Şeriat anadır, tarikat baba; marifet oğuldur, hakikat torun. Dersim’in şeriatı söze hiç gelmedi; ak kâğıtlar üzerinde kara fermanlar olarak kim bilir hangi arşivlerde, hangi mucizeyi bekliyor? Babaların, öfkeleri kendinden menkul, söze gelişi de. Oğullar, “Evlad-ı Kerbelâ”ydı ve çoktan şaşırmayı unutmuşlardı; çünkü ilk değildi kesik başların gövdelerini araması. Herkes, alttan alta, “Neden?” diye yakalarına sarılıp hesap sorarken; “Kerbelâ’yı bin yıldır hatırlıyorsunuz da Dersim’i unuttunuz!” derken; Dersim’i unuttuklarından mı sustular, unutmamak için mi?
Şimdi torunlar “konuşmayı” öğreniyor; sesleri seslere çatarak ve belki tümüyle yanlış sorulara yanlış yanıtlar arayarak. Olsun: “Sahi orada ne oldu?” sorusu bile çoğumuzu irkiltmeye yetiyor. Bu sorunun acılarla, katliamlarla, düpedüz vahşetle, insanın insanlık dışına çıkma potansiyelinin sınırsızlığıyla insan olduğunu göstermeye çalıştığını sanıyoruz ve bu sanı bile bizi dehşete düşürüyor. Ah, hayır, hayır, bu ölüm çeşitliliği bize ne öğretebilir ki? “Neden?” diye soralım, “Neden Dersim?” diye, “Neden Kızılbaşlar?” diye soralım; herhangi bir yerde, herhangi bir biçimde, “Niçin ve Nasıl?” sorusuna muhatap olabilecek bir yanıt bulalım ve önünde aklımızla eğilelim. “Sahi orada ne oldu?” sorusundan kaçarken, oradan kaçıyor olmayalım?
Dersim “tertelesinin” mazeretini Dersim’de arayanlara: Şeriatın cünübü cimadır, su ile temizlenir; tarikatın cünübü ikrarsızlıktır, dermanı pir eli; marifetin cünübü nefsini bilmemektir, mürşit bildire; ya hakikatin cünübü? Kendi küfrünü iman, başkasının imanını küfür bilmektir; aklının bildiğini kalbiyle, kalbinin bildiğini aklıyla reddetmektir. Temizliği mürebbi elinden olur. Ama bu metinde mürebbi yazar değildir. Mürebbi arayan Munzur’a baksın!Ayhan Yalçınkaya
Şeriat anadır, tarikat baba; marifet oğuldur, hakikat torun. Dersim’in şeriatı söze hiç gelmedi; ak kâğıtlar üzerinde kara fermanlar olarak kim bilir hangi arşivlerde, hangi mucizeyi bekliyor? Babaların, öfkeleri kendinden menkul, söze gelişi de. Oğullar, “Evlad-ı Kerbelâ”ydı ve çoktan şaşırmayı unutmuşlardı; çünkü ilk değildi kesik başların gövdelerini araması. Herkes, alttan alta, “Neden?” diye yakalarına sarılıp hesap sorarken; “Kerbelâ’yı bin yıldır hatırlıyorsunuz da Dersim’i unuttunuz!” derken; Dersim’i unuttuklarından mı sustular, unutmamak için mi?Şimdi torunlar “konuşmayı” öğreniyor; sesleri seslere çatarak ve belki tümüyle yanlış sorulara yanlış yanıtlar arayarak. Olsun: “Sahi orada ne oldu?” sorusu bile çoğumuzu irkiltmeye yetiyor. Bu sorunun acılarla, katliamlarla, düpedüz vahşetle, insanın insanlık dışına çıkma potansiyelinin sınırsızlığıyla insan olduğunu göstermeye çalıştığını sanıyoruz ve bu sanı bile bizi dehşete düşürüyor. Ah, hayır, hayır, bu ölüm çeşitliliği bize ne öğretebilir ki? “Neden?” diye soralım, “Neden Dersim?” diye, “Neden Kızılbaşlar?” diye soralım; herhangi bir yerde, herhangi bir biçimde, “Niçin ve Nasıl?” sorusuna muhatap olabilecek bir yanıt bulalım ve önünde aklımızla eğilelim. “Sahi orada ne oldu?” sorusundan kaçarken, oradan kaçıyor olmayalım?Dersim “tertelesinin” mazeretini Dersim’de arayanlara: Şeriatın cünübü cimadır, su ile temizlenir; tarikatın cünübü ikrarsızlıktır, dermanı pir eli; marifetin cünübü nefsini bilmemektir, mürşit bildire; ya hakikatin cünübü? Kendi küfrünü iman, başkasının imanını küfür bilmektir; aklının bildiğini kalbiyle, kalbinin bildiğini aklıyla reddetmektir. Temizliği mürebbi elinden olur. Ama bu metinde mürebbi yazar değildir. Mürebbi arayan Munzur’a baksın!
Ayhan Yalçınkaya
Elinizdeki kitap, Dersim katliamını yaşamış Hacı Hıdır Ataç'ın anı defterlerinden ve devlet arşivlerinden derlenip ilk kez günışığına çıkarılan belgeler, raporlar ve haritalardan oluşmaktadır.
Hacı Hıdır Ataç, yıllardır sakladığı defterini 2002 yılında bu kitabın yazarına ulaştırdığında, "Bak bakalım işe yarar mı?" diye sorar, sonra da "vasiyetimdir; bunu ben öldükten sonra kitap yap" der. Ataç, başlarına gelen "ol felaketi" çevresine hep anlatmış, yaşananlar unutulmasın diye de defterine yazmıştır.
Defter "4. Müfettişlik Bölgesi'ni, Gahmut Karakolu'nun kaldırılmasını, Haydaranlı Kamer Ağa'yı, "askerin Zel dağına gelişi"ni, 1938 Askeri Harekâtı'nı ve katliama götürülmelerini, 1939'dateslim olmalarını, Sinop Boyabat'ta dokuz yıl sürgünde kalmalarını, 1950'de köye geri dönüşlerini ve Dersim Islahı’nı anlatır.
Kitaptaki belgeler, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğümdeki Türkçe ve Osmanlıca olarak kaleme alınmış "Dersim Belgeleri"nin küçük bir kısmıdır.Rapor, telgraf, not, şifre, harita, kararname, mektup ve diğer belgelerden oluşmaktadır. Arşivdeki belgelerin hepsinin açıldığını düşünmemekle beraber, biz elde edebildiklerimiz arasında yeni, temsili ve ilginç sayılabilecek olanları kitabımıza aldık. Haydaran bölgesinde insanların başına neler geldiğini ortaya koyan yazılara da yer verdik.
Fişleme, neredeyse dünyanın her yerinde kullanılan bir izleme ve yönetme metodu. 21. yüzyıla gelindiğinde internetin ve dolayısıyla bilgi ağının genişlemesi, bu metodun devletler tarafından sık başvurulan bir alan haline gelmesini sağladı. Giderek genişleyen bu alanın kontrolü ise yine devletler tarafından sağlanmaya çalışılıyor.Türkiye’de fişleme ise devlet idelojisinin resmi araçlarından biri haline gelmiş durumda. Hayatın olduğu her yerde, devlet bir şekilde araçlarını çalıştırıyor ve insanlarında en doğal eylemlerini dahi fişlemenin konusu, hatta aracı haline getirebiliyor. Siyasi görüşten cinsel eğilime, mezhep farklılığından bıyık bırakma şekline kadar her “ayrıntı”, devlet tarafından hakkınızda bir fiş oluşturulmasına, yani fişlenmenize yol açabiliyor. Bu kitabı satın almış olmanız dahi devlette bir fişinizin olmasına neden olabilir.24. dönem TBMM CHP milletvekili ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi Hüseyin Aygün, fişle(n)me sorununun algılanması ve yeniden değerlendirilebilmesi için yazdığı bu kitapta, hem geçmişim hem de bugünün izlerini sürüyor. Halkın devlete rağmen ve devletle birlikte varolmakta yaşadığı sanrıların, suçlanmanın ve her an “şüpheli” statüsünde görülmenin zorluklarını dile getiriyor. Türkiye’de Fişlemenin Kısa Tarihi, kendi ülkesinde düşman görülenlerin ve her an bu potansiyeli taşıyanların kısa ama anlamlı öyküsünü belgeleri ve tanıklarıyla anlatıyor.
24. Dönem CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, doğduğu toprakların tarihsel gerçeğini, kişisel serüveniyle birleştirerek anlatıyor.
Öncesi ve sonrasıyla 1938 Dersim Harekatı’na odaklanan Mahsur, geçmişte ve günümüzde büyük acılara yol açan gelişmeleri, kuşatılmış insanların gözünden aktaran bir çalışma.
Ağustos 2012’de PKK tarafından kaçırılan Hüseyin Aygün kitabında bu zorbaca eylemle ilgili anılarına da yer veriyor, kimi gerçekleri ilk kez dile getiriyor.
Mahsur / Bir Tutsaklık Öyküsü, yakın geçmişimize, bugünümüze ve geleceğimize ışık tutan bir inceleme ve anı kitabı.
“Bir zamanlar Türk milliyetçiliğinin Kürtlere uyguladığı inkar ve baskıyı şimdi Kürt milliyetçiliği başta Zazalara, Dersim’e, Alevilere, Araplara uyguluyor. Üstelik Kürt milliyetçiliği henüz iktidar bile değil.”
Na kıtavo ke deste to dero, tey gıran meseley, edebiat, tarıx, zagon este. Kıtav eve Zazakiyo, nu zon ra onci vane Zone Ma, Kırmancki u Dımılki.
Zazaki werte Anatolia de, zone de zaf khano, jüyo. Ez na zu moa ho ra mısune, vırenu je mı na zon de biyene pil, seveta politika dewleta jenerasyone qeseykerdoğe Zazaki şi, xeyle çi vuriya, çı hef ke nıka zone ma re vane zone deku.
Destebera to ra ki thoa yeno, eke wazena Zazaki bıxeleşiyo, na kıtav bije, so çe de bıwane, laze ho re, çena ho re salıx de, i ki zone ma bımıse. Ho viri ra mekere ke, zu zon zu gomo, zu rengo, zu boa, zu zagono.
Zon bıxelesno, qom bıxelesno.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.