Türk Atasözlerinden Seçmeler
Araf Yayınları
Körsün, sağırsın, bir ölüsün sen artık, çığlıklarımı işitmiyorsun!
Sana nasıl bir cennet bağışlayacağımı anlayamadın. Cennet benim içimdeydi, onu senin önüne serecektim. Madem beni sevemeyecekmişsin, sevmesen de olurdu, bundan ne çıkardı ki? Her şey gönlünce, istediğin gibi kalırdı. Bana aklından geçenleri bir dostun olarak anlatırdın; gülerdik, sevinirdik, birbirimize neşeyle bakardık... Böylece sonuna dek yaşayıp giderdik. Başkasını sevsen bile sesimi çıkarmazdım. Onunla gezip tozardınız, ben de sokağın öbür ucundan sizi seyrederdim. Ah, her şeye razıyım, gözlerini bir kerecik açsan yeter!
İntizara kalmadı bak iktidar Kuşe-i uzlette oldum ihtiyar İntizarım hep vatan ikbalidir Kaldı bir düşman elinde tarumar
Bu vatanda gördüğüm her gün benim Ah-u efgan ile hal-i intizar Karşı durdum lütfuna, tehdidineMertlikle işte ettim iştihar
Samipaşazade Sezai
Yüce yaratıcı, insanları birbirinden ayrı ayrı yaşamalarını değil de birlik halinde yaşamalarını istediğinden fert olarak kendi ihtiyaçlarını değil de birbirlerinin ihtiyaçlarını görebilecek güçler bahşetmiştir insanoğluna. Tanrı, görevi olmasına karşın yeni doğum yapmış bir annenin ruhunu, acıma duygusunu yenik düştüğü için alamadan dönen ölüm meleğini üç şey öğrenmesi için insan suretine büründürerek dünya gönderir: "İnsanın içinde ne barındığını öğren", "insana neyin verilmediğini öğren" ve "insanın ne ile yaşadığını da öğren". Bu üç bilgiyi edindiğinde, yani insanı tanıdığında melek yaratıcısının sonsuz merhametini de öğrendiği için tekrar göğe yükselir.
Bir gün, güzellik ve çirkinlik bir deniz kıyısında karşılaştılar ve dediler, ‘haydi denize girelim.’ Giysilerini çıkartıp suda yüzdüler. Bir süre sonra, çirkinlik kıyıya dönüp, güzelliğin gi- ysilerine büründü ve yoluna gitti. Güzellik de denizden çıktı, kendi giysilerini bulamadı; ama çıplak olmak utandırıyordu onu, çaresiz çirkinliğin giysilerine büründü ve yoluna devam etti güzellik. O gün bugündür, erkekler ve kadınlar onları birbirine karıştırır. Ancak içlerinden güzelliğin yüzünü önceden görmüş kimileri vardır ki, giysilerine bakmaksızın tanırlar onu. Ve yine çirkinliğin yüzünü bilen kimileri vardır ki, gözlerinden tanırlar çirkinliği...
Beyaz Geceler, büyük romancı Dostoyevski'nin düyanın bütün dillerine çevrilerek okunmuş ve her yaştan okuyucunun kalbinde derin duygular bırakmış en ünlü ve en etkili yapıtlarından birisidir. Dostoyevski'nin gençlik yıllarının ürünü olan zor aşkların unutulmaz örneklerinden birisini veriyor. Bu eserle Dostoyevski'nin romantizme ne kadar büyük bir katkıda bulunduğunu göreceksiniz.
Tolstoy'un hikâyelerinin bu ilk cildinde. yazarın farklı dönemlerinde kaleme aldığı üç önemli hikâyesini okuyacaksınız. Hikâyelerin üçünde de kar yağıyor. En erken tarihli olan Tipi (1856) ölüm korkusu, hayatta kalmak ve hatırlamak hakkında. 1861'de yazılmış olan Polikuşka'nır temelinde Tolstoy'un Brüksel'deyken duyduğu köy hayatıyla ilgili gerçek bir olay yatıyor. Efendi ile Uşağı (1895) ise, insanların birbirine muhtaç olmaları, eşitlik ve kendini ve ötekini keşfetmek üzerine bir başyapıt.
Gregor Samsa, babasının iflasının ardından ailesine bakmak zorunda kalmış genç bir sigortacıdır (Kafka’da uzun bir süre sigortacılık işiyle uğraşıp bu işten emekliye ayrılmıştır). Babası ise iflastan sonra çalışmamış ve Gregor’un eline bakar durumu düşmüştür. Hattâ Gregor’un babası pek rahat hareket edemediğinden iflastan sonra çalışmayı hiç düşünmemiştir bile. Nasıl olsa Gregor, ailesine yetecek miktarda para kazanabiliyordur…
Ne var ki, o sabah her şey değişir. Gregor Samsa, uykusundan uyandığında nedenini asla anlayamayacağı ve araştır(a)mayacağı bir sürpriz ile karşılaşır: Gregor Samsa “değişim”e uğramıştır, yani Gregor Samsa artık bir insan değil, dev bir Örümcektir...
Yaklaşık bir buçuk yüzyıl sonra Gogol hala okurlarını büyülemeyi sürdürüyor. Bu ciltte yer alan dört kısa öyküsünde Palto, Burun, Fayton Gogol’un fantastik, komik ve tepeden tırnağa Rus karakterleri karşınıza çıkıyor: Burnunu kaybeden 8.derece memur, yepyeni bir palto yüzünden tüm yaşamı altüst olan ezilmiş devlet memuru ve bir köpeğin arkadaşına yazdığı mektupları okuduğuna inanan komik bir deli...
Bir bardak çayın buğusunda
Yüreğimi ısıtan bir çift göz
Bir bardak çayın kokusunda
Tatlı bir sohbetti istediğim
Olmadı
Geriye hasretinle demlenen bir yürek
Acıyan bir çayın tadı kaldı
Olaylar 1853 yılında Osmanlı Devleti ve Rusya arasında başlayan Kırım Savaşı’nda gönüllü olarak orduya katılan İslam Bey ile onun peşinden Silistre’ye giden Zekiye adlı genç kızın aşkı etrafında gelişir. Silistre Kalesi, 15 Mayıs 1854’te Rus ordusu tarafından kuşatılmıştır. İmparatorluğun her yerinden gelen gönüllüler kaleyi savunmaktadır. Zekiye, erkek giysileri giyip Adem ismi ile gönüllülerin arasına karışır. İslam Bey yaralandığında ona bakar. İslam Bey, yaralı olmasına rağmen yanında Zekiye ile birlikte düşman cephanesini ateşlemeye gider. Kuşatma, haftalar boyu süren yoğun saldırılardan sonra Müslüman askerlerin kahramanca direnişi sayesinde kaldırılır. Döndüklerinde kuşatmanın kaldırıldığını gören Zekiye ile İslam Bey bu mutluluk içinde yapılan düğünle evlenir.
Müfettiş, sadece bir komedi değil, aynı zamanda 19. Yüzyıl Rusya’sından yozlaşmayı gözler önüne seren bir belge. Gogol, bu eserinde toplumsal yaralara parmak basarken mizahın gücünü de sonuna kadar kullanmış. Oyundaki kişiler olaylar, size hiç de yabancı gelmeyecek. Bu ise, zaman kahkahalarınızın yerini zaman acı tebessümlere bırakmasına sebep olacak.
Başka yolu yok: Kendini verme, en yakın için özveride bulunma duyguları, tüm kendini yadsıma ahlakı, acımasızca sorguya çekilip yargı önüne çıkarılmalı: Bugün, sanatın erkekliğinin yok edilmesi için yeterince ayartıcı olan temiz bir vicdan oluşturmaya yönelik estetiği ondan aşağı kalmaz. Şu, "kendim için değil", "bir başkası için" duygularında çok fazla büyü ve şeker var; bu noktada çifte kuruntulu olup sormaya gerek yok: "Yoksa bunlar birer ayartma olmasın sakın?
"Nerelisin" dedi geçmişimi unutmak için bindiğim şehirler arası otobüste yanıma oturan genç kadın. Cevap vermedim; duymamazlıktan geldim. Otobüs üzeri karla örtülü dağların yanından geçerken, yalnız dağın beyazları geceyi doğuruyordu. Dağlar teşhircidir. Eteklerine köyler kurulur. Cam kenarları insanın anı yaşadığı tek yerdir. Üzerlerinde alın yazıları bırakılmayan başları taşır. Nerelisin sorusunu tekrar etti duymadığımı düşünerek. "Uykuluyum" dedim "uzak dur benden". "Biliyorum orayı rüyaları çok meşhurdur" dedi ve ekledi "Nereye istersen oraya gideriz tut elimden". "Olmaz fazla tutkuluyum öldürürüm seni sevgiden. Zaten yalnız gömecekler bizi sen en iyisi uzak dur benden". Başını omzuma koydu. Yüzümün unutulmuş yerlerini okşadı. "Bir rüzgar kadar iyiydi" dedim. "Gelmeme izin verirsen saçlarınıda okşarım" dedi. Korkudan ağladım. "Kaç saat oldu nereye gidiyor bu otobüs" diyerek bağırmaya başladım. Yüzümü bir daha okşadı. Tanrı yanına alıyor seni dedi sol tarafımda sahipsiz bir kurşunun açtığı boşluğu göstererek ve ekledi "savaşlar kötüdür sevgilim. Bunu bana terk edilmiş kadınlar söyledi."
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.