MÖ 400’lerde, Çinli filozof Sun Tzu’ya ait olan Savaş Sanatı, aradan 2500 yıl geçmesine rağmen halen dünyanın en etkin ve en saygın başyapıtlarından biri olarak kabul edilir...
Dünyanın her ülkesinde defalarca yayımlanan Savaş Sanatı’nın ilk yorumu, yazılışından 400 yıl sonra yapılmış, 4 ve 12. yüzyıllarda da on bir Çinli filozof, kendi dönemlerini göz önünde bulundurarak eseri tartışmış, görüş ve yorumlarını yazmışlardır.
Mücadelenin artık gündelik bir rutine dönüştüğü günümüz dünyasında, Sun Tzu’nun yüzyıllar öncesinden öngördüğü taktik ve stratejiler uygulanabilirliğini hâlâ korumaktadır ve bu doğrultuda bir komutan, siyaset adamı ve yazar olarak Osman Pamukoğlu, günümüz insanının beklentilerini gözeterek _Savaş Sanatı’nı yeniden yorumlamıştır. Yüzyıllar boyunca Mao’dan General Douglas MacArthur’a kadar birçok ismi etkilemiş olan Savaş Sanatı, her anı mücadele içinde geçen günümüz insanı için kazanmak, ayakta kalmak ve başarılı olmak adına vazgeçilmez bir rehber niteliğindedir.
"Yedi bölümlük bu büyük deneme, pek çok bakımdan alışılmadık, hatta benzersiz bir kitaptır. Bu kadar genç bir yazarın, tabu olmuş, neredeyse peygamber sayılmış ve bazı çevrelerce etrafına bir esrar perdesi çekilmiş bir adamı, hakkında söz etmemeye sanki yemin etmiş bir küçük sırdaşlar grubu dışında kişiliği bilinmeyen bir adamı, böylesine teşrih masasına yatırdığı bir başka örnek yoktur. Hühnerfeld, büyük bir açıklık ve açık sözlülükle, filozofun kendi ‘varolana atılmışlığı’nı, yani kişiliğini, sıkı bir şekilde gizli tutulmuş olan biyografisini deşerek sergiliyor. Kitap kutsal olana saygısızlık etkisi bırakıyor ve 1930’lu yılların Heidegger’ini gözümüzün önünde bir skandal figür haline getiriyor. Yazar fırsat buldukça büyük adlara saldıran şöhret düşkünü düzeysizler gibi yapmıyor bunu asla. Keyfi ve öznel davranmıyor. Heidegger’in felsefesi ve kişiliği hakkında sahip olduğu temelli bilgilere dayanarak, Karaorman’ın efsanevi adamına duyulan saygının kaybolmasına yol açıyor. Benzersiz olan bir başka yön, yazarın bu işe, popülist niyetlerden arınmış bir şekilde, hiçbir desteği olmaksızın, Heidegger’in sekter yandaşları karşısına tek başına çıkma cesaretini göstererek girişmiş olmasıdır. Üstelik Hühnerfeld, zamanımızın bu karanlık filozofunu açık bir dille, filozofa nispet yaparcasına rahat okunan satırlarla yorumlama başarısını gösteriyor."
Francis Bacon, deneyci (ampirik) felsefenin öncüsü olmakla birlikte, bilimdeki yöntem ve anlam sorununun üzerinde önemle durmuş, bilimsel araştırmaya kurumsal bir kimlik kazandırmayı amaçlayan ilk düşünürdür. Skolastik düşüncenin yaydığı bilgisizlik ve cehalet; yaşamını aklı ve bilimi bağnazlığın, kilisenin baskısından kurtarıp özgürleştirmeye adayan Bacon gibi ileriyi gören, bakış açısı geniş bir filozof için hiçbir biçimde katlanılabilir şeyler değildi. Pek çok alanda olduğu gibi, mitolojiyi de kendi çıkarları için sefil bir şekilde eğip bükenlere ve kötüye kullananlara karşı koyan Francis Bacon, otuz bir klasik GrekoRomen mitini incelediği Antik Bilgelik adlı eserini kaleme aldı, mitlerdeki sembolik dili, kendine özgü üslubuyla yorumladı.
Aristo, "Kaza şeylerin özünü ortaya çıkarır," der. Postmodernizm, bir vazo gibi moderniteyi orta yere attı. Vazo kırıldı, parçalara ayrıldı ve ne olduğu ortaya çıktı. Postmodernizmin yegâne hayrı vazoyu kırmasından ibaret. Ancak postmodernizmin yeni bir vazo yapma düşüncesi yok, her bir parça kendi başına yeter diyor. Postmodernizm şehvetle ve iştahla kışkırtılmış bedenler üzerinden zihinlere ve ruhlara narkoz yüklemektedir. Dünya gezegeninin ortasındaki, çekim gücü yüksek merkez dağılmış durumda, her şey ve herkes uzay boşluğunda sanki. Şimdi ya kaosun belirsiz uzay boşluğunda yuvarlanıp gideceğiz ya da yeni baştan kendimizi toparlayıp paradigma değişikliği yapacağız. Elinizdeki kitap insan, varlık ve hayatın anlamı konusunda kendi kaynaklarımızdan hareketle yeniden düşünme imkânına işaret etmeyi hedeflemektedir. Kitabın iki ana temasından biri "postmodern kaos", diğeri "kıble arayışı". İç içe geçen bölümlerden biri "modern ve postmodern dünyanın dramı"nı, diğeri de "yön ve kıble arayışı"nın zengin imkânlarını anlatmaktadır. Ürettiği eserlerle düşünce dünyamızı uzun zamandır zenginleştiren Ali Bulaç’tan çığır açıcı bir kitap daha. Varlık, insan ve hayat sarmalında Mevlâna’dan Yunus’a İslam ve kalp dengesinin izinin sürüldüğü Postmodern Kaosta Kıble Arayışı insan ruhunun özgürleşimi için gerekli dinamiklerin şifrelerini çözüyor.
Felsefe tarihinde Antik Yunan ve Rönesans felsefeleri arasında bir köprü olan Orta Çağ felsefesi, yaklaşık 1000 yıllık bir zaman sürecini kapsıyor. İlk öncüsü Plotinos olmasına rağmen genellikle St. Augustinus’la başlatılan Orta Çağ felsefesini hem Batı (Hristiyan) dünyasında, hem de Doğu (İslam) dünyasında din etkisiyle gelişen çeşitli düşünce akımları oluşturuyor. Bu dönemin önde gelen isimleri arasında, Batı dünyasından St. Augustinus, Boethius, John Scotus Erigena, St. Anselmus, Petrus Abelardus, St. Boneverture, Thomas Aquinas, Duns Scotus ve Ockhamlı William; Doğu dünyasından Kindi, Farabi, İbn sina, Gazzali, İbn Rüşd, Mevlana ve Yunus Emre yer alıyor. Rönesans felsefesi ise temellerinni XIII. yüzyıldan alıp XVI. yüzyıla kadar devam eden bir süreci kapsıyor. Bir değişim dönemi özelliklerini gösteren, Modern felsefenin de alt yapısını oluşturan Rönesans’ın en önemli düşünürleri Roger Bacon, Machievelle, Martin Luther, Francis Bacon; bilim adamları ise Kopernik, Kepler ve Galilei.
"Öğretmenim olan bu filozofu tanımak bana mutluluk vermiştir. Öyle inanıyorum ki o, gençlik yıllarında da, saçlarına akların en çok doluştuğu yaşlılık yıllarında da, kendisine hep eşlik eden neşeli bir gençlik tazeliğine sahipti. Onun düşünceler inşa eden alnı, gölgesiz bir kişilik saydamlığının ve dostluğun yansıdığı yerdi. Dudaklarından derin düşünceler dolu sözler dökülürdü. Bu sözler latife, şaka hiciv doluydu ve onun öğretici dersleri sonradan daima sohbet konusu olurdu. O Leibniz’i, Wolff’u, Hume’u aynı canlılıkla tartışır ve Kepler, Newton gibi fizikçilerin bulduğu doğa yasalarını ele alırdı. Bunun yanı sıra, o zamanlar yayımlanmış olan Rousseau’nun kitaplarını, ‘Emile’i ve ‘Heloise’ı ele alıp işlerdi. O tüm bunları doğanın keşfi bakımından değerlendirir ve sağlam bir doğa bilgisi ve insanların ahlaksal değeri açısından bunların ne ifade ettiklerine değinirdi. İnsanlık tarihi, uluslar tarihi, doğa tarihi, doğa öğretisi, matematik vedeney, onu sonuçları yaşamına kattığı kaynaklardı. Onun için bilinmeye değmez hiçbir şey yoktu; hiçbir entrika, hiçbir sahtekarlık, hiçbir önyargı, hiçbir kişisel garez; evet bunların hiçbiri, onun için doğruluğun ortaya çıkarılıp aydınlatılması karşısında en küçük bir uyarıcı güce sahip değildi. O daima özgür düşünceyi canlı tutmak ister ve buna çabalardı. Despotizm onun duygu dünyasına yabancı bir şeydir. Büyük bir şükran ve saygı ile andığım bu adamın adı Immanuel Kant’tı"
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.