Alfa Yayınları Kitapları
Alfa Yayınlarına ait yeni ve çok satan kitapları inkilap kitabevi'nden satın alabilirsiniz. 94 yıldır kitap sektöründe sizlere hizmet veriyoruz ve vermeye devam edeceğiz. En çok satan ve yeni çıkan kitapların yanı sıra tüm kitapları sizlere ulaştırıyoruz. Kitap okurlarına en iyi hizmeti ve en ucuz fiyata sunuyoruz. İndirimli Kitap almak için doğru adrestesiniz. Kapıda ödeme imkanı ve kredi kartına vade farksız 6 taksit imkanı ile hızlıca kitap siparişi verebilirsiniz. %50'ye varan indirimlerle ucuz kitap siparişi vermek için en doğru adres olmaya devam ediyoruz.
Bilgehan Uçak, seyahatnamesinin ilk cildinde okuyucusunu Doğa Avrupa’ya götürüyor. Ama en bilinen şehirleri bikenara bırakıp kendi güzergâhını anlatıyor. Böylece, sizi Nürnberg’in ara sokaklarına, Alsace köylerine, Auschwitz’in acısına, Kiev’de bir futbol maçına, ilk kez bir Türkçe seyahatnamede anlatılan Torun’a, Kösice’ye, Olomouc’a davet ediyor.Bir romancının gözünden farklı şehirler, yepyeni kültürler… Edebiyatın içinde bir seyahatname, seyahatnamenin içinde edebiyat!
Jerry Toner, Homeros’un Türkleri’nde İngilizlerin ve Batılıların tarih boyunca hem uykularını kaçırıp hem de rüyalarını süslemiş diyarlara dair inşa edilmiş imgelere odaklanıyor. İngiliz seyahatname yazarları ve tarihçilerin kendi uzak âlemlerini, Şarklarını oluştururken kadim zamanları ve klasiklerı nasıl kullandığını da ortaya koyuyor.
“Belgelere dayandırılmış, son derece ilginç ve aydınlatıcı bir kitap.”
—Dimitri Gutas
“Toner bu çalışmayla yeni çağın septik yazarları arasında kendine bir yer edinmiş oluyor… Müthiş bir çalışma.”
—Siddharth Singh
“Klasiklerin Doğu’ya bakışımızı yüzyıllar boyunca nasıl etkilediğine ve etkilemeye devam ettiğine kafa yoran Toner, tutkulu ve büyüleyici bir rehbere dönüşüyor.”
—Madeline Miller
Meyveler Aslında Sudan Daha Çok Güneşı Sever. Güçlü Aromalarını Hep Daha Sıcak Iklımlerde Bulurlar.
Kolomb, 1492 yılında Amerika'ya gittiğinde kıtadaki domates, biber, patateslerden henüz Asya ve Avrupa’nın haberi yoktu. Anadolu’ya bu sebzelerin geliş tarihleri de çok eski değil. Peki bu çok uzak olmayan geçmişte mutfağımızda neler vardı? Nihat Özdal, çocukluğunun geçtiği Fırat Nehri kıyısındaki meyve bahçelerinden, babaannesi Dünyazad’ın yaptığı meyveli yemeklerden yola çıkarak bugün halen Anadolu’da yaşatılan 100 meyveli yemek tarifi ile bu meyvelerin Anadolu ve kendi tarihiyle ilişkilerini sofraya koyuyor.
Afiyet olsun.
Konrad Lorenz’in Altenberg’deki evi Nuh’un gemisi gibiydi. Ama hayvanlarla bu ölçüde bir dostluk, ev yaşamında zorluklar da çıkarmıyor değildi hani: Yatak odasında geceyi geçirip, sabah pencereden uçup giden yabankazları mı ararsınız, bulduğu bütün gömlek ve pantolon düğmelerini koparan papağanlar mı, bilumum mobilya ve perdeleri mahveden küçük kuşlar mı...
Nobel ödüllü Konrad Lorenz bu kitabında, hayvanlarla yaşadığı deneyimleri eğlenceli ve ironik bir dille anlatıyor, ama aynı zamanda hayvanların farklı yaşam alışkanlıkları ve davranış biçimleri üzerine çok değerli bilimsel bilgileri de biz okurlara sunuyor.
Komiser Kostas Haritos, kızı Katerina’nın düğününün ardından huysuz karısı Adriani’yle İstanbul’a tatile gider. Yüzlerce turistin arasına karışan Haritos, kiliseleri, camileri ve sarayları gezerken bir yandan da yöresel yemekleri tadar ve sadece karısıyla değil, seyahat ettiği grubun üyeleriyle de tartışır, tatiller ona hiçbir zaman keyif vermemiştir.
Tatilde de cinayetler yakasını bırakmaz fakat bu konuda bir şikâyeti yoktur; bu görev onu Ayasofya’da rehberli turlardan ve benzer faaliyetlerden kurtarır. Haritos, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Cinayet Şubesinde irtibat görevlisi olarak, kardeşini öldüren ve hayatının çoğunu geçirdiği İstanbul’a kaçan 90’lı yaşlardaki Yunan bir kadının davasında görevlendirilir. Görünüşe göre Maria Hambu’nun görülecek birkaç eski hesabı vardır. Haritos, ilk andan itibaren güvenmediği Başkomiser Murat Sağlam’la çalışmak zorunda kalacak ve 1955teki toplu göçten sonra şehirde kalan küçük Rum topluluğunun içine çekilecektir.
Petros Markaris İstanbul’da doğmuştur. Bu romanda kendi tarihiyle ve kaderiyle hesaplaşıyor. Benimsediği uzlaşmacı ton, onu gençliğinin şehrine hâlâ bağlayan sevgiyi gösterir. İstanbul’da kalan Pontuslu Rumların akıbetine dair hüznünü, özlü mizahıyla örtüyor ve suçlunun baştan belli olduğu bir çöpçü avını, bir metropolün geçmişiyle bugününü yan yana getiren tutkulu bir seyahatnameye dönüştürüyor.
Baer, Osmanlılar: Hanlar, Sezarlar ve Halifeler’de, bu etkili imparatorluğun hükümdarlarının karşılaştıkları çeşitli kültürlerle olan karmaşık bağlantılarının peşine düşüyor. Güç, din ve yönetim karmaşıklıklarına dalarken, Osmanlı tarihindeki gizli hikâyeleri ve daha az bilinen yönleri gün yüzüne çıkarıyor. Fetihler ve toprak genişlemelerinin geleneksel anlatısının ötesine geçerek, imparatorluğun yükselişi ve düşüşü hakkında nüanslı bir anlayış sunuyor. Hanların hayranlık uyandıran saltanatlarından, sezarların imparatorluk görkemine ve halifelerin derin etkisine kadar, Baer, Osmanlıları ve kalıcı miraslarını canlı bir şekilde sunuyor.
“Okunabilirliğiyle kalbımizi kazanan bu anlatı bizi, Osmanlı İmparatorluğu’nu Avrupa tarihinin ayrılmaz bir parçası olarak görmeye teşvik ediyor.”
–The Guardian
Jonathan Harris, İstanbul ve Anadolu tarihinin belki de en çalkantılı dönemini anlatıyor. Yaşlanmakta olan Bizans İmparatorluğu hem Batıdan hem de Doğudan gelen, aynı zamanda dost ve düşman olabilen akınlarla mücadele ederek “Kutsal Konstantinapolis”ini korumaya çalışıyor. Tüm bunlarla mücadelesinde kendine özgü diplomasi tarzı ve stratejileriyle ortaçağın değişen dünyasında ayakta kalmaya çalışıyor. Harris, “Haçlı Seferleri Bizans için dost muydu yoksa düşman mı?” sorusunu kitap boyunca çok boyutlu inceliyor. Harris’in uzmanlığı, anlatımını olağanüstü sade ve sürükleyici kılıyor.
“Jonathan Harris bu kitapta yeni anlayışlar sunmaya devam ediyor. Haçlı seferlerini ya da Bizans ile Batı arasındaki ilişkileri inceleyen hiç kimse bu önemli çalışmayı görmezden gelemez.”
–Alfred J. Andrea, emeritus profesör
Neredeyse dünyadaki tüm dillere çevrilen, büyük küçük her yaştaki okur tarafından tutkuyla okunan, dünyanın en sevilen çizgi kahramanları geri dönüyor.
Asteriks, Oburiks, Büyüfiks ve diğer Galyalı dostlarımızın daha önce Türkiye’de hiç yayımlanmayan yepyeni maceraları artık raflarda...
“Yeni anneliğin sosyokültürel bağlamına duyduğum sosyolojik merakın arkasında, teyze olduktan sonraki gündelik hayat tecrübelerimin akademik bir sorgulamaya dönüşmesi hikâyesi yer almaktadır. Henüz yüksek lisans eğitimine yeni başlamış bir öğrenciyken yeğenimin doğumunu tebrik etmeye gelen komşu topluluğunda yer alan annelerin hepsinin çocuklarının yaramaz değil, fakat hiperaktif olarak nitelendirmesi beni şaşırtmıştı. Hem kendi kuşağıma hem de kendi annemin de içinde yer aldığı bir önceki kuşağın annelik tecrübelerine dair gözlemlerim ise annelik deneyimini akademik bir merakla soruşturduğum bir düşünme alanı açtı. Bu gözlemlerden en önemlisi benim gibi orta sınıftan annelerin ne kadar özverili olursa olsunlar, her daim kendilerini yetersiz ve bir şekilde suçlu hissediyor olmalarıydı. Söz konusu duygular ile uzmanlık bilgisi arasında kurduğum bağlantı ise beni annelerin uzmanlık bilgisiyle nasıl bir ilişki kurdukları ve bu ilişkiyi nasıl anlamlandırdıkları sorusuna sevk etti. Elinizdeki kitap söz konusu soruya cevap arama çabasını temsil etmektedir.”
–Zehra Zeynep Sadıkoğlu
İki yılda Cumhuriyet pek çok şeye tanıklık etti: XVI. Louis’nin idamı, terör, Ulusal Konvansiyonun kurulması ve Vendeé’deki monarşi yanlısı ayaklanma. Victor Hugo’nun üç kahramanı, soylu ve yaşlı Lanenac, Devrimin romantik vizyonunu özümsemiş yeğeni Gauvain ve Gauvain’in öz babası gibi gördüğü halk adamı Cimourdain bu tarihsel arka planda bir araya geliyor.
93 Devrimi, kendini kanıtlamış,
ününün zirvesinde bir yazarın son romanlarından biridir. İyi ile kötü arasındaki amansız mücadele, ölümsüzlük fikri ve toplumsal endişeler üzerine okuru düşünmeye teşvik eder.
Bir süredir kayıp kızının peşine düşmüş fakat gittiği her kapıdan eli boş dönünce çaresizliğe kapılmış olan bir annenin yardımına “Faili Meçhuller Birimi”nin yeni elemanı koşar: Eski Polis Müfettişi Rebus. Bir süre önce polis teşkilatından deyim yerindeyse sürülmüş olan Rebus, yeni bir kimlikle, ancak aynı heyecan ve kararlılıkla yine karşımızda. Kızımızın kaybına eşlik eden ve bir şekilde bağlanan başka kayıplar da söz konusu olunca iş çığırından çıkacak ve Rebus bizi bir kez daha eski günlere götürecektir.
“Çok dâhice… Rankin polisiyenin kusursuz ustası olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.”
–Scotland On Sunday
“İngiliz polisiye edebiyatının en iyilerinden … büyük bir meziyet.”
–Daily Mail
“Ustalıkla işlenmiş, kusursuz bir polisiye roman.”
–Sunday Times
Cumhuriyet değerlerine ve devrimlerine sonuna kadar sahip çıkan şiir tadında adalılar...
Küçük bir adada, masal tadında hayatı paylaşırken, farklı yolculuklara sürüklenen dört gencin dostluk dolu hikâyesi. Şenlikli gülüşüyle iklimleri, renkleri, kokuları değiştirebilen Gülhan ve ona âşık üç arkadaş: Hayata karşı ölümüne öfkeliyken yalnızca onun
yanında gülümseyebilen Dimitri; sahip olduğu her şeyi Gülhan’ın önüne sermeye hazır olan Ferit ve diğer çocukların yanında şansı olmadığına inandığı için arkadaşlığına razı olup onu etkilemek için yemek yapan İsyan. Duyduğu aşkın rüzgârıyla ülkeler, kıtalar değiştiren, hayatına giren kadınlarla gerçek kimliğini bulan, mutfağın dâhisi İsyan.
Vatanı toprakta değil sevdiğinde bulan, umudu dışarıda değil kendinde arayanların yolculuğu...
Reinhard Höhn, Nazi Almanyası’nda bir komutan ve III. Reich’ı kuran entelektüellerden biriydi. Almanya’nın mağlubiyetinin ardından birkaç yıl gizlendikten sonra 1950’lerde bir yönetim okulu kurdu. Ülkenin savaş sonrası liderlerinin büyük çoğunluğu, yani 600.000’in üzerinde yönetici –uzaktan eğitim alan 100.000 kişi buna dahil değildir– bu okulda eğitim gördü ve “insan yönetimi”ni, yani başka bir deyişle hiyerarşik iş organizasyonunu öğrendi. Buna göre yönetici, belirlenmiş hedefleri elde etmek için hangi yollara başvurulacağını seçmekte özgürdü, ki III. Reich’ı yeniden silahlandırırken, Slav halklarını aç bırakırken ve Yahudi soykırımını gerçekleştirirken takip ettiği yol buydu.
Önde gelen Nazizm uzmanlarından Johann Chapoutot, İtaat Serbest’te “başarı” tanımını sorgularken, günümüz kurumsal yönetim ilkeleri, uygulamaları ile Nazizm arasındaki derin bağlantıları inceliyor.
Ünlü Alman opera bestecisi, tiyatro direktörü, müzikteorisyeni ve yazarı Richard Wagner (1813-1883), Geleceğin Sanat Eseri’nde, geliştirdiği “toplam sanat eseri” kavramı çerçevesinde tüm sanat dallarının bir araya geldiği bir sanat eseri kurgular. Ona göre geçmişte bunun bir örneği de vardır; eski Yunan tragedya geleneği tam da bu fikirle örtüşmektedir. Yunan sanatının, Yunan dinine ve mistisizmine temelden bağlı olduğunu ve dinin yıkılmasıyla sanatın da bütünlüğünden kopup yozlaşarak “bireysel sanatlara” ayrıldığını ileri süren Wagner’e göre ana sanat dalları, “dans,” “müzik” ve “şiir”dir. Bu üç sanat artık yeniden birleşmeli ve kusursuz sanat eserini oluşturmalıdır. İkincil sanatlar olarak kabul ettiği “resim,” “heykeltıraşlık” ve “mimarlık” da bu sanat eserine dekor ve mekân olarak destek vermelidir. Wagner, “halk” sözcüğünü dilinden düşürmez, ona göre her şeyin en iyisi halktan kaynaklanır. Operalarında yoğun biçimde halk destanlarını, efsaneleri konu eden Wagner, geleceğin sanat eserinin de halka dayanması gerektiğini savunur.
Kusursuz cinayet işle sonsuz aşkı bul!
Alp Laçin O, Kayıp Şahıslar Bürosu’nda komiser.
Gizli görevdeyken, cazibeli bir kadına rastlar. Küçük bir maymun, kadının fotoğrafını çeker. Eski ‘hacker’ Merih Kızıl’a göre, kadın
dünyadaki 1 milyar 800 milyon kameranın hiçbirine yakalanmamıştır:
“Komiserim, bu kadın dünyada var değil!” Namevcut Hatun’dan
Alp’e aşk mektupları, hediyeler gelir. Derbeder dedektif, acayip belalardan kurtulup, meçhul sevgiliyi bulabilecek midir?..
Afili Hafiye, Yalın Alpay’ın “Menteş Sistemi” dediği orijinal anlatı düzeniyle kurgulanmış bir roman. Akıcı, süprizli, komik ve derin.
Evden kaçan şair Okan Yunus Okyanus, roman makinesi mucidi Yahya Hayhay,
duvarlardan geçen dilber Yegane Yadigar, zihin okuyan aynasız Kâmi Koma, bedduacı Asuman, sıkı polis Perçin Çeper gibi ilginç karakterlerle dolu, görkemli bir macera.
Japonya’nın Almanlarla kurduğu ilişkiler atom bombasıyla birlikte darmadağın olmuş ve onları savaş dışı bırakmıştı ama bombanın yol açtığı korkunç yıkımı gören ABD Başkanı büyük üzüntüye kapılarak benzer bir bombanın Avrupa’da kullanılmasına karşı çıkıyordu. Dünya Savaşı bir tür dengeye oturmuş gibiydi sanki. Mucize Silahlarının gücüyle savaşı sürdüren Almanlar, birdenbire uzaylı dostlarının desteğiyle büyük bir güç kazandıklarını düşündüklerinde, Müttefik Devletler’in de ellerindeki en güçlü koz olan atom bombasına yönelmekten başka çareleri kalmamış gibiydi.
Onbinlerin Ölüşü, onbinlerin hikâyesi.Onbinlerce yıllık bir şarkının sesi.Yerde, geçmişin buluntularından bir toprak.Gökte, bugünün bulutlarından bir gökyüzü.Yerin ve göğün arasında mutlu, kaygılı, belki de kayıp insan yüzleri. Zamansız, alışılmadık bu yolculukta değişmeyense aramak ve bulmak.Kadınlar kaybettikleri isimlerini; bir testi ise kayıp parçasını buluyor. İnsanlar ölülerini gömmeye yer arıyor; Verda, kalbinde sevmeye bir sebep buluyor. Bir hayalet dolaşıyor kasabada, eteklerinden tutup yakalamak mümkün değil, yine de görülmeye bir kuytu arıyor. Onbinler, bulunduğunda kaybolmayacak bir ev, bir yurt arıyor. Hakikat, kırık parçaları birleştirmek için kendinde bir kuvvet arıyor. Verda’nın toprağa değen elleri, ölümü ve yaşamı aynı kaderle incitiyor.
Nazlı Akalın’ın kalemi, ustaca kurulmuş bir dünyayabizi usulca çekiyor.
“Kahramanlar, dünyamızı yeraltı dünyasından çıkan –insanlığı tehlikeye atan ve tehdit eden, çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşmasına engel olan– ve terör estiren canavarlardan temizlediler. Ejderhalar, devler, kentaurlar ve mutant yaratıklar havada, yerde ve denizde oldukları müddetçe, güvenli bir şekilde yayılamayacağımız gibi dünyamız yaşanılamaz bir halde olacaktı.”
Yunan Mitleri serisinin ikinci kitabı Kahramanlar’da gerek aşkı için gerek intikamı için gerekse ilahi bir düş uğruna, sınırsız bir güç ve iradeyle mücadele edildiğini göreceksiniz.
Stephen Fry’ın sohbet havasında kurduğu anlatım dili heyecanınızı artırırken bir yandan da günümüzle mitoloji arasında kurduğu bağ, sizi Mitolojik Yunan’ı yeniden düşünmeye yöneltecek.
Bu yıl bireysel hedeflerinizin yerini gezegen için hedefleriniz alsın. Küresel Amaçlar’ı kendinize ilke edinin.Hayatınızı sürdürürken aldığınız kararlarda, kendiniz kadar doğayı veüzerinde yaşayan diğer canlıları da düşünün…2023 Sürdürülebilir Yaşam Günlüğü’nde Küresel Amaçlar kapsamındahem bedeninizi hem de gezegeni besleyecek önerilere yer verdik. Hem bireyi, hem gezegeni besleyen ve iyi yaşamı öğretenSürdürülebilir Yaşam Günlüğü ile bir yıl sonunda bambaşka bir insan olabilirsiniz!
Bu proje Birleşmiş Milletlerin Sürdürülebilir Kalkınma için belirlediğiKüresel Amaçların en az 12 tanesini desteklemektedir.
11 kitaplık Komiser Zen serisinin bu ilk kitabında Komiser Aurelio Zen, düzene kafa tutar ve girdiği mücadeleyi kaybeder. Bir zaman sonra İtalya’nın en kudretli ailelerinden birinin reisi, fabrikatör Ruggiero Miletti kaçırılınca soruşturmayı yürütmek üzere Perugia’ya gönderilir. Ancak Komiser Zen’in başarılı olmasını isteyen yoktur: ne otoriteler ne de fabrikatörün çocukları. Miletti’yi kimler kaçırmış olabilir? Kaçıran kişi aileye yakın biri miydi? Çocuklarının bu işte parmağı var mı? Michael Dibdin, okura gerilim dolu bir hikâye vadediyor.
“Üslubu ve hayal gücü mevzubahis olduğunda Dibdin’le aşık atabilecek kimseyi bulamazsınız.” –Sunday Telegraph
“Dibdin’in en sağlam okuru bile dehşete düşüren bir armağanı var.”–Ruth Rendell
Yuri Mihayloviç Lotman, Aralık 1992’de bir öğleden sonra Tartu’da isteksiz bir halde oturup anılarını bir demlik çay eşliğinde asistanı Yelena Pogosyan’a dikte ettirdi. Bu, Hatırat-Değil’in ilk taslağının oluşturulduğu on iki dikte buluşmasından ilki olacaktı. Buluşmalar o kışa ve Lotman’ın hayatının son baharı olan 1993’ün Mart ayına kadar sürdü.
Hatırat-Değil’de Lotman’ın hikâyesi kâh tek bir anekdot veya temaya odaklanıyor, kâh daha geleneksel bir otobiyografik tablo veriyor. 1922’deki doğumundan eğitim hayatına, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir topçu taburundaki günlerinden savaş sonrası üniversite hayatına, Tartu Okulunun kuruluşundan akademik çalışmalarının yoğunlaştığı 20. yüzyılın büyük bir kısmına uzanıyor.
“Bana göre Lotman, yapısalcı bir yaklaşımdan yola çıkan ama buna bağlı kalmayan bir eleştirmendir.”
–Umberto Eco
Aristoteles’i antikçağın en önemli filozoflarından biri kılan özellik, geniş bir yelpazeye yayılı farklı konuları sistematik bir bütünlük haline getirebilmiş olmasıdır. Christopher Shields tam da bu doğrultuda, her birine ayrı bir bölüm ayırarak, Aristoteles’in metafiziğinin, ruh-beden anlayışının, etik ile politika arasındaki ilişkinin, retoriğin ve sanat kuramının hem kendine özgü yanlarını hem de nasıl bir bütünlük inşa ettiklerini yetkin bir biçimde ortaya koyuyor. Bunu yaparken Aristoteles’in açıklayıcı çerçevesini ve felsefi metodolojisini ihmal etmemesi ise, nasıl bir bakış açısı ve yaklaşımla hareket ettiğini göstermesi bakımından önem taşımakta. Shields bu kitabında ayrıca, Aristoteles’in mirasının genişçe bir değerlendirmesine yer vererek günümüzde ortaya çıkan yeni Aristotelesçi hareketlerin ana hatlarını da çiziyor.
CERN’deki dokuz milyar dolarlık Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) adı verilen parçacık hızlandırıcısıyla yapılan deneyler, parçacık fiziğinde önemli sorulara cevap bulmayı vaat etmekte. Bunlardan biri de, doğanın tüm kuvvetlerinin birleşik kuramının gerekli bileşenlerinden süpersimetrik parçacıklardır. Bir diğer beklenen keşif ise; içinde yaşadığımız üç boyut dışında, sicim kuramı tarafından ihtiyaç duyulan ekstra uzay boyutları. Üçüncü olarak; LHC deneycilerinin bulmayı umduğu, çoğu fizikçi için evrendeki maddenin en az yüzde 80’ini oluşturan, anlaşılmaz “kara madde.”
“Moffat’ın kitabı, bilimselliğin, dedektif hikayesi ve romantizmin alışılmadık bir karışımı. Parçacık fiziğinde son birkaç on yılın en önemli keşiflerinden birinin tutkulu bir anlatımı.”
–Greg Landsberg, Brown Üniversitesi, CMS Fizik Koordinatörü
“John Moffat, sadece önde gelen teoriye odaklanan çoğu popüler kitabın aksine, teorik ve deneysel fizikçilerin kütlenin kökenini anlamak ve temel kuvvetlerin basit bir birleşik teorisini geliştirmek için verdikleri uluslararası mücadelenin içeriden büyüleyici bir anlatımını aktarıyor.”
–Paul Steinhardt, Albert Einstein Bilim Profesörü, Princeton Üniversitesi
“Moffat’ın yeni kitabı, parçacık fiziğinin Standart Modelinin tarihi, başarıları ve eksiklikleri hakkında kapsamlı bir araştırma.”
–Physics World
Aşkımı itiraf ettim ve içimi yakan bir acıyla, bizim birbirimizi sevmemize engel olan her şeyin nasıl da gereksiz, küçük ve aldatıcı olduğunu anladım. Eğer seviyorsan, bu aşkın mutluluk mu yoksa mutsuzluk mu getireceğini, sıradan anlamıyla bunun günah ya da erdem olup olmayacağını değil aşkın çok daha yüce bir şey olduğunu düşüneceksin ya da hiç düşünmeyeceksin, işte sonunda anladığım bu oldu.
Çehov’un yazarlık dönemindeki mizah gücü öykülerinde, mektuplarında, konuşmalarında, gelişigüzel söylediği sözlerde tükenmez bir
pınar gibi çağlamakta, çevresine pırlanta zerrecikleri saçmaktadır.-İVAN LEONTYEVİÇ ŞÇEGLOV
Anton Pavloviç genellikle eğlendirici, içinde mizahın hissedildiği durumları, konuşmaları sever; gülünç öyküler dinlemeye bayılırdı. Çehov, bir köşeye çekilip başını eline dayadıktan sonra sakalını çekiştirerek şen kahkahalarla gülmeye başlayınca ben konuşan kişiyi dinlemeyi bırakır; anlatılanları onun gülüşlerinden algılamaya çalışırdım. Cambazların, palyaçoların gösterilerinibüyük bir zevkle izlerdi. -OLGA LEONARDOVNA KNİPPER-ÇEHOVA
Önemsiz, Ufak İnsanların Yaşadığı Acı Gerçekleri Hiç Kimse Çehov’un Derinliği Ve Açıklığıyla Dile Getirememiş; Küçük Kentsoylunun Sıradan Yaşantısının Karmaşasını Tüm İrkiltici Çıplaklığıyla, İç Karartıcı Görüntüleriyle Ele Alan Hiçbir Yazar Bu Acıklı Durumları Onun Çarpıcı Dürüstlüğüyle Çizememiştir.
Maksim Gorki
Çehov’u Anlamamakta Kimi İnsanlar Niçin Direnirler, Bilmem. Onu Niteledikleri Gibi Bu Kötümser Yazar” Gerçekte Aydınlık Geleceğimize Bel Bağlamaktan Hiç Yılmamış; Ülkemizin En Zinde Güçlerinin Gözle Görülmeyen, Fakat Bitmek Bilmez, Verimli Başarılarına İnancını Hiç Yitirmemiştir.
Aleksandr İvanoviç Kuprin
“Türümüz çürümeyi ve ölümü savuşturmak için enerjiyi nasıl yakalıyor? Tekerlekli bavulu icat etmemiz neden bu kadar uzun sürdü? Bu ve bunun gibi sorulara büyüleyici cevapları bulabileceğiniz şaşırtıcı bir kitap.” –Steven Pinker
İnovasyon icatların insanlar için pratik ve uygun fiyatlı şeylere dönüştürülmesidir. İnovasyonu sistematik olarak icatları izleyen bir süreç olarak değil, insanın mübadele alışkanlığıyla toplumda meydana gelen tesadüfi bir süreç olarak görmemiz gerektiğini savunan yazara göre günümüzde inovasyon kıtlığının eşiğinde olabiliriz. İnovasyon, tek başına çalışan bir dâhinin ortaya çıkardığı bir şey değil, aksine her zaman kolektif, işbirlikçi bir etkinliktir. Ridley bu savlarını soyut argümanlarla değil, inovasyonların nasıl başladıklarını ve neden başarılı olduklarını veya bazı durumlarda neden başarısız olduklarını anlatan çok sayıda canlı hikâyelerle destekliyor. Buhar motorlarından jet motorlarına, arama motorlarından hava gemilerine, taş devri aletlerinden kahve, patates, aşı, antibiyotik, sivrisinek ağları, türbinler, pervaneler, gübre ve bilgisayarlar gibi modern gelişmeleri kapsayan kitap, inovasyonu bütün ayrıntılarıyla masaya yatırıyor.
Matt Ridley, kuşağının en iyi inceleme yazarlarından birisi. Son kitabını okumak bir zevk... Harika bir kitap.” –Forbes Magazine
“İnovasyonun modern çağı nasıl şekillendirdiğine ve çağdaş dünyanın ayrılmaz bir parçası olmaya devam ettiğine ilişkin büyüleyici bir bakış.” –Shelf Awareness
“Bu keyifli kitapta Matt Ridley, modern ekonomimizi yönlendiren inovasyonun olağanüstü tarihini araştırıyor. Bunun bir takım sporu olduğunu, ancak yetenekli yıldız oyuncuların da olması gerektiğini gösteriyor. İnsanlığın ilerlemesinin tarihini araştırmak için harika bir başlangıç kitabı.”–Walter Isaacson
Sayısız ödül kazanmış Troyat tüm hayatını büyük Rus yazarlarının biyografilerini yazmaya adamıştır. Tüm eskilerden sıyrılıp okurları bir kâbus dünyasında kahkaha ve ıstıraba boğan Gogol de bu seriye elbette dahil edilmiştir. Troyat maddi sıkıntılar çeken, seyahatlerinde ilham arayan, şöhretin ağırlığı altında işkence gören Gogol’ün hayatını ayrıntılarıyla okura sunuyor. Dostlarını, düşmanlarını, salonlarını, sayfiyelerini, bir hastalık hastasının korkularıyla dolaştığı Alman kaplıca kentlerini, Ölü Canlar’ın birçok bölümünü yazdığı 1836 Paris’ini, ikinci vatanı saydığı Roma’yı anlatıyor. Dönemin çalkantılı Rusya’sını betimliyor. Burnu gagayı, bakışı kuşları andıran, alaycı gülen, dünyadaki en olağanüstü dehalardan biri kabul edilen, ufak tefek bir adam: İşte, Troyat’nın anlattığı şekliyle, hepimizin paltosundan çıktığı Gogol, ikiye bölünmüş bir ruh…
“Sanat ortalığa saçılan bellektir.”“Bir şarkı bir fikir veya bir duygu aşılamışsa, zaten dünyayı değiştirmiştir.”
Bu roman, 1960’ların sonlarında kahrolası Londra’da, bir menajerin akıl almaz çabaları ve planları sonucu bir araya gelip Ütopya Yolu adlı bir grup kuran, her biri yakın ya da uzak geçmişine bir şekilde saplanıp kalmış dört genç müzisyenin hikâyesini anlatıyor.Öte yandan ortak hikâyesini de kendine has bir tarzla sunan Ütopya Yolu, okuru Beatles, Rolling Stones, Janis Joplin, Cohen, ressam Francis Bacon, Beckett gibi kurguya bir şekilde dahil olan gerçek kişi ve gruplarla da buluşturuyor.
‘’Şöhretin öngörülemez akıntısının bir hayli farkında olan kült yazar, popüler romancı Mitchell, bu duygudaşlık ve fevkalade dinamik üslubuyla bir hikâyenin peşine düşüyor.’’–The Washington Post
Mevsimlerden yazdı, kıştı, ilkbahardı, bir de sonbahar. Saatlerden meçhul.
Sonsuzluğun içinde sıkışıp kalsalar da dostluk neşesiyle ışıldayan Makbule ve Zimbul. Uyuyanların rüyasına gölge gibi süzülen iki küçük kadın. Sokaklarda, sahilde çatılarda dolaşıyor; dünde, bugünde, yarında geziyorlar. İzmir Karataş Yahudi mahallesinde başlayan yolculuklarında zamanı katetmiş, yeryüzündeki izlerini arıyorlar. Göçler, sürgünler, ölümler, sevdalar, ayrılıklar gördüler. Gidenlerin ardında bıraktığı boşluğu gördüler, yasemin toplayan ellerin zamanın hiçbir yerinden tutamadığını gördüler. Ne oldu da Madam Anita’nın radyosundaki şarkı sustu? Komşulara ne oldu? Madam Sara’nın balkonundan silkelediği kilimden, sır sır, acı acı dökülen renkler neden soldu? Dario Moreno’ya dair şehir efsaneleri ne zaman unutuldu?
Meskûn Zaman’da Raşel Meseri usta kalemiyle 60 yıllık bir cümlenin altını çiziyor.
Elinizdeki kitap, üniversitelerde okutulan Türk Dili dersi için Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkartılan çerçeve programa uyularak hazırlanmıştır. Kitap hazırlanırken, öğrencilerin Türk diline ait kazanımları daha kolay elde etmeleri ve bu dersten azami derecede yararlanmaları gözetilmiştir. Bu çerçevede kitap elden geldiğince “öz”e inilerek, fazla detaylandırılmadan işlenecek konuları ele almıştır.Haftalık müfredata göre hazırlanmış kitapta, ele alınan her konunun örnek metinlerle çözümlenmesine gayret gösterilmektedir. Ayrıca üniversite öğrencilerinin, öğrenim ve çalışma hayatında karşılaşabilecekleri Türkçeyle ilgili konulara (dilekçe, rapor gibi) azami derecede dikkat edilmektedir. Alıntı metinlerinde, o dönemin yazım kuralları dikkate alınmış ve metin, kısaltma ve sadeleştirme dışında, aslına bağlı kalınarak verilmektedir. Diğer metinler günümüz Türk Dil Kurumu yazım kuralları çerçevesindedir.
“Şiir nedir? Müziğin sesle ilişkisi neyse, şiirin dille ilişkisi odur. Şiir, özel kılınmış dildir. Özel kılındığı için hatırlanacak ve değerli görülecektir. Elbette ki her zaman bu şekilde işlemez. Yüzyıllar boyunca binlerce şiir unutulup gitmiştir. Ama bu kitap unutulmayanlar hakkındadır.” John Carey, yaklaşık dört bin yıl önce yazılmış, hayatta kalan en eski şiirlerden bugün yazılanlara kadar dünyanın en bilindik şiirlerinin ardındaki hikâyeleri anlatıyor. Carey, eserleriyle dünyaya bakışımızı şekillendiren Dante, Chaucer, Shakespeare, Whitman ve Yeats gibi şairleri inceliyor. Ayrıca bir şiiri en başta “harika” yapan şeyin ne olduğunu sorgulamaya başlayan Derek Walcott, Marianne Moore ve Maya Angelou gibi daha yeni şairlere de yer veriyor. Hem genç hem de yaşlı okuyucular için bu kısa tarih, dünyadaki şiirlerin zenginliğine ve onları daha da cazip kılan anlaşılması zor niteliğe ışık tutuyor.
Kaçak bir göçmen Edinburgh’da ölü bulunur. Rebus davayla ilgilenir, ama başka sorunları vardır: Eski karakolunda yapılan yeni düzenlemeler onu emekliliğe zorlamaktadır. Fakat Rebus inat eder. Davada çalışırken mültecilerin gözaltında tutulduğu merkezi ziyaret etmesi ve Edinburgh’un kirli yeraltı dünyasıyla uğraşması gerekir.
Siobhan’ın da kendi sorunları vardır. Genç bir kız ortadan kaybolur ve Siobhan aileye yardım etmek zorunda kalır. Ayrıca Fleshmarket Geçidinin mahzeninde bulunan iki iskelet de farklı bir meseledir. Özenle hazırlanmış bir numara mıdır – ama kim, neden yapmış olabilir? Ve Knoxland’deki cinayetle nasıl bir bağlantısı olabilir?
“Bu Rankin’in 15. Rebus romanı ve bu kadar uzun bir serinin son kitaplarının hâlâ çok iyi olması olağandışı.” –Sunday Telegraph
“Fleshmarket Geçidi Rankin’in bir yazar olarak ne kadar olgunlaştığının bir işareti… Rankin’in eski ve yeni Edinburgh’daki hayata dair gözlemleri çok etkileyici.” –Scotsman
“Polisiye ustası Rankin geri döndü… Toplumsal sorunları ele alan güçlü bir kitap.” –Sunday Express
1917 Rus Devrimi, 20. yüzyılın dönüm noktalarından biri olan ve bıraktığı mirasla günümüzü hâlâ etkileyen çığır açıcı bir hadisedir. Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle erişime açılan arşivler sayesinde tarihçilerin devrimi daha kapsamlı biçimde değerlendirmesi mümkün hale gelirken Rus Devrimine ilişkin yeni yorumlar ve anlatılar da peş peşe ortaya çıkmıştır.
Sovyetler Birliği uzmanı saygın tarihçilerden Sheila Fitzpatrick bu kitapta devrimin arka planından 1917’nin çalkantılı gelişmelerine, Stalin’in “tepeden devrimi”nden 1930’ların Büyük Tasfiye’sine dek Rus Devriminin kritik aşamalarını “aşağıdan” bir tarihsel bakışla ve özgün yorumlarla değerlendiriyor.
“Devirler değişir ve bütün bu değişimler genellikle döngüsel bir özellik arz ederler. 22. yüzyılda, iki yüzüncü yıldönümü kutlanırken Rus Devriminin ve onun sosyalist hedeflerinin Rusya’da ve dünyanın geri kalanında nasıl görüneceğini hangimiz bilebiliriz ki?”
Yıllar önce, zavallı bir kuşun petrole bulanmış, çaresiz görüntüsü karşısında dehşete kapılıp lanetler yağdıracak kadar hassas olduğumuz günlerde, çoğu kadın ve çocuk 100 bine yakın insanın gökyüzünden yağan bombalar altında ölümünü, sıcak odalarımızda kahvemizi yudumlayıp havai fişek gösterileri gibi izlemiştik. Anlaşılan Guy Debord’’un 1968’’lerde öngördüğü “Gösteri Toplumu” gerçekleşmişti. 11 Eylül saldırısının hemen ardından ABD’nin bir “cezalandırma eylemi” olarak giriştiği Afganistan operasyonu, Şaron’’un bütün pervasızlığıyla Filistin şehirlerini yakıp yıkması ve Arafat’’ı kuşatma altında tutmasının yanı sıra “Irak operasyonu” o günlere hem ne kadar uzak hem de ne kadar yakın olduğumuzu gösterdi. Bu süreç içinde, medyanın “rızanın üretilmesi”ndeki ve “güdümlü gerçeklik yaratılması”ndaki rolü hiç değişmedi. Medya daha incelikli yöntemlerle düşmanları şeytanlaştırırken, yandaşlarını melekleştirmekten vazgeçmedi. Medyanın sermaye ve iktidarla ilişkisi her geçen gün tarafların meşruiyetini daha çok kemiren bir sorun olarak ortaya çıktı. Noam Chomsky, bu kitabında, medyanın hükümet, sermaye ve elit kesimlerle sıkı fıkı bağları ve çıkar ilişkileri temelinde işleyiş mekanizmasını, özellikle Ortadoğu, Filistin ve Nikaragua’’dan zengin örneklerle gözler önüne sermektedir.
Neden Marx ve eserleri hâlâ bu kadar güncel?
Dünyanın en ünlü filozoflarından Karl Marx doğumundan iki yüzyıl sonra bile gözardı edilemez bir referans olmaya devam ediyor. En bilindik eserleri, Komünist Parti Manifestosu ve Kapital’le yıllardır farklı bilim dallarını etkisi altına almış durumda. BMarx ve mirasçılarını okumak günümüz dünyasında, farklı politik ve ekonomik sorunları anlamlandırmanın kapılarından biri. Jean-Numa Ducange, bu kitabında Karl Marx’ın hayatını, başlıca eserlerini ve günümüze kadar devam eden etkilerini inceliyor.
“Marx’la bir gelecek mümkün müdür?” diye soran yazar, size Marx’ın Kapital’ini ve komünizmi anlamak için keyifli bir yolculuğa çağırıyor. Bütün okurlar birleşin...
Condalar’ın büyüdüğü Dokuzuncu Mağaraya ulaştıklarında Zelandonilerin karşılaması oldukça karışıktır. Ayla’dan, onun tuhaf dilinden, ona eşlik eden evcil kurttan ve atlardan dolayı şaşkınlık yaşarlar. Ayla birçok güvensizliğin üstesinden gelmek zorundadır. Condalar ve bozkır yolcusu Ayla, Zelandonileri şaşırtmaktan asla vazgeçmez. Ayla da ev sahiplerinin rahatsız edici geleneklerini keşfeder. Yavaş yavaş rahat kaya sığınaklarına uyum sağlar, evlerini ve mağaralarını süsleyen tablolara hayran kalır; aletlerini ve yaşam biçimlerini karşılaştırır. Olağanüstü yetenekleri, becerileri ve bağlılığıyla Ayla, yeni akrabalarının çoğunun kalbini yavaş yavaş kazanacak, ancak sayısız önyargıya karşı savaşmaya devam etmesi gerekecektir. Conayla’nın doğumu Ayla’yı Birinci Zelandon’un (topluluğun manevi lideri) yardımcısı olmaktan vazgeçirecek mi?
Ayla ve Condalar, uçsuz bucaksız bozkırları aşmaya devam ediyor. Yolculuklarında karşılaştıkları insanlar avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşarlar, ancak hiç evcil hayvan görmemişlerdir. Ancak bu garip çift, evcilleştirilmiş bir kurt eşliğinde at sırtında seyahat eder. Bu çiftin güçleri mi var? Condalar, Ayla’yı azgın bir nehri geçerken kaybettiğini düşünür. Birkaç günlük dinlenmeden sonra çift, giderek tehlikeli hale gelen topraklarda yeniden yola çıkar. Büyük buzulları çözülmeden önce geçmek için hızlı hareket etmeleri gerekmektedir, fakat Condalar’ı esir alan zalim bir kadın tarafından yolculukları kesintiye uğrar. Ayla evcilleştirilmiş kurdun yardımıyla Condalar’ı kurtarmaya çalışır. Buzullar erimeden Condalar’ın yuvasına varabilecekler mi?
Jean M. Auel, Boyalı Mağaralar Diyarı’nda, Yeryüzü Çocukları için spiritüel dönüşümler içinde olan Ayla’nın arayışına her anı heyecanla okunacak son bir halka ekliyor.
Bir kız çocuğu dünyaya getiren Ayla, Condalar’ın ailesi ve Dokuzuncu Mağara tarafından benimsenir ve gittikçe sevilir. Öyle ki topluluğun şifacısı ve ruhani lideri Zelandon, bir gün onun yerine geçmek için Ayla’yı çırak olarak seçer. Ayla bu göreve hazırlanmak için zorlu eğitimlerden geçer. Yolculuklara çıkılır ve resimlerle boyanmış kutsal mağaralarda şarkılı törenler yapılır. Ancak geçiş ayinleriyle noktalanan bu eğitim çok zordur. İnisiye olmak için Ayla’nın birçok engeli aşması gerekecektir. Genç bir anne ve eş olarak yükümlülükleri ile çıraklığının yükümlülükleri arasında bir denge bulabilecek mi?
“Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür” ve “parçalar sistemleri oluşturmak için etkileşime girdiğinde yeni şeyler meydana gelir” gözlemi genellikle belirme adıyla anılır. Bu kitabın amacı, modern fiziğin çeşitli dallarındaki fikirlerin ve keşiflerin, belirme hakkındaki düşüncelerimizi nasıl geliştirdiğini ve keskinleştirdiğini göstermektir. Belirme kavramı, indirgeyici olmayan davranışın daha yüksek organizasyon ve karmaşıklık düzeylerinde ortaya çıktığını ifade eder. Kitapta, kuantum mekaniği, yoğun madde fiziği ile doğrusal olmayan ve istatistiksel fizik alanındaki sohbet turu boyunca, belirmeyle karşımıza çıkan çeşitli nüanslar vurgulanıyor.
“Belirme kavramının bilimsel anlatımına harika bir giriş. Bilimsel açıklamaları genel okuyucu kitlesinin rahatlıkla anlayabileceği bir tarzda ortaya koyuyor. Yeniden boyutlandırma ve kritik davranışın sunumu gerçekten
çok iyi.”
–Tom McLeish, Science & Christian Belief
Vadide Ayla ve Condalar her şeyi paylaştı. Çakmaktaşı yonttular, ateşi yaktılar, rengeyiği ve kuş avladılar, barınaklar ve tekneler inşa ettiler. İçlerinde rahatsız edici ve bilinmeyen bir duyguya yol açan bir beden ve zihin yakınlığı içinde yaşardılar.Bir süre sonra, güzel, kendine güvenen Ayla, Atlar Vadisini terk eder ve Condalar’la uzun bir yolculuğa çıkar. Yolculukları sırasında onları konukseverlikle karşılayan mamut avcıları Mamutoylar, ata binmeyi ve kurdu evcilleştirmeyi bilen bu mavi gözlü sarışın çiftin karşısında hayrete düşer. İçlerinden heykeltıraş Ranek, Ayla’dan etkilenir. Ayla, Mamutoylar arasında hangi yaşam deneyimlerini kazanacak? Condalar’la ilişkisi nasıl gelişecek ve hayatına giren yeni adam Ranek nasıl bir rol oynayacak? Ayla ve Condalar’ın aşkı zorlu bir sınavdan mı geçiyor?
Ayla, gülmeyi ve ağlamayı bildiği için, onların bilmediği duygular yaşadığı için, erkekler gibi avlandığı için lanetlenir ve klandan kovulur. Iza ona “Kuzeye git, insanlarını bul” demişti. Ayla, kendi türünden insanları bulmak için sonsuz bozkırlarda uzun bir yolculuğa çıkar. Sonbaharın sonlarında, kışın hayatta kalmak istediği bir vadi bulana kadar yolculuk yapar. Kışa hazırlanmak için beklenmedik fırsatlar sunan uçsuz bucaksız vadide durur ve yerleşir. Yaban hayatıyla, hastalıklarla savaşır, gizemli güçleri gözetir. Giderek daha yetenekli bir avcı ve şifacı olur. Vadisinde bir sürü at vardır ve bir tanesini yakalamaya karar verir. Vadide kısrağı Vihii ve mağara aslanı Bebek’le yalnızdır. Halkını aramak ister ama aynı zamanda onlarla karşılaşmaktan da korkar. Sonunda Ayla maceracı Condalar’la dramatik bir biçimde tanışır. Kendisi gibi sarışın ve mavi gözlü olan adama âşık olur.
Son yıllarda özellikle İngilizceden dilimize giderek artan sayıda tasavvuf konulu metin çevrilmektedir. Ne var ki bu konuda yardım alınacak bir sözlüğün olmaması Türkçeye yapılan çevirilerde pek çok yanlışa da yol açabilmektedir. Kendi alanında ilk olma özelliğini taşıyan bu sözlük, tasavvuf konusunda yazanların, okuyanların, özellikle de çeviri yapanların ve onların metinlerini denetleyen editörlerin, redaktörlerin işini biraz olsun kolaylaştırmayı amaçlıyor. Bu sözlük sadece tasavvufi terimleri değil, aynı zamanda tasavvufi metinlerin kelime dağarını da bir ölçüde içermeyi hedefliyor. Bazı kelimelerin anlamı örnek cümlelerle gösteriliyor ve çoğu kelime için çapraz göndermelerle yakın ve eşanlamlı maddelere işaret ediliyor. Bu sözlük temelde İngilizce olarak yayımlanmış tasavvufla ilgili bazı klasik eserlerin taranmasıyla hazırlanmıştır.
1936 ile 1939 yılları arasında süren İspanya İç Savaşı, bölgesel bağımsızlığa karşı merkeziyetçi devletçilik ve bireyin özgürlüğüne karşı otoriterlik ekseninde modern dönemin en yoğun çatışmalarından biridir. Çatışmaya katılan yabancı ülkelerle birlikte bu savaş II. Dünya Savaşı’na giden yolun taşlarını döşeyen bir test sahası da olmuştur. Seçkin tarihçi Antony Beevor’ın bu kritik savaşı konu alan çalışması, 2005’te İspanya’nın önde gelen gazetelerinden La Vanguardia tarafından yılın en önemli inceleme kitabı ödülünü almıştır.
“Beevor etkileyici bir başyapıt ortaya çıkarmış.”
–Times Literary Supplement
“Görünen o ki İspanya İç Savaşı en azından sonraki kuşağın elinde bu çatışmayı ele alan referans kitabına dönüşecek.”
–London Review of Books
“Antony Beevor kaleme aldığı tarih kitaplarıyla, zamana yenik düşmeyecek edebi bir başyapıt yaratmakta olan çağdaş bir Tolstoy.”
–Dagens Nyheter
Giriş
Yücel Bulut
Mübeccel Belik Kıray’ın Hayatı Ve Eserleri
Melike Akbıyık Ve Ayşen Şatıroğlu
Kıray Sosyolojisinin Antropolojik
Referansları Ve Kazanımları
Şeyda Sevde Tunçbilek Ve Enes Kabakcı
Kıray’ın Hayaleti: Sosyolojik Bir Söylemin
Yükselişi Ve Düşüşü Üzerine
Mehmet Emin Balcı
Mübeccel Kıray’ın Çalışmalarında
Kırsal Kalkınma Meselesi
Salih Ünüvar
Evrimsel Gelişme Ya Da Planlı Modernleşme
Aynur Erdoğan Coşkun
Geçişin Mekânı Olarak Kente İlermeci
Ve Örtük) Müdahaleci Bir Yaklaşım
Murat Şentürk
Kıray’ın Mantosu
Mehmet Ali Akyurt
Görme Yetimizle İlgili Bildiğimiz Her Şey
Yetilerimiz, doğada yaşamımızı sürdürmemizi ve ürememizi sağlamak için milyonlarca yıl içerisinde evrimleşmiştir ve dolayısıyla, tıpkı kâğıdın ne olduğunu bilmeden kağıt zımbasını anlayamayacağımız gibi, kendisi için evrimleştikleri çevreyi bilmeden onları anlayamayız. Fizyolojimiz X-ışınlarını bile görebilir, ancak bilincimiz bunu bir kenara atar. Diğer bir deyişle “süpergüçlerimiz var ama farkında değiliz,” diyor yazar. Bu kitabın asıl amacı “neden” sorularını yanıtlamak: Neden renkli görüyoruz? Neden gözlerimiz önde? Neden yanılsamalar görüyoruz? Neden harflerin şekilleri böyle?
“Hem çarpıcı hem eğlenceli; görme üzerine okuduğum en özgün yapıt.”
–Stanislas Dehaene,
“Changizi’nin Görüş Devrimi, insan beynini anlamamıza büyük etkileri olabilecek özgün fikirlerini özetliyor.”
–The Wall Street Journal
“Changizi, kitabı boyunca açıklamalarını, anlaşılmalarını kolaylaştıracak basit ve etkileyici görme deneyleriyle süslüyor ve gerçekten kökten farklı fikirler ortaya koyuyor olsa da savlarını aralarında sinirbilim, evrimsel biyoloji, tıp ve dilbilim gibi birçok disiplinden aldığı kanıtlarla destekliyor.”
–Scientific American Mind
“Tanrı ve inanç hakkındaki dünkü sohbet, beni, gerçekleştirmek için bütün hayatımı adayabileceğim muazzam bir düşünceye sevk etti. İnsanlığın gelişimine, İsa’nın dinine uygun ama bütün gizemlerden ve pratik dini ritüellerden arındırılmış, öbür dünyadaki mutluluğu değil yeryüzündeki mutluluğu veren yeni bir din yaratma düşüncesi.
Bu düşüncenin gerçekleşmesi için bunu amaç edinen nesiller gerektiğini biliyorum. Bir nesil bu düşünceyi diğerine miras bırakacak ve bir gün fanatizm ya da akıl onu hayata geçirecek. İnsanları dinle birleştirmek için bilinçli bir şekilde hareket etmek, işte beni içine alacağını umduğum düşüncenin temeli budur,” diye yazıyordu 1855 yılında günlüğüne. Geri kalan yaşamının büyük bölümünü din üzerine çalışmalara ayıran Tolstoy, belki de kendi hayalinin bir gün gerçekleşebileceğini düşünebilmemiz için bu büyük mirası gelecek nesillere bıraktı.
“Tanrı ve inanç hakkındaki dünkü sohbet, beni, gerçekleştirmek için bütün hayatımı adayabileceğim muazzam bir düşünceye sevk etti. İnsanlığın gelişimine, İsa’nın dinine uygun ama bütün gizemlerden ve pratik dini ritüellerden arındırılmış, öbür dünyadaki mutluluğu değil yeryüzündeki mutluluğu veren yeni bir din yaratma düşüncesi. Bu düşüncenin gerçekleşmesi için bunu amaç edinen nesiller gerektiğini biliyorum. Bir nesil bu düşünceyi diğerine miras bırakacak ve bir gün fanatizm ya da akıl onu hayata geçirecek. İnsanları dinle birleştirmek için bilinçli bir şekilde hareket etmek, işte beni içine alacağını umduğum düşüncenin temeli budur,” diye yazıyordu 1855 yılında günlüğüne. Geri kalan yaşamının büyük bölümünü din üzerine çalışmalara ayıran Tolstoy, belki de kendi hayalinin bir gün gerçekleşebileceğini düşünebilmemiz için bu büyük mirası gelecek nesillere bıraktı.
19. yüzyılın ortalarından başlamak üzere Rusya’ya yayılan “Halkçılık” hareketinin ve düşüncesinin sonucu olarak geniş kitlelerin eğitimi sorunu, aydın kesimi olduğu kadar Çarlık hükümetini de etkilemiştir. Köy okulları açılmaya, yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. Ancak gerek okulların fiziki koşulları gerekse zorunlu derslerin içeriği, öğretmenlerin yetersizlikleri başta Tolstoy olmak üzere aydınları adım atmaya zorlamıştır. Tolstoy Avrupa seyahatlerinde incelediği eğitim konusunu, kendi yaşam deneyimleriyle birleştirerek Yasnaya Polyana’da deneysel bir okul kurar. Siyasal nedenlerle bu deneyimi sürdüremese de o dönemde eğitim üzerine yazdığı makalelerin, eski tip eğitimcilerle yaptığı tartışmaların, eğitim ve öğretim üzerine düşüncelerinin, okulundaki derslerin veriliş biçiminin etkilerini günümüz eğitim sisteminde görmek mümkündür. Tolstoy yazarlığının ötesinde neyin, nasıl, ne amaçla yapılması gerektiğini gösteren ender eğitimcilerden biridir.
İletişim alanının önde gelen profesörlerinden Arthur Asa Berger’in Kültür Eleştirisi, kültür kavramına dair netlik kazanmak isteyen herkesin ve özellikle öğrencilerin, deyim yerindeyse, imdadına koşuyor. Edebiyat teorisinden Marksizme, psikanalizden göstergebilim ve sosyolojiye kadar pek çok kavram bu çalışmada son derece sade ve anlaşılır bir dille çok sayıda örnekle anlatılıyor. Kitabın meramı yazarın şu sözlerinde de ifade buluyor: “Etrafınızdaki dünyayı farklı görmeye başladığınızda ya da bu kitapta öğrendiklerinizi medyaya, politikaya, sanata, popüler kültüre ve gündelik yaşamın çeşitli yönlerine uygulayabileceğinizi düşündüğünüzde bu yapıt amacına ulaşmış olacaktır.” “İleride popüler kültür alanını tanımlamaya yönelik başka girişimler de olacaktır, fakat Arthur Asa Berger’in eseri, onlar için de örnek alınacak önemli bir başarı olarak kalacaktır.” —Garth S. Jowett, Film: The Democratic Art’ın yazarı
Kayıp dünyayı bulduktan ve Güney Amerika seyahatinden döndükten sonra Profesör Challenger çalışmalarına devam eder ve yeryüzündeki yaşamla ilgili rahatsız edici bir gözlemde bulunur. Profesör Summerlee, Lord John Roxton ve muhabir Ed Malone’u evine davet eder ve dünya zehirli bir dalganın etkisine girerken hep birlikte bununla mücadele etmeye çalışırlar. Hazırladıkları oksijen odasına sığınarak pencereden gezegendeki hayatın yok oluşunu izlerler. Kuşlar gökyüzünden yere düşer, trenler çarpışır, yangınlar çıkarken evrendeki olasılıkları ve insanın varoluş amacını tartışırlar.
Profesör Challenger’ın Kayıp Dünya’dan sonraki ikinci macerası olan Zehirli Dalga 1913 yılında yazılmış ve Arthur Conan Doyle’un bilimkurgu türünde de ne kadar usta olduğunu göstermiştir.
.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.