“Olumlu yönde siyasi ve toplumsal değişim için yalın, apaçık bir manifesto.” Paschal Donohoe - İrlanda Ekonomi Bakanı
“Gücü beklenmedik bir ironiyle etkisiz hale getiren, size bir neşter ve bir çiçek vererek günümüzü anlamanızı sağlayan dehaya sahip. Ece Temelkuran’ın büyüsü bu.” Roberto Saviano - Yazar
“Üstesinden gelebileceğimiz bir kederden mustarip olmak. Henüz sahip olmadığımız bir özgürlüğe hasret kalmak. Bunlar, Beethoven’ın ruhumda bıraktığı duygulardı. HepBeraber de bende aynı duyguları uyandırdı.” Yanis Varoufakis - Yazar, ekonomist, siyasetçi
Dün için pişmanlık duymak ya da gelecekteki daha iyi günleri beklemek yerine “hemen, şimdi için” düşünen ve umut eden yeni bir politik-duygu anlatısı... Ece Temelkuran, her yerinden sökülen bir dünyada her şeye rağmen insana inanmanın büyüsüne dair bir manifesto sunuyor HepBeraber’de: Güzellik yaratmanın insanlığın kaderi olduğuna inanmayı seçenlere politik bir değişim için ahlaki bir sözleşme öneriyor. Şimdiye dek dört dilde yayımlanan HepBeraber, önümüzdeki günlerde üç dilde daha okurlarıyla buluşacak.
“Bugün yabancılaştırılmayacak kadar insan kalbine yakın, siyasi kutuplaşmayla parçalanamayacak kadar güçlü sözcüklere ihtiyacımız var. Bu sözcükler nefes almak kadar vazgeçilmez olmalı ve her dilde aynı anlama gelmeli. Nefes alma hakkımızı talep eder gibi, öylesine doğal ve zahmetsiz bir biçimde, beraberce arkalarında saf tutabileceğimiz sözcükler olmalı bunlar. Böylece bizi bastırdıklarında, kesin olarak bileceğiz ki, nefes alma hakkımızı inkâr ediyorlar.”
... Ben seni düşünüyorum yazarken.
Seni içtenlikle düşünüyorum. Sözcüklerden bir sevgi olanağı doğmasını düşünüyorum.
Bunun beni kurtarmasını ya da seni...
Sen ve ben, sevgili okur, son on yıldır ki bu on yıl ömrümüzden gitti dedik ki, “Bu da geçer.”
Birileri de hep karşılık verdi, “Böyle diye diye ömür geçti.” Eh, orası da doğru. Peki o zaman ne yapmalı bu ömürle?..
Ece Temelkuran içinden geçtiğimiz çıldırtıcı gürültünün ortasında sözcüklerle ferahlatan, soluk aldıran bir alan açıyor.
“Gerçek, iki çocuk arasındaki en kısa doğrudur.”
Dilsiz Kuğular Zamanı, iyi ve güzel olanı önceden sonraya iletmek için yazılmış bir devir romanı.
Ali ile Ayşe’nin 1980’deki dünyasından bugüne uçan dilsiz kuğuların kanatlarında bir bilgi, bir hatıra var.
Yaşamaya devam edebilmek için bizden çalınan güzelliği hatırlatmak ve bizden sonraya kuğuların kanatlarında uçurmak gerek.
Ece Temelkuran bu romanıyla kötülüğün apoletlerini söküyor.
İki kanatlı ve iki ayaklı bir canlı bize hem özgürlüğü, serüvenciliği ve mutluluğu, hem de yuva rahatlığını, güveni ve nikbinliği hissettiriyor. Kalabalığın ve gürültünün içinde sesi kısılmış, yolunu zaman zaman kaybetmiş olsa da, hem gökte hem de yerde umudu tazeleme işçiliğine devam ediyor.
Yazar, hiç var olmamış şakacı, hüzünlü, neşeli, melankolik, çilekeş kuşlar tasavvur ediyor. Çizer de onlara formlarını, renklerini giydiriyor.
Ece Temelkuran ve M.K. Perker, aynı gökyüzünün altından bize bir kuş ağacı gönderiyorlar; berrak bir gökyüzü ve neşeli topraklar istiyorsak eğer, hayal etmenin hakkı da verilsin diye.
"İnsanlar yeterince haksızlığa uğradığında yeterince dövüldüğünde çocuklar, insanlığa saldırırlar. Acı, adaletsizlik ve vicdansızlıkla yeterince hırpalandığında, kendi kendini imha eden bir organizmadır insanlık." Bu kitap Ece Temelkuran’ın Venezüella’da gördüklerini, yaşadıklarını, tanık olduklarını anlattığı bir kitap değil, turistik bir Venezüella güzellemesi hiç değil... Bu kitap, yeterince haksızlığa uğradığında, yeterince dövüldüğünde dönüp insanlığa saldıranların, bu kez insanlığa uğramanın ve dövülmenin önüne geçmeyi denemesinin öyküsüdür. Bu kitap, Latin Amerika’da yaşanan bir devrim deneyiminin sorgulanışı, tüm dünyada güçlenmeye başlayan antikapitalist oluşumun izinin sürülmesidir. Yüzyılın ilk devriminin notları... Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita yapılmakta olan bir devrime dair gözlemler... Mutlak doğruların yerini sorulan soruların ve aranan yanıtların aldıkğı bir devrimin günlüğü... Bundan böyle dünyayı büyük sözlerin değil küçük insanların değiştireceğine dair bir işaret..
Ece Temelkuran ömrünün ikinci yarısından yazdı!... Bu kitabı okurken, içiniz burkulacak sonra kalbinize su serpilecek sonra hayatı sorgulayacaksınız!... "Ben artık ikinci yarıya girdim. Ve her fani gibi ben de birinci yarıdan ders aldığımı zannediyorum. Daha da fenası, bu derslerin işe yarayacağına dair bir ümidim var. Hayat denen şeyin her insanla yeniden sıfırdan başlaması ne büyük bir saçmalık!" Ece Temelkuran bu kez ömrün "İkinci Yarısı"ndan bildiriyor. İlk yarıdan, kesip sakladığımız, belki kaybettiğimiz ‘an’ları bir araya topluyor bu kitapta. O bir ‘an’a varmak için belki de. Çocukken ki bir ‘an’a, bir türlü anlatamadığımız, ama hep özlediğimiz...
“Ben artık susmak istemiyorum. Çünkü insan belki hiç konuşamaz bir kere susarsa. Kuğu gibi dili dışarıda kalır, ses çıkmaz. Ben artık hep konuşacağım.”
Bu bir devir romanı. Herkesin zamanı bir başkasına devrettiği hayatta, Ali ve Ayşe’nin beraber kurdukları gizli bir dünya var içinde. Sadece o iki çocuğun gördüğü ve bir tek dilsiz kuğuların bildiği bir yer.
O dünyada bugün yaşadıklarımıza asıl biçimini verenler, yani unuttuğumuzu hatırlamadığımız şeyler var...
Ece Temelkuran, yalnızca çocuk gözümüzle bakınca hatırlayacaklarımızı anlatıyor. Dilsiz kuğuların dün söylediklerini yarına devrediyor...
Bir kadının kalbini fena kırmış bir adam...
O adamı öldürmek için çölü geçmeyi göze almış dört kadın... Düğümlere Üfleyen Kadınlar bu yolculuğun romanı. Ne kadar sevilse de tamir olmayan o yaralı coğrafyada, Ortadoğu’da geçiyor. Saraylar devrilip, meydanlar dolarken sorular kalıyor geriye. Her yola en az bir soruyla çıkılır çünkü: Bir kadın ya da bir ülke nasıl sevilir sahiden?
"Amira, bize kadınları nasıl seveceğimizi anlatan bir kitap lazım. Yoksa hep böyle şapşal ve kavruk kalacağız. Bize kadınların nefesini genişletecek, o nefesin rüzgârına yelken açmamızı öğretecek bir kitap lazım. Yoksa biz ne kadar sevilsek tamir olmayız."
Umut pek güven duyduğum bir sözcük değil, ben inadı tercih ederim. Umudum yok olsa bile inadım var. İnsanın, yine de, her şeye rağmen iyi olabileceğine, bu ülkenin içinde, dövüldükçe içinin çok derinine kaçmış bir iyilik tohumu olduğuna dair bir inatçı imanım var.
Benim de, benim gibilerin de bu ülkeye dahil olduğunu söylemek, sonra yeniden söylemek için sağlam tutmaya çalıştığım bir inadım var. Biz varız. Yani biz de varız..."
Ece Temelkuran, kayıtları çok titiz tutulması gereken zamanlardan bildiriyor bu kitapta. Son iki yıllık tarihine o titizlikle bakıyor. Artık yazamaz hale getirilmenin, kaçınılmaz bir keskinleşmenin tarihine yani.
"Kayda Geçsin" çünkü; bu zamanlar, o zamanlar...
"Onu ağustosta muz tarlalarına götürecektim. Muz seslerini dinleyecekti. Nasıl sevineceğini, hayret edeceğini düşündükçe..." Ece Temelkuran, kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor hikâyesini; Ortadoğu’dan. Bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikâyelerimizi geri almak için... Aşklarımızı, acılarımızı, haysiyetimizi... Yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi. Çünkü bu senin hikâyen. Sen de Ortadoğulusun!
Bu kitap ne sadece Ermenilere ne de sadece Türkleredir. "Ağrı’nın Derinliği," evsiz kalmanın, evinden uzak düşmenin acısını bilen, tahmin edebilen herkese yazılmıştır. Aidiyetimizin bize ezberlettiklerinin ötesinde bir "biz" olabilir mi? İçine hapsolmadığımız, dışına atılmadığımız bir "ev", bir "biz" kurulabilir mi? Ece Temelkuran, Ermeni ve Türk milliyetçiliklerine yakından bakarken, toplumların "biz"lerini kurma aşamasında neleri, nasıl dışarıda bırakmış olabileceklerini anlatıyor. Her kitabında "ötede duranları" yakına getirmeyi amaçlayan yazar, bu kez de Ermeni meselesi gibi "çekinceli" bir konuyu odağına alıyor...
Kaç kişi sustuk biz? (...) Bazen en uzak halk kendimizinkidir bize. Okyanus aşırı bir memlekettir bazen Türkiye. Bu toprağın yeniden bizim toprağımız olmasını istiyorsak eğer yeniden birleştirmemiz gerekiyor tepelerimizin hikâyelerini. Söküldüğümüz yerlerden, "çilemizi" çözüp çözüp yeniden örmemiz gerekiyor kendimizi. Yoksulluğun vahşetiyle sertleşen hikâyeleriyle neresinde bıraktıysak o sahneye dönüp yeniden takip etmemiz gerekiyor film şeridini. Korkup gözümüzü kapattığımız sahnelere dönüp bu kez gözlerimizi dört açıp bakmamız gerekiyor. Ece Temelkuran, F tipi cezaevlerini, açlık grevlerini, ölüm oruçlarını anlatıyor. Bu suskunluğu kıracak yeni bir dil bulmak için...
Ben, yeryüzü kayıtları tutan biriyim. "Hakikat işçisi" deyin, "yazı gündelikçisi" deyin; hükmü bir gün süren gazete kağıtlarına yazılar yazıyorum. Benden önce gelmiş, benden sonra gelecek olan benzerlerim gibi, insanlığın daha adaletli ve vicdanlı olabileceğini hatırlatıyorum. Ben, dünyaya bakan biriyim. Dünyaya bakmak işini "meslek" olarak yapmaya başladığımda, dünya ve Türkiye, daha önce geçmediği bir yerden geçiyordu. Bu yüzden işte, ne olduysa dünyada, bende de oldu. Ne geçtiyse dünyadan benden de geçti. Gözlerimi dikmiş bakıyordum, baktıklarım bazen gözüme kaçtı. "Dışarıdan", sizin ve benim gözüme kaçanlar üzerine, daha önce geçmediği yerlerden geçmekte olan yeryüzü ve Türkiye üzerine okurla bir konuşmadır. Bu yazılar yazıldıkları andan itibaren artık bana ait değiller. Okuduğunuz anda size ait oldular. Ama belki de yazı kimseye ait değildir. Belki de bu yazılar sadece yeryüzüne ait kayıtlardır. Ama yerin yüzünden geçenler, kim bilir, sizin yüzünüzden de geçmişlerdir...
Avuç içinde saklanacak kadar küçük bir şey olsa aşk Keşke, saklayıp her yere götürebilsen. "Gönülçelen" hiçbir şey kalmasın üzerinde. Bırak onu, bırak kendi evinde. Kimse kimsede o kadar yol alamaz. Sakın bilmediğini söyleme, bilmezden gelme: Biri en fazla magmasını geçer diğerinin. sıra çekirdeğe gelince Her aşk, çamur gibi bir eriğe dönüşür; yol, insanın çekirdeğine varınca.
Müjdeliyorum: Yeni çağın yeni kıtası "iç" tir. Kırpıntısız seyahatlerin vakti gelmiştir. Pek yakında insan, kendi "iç"ine gidecektir. Ve: Kendimden bir melek kopartıp, fırlattıysam bile "sözlü" aleme, yine de hiçbir şey onu bir karıncaya çeviremeyecektir. İşte bu yüzden, atıp çözdüğüm düğümleri, bu iç yolculuk hikayesini-elbette hala taşıyorsa meleksi kıpırdanışları-bu sözleri, sadece melekler sevecektir.
Bütün Çocuklar, bir kez olsun, anne ve babalarını cezalandırmak için ölmeyi düşünmüştür mutlaka.
Ve nedense hep ağlamışlardır düşün sonunda.
Belki bu öykü de bir cezalandırma
Ağlama?
Bunları oku. denize karşı bir sigara yak. tek şekerli, demli bir çay koy masaya, çok neşeli bir müzik çalsın mutlaka, kapat gözlerini, gülümse, çünkü...
Bütün Kadınların Kafası Karışıktır, çünkü...
Bir gün bir anda, bazı kızgınlıklarını unuttuğunun farkına varacaksın, artık pek düşünmediğini, çünkü artık bildiğini anlayıp, ellerini bir klarnet taksimi gibi uzatacaksın, hâlâ kafan karışık olacak, ama artık bunu seveceksin, sevmelisin de.
Kadınsın....
.. Bir Çiçeğin Yanından Geçer Gibi Yaşamalıyız Aslında.
En çok birbirimizin hikâyelerini bilmemek çözülmez hale getiriyor “çilemizi”. Her gün ilmek ilmek çözülüyoruz biz. Bizi söküyorlar durmadan. Hikayelerimizi söküp söküp dolaşık bir yün çilesi gibi önümüze atıyorlar. Çilemizle baş başa kalıyoruz, karışıyoruz ve vazgeçiyoruz çözmekten, yeniden örmekten. Toplumsal bağlarımız, düğümleriyle bizi yıldıran bir çile gibi çözülmüş duruyor önümüzde.
Ne Anlatayım Ben Sana! iki kez yazılmış bir kitap. İlkin Oğlum Kızım Devletim adıyla 1996 yılının Mayıs-Haziran ayları arasında ölüm oruçlarını anlatan bir kitaptı. Ancak Türkiye’nin sökülen hikâyeleri bir yün çilesi gibi dolaşmaya devam edip F tipi cezaevleri, açlık grevleri, ölüm oruçları canlar almayı sürdürünce bu kez Ne Anlatayım Ben Sana! adıyla genişletildi ve yeniden yazıldı.
Birbirimize dilsiz kalmamamız ve bu kitabın bir kez daha yazılmaması umuduyla…
İnsanlar yeterince haksızlığa uğradığında, yeterince dövüldüğünde çocuklar, insanlığa saldırırlar. Acı, adaletsizlik ve vicdansızlıkla yeterince hırpalandığında, kendi kendini imha eden bir organizmadır insanlık.
Venezuela’da yıllar önce bir şeyler oldu. Büyük sözlerle, yüksek seslerle konuşanların karşısına dünyayı değiştirmeye aday, gerçek boyutlardaki insanlar dikildi. Görmezden gelinebilecek bir deney değildi. İşte o deney yaşanırken Ece Temelkuran oradaydı.
Bu bir Venezuela gezi kitabı değil, bir devrim deneyi güzellemesi de değil. Bu kitap bir devrim denemesinin, dünya kadar büyük bir düşün yaşama geçirilirken kendisi kadar büyük sorun ve sorularla giriştiği hesaplaşmanın gözlemleri... Bugün hala tartışılan bu devrim girişiminin nereden ve nasıl ortaya çıktığını ve ilk günden beri hangi sorunlarla karşı karşıya olduğunu anlamak için ilk elden bir tanıklık.
Ülkesiz insanlar, ülkesizliklerinin içlerinde yarattığı boşluğa hep bir tutku mu yerleştirmek zorundalar? Hepimiz bir yere mi ait olmak zorundayız? Bir tutkuya?Ülkesizliğin ülkesinin sınırları hep niye gerçek bir ülkeden daha büyüktür? Ülkesizlerin ülkesi niye hep en güzelidir?...Hiç görmedikleri bir ülkeden nasıl ağlayarak söz edebilirler?
‘Ağrı’nın Derinliği, Ece Temelkuran’ın, Türk ve Ermeni toplumlarının içine işlemiş ağrılı geçmişlerine yaklaşma çabası. Birbirimizin ağrısını dindirebileceğimiz bir dostluğu kurma umudu... Buranın en yüksek dağının; oranın geçmişindeki en derin izlerini anılar, konuşmalar, yüzleşmeler ve ziyaretlerle anlama ve anlatma isteği...
Edebiyatçı kimliğiyle gazeteciliği iç içe geçmiş olan Ece Temelkuran’ın bu iki disiplin arasında geçişlerle kurduğu ve Hrant Dink “yaz” dediğinde yazacağını aklına bile getirmezken daha sonra ona adadığı ‘Ağrı’nın Derinliği, başkasının tarihine bakmanın kendi tarihini yeniden kurmak için de ne kadar gerekli olduğunu anlatıyor.
Zaman, insanlığımı büyük ısırıklarla eksiltiyor… Birilerine iş bulmaya çalışıyorum durmadan. Onurlu bir ekmek için hep birlikte direnmeliyiz, doğrudur. Ama bugün, bu akşam bir ekmek gerekiyorsa ne yapacaksın… Uzun bir üç nokta bu. Bugünlerde birilerine iş bulmaya çalışıyorum durmadan.
Ece Temelkuran, Kayda Geçsin’deki edebiyatın kıyısında duran yazılarıyla, bugünü belirleyenin adım adım gelişinin not defterini tutuyor. Kayda geçirilmiş günlerimiz ve hallerimiz, bugün hepimizi şaşkına çeviren “hızlı değişim”in o kadar da hızlı olmadığını düşündürüyor.
Şeylerimiz var bizim. Yığınla şeyimiz. Hatta gitgide biz o şeylerin bir şeysiyiz.Bir de “yersiz şeyler” var, en çok onlar zaman alır esasen. Kopmuş anahtarlıklar, bozuk paralar, dibi kalmış kremler, içinde tek dal kalmış sigara paketleri, para üstü yerine alınmış kötü sakızlar, saçlar kesildikten sonra öksüz kalmış tokalar... Onlar da esas şeylerin arasında bir gezinti halinde var olurlar.
Toplumsal yaşam bizi düzenli, işlevi belli ve kontrol altına alınmış şeylerle sarmalayarak uyumlu ve başarılı bir birey olmaya zorlasa da, asıl öykümüz “yersiz şeyler”in gizli tarihinde yatar. O kopmuş anahtarlığın bir zamanlar hangi kapıları açtığı, dibi kalmış o kremlerin çantamızda nerelere yolculuk ettiği, o bir dal sigaranın hangi geceden arttığı... İçine konduğumuz kaplardan sızan kendi hallerimizdir o “yersiz eşyalar”ın geçmişleri. Dönüp baktığımızda en çok ve en özleyerek hatırlayacaklarımız...
İçeriden - Kıyıdan Konuşmalar, Ece Temelkuran’ın yayımlandıkları yıllardan bugüne hep o gizli tarihimize dokunmayı sürdüren yazılarının derlemesi. Gazete yazılarının edebiyatla buluştuğu o ince çizgide...
Bir insan bir insanda başka bir hayatın kapısını görünce âşık olur. Ne mutluluktur öte yandaki ne de tadıyla meraklandıran bir acı. Aşk diye buna denir: Bir insan bir insanda tekinsiz bir ev görür…İnsan, yarası yarasına denk geleni seviyor demek ki…
Ece Temelkuran, kalplerin en çok yağmalandığı, neşenin ve kederin ayırt edilemeyecek kadar birbirine karıştığı bir coğrafyadan anlatıyor hikayeyi: aşkın ve savaşın başkenti Beyrut’tan…
Muz Sesleri, en büyük gürültülerin içinde hayatı ayakta tutan küçük ama inatçı seslerin romanı…
“Bize kadınları nasıl seveceğimizi anlatan bir kitap lazım. Yoksa hep böyle şapşal ve kavruk kalacağız. Bize kadınların nefesini genişletecek, o nefesin rüzgarına yelken açmamızı öğretecek bir kitap lazım.”
Düğümlere Üfleyen Kadınlar, dünya değişirken büyülü bir yolculuğa çıkan dört muhteşem kadının, düşmenin ve yeniden ayağa kalkmanın hikayesi…
Ece Temelkuran, Ortadoğu’yu baştan başa kat eden bu yol romanında hayata ve kadınlara taze bir nefes üflüyor.
İnsanlar yeterince haksızlığa uğradığında yeterince dövüldüğünde çocuklar, insanlığa saldırırlar. Acı, adaletsizlik ve vicdansızlıkla yeterince hırpalandığında, kendi kendini imha eden bir organizmadır insanlık.”
Bu kitap Ece Temelkuran’ın Venezüella’da gördüklerini, yaşadıklarını, tanık olduklarını anlattığı bir kitap değil, turistik bir Venezüella güzellemesi hiç değil…
Bu kitap, yeterince haksızlığa uğradığında, yeterince dövüldüğünde dönüp insanlığa saldıranların, bu kez insanlığa uğramanın ve dövülmenin önüne geçmeyi denemesinin öyküsüdür. Bu kitap, Latin Amerika’da yaşanan bir devrim deneyiminin sorgulanışı, tüm dünyada güçlenmeye başlayan antikapitalist oluşumun izinin sürülmesidir. Yüzyılın ilk devriminin notları…
Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita yapılmakta olan bir devrime dair gözlemler… Mutlak doğruların yerini sorulan soruların ve aranan yanıtların aldığı bir devrimin günlüğü…
Bundan böyle dünyayı büyük sözlerin değil küçük insanların değiştireceğine dair bir işaret..
"Onu Ağustosta muz tarlalarına götürecektim. Muz seslerini dinleyecekti. Nasıl sevineceğini, hayret edeceğini düşündükçe..." Ece Temelkuran, kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor hikâyesini; Ortadoğu’dan. Bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikâyelerimizi geri almak için... Aşklarımızı, acılarımızı, haysiyetimizi... Yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi. Çünkü bu senin hikâyen. Sen de Ortadoğulusun!
Aslında insan kalbini sarmamalı, hükmü bir gün süren gazete kağıtlarına. Dönen rotatife kaptırmamalı insan ince sözü, kırılgan cümleyi. Ama ben yaptım; içimin en kuytusundan geçenleri bazen, gazetelere yazdım. Belki de sırf bu yüzden hiçbir zaman gerçekten köşe yazarı olamayacaktım. Hep "başka bir şey" olarak kalacaktım. Ama bu yazılar yüzündendir, hiç hesapta yokken, bir gazete, bir sabah, birilerinin kalbine değdi. Yazanın içerisinden uçuşup gelen, atlayıp, konup bir gazete sayfasına, sizin de içinize sızdı. Bunlar işte, o yazılar. Bunlar, İçeriden yazılanlar... Buzdolabı kapaklarına, işyeri masalarının kenarına asılan, insanlardan insanlara postalanan, hatta "Kıyıdan" köşesinden çıkıp insanlar arasında dolaşırken kimi zaman sahibini kaybeden. Bazen sizi tam da beklenmedik bir yerde yakalayıp yaşatan, hatta bazen size işi astırmayı bile becerebilen... Kimi kez tutup kolunuzdan çocukluk fotoğraflarınıza götüren, orada bırakıveren. Bazen kararlar aldıran, hatta bazılarına ülkeler aşırtan. Bunlar, o yazılar.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.