mekke’ye ve oradan günümüz modern yollarına uzanan tarihsel süreç... Yol ekonomisi, yol-siyaset-siyasetçi ilişkisi, bürokrasi, karar mekanizmaları, eleştirileri... Edirne’den Hakkari’ye görev gezileri; Kaliforniya’dan Tokyo’ya uzanan global yolculuklar... Anavatan, Atavatan, Yavruvatan, Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika’ya uzanan yaşanmış yol tefrikaları... Milletlerarası kurum ve memurların tuhaf yanları, sıra dışı ve parasız kalınan yurtdışı seyahatleri, zor rastlanır insanlar, yol arkadaşları, dil oyunları...

Hepsi, Keriyol’da...

Çin’in Doğu Türkistan’da kurduğu toplama kampları hakkında çok haber çıksa da, Çin’deki hapishaneler ve toplama kampları hakkında bizzat oralarda bulunmuş kişilerin tanıklığı neredeyse yok denecek kadar az.

Abdülveli Ayup, Doğu Türkistanlı bir eğitimci. Dört ayrı Çin hapishanesinde hapsedilmiş, toplama kamplarını görmüş, oralardaki işleyişi bizzat bilen bir aydın. Ve bu kitapta hem Çin hapishanelerinde yaşadıklarını anlatıyor hem de Çin toplama kamplarını.

Çanakkale Savaşı, dünya tarihini değiştiren olaylardan biridir. Türkiye içinse, büyük bir zafer olmasının yanında Mustafa Kemal’in askerlik dehasının ortaya çıktığı yerdir. Nitekim Mustafa Kemal bu savaştan sonra Türk milletinin gönlünde “Çanakkale Kahramanı” olarak taht kuracaktır.
Türk romanının usta kalemlerinden Yılmaz Gürbüz, Çanakkale Savaşı’nı anlattığı bu romanında, okura farklı bir pencere açıyor. Bu kahramanlık destanı üzerine inceleme kitapları çok olmasına karşın, bu kahramanların ve kahramanlığın romanı yazılmamıştır. İşte Yılmaz Gürbüz, bu zorlu görevi üstleniyor ve sıradan eriyle, onbaşısı, yüzbaşısı ile cephedeki askerlerin gözünden savaşın inanılmaz öyküsünü bizlere sunuyor.
Çanakkale Zaferi’nin sıradan Türk askerinin büyük fedakarlığı, kararlılığı ve inancı ile kazanıldığını mevzi mevzi, siper siper göreceğiniz bu roman, tüm detayları okura sunmakta ve sizi de adeta Çanakkale Savaşı’nın bir siperine götürmektedir.

“Öyle ya da böyle herkesin yaşamı bir şiirdir.

Ola ki bu kitapta, içinizde biriken saklı şiirlerinizden birkaçını ben kaleme almışımdır!"