Kur'an-ı Kerim'de "Dostluk" denildiğinde evliya kelimesi akla gelir. Yüce Allah bununla iki zıt anlamı bir arada ifade eder. Dolayısıyla, dost ve düşman olarak birbirine zıt kelimeler çalışmamızı yakinen ilgilendirmektedir. Bunlardan dostluğu ifade etmek için kullanılan kelimenin kapsamı çok geniş bir yelpazeyi oluşturur. Örneğin, velayet kelimesi, Yüce Yaratıcının isimlerinden biridir. İyi insanları da kapsamında bulundurur.Söz konusu kelime hem Yüce Yaratıcıyı, hem de insanları ilgilendirmiş olur.
Bıldır 99
Ayışığı Kitapları
Hududü’l Alem adlı eser Uluğ Bey’in kayıp bir kitabı araştırılırken, Ebu’’l Fazl Gulpayaganî tarafından üçlü bir kitabın içinde bulunmuştur. Rus Müşteşrik A. G. Toumansky 1896 yılında Hudûdü’l Alem hakkında bir makale yazar. Toumansky’nin ölümünden sonra Minorsky’e intikal eden eser, Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi tarafından 1930’’da Rusya’da yayınlanır. Minorsky tarafından İngilizceye tercüme edilen Hududü’l-Alem yayınevimiz tarafından Türkçeye kazandırılmıştır.
Nesturilik erken hristiyanlığın günümüze kadar gelen en önemli mezheplerinden biridir. Yaklaşık dördüncü yüzyılda ortaya çıkmış görünse bile MS. 1. Yüzyıla kadar uzanan bir serüveni vardır, Meydana geldiği coğrafya hiç olmazsa erken dönemde Anadolu'da Antakya şehri ve civarıdır. Fakat kısa zamanda Urfa, Nusaybin üzerinden İran'a, oradan iç asya'ya ve Hindistan'a kadar uzanmıştır. Asya'da Türklerin ve Çinlilerin arasında yüzyıllar boyunca yaşamıştır. Teolojisi büyük oranda İslam anlayışına yakın bir meryem tasviri sunar. Hz. İsa konusundaki radikal diyofizit görüşleri onları diğer bütün hıristiyan mezheplerinden ayırır. Emevi ve Abbasi saraylarında mütercimlik, hekimlik gibi entellektüel faaliyetlerle uğraşmışlardır. Önemli bir kısmı son yüzyıllarda çoğunlukla katolik olsalar bile hala orjinal öğretiyi sürdüren gruplar mevcuttur. Elinizdeki çalışma büyük oranda nesturilerin teolojik anlayışlarını sunmaya çalışmaktadır.
Oldukça komplike yapısından dolayı Ortodoks teolojisi Hıristiyanlık çalışmalarında en az ele alınan konulardan birini teşkil eder. Bir zamanların yüksek kültürlerine kaynaklık etmiş bu teoloji, 15. yüzyıldan itibaren içine girdiği siyasi konjonktürün etkisi ile gittikçe kapalı bir hüviyete bürünmüştür. Bu kapalılık 20. yüzyılda kominizmin hükmetmiş olduğu alanlardaki Ortodoks düşüncesinde yakın zamanlara kadar değişmeyecek şekilde varlığını daha da katılaştırarak sürdürmüştür... Tarihe veya bugün Katolik ve Protestanlık gibi önde gelen diğer Hıristiyan mezheplerden farklı olarak Ortodoks teolojisi diyebileceğimiz bir sistem gerçekten var mıdır? Şüphesiz ve de fazlasıyla! Hatta kısmen de olsa Ortodoksluk bütün Hıristiyanlık inançlarının havuzu fonksiyonunu üstlenmiştir. Katolik ile mukayese edildiğinde Ortodoksluk daha natürel ve fazlasıyla mistik, doğruludur. Kuzey'in Rusları da Akdeniz'e has bu coşkun mistisizmi daha mistik ve melankolik hale getirmiş, günümüze kadar taşınmasında en önemli rolü üstlenmiştir.
Yahudiliğin erken dönemlerinde şiddeti yoğun olan "biz ve diğerleri" ayrımı 18. yüzyılda Aydınlanma hareketinin Yahudilere de sirayet etmesinden sonra hafiflemiş ve dünyaya entegre olma kurtuluşa bir yol olarak düşünülmüştür. Bu yeni kurtuluş yolu seküler Yahudiliğin umudu oluştur. Fakat 18. yüzyılda ortaya çıkan bu seküler söylem iki zıt formülasyona yol açmıştır. Biri başkalarının arasında erime arzusu ve tarihin ağır kamburundan kurtulma; diğeri bir ulus ve coğrafya altında birleşme. 19. yüzyılın sonlarından itibaren bunlardan ikincisi egemen olmaya başlamış ve bu süreç bir devletin kuruluşuyla neticelenmiştir.
Efrotes-Tiglat veya Fırat-Dicle, Greklerin adlandırdığı şekilde'iki nehrin arası',daha bildik bir ifadeyle Mezopotamya. Prehistorik dönemlerden beri dünyanın merkezi. Tevrat'a göre gan eden, yani 'cennet bahçesi; Yeryüzünde hiçbir uygarlık Mezopotamya'da ortaya çıkanlar kadar dünyayı şekillendirmemiştir. Tarih, siyaset, mimari ve sanat bu topraklardan başlayarak dünyaya yön vermiştir. Modern dünyayı oluşturan dini düşünce bu coğrafyada ortaya çıkmıştır. Mezopotamya yaklaşık elli bin yıldır iskan mahalidir. Bu prehistorik kültür MÖ. 3500'lerden başlayarak Sümer, Akad, Asur, Babil gibi uygarlıkların serpilmesine zemin hazırlamıştır. Mısır da kısmen bu coğrafyanın ürünüdür, Anadolu da. Elinizdeki kitap bu iklimde ortaya çıkan dinlerin yapısını anlamaya çalışmaktadır. Fakat burada araştırdığımız alan politeist dinlerle sınırlıdır. Birbirinden farklı pek çok dine kaynaklık teşkil eden Mezopotamya inançlarının önemli bir kısmı politeist özelliklere sahiptir. Sümerlerden başlayan bu gelenek Yahudilik ortaya çıkıncaya kadar devam etmiştir. Pek çok dinsel fenomen hala antik çağ Mezopotamya'sından folklorik özellikler taşımaktadır. Ve ne yazık ki bu kadar önemli bir miras, üzerinde yaşayanlarca harcanmaktadır. Türkiye'de bölgenin arkeolojik yapısına yönelik çalışmalar varsa da, dinler tarihi bağlamında ciddi araştırmalar son derece azdır. İşte elinizdeki kitap böyle bir kaygıdan doğmuştur. Amacı Mezopotamya dinlerini kısmen de olsa analitik bir perspektiften tanıtmaktır. Büyük oranda Sümer, Asur, Babil dinleri ele alınmıştır. Yeri geldiğinde Yahudilik ile ilgili paralellikler de kurulmaya çalışılmıştır.
"Geçmişini bilmeyenin geleceği de karanlıktır." demiş tarihçilerimiz. Yenicelilerin "Mustafa Muallim'i", dostum Mustafa Üstündağ kitabında, kaynak sıkıntısı çekmesine rağmen, köyümüz Yenice'yi kendi hatıralarına ve bilgelerine dayanarak çok iyi anlatmış. Bugün harabeye dönmüş olan Yenice'nin geçmişini yeniden inşa etmek istercesine her yönüyle ele almış ve genç nesillere köyümüz hakkında bilgi ve malzeme bırakmış oluyor. Burada anlatılanlar sadece Yenice'nin değil, Dobruca'nın, ve hatta tüm Bulgaristan Türkünün hikayesine bir örnektir.
Yıllar önce Türkiye'ye göç etmiş milyonlarca Bulgaristan göçmeninin birçoğu, dedelerinin 93 Harbi'nde veya daha sonraki yıllarda Dobruca'dan, Deliorman'dan, Rodoplar'dan vs göç ettikelrini söylerler, fakat tam olarak köylerini, şehirlerini, kazalarını bilmezler. "Keşke atalarımızdan öğrenseydik!" diye hayıflanırlar. Bizim de bu duruma düşmemiz için, gelecek nesiller için, bu kitabı saklamalıyız. Mustafa Üstündağ'a da "Eline sağlık!", "Yüreğine sağlık!" diyor ve Yeniceliler adına kendisine teşekkür ediyorum.
- Ali Çakır
Tek bir atadan birleşik krallığa ve sonrasında iki farklı devlet halinde Asur ve Babil istilasına kadar politik yaşamına devam eden İsrail halkının en eski tarihleri dini bir anlam içermesi bakımından oldukça ilgi çekicidir. Şu bir gerçektir ki adı geçen krallıklar uygarlık tarihine aynı bölgedeki diğer devletler gibi damga vuran yenilikler bırakmasalar da, bugün hala isimlerini andığımız halkın erken dönemlerini oluşturmaları sebebiyle dikkate değerdir.
Kavgacı kadının dırdırıYağmurlu günde damlaların dinmeyen sesi gibidir.Böyle bir kadını dizginlemeye kalkmak,Rüzgarı ya da yağı avuçta tutmaya çalışmak gibidir.
Bu çalışmada Antik ve Geç Antikçağ’da Anadolu, Ege ve Ortadoğu’da Hıristiyanlığın yayılmasında önemli rol oynayan Theosebes’lerin tarihi, temel inanışları ve mahiyeti hakkında bilgi vermeye çalıştık. Batı dillerinde “God-Fearers”, Grekçede de “Theosebes” olarak bilinen gruplar Türkçe kaynaklarda “tanrıdan korkanlar” olarak zikredilmektedir.
Pavlus Hıristiyanlığının Anadolu’da yayılmasında önemli fonksiyona sahip olan Theosebes’ler Hıristiyanlık öncesinde Grek ve Yahudi kaynaklarında da yer almaktaydılar. Tarihsel kökeni muhtemelen Helenistik döneme uzanan Theos Hypsistos gibi monoteist eğilimli bir takım inanç gruplarına kadar çıkarabileceğimiz Theosebes’lerin, Islam kültürü içerisinde sayılabilecek bir takım fenomenlerle ilişkisi kurulabilir. Bu bağlamda Theosebes’lerle Hanişerin aynı dinî grubu oluşturduğu düşünülmektedir.
Çağdaş müslüman düşünürlerin ilginç bir temsilcisi olan Hasan Hanefi’nin elinizde bulunan bu çalışması, Dirasat İslamiyye (İslami İncelemeler) adlı kitabında yer alan, "Eski kültürümüzde insan niçin ihmal edildi?" ve "Eski kültürümüzde tarih niçin ihmal edildi?" başlıklı iki incelemesi ile Marinus van den Boom’un "Devrimci Bir Düşünür: Hasan Hanefi" adlı incelemesinden oluşuyor. Hasan Hanefi’nin bu çalışmasında insan ve tarih konularını ele alışı, müslümanların bilim alanındaki ilerleme ve belirlemelerini farklı ve eleştirel bir okumadır. Yazar, insan ve tarih konularının, İslam uygarlık tarihi içinde gelişen bilimler tarafından parçacı yaklaşımla ele alındığını, bütünlükten uzak bu tür yaklaşımların yetersizliklerini belirtmektedir. Dolayısıyla bu çalışma, insan ve tarih bağlamında bilimlerin gözden geçirilişi olarak okunabilir.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.