Jean Valjean çaldığı bir somun ekmek yüzünden beş yıl kürek cezasına çarptırılır. Ancak kaçma girişimleri yüzünden cezası on dokuz yıla çıkar. Hapisten çıktığında insanlara karşı yüreği nefretle doludur. Bu yüzden, iyi yürekli bir piskoposun gümüş sofra takımlarını çalmakta sakınca görmez. Sonrasında Dedektif Javert tarafından yakalanır, fakat piskoposun merhameti sayesinde ceza almaktan kurtulur. Bu olay Valjean için bir dönüm noktasıdır. Zira o, bundan sonraki hayatını dürüst ve yardımsever bir insan olarak yaşamak istemektedir. Bu kitap çaresiz ve dışlanmış bir adamın, karşılaştığı her kötülüğe, haksızlığa ve zorluğa rağmen doğruluk ve iyilik için verdiği mücadeleyi anlatmaktadır.
İki yılda Cumhuriyet pek çok şeye tanıklık etti: XVI. Louis’nin idamı, terör, Ulusal Konvansiyonun kurulması ve Vendeé’deki monarşi yanlısı ayaklanma. Victor Hugo’nun üç kahramanı, soylu ve yaşlı Lanenac, Devrimin romantik vizyonunu özümsemiş yeğeni Gauvain ve Gauvain’in öz babası gibi gördüğü halk adamı Cimourdain bu tarihsel arka planda bir araya geliyor.
93 Devrimi, kendini kanıtlamış,
ününün zirvesinde bir yazarın son romanlarından biridir. İyi ile kötü arasındaki amansız mücadele, ölümsüzlük fikri ve toplumsal endişeler üzerine okuru düşünmeye teşvik eder.
Sefilleri sefaletten kurtaran ölüm,şimdi sevimliydi. “
“O gidiyor. Babası İngiltere’ye götürüyor. Büyük babam da bir âlem. Felakette bir değişiklik yok. Öyleyse...” Ölüm onun için daha kolay geliyordu. Şimdi aklına iki fikir geldi. Birincisi Kozete’ye ölümünden haber vermek, ikincisi de Tenardiye’nin oğlunu tehlikeden kurtarmak. Birden kararını verdi. Cebinden çıkardığı defterden bir yaprak yırttı. Kurşun kalem ile şu satırları yazdı. “Evlenmemize imkân yok. Büyük babama müracaat ettim, reddetti. Başka imkânım yok. Evine koştum, yoktun. Ölmek üzereyim. Seni seviyorum. Kim bilir belki bunu okuduğun zaman bedenimden ayrılan ruhum senin yanında olacak ve sana gülümseyecektir.”
Les Miserables
Bir başucu kitabı. Victor Hugo’nun 27 yaşındayken takma adla yayımladığı bu küçük kitabı Dostoyevski, “eşsiz bir başyapıt” olarak nitelendirmişti. Gerçekten de çağının siyasi ve sosyolojik yapısına sert bir eleştiri niteliği taşıyan Bir İdam Mahkûmunun Son Günü’nde Hugo okura olayları tek bir karakterin zihninde dolaşarak aktarıyor ve bu anlamda modernist bilinçakışı tekniğinin habercilerinden oluyor.
“Özen gösterilen dış görünüş cilalanıyor, dışarıdan bakıldığında herkes kusursuz.Oysa vicdanlarının derinliklerinde lağımlar, çirkef kuyuları var.Bu döneme şu nitelemeyi bahşediyorum: Kirli temizlik.”
On dokuzuncu yüzyılın en büyük eserlerinden biri kabul edilen, sinemaya da uyarlanan, Fransız edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından Victor Hugo tarafından kaleme alınmış Sefiller, yoksulluk içinde yaşayan toplumun en alt tabakasının romanıdır.
“Sefiller bir merhamet kitabıdır, kendisine fazlasıyla sevdalı ve ölümsüz kardeşlik yasasını pek az dert eden bir topluma sersemletici bir hizaya gelme çağrısıdır…”CHARLES BAUDELAIRE
“İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkumdurlar.”
Toplumsal sorunlar ve politikayla yakından ilgilenen, Fransız edebiyatının en ünlü yazarlarından Victor Hugo, bir idam mahkumunun son saatlerini anlattığı bu eşsiz eserinde; son saatlerini geçiren bir idam mahkumunu anlatırken bizi adeta “Öleceğiniz günü bilseydiniz ne yapardınız?” sorusunun ağırlığıyla baş başa bırakıyor.
Paris’te bir idam cezasına tanıklık etmesinin ardından kaleme aldığı eserinde yazar, idam cezasının toplum tarafından eğlence olarak görülmesine keskin bir eleştiri getirirken, bu cezanın gereksizliğine de vurgu yapıyor. “Bir İdam Mahkumunun Son Günü”, on dokuzuncu yüzyıl Fransa’sını siyasi ve toplumsal olarak eleştirirken Victor Hugo’yu da ölümsüzleştiriyor.
Cemil Meriç’in edebiyat veedebiyat dışı alanlardaki çevirileri, onun, “kültürle derinlemesine alışveriş kaygısı”nın, “düşünce mesaisi”nin izlerini taşır. Çevirilerinde Türkçeye olduğu kadar çeviri yaptığı dillere de hâkimiyetini gösteren Meriç, kendine has üslûbuyla bir yandan edebiyat ve düşünce dünyamıza katkıda bulunmaya devam ederken, zaman zaman da çevirdiği eserlerle ve yazarlarıyla ilgili kimi çalışmalarını okurlarla paylaşır. Victor Hugo’nun 1830’da kaleme aldığı ve aynı yıl sahnelenen oyunu Hernani, büyük bir başarı kazanır ve yazarın geniş kitlelerce tanınmasını sağlar. Klasik edebiyat karşısında romantizmi savunan yazarın bu doğrultuda kaleme aldığı ilk eserlerden olan Hernani 1500’lerin başlarında İspanya’da aynı kadına âşık olan bir kral, bir dük ve bir haydudun intikam dolu hikâyesini anlatır.
Jan Valjan, aç ailesini doyurmak için ekmek çaldığından, bir kadırgada kürek çekmeye mahkûm edilmiştir. Kaçma girişiminde bulunduğu için de mahkûmiyet süresi on dokuz seneye çıkarılır ve 1815'te serbest bırakılır. Hapisten çıkınca, mahkûm olduğunu gösteren belge yüzünden herkes ona kötü davranır. Bir piskopos onu evine alır, o ise evin gümüş takımlarını çalarken yakalanır. Piskopos şikayetçi olmaz, üstelik ona iki de gümüş şamdan hediye eder. Onlardan elde edeceği parayı namuslu adam olma yolunda harcamasını ister.Bu son olay, Jan Valjan için bir dönüm noktası olur. Madeleine adıyla iş hayatına atılır, zengin olur ve belediye başkanı seçilir. Fantin adında, düşmüş fakat ruhça temiz bir kadını polis şefi Javert'in elinden kurtarır. Javert, birdenbire ortaya çıkan, kısa sürede zengin olan ve herkesin "Baba" dediği Madeleine'in kim olduğunu merak eden ve araştırmaya başlar..
Çağdaşlarını ve kendisinden sonra gelen birçok edebiyatçıyı derinden etkilemiş olan Victor Hugo, eserlerinde, yaşadığı dönem itibarıyla Fransız toplumunun ihtilal öncesi ve sonrası geçirdiği tüm çalkantıları çarpıcı bir şekilde yansıtmıştır. Notre Dame’ın Kamburu, Fransa’da krallık döneminin karanlık günlerinden kesitler sunan romanıdır. Romanın tamamlanması yaklaşık 6 ay sürmüştür. Okunması gereken, evrenselleşmiş ve dünya klasiklerinin başyapıtlarındandır.
Victor Hugo 1802 yılında doğdu. Babasının subay olması nedeniyle Avrupa’nın birçok kentini gezdi. On beş yaşındayken yarışmaya gönderdiği bir şiiri ile edebiyat ödülü kazandı. Annesinin erken ölmesi ve babasından yardım görememesinden dolayı yalnız yaşamak zorunda kalmıştı. Bu yüzden uzun yıllar yoksullukla savaştı. 1822’de yayınlanan ilk eseri “Od’lar ve "İlk Şiirler” büyük ilgi gördü. Edebiyata karşı olan yeteneği ona para kazandırmaya başladı. “Sefiller” romanı, kürek mahkûmu Jan Valjean ve polis müfettişi Javert arasında sürüp giden bir kovalamacanın hikâyesi üzerine kuruludur. Victor Hugo, 1885 yılında öldü.
“Toplumsal bir lanet, uygarlığın ortasında, üstelik ahlak kuralları ve yasalarla türlü cehennemler yaratıyorsa; insan varlığı kendi emeğiyle çürüyor, açlıktan sürünüyor ve bir gecede ölebiliyorsa; her tarafta dibine kadar bir yok oluş yaşanıyor ve cehalet ile sefalet yeryüzünde hâlâ hüküm sürüyorsa...”
Sefiller hep yazılacak.
Yeryüzündeki en büyük yoksulluk: Açlık!
Yoksul bir köylü olan Jean Valjean, 1815 Fransa’sında bir dilim somun ekmek çaldığı için 19 yıl kürek cezasına çarptırılır. Bir dilim ekmek uğruna bir ömrü tüketmek istemeyen kahramanımız Jean Valjean, kaçış kararı alır. Bu kez hiç hesaba katmadığı bir şey olur: Ezelî düşmanı polis müfettişi Javert her kaçışında Jean Valjean’ı yakalamaya ant içmiştir.
Romantizm akımının sembol eserlerinden olan Sefiller, yasa ve merhametin kıyasıya rekabet içinde olduğu bir hikâye anlatırken, suçluyu ıslah etmek yerine cezalandırmayı ön plana çıkaran anlayışı eleştirir. Fransa'nın başta sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik özellikler olmak üzere birçok özelliğini görmek mümkündür.
"İdam mahkumu” diye haykırdı kalabalık; ve ben askerler tarafından götürülürken, kafam karışmış ve neredeyse baygın halde yürürken, tüm bu insanlar yıkılan büyük binanın gürültüsü gibi ardımdan atıldılar. İçimde bir devrim gerçekleşmişti. İdam cezasının o cümlesine kadar, diğer herkes gibi nefes aldığımı, hareket ettiğimi, var olduğumu hissediyordum. Şimdi ise, benimle onlar arasında bir engel olduğunu açıkça hissetmiştim. Artık hiçbir şey şimdiye kadar olduğu gibi aynı görünmüyordu. O büyük ve aydınlık pencereler, o güzel güneş ışığı, o berrak gökyüzü, bu hoş çiçek; hepsi solgun ve korkunçtu, kefenin soluk beyaz rengindeydi. Yoluma çıkan o erkekler, kadınlar ve çocuklar hayalet gibiydi."
Bu son derece etkileyici romanın mahkum anlatıcısı idamı bekliyor. Suçu yadsınamaz olsa da, yaklaşan ölümün kesinliğiyle mücadele ederken temel insanlığı ortaya çıkıyor.
Victor Hugo'nun bu tutkulu erken dönem çalışması, Sefiller'dekiyle aynı gücü ve evrenselliği taşıyor. Giyotinin barbarlığına şiddetle karşı çıkan Hugo, yargıçların içinde merhamet uyandırmaya çalışmıştır.
Bu hikaye onun inançlarını damıtır ve ölüm cezasıyla ilgili devam eden tartışmalara oldukça önemli bir katkı sunar.
Ünlü Fransız yazar Victor Hugo’nun ölümsüz eserlerinden “Küçük Gavroş” yazarın yaşadığı dönemin siyasal ve toplumsal çalkantılarından da izler taşıyor.Cumhuriyetçi ve Kralcı olarak bölünmeler yaşayan halkın içindeki anlaşmazlıklara yer verirken aynı zamanda bir Cumhuriyet yanlısı yazar olarak “Halkın dostu halktır” idealini bu eserde de benimsemiştir.Aile sevgisinden uzak, kimsenin fark etmediği, toplumsal çarkın kırık dişlilerinden biri olarak kabul edilen küçük sokak çocuğu Gavroş’un dünyasını bir solukta bitireceğiniz eserde dönemin şartlarına da şahit olacaksınız.
Fransız şair, yazar ve aynı zamanda toplum bilimci bir filozof olan Victor Hugo’nun dünya çapında büyük bir başarıya ulaşan Sefiller adlı bu eserinde; eski kürek mahkûmu Jean Valjean karakterinin toplumdan nasıl dışlandığı, eski suçlarının bedelini ödeme mücadelesi, birçok deneyim sonrası kendisinde şekillenen merhamet, şefkat, iyilik ve dürüstlük duyguları anlatılır. Güçlü bir anlatımla kurgulanan diğer karakterler de romana zenginlik katarken, aynı zamanda toplumun da incelemesi yapılmıştır.Jean Valjean’ ın sefil bir adamdan sevgi dolu birine dönüşerek karanlıktan aydınlığa çıkma çabası dokunaklı ve etkileyici bir dille okuyucuya yansıtılmıştır.
İlk kez 1834 yılında La Revue de Paris’de yayımlanan Claude Gueux ilhamını 1832’de cinayetten idam cezasına mahkûm edilen bir insanın gerçek hikâyesinden alır. 19. yüzyılda Paris’te yaşayan otuz altı yaşında dürüst bir işçinin önce cezaevine girmesini, ardından idama mahkûm edilmesini konu alan bu kısa roman Victor Hugo’nun toplumsal adaletsizliği gözler önüne serdiği felsefi bir anlatı olma özelliği taşır. Adaletin kendisi de en az işlenen suç kadar ilkelse sorunu nerede aramak gerekir?
Cezanın gerçek nedenlerini, cezaevi koşullarını, toplumun ikiyüzlülüğünü, derin yoksulluğun sebeplerini, vatandaşlarına yaşama olanağı tanımayan kötü niyetli siyasi sistemi sorgulayan Victor Hugo bu eserde özgürlüğü ve eğitimin önemini savunur; yalnızca idam cezasına değil, yasaların ve toplumun kurtarmak için kılını kıpırdatmadığı insanlar adına bütün bir sisteme savaş açar.
Konusu itibarıyla Bir İdam Mahkûmunun Son Günü’yle benzerlikler taşıyan bu kitapta Claude Gueux üzerinden Sefiller’in kahramanı Jean Valjean’ın da oluşumuna tanıklık ederiz.
#kısaklasikler #fransızklasikleri #ölümcezası #toplumsaladaletsizlik #suç #ceza
Fransız edebiyatının “baba”sı Victor Hugo’nun yazdığı… Dünya edebiyatının en büyük başyapıtlarından biri olan Sefiller, tam metin ve Birsel Uzma’nın yepyeni çevirisiyle olması gereken yerde…
“Oğlak Klasikleri” arasında. İnsanlar hayaller uğruna feda eder kendini ve feda edenler aslında insanlığın kesin olarak katıldığı hayaller için feda etmiştir kendilerini. Ayaklanmacı ayaklanmayı şiirselleştirir, yüceltir. Yapılacak şey konusunda sarhoşluğa kapılınca trajik şeylerin içine atar insanlar kendini. Kimbilir? Başarırlar belki de. Sayıları azdır. Karşılarında koskoca bir ordu vardır. Fakat onlar hakkı, doğa kanununu, herkesin kendi egemenliğine sahip olduğunu, daha azının mümkün olmadığını, adaleti, gerçekliği ve gerekirse üç yüz Ispartalı gibi ölmeyi savunurlar. Don Quijote’yi değil Leondras’ı düşünürler. Bildikleri yolda ilerlerler ve bir kez öfkeye kapıldı mı, bir daha geri adım atmaz, başları önde, görülmemiş bir zafer hayaliyle, devrimin tamamlanmasına, ilerlemenin özgürleşmesine, insan türünün yüceltilmesine, evrensel kurtuluşa ve en kötü halde Thermopylai’ye umutla ilerlerler.
İlerleme adına bu silaha sarılmalar sıklıkla başarısızlıkla sonuçlanır ve nedenini de açıklamış bulunuyoruz. Halk kalabalıkları şövalyelerin sürüklemesine direnir. Ağır kitleler, kalabalıklar, bizzat kendi ağırlıkları nedeniyle kırılgandırlar, maceralardan çekinirler ve idealde de macera vardır. Zaten unutmayalım, çıkarlar açısından çok az ideal ve duygusal dost vardır. Zaman zaman mide yüreği felç eder.
Jan Valjan'ın tüyler ürperten hikâyesi. Yoksulluk sonucu içine düşülen yanlış davranışlar sonunda kürek cezasına mahkûm edilme. Bu mahkûmiyetin Jan Valjan üzerindeki olumsuz etkileri, cezaevinden çıktıktan sonra Jan Valjan'ın Piskopos Miryel ile tanışması ve aralarındaki ilişkiler. Jan Valjan'ın isim değiştirerek yeni bir hayata atılma çabası karşısında önüne çıkan engeller.
"On dokuz yıldır, ilk defa ağlıyordu!.. Gözyaşları, kalbindeki kini ve hiddeti alıp götürüyordu. Senelerce, karanlık bir tersane hayatı yaşamış ve gözleri karanlığa alışmış olan bu zavallı adam, Piskopos'un birdenbire gösterdiği ışıktan rahatsız olmuş; gözleri kamaşmıştı... Şimdi bir yol ayrımında bulunuyordu: Ya insanların en iyisi ya da en fenası olacaktı. Bunun ortasını düşünemiyordu. Ya Piskopos'un üzerinde bir veli ya da kürek mahkûmunun altında bir canavar olacaktı... Bunları kendi iradesi ile düşünüyor değildi. Sanki biri kulağına fısıldıyordu.
Kaç saat ağladı, ağladıktan sonra ne yaptı, nereye gitti, kimse bilmiyordu. Bilinen bir şey varsa, o da aynı gece saat üç sıralarında, posta arabasının sürücüsü, Piskopos'un evinin önünden geçerken, yabancı bir adamın kapının önüne diz çöktüğünü ve dua eder gibi kendinden geçtiğini görmüştü..."
İdam cezasının hem trajik, hem de adaletsiz yanını göstermek isteyen Victor Hugo, bu çok fazla bilinmeyen eserini yazdığında henüz 26 yaşındaydı. Ön sözünde kitabı yazma nedenini şöyle anlatır Hugo: '' Bu kitabın ortaya çıkış nedenini anlayabilmemiz için önümüzde iki seçenek var: Ya gerçekten sefil bir adamın son düşüncelerini yazmış olduğu sararmış; düzensiz bir kağıt tomarı söz konusudur ya da bu adam; bir insana, sanatın yararına doğayı inceleyen bir hayalpereste, bir filozofa, bir şaire rastlanmıştır, kim bilir? Belki de kendisine egemen olan ya da daha doğrusu kendisini teslim ettiği ancak bu kitaba aktararak kurtulabildiği bir düşlemdi onun bu düşüncesi. Okur, bu iki açıklamadan istediğini seçebilir, istediği gibi yorumlayabilir.
“Ne güzel yazılmıştır Notre Dame’ın Kamburu.” –Gustave Flaubert
Notre Dame Katedrali’nin Gotik kulelerinde kilisenin zangocu kambur Quasimodo yaşar. İnsanların tiksintiyle baktığı, hor gördüğü Quasimodo, ona merhamet gösteren iyi kalpli Çingene kız Esmeralda’ya âşık olur. Ancak Esmeralda’nın talibi çoktur ve onu elde edebilmek için her türlü kötülüğe başvurmaktan çekinmezler. Esmeralda’yı bu komplolardan tek kurtarabilecek kişi ise Quasimodo’dur.
Edebiyatın devlerinden Victor Hugo, meşhur eseri Notre Dame’ın Kamburu’nda din, kader, karşılıksız aşk gibi temaları işleyerek ölümsüz bir hikâyeye imza atmıştır. Sayısız tiyatro oyununa ve filme uyarlanan Notre Dame’ın Kamburu, yayımlandığı andan itibaren Fransız edebiyatının önde gelen eserlerinden biri olmuştur.
Paris’in yer altı dünyasında geçen bir dedektif öyküsüne dayanan roman, aynı zamanda Paris halkının yaşamının da bir destanıydı... Direnişçilerin safında yer alan Küçük Gavroş’un serüvenini kolay kolay unutamayacaksınız. Bu romanda bir toplumun çöküş yıllarını yaşarken, o toplumun içindeki diriliş tohumlarının yeşerdiğini de göreceksiniz. Gizem ve esrarengiz hava yaratmakta usta olan Hugo’nun Sefiller’i dünyada en çok dile çevrilen ve hala en fazla okunan romanlar arasındadır.
Devrimlerle kralların ve tanrıların indirildiği tarih sahnesinden, artık celladı da alaşağı etmek adına yazılmış bir kitap. İdam cezasının kaldırılması uğruna bir ağıt.
Hayatının beş yılını darbe ile başa gelen Louis Bonaparte’ye karşı çıktığı için sürgünde geçiren Victor Hugo’nun Sefiller’inin adım adım ayak seslerini duyacağınız bir başkaldırı güncesi, bir başyapıt.
“Hey, size sesleniyorum! Bu sayfalar size yanıldığınızı söyleyecek. Belki bir gün yayımlanırlarsa, aklın çektiği acı üzerine kendi aklınız da birkaç dakikalığına duracak. Çünkü asla şüphe etmediğiniz, üzerinde hiç düşünmediğiniz şeyleri anlatacak burada yazılanlar. Acı çektirmeden can aldığınızı, zafer kazandığınızı sanıyorsunuz, öyle mi? Asıl mesele burada işte! Ruhumun çektiği acının yanında, sizin bedensel acınızın değeri ne? Yasalarınız korku dolu. Hepsi dehşet ve af dileme üzerine kurulu. Ama bir gün gelecek, bir sefilin en son sırları olan bu anılar sizin bütün yasalarınızı silip süpürecek!”
Hayata umutla sarılmayı, mücadele etmeyi, iyilikseverliği; güzel ve iyi fikirler geliştirerek yaşamayı gösteriyor bize Sefiller romanının kahramanları. Sefiller’de okur, kötülükten iyiliğe, adaletsizlikten adalete, sahtelikten gerçeğe, hırstan vicdana, çürümüşlükten hayata, canavarlıktan görev duygusuna, cehennemden cennete uzanan bir yürüyüşe tanık oluyor âdeta.
Victor Hugo (1802-1885) da, bu eşsiz eserinin ön sözünde, “erkeğin yoksulluk yüzünden alçalması, kadının açlık yüzünden düşkünleşmesi, çocuğun cehalet yüzünden yeteneklerini geliştirememesi sorunları çözümlenmedikçe … yeryüzünde cehalet, sefalet bulundukça bu gibi kitaplar faydasız olmayacaktır” diyor.
Eleştirmenlerin tüm zamanların en iyi romanlarından biri olarak nitelendirdikleri Sefiller, pek çok defalar beyaz perdeye ve tiyatroya uyarlanmasının yanı sıra müzikal olarak da sergilenmiş bir klasiktir.
Sefiller, Fransız edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Victor Hugo’nun en çok okunmuş eseridir.Romanda ana konu, dünyada iyilik yapma gücü bulan ama sabıkalı geçmişinden kaçamayan eski mahkûm Jean Valjean’ın hikâyesidir.Merhametin doğasının incelendiği roman ayrıca Fransa tarihi, Paris’in mimarisi, siyaset, ahlak felsefesi, adalet, sevginin türleri gibi konuları özenle ele alır.Eserde 19. yy Fransa’sına pek çok eleştiride bulunulmaktadır.Sefiller, bir nevi toplum aynası görevi görür.Jean Valjean üzerinden ölüm cezasının yanlışlığı gösterilir; Cosette, çocukların işçi olarak çalıştırılmalarını eleştirmek için oluşturulmuş bir karakterdir; Fantine ise kadınların yaşayışını, kötü duruma itilişini insanlara gösteren karakterdir.Sefiller; aralarında bir müzikal ve bir filmin de bulunduğu birçok tiyatro, televizyon ve sinema eserine uyarlanarak büyük popülerite elde etmiştir.Bilgili Yayıncılık olarak bu kıymetli eseri okurlara sunmaktan gurur duyuyoruz.
Victor Hugo, 1829'da yayımlanan Bir İdam Mahkumunun Son Günü'nde infazını bekleyen bir idam mahkumunu edebiyat sahnesine çıkarır. Claude Gueux'nün hikayesiyle, bekleyiş sırasında çektiği fiziki ve manevi acıların tarifiyle okuru toplumsal adalet üzerine düşünmeye, çarpıklıkları görmeye çağırır. Bir İdam Mahkumunun Son Günü, zamanın ötesinde bir bakışla yazılmış, sorgulamalarıyla güncelliğini koruyan bir eser.
“Sakar ve kör bir ceza usulü, her hâlükârda masumları cezalandırır!” Şiirleri ve oyunlarıyla edebiyat dünyasında önemli bir yere sahip olan Victor Hugo, Bir İdam Mahkûmunun Son Günü eserinde çağının önemli politik ve sosyal sorunlarından idam cezasına son derece gerçekçi ve protest bir tutumla yaklaşmaktadır.
“Sakar ve kör bir ceza usulü, her hâlükârda masumları cezalandırır!”
Şiirleri ve oyunlarıyla edebiyat dünyasında önemli bir yere sahip olan Victor Hugo, Bir İdam Mahkûmunun Son Günü eserinde çağının önemli politik ve sosyal sorunlarından idam cezasına son derece gerçekçi ve protest bir tutumla yaklaşmaktadır.
Yazarın, kitabın 1932 baskısına hazırladığı ön sözde yer alan ifadeleri ve bir idam mahkûmunun son gününü kendi gözünden, anbean ve tüm detaylarıyla resmedişi, idam cezasına yöneltilen her türlü aklamayı bir bir çürütmekte, uygulamayı ahlaki ve insani açıdan tartmakta, toplumun ve bireylerin faydası için bu cezanın ortadan kaldırılması gerekliliğini fikirsel ve duygusal açıdan başarılı bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Quasimodo” Paskalya’dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Paris’inde Notre-Dame Kilisesi’nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz bebekler bırakılırdı. Başdiyakoz Frollo, böyle bir günde bulduğu sakat bebeği himayesine alır ve ona Quasimodo adını verir. Onu büyütür ve kilisenin zangocu yapar; ancak çanın sesi altın kalpli Quasimodo’nun giderek sağır olmasına yol açar. Ne var ki, Quasimodo’nun koruyucusu kabul edip büyük sevgi ve bağlılık duyarak büyüdüğü başdiyakoz, karanlık iç dünyasına hapsolmuş, dizginleyemediği nefretinin pençesinde kıvranan biridir.
Victor Hugo, olayları ince ince ördüğü Notre-Dame’ın Kamburu adlı ünlü eserinde, insan hayatında kaderin yerini sorgulamış, kaleme alındığından bu yana birçok sanat eserine, özellikle de filmlere esin kaynağı olan muhteşem bir roman çıkarmıştır ortaya. Notre-Dame’ın Kamburu aynı zamanda Paris kentinin romanıdır. Hugo, şehrin o dönemini tüm ayrıntılarıyla, Fransız dilinin tüm zenginliğini kullanarak aktarmış, Paris’in diğer karakterlerden rol çalmasına yol açmıştır.
Savaşta Almanlar karşısında ağır bir yenilgi alan Fransa, Üçüncü Cumhuriyet’in ilanı ve çok geçmeden patlak veren ünlü Paris Komünü isyanıyla, 1848’den sonra bir kez daha devrimci bir ruhla ayaklanıyor. Paris kuşatma altında, aralıksız süren bombardımanda insanlar kırılırken barikatların ardında, sonu kanlı bitecek bir direniş filizleniyor. Uzun yıllar sürgün yaşadıktan sonra ülkesine dönen Victor Hugo’nun 1871 tarihli günlüğü, en sevdiği oğlunun cenazesini, üstelik Komün’ün kuruluş günü kaldıran bir babanın gözünden, devrimler tarihinin en unutulmaz deneyimlerinden birine tanıklık ediyor.
“Taşlı ve sopalı elli ya da altmışa yakın adam, gece iki saat boyunca, altmış dokuz yaşındaki bir adamı, dört kadını ve iki küçük çocuğu evlerinde kuşattılar. Savunmasızdım. Bir değneğim bile yoktu. Ölümlerin en iğrenci olan cinayeti yakından gördüm. Üç kez saldırdılar. Arada sessizlik oluyordu. O sırada meydanın arkasındaki bülbülün sesini duyuyordum.”
“Victor Hugo Kader’den el alıp bizi edebiyat tarihinde görüp göreceğimiz en mükemmel çirkinin, yani Quasimodo’nun sevdası ile tanıştırır.”
- Murat Özyaşar
Güzel Esmeralda’yı yalnız güzellikleri öven bir şair sevdi. Sonra çapkın gülümsemesiyle Parisli kadınların yüreklerini hoplatan bir asker. Sonra yalnızca tanrısal olanı sevmeye yemin etmiş bir rahip. Ama onu en çok, görkemli Notre Dame’ın kambur zangocu Quasimodo sevdi.
Salonun dibindeki yargıçlar, yakında işi bitireceklerinden olmalı, keyifli keyifli, kurulmuş oturuyorlardı. Camdan yansıyan bir ışınla aydınlanan başyargıcın yüzünde bir rahatlık ve iyilik havası vardı; genç bir savcı yardımcısı dik yakalığı ile oynayarak, lütfedilip arka sıraya oturtulmuş bulunan gül rengi şapkalı bir hanımla sohbet eder gibiydi.
Bir İdam Mahkumunun Son Günü, Victor Hugo'nun (1802-1885) idam cezasının hem trajik ve hem de saçma yanını göstermeyi amaçladığı bir gençlik yapıtıdır. Yapıt bu yönüyle önem taşımakla birlikte birinci tekil şahıs ben ile yazılmış ilk roman olma özelliğiyle yol açıcı bir öncüdür. Roman kahramanının da söylediği, bir tür zihinsel otopsi olan bu romanda, modern edebiyatın ilk iç monoloğudur.
"Bu yapıt Charles Dickens’i ömür boyu etkilemiştir. Dostoyevski kurşuna dizilmek üzere idam mangasının silahlarıyla burun burunayken bu yapıtı anımsamıştır.
Bir İdam Mahkumunun Son Günü bir insanın için için kendi kendiyle konuşması, türünün başyapıtı; Victor Hugo’nun bugün bile en çağdaş eseridir." (Graham Robb)
Victor Hugo, 1829 yılında yayımlanan Bir İdam Mahkûmunun Son Günü’nü yazdığında 26 yaşındaydı. Genç yazar, ölüme mahkûm edilen bir insanın son gününü büyük bir ustalıkla anlatarak kamu vicdanını etkilemeyi ve idam cezasına karşı bir protesto hareketi başlatmayı amaçlamış, başarılı da olmuştur. Bugün dünyanın birçok ülkesinde idam cezası yürürlükten kaldırılmışsa, böylesi bir cezanın hem trajik hem de insanlık dışı yanını daha 19. yüzyılın ilk yarısında gözler önüne seren Hugo’nun bunda hiç de azımsanmayacak bir payı olsa gerek.
Şiirleri, oyunları, Sefiller ve Notre-Dame’ın Kamburu gibi yapıtlarıyla Romantik dönem Fransız edebiyatının en saygın yazarlarından biri olan Victor Hugo’nun bu romanının bir başka önemli özelliği de, bir tür “zihinsel otopsi” niteliği taşımasıdır.
“Quasimodo” Paskalya’dan sonraki ilk pazara verilen addır aslında. XX. yüzyıl Paris’inde Notre-Dame Kilisesi’nin ön avlusundaki kerevete, kimsesiz bebekler bırakılırdı. Başrahip Frollo, böyle bir günde bulduğu sakat bebeği himayesine alır ve ona Quasimodo adını verir. Onu büyütür ve kilisenin zangocu yapar; ancak çanın sesi altın kalpli Quasimodo’nun giderek sağır olmasına yol açar. Ne var ki, Quasimodo’nun koruyucusu kabul edip büyük sevgi ve bağlılık duyarak büyüdüğü başrahip, karanlık iç dünyasına hapsolmuş, dizginleyemediği nefretinin pençesinde kıvranan biridir.
Victor Hugo, olayları ince ince ördüğü Notre-Dame’ın Kamburu adlı ünlü eserinde, insan hayatında kaderin yerini sorgulamış, kaleme alındığından bu yana birçok sanat eserine, özellikle de filmlere esin kaynağı olan muhteşem bir roman çıkarmıştır ortaya.
Notre-Dame’ın Kamburu aynı zamanda Paris kentinin romanıdır. Hugo, şehrin o dönemini tüm ayrıntılarıyla, Fransız dilinin tüm zenginliğini kullanarak aktarmış, Paris’in diğer karakterlerden rol çalmasına yol açmıştır.
Türkiye'den 20 çağdaş fotoğrafçı Can Klasikleri’nin bu özel dizisi için 20 kitabın kapak fotoğrafını özgün yorumlarıyla hazırladı.
Hayatı, çanlar ve Notre-Dame Kilisesi’nden ibaret olan Quasimodo, güzeller güzeli Çingene kızı Esmeralda’ya ilk görüşte büyük bir aşkla vurulur. Ne var ki başrahibin gözü de Esmeralda’dadır. Esmeralda’nın dünyasındaysa Yüzbaşı Phœbus’ten başka kimseye yer yoktur. Artık sevgi ile nefretin, iyilik ile kötülüğün kıyasıya mücadelesidir yaşanan.
Victor Hugo, olayları ince ince ördüğü bu ünlü eserinde, insan hayatında kaderin yerini de sorgulamış, kaleme alındığından bu yana birçok sanat eserine, özellikle de filmlere esin kaynağı olan muhteşem bir roman çıkarmıştır ortaya.
Notre-Dame’ın Kamburu aynı zamanda Paris kentinin romanıdır. Hugo, şehrin o dönemini adım adım, duvar duvar, tarih tarih, o olağanüstü zengin diliyle anlatmış, Paris’in diğer karakterlerden rol çalmasına yol açmıştır.
“La maison qu’il habitait se composait, nous l’avons dit, d’un rez-de-chaussée et d’un seul étage: trois pièces au rez-de-chaussée, trois chambres au premier, au-dessus un grenier. Derrière la maison, un jardin d’un quart d’arpent. Les deux femmes occupaient le premier. L’évêque logeait en bas. La première pièce, qui s’ouvrait sur la rue, lui servait de salle à manger, la deuxième de chambre à coucher, et la troisième d’oratoire. On ne pouvait sortir de cet oratoire sans passer par la chambre à coucher, et sortir de la chambre à coucher sans passer par la salle à manger. Dans l’oratoire, au fond, il y avait une alcôve fermée, avec un lit pour les cas d’hospitalité. M. l’évêque offrait ce lit aux curés de campagne que des affaires ou les besoins de leur paroisse amenaient à Digne.”
Victor Hugo’nun, Bir İdam Mahkûmunun Son Günü, sarsıcı ve sıradışı bir kitap. Hugo’nun yazım stil olarak o dönemde kullanılmayan bir üslupla, yani birinci tekil şahısla kaleme aldığı eser, ölüm ve yaşama, ölmek üzere olan bir suçlunun gözünden bakış.
Güneşin camlardaki oynaşmasını keyifle izlerken öleceği gerçeğiyle yüzleşmeye çalışan genç adamın sancıları, düşünceleri ve cezalandırma yöntemlerine ilişkin görüşleri insanı şaşırtıyor. Giyotinle idama mahkûm olan genç adamın günlüğü bizi şaşırtıcı bir yolculuğa çıkarıyor.
Victor Marie Hugo Romantik akıma bağlı Fransız şair, romancı ve oyun yazarı, En büyük ve ünlü Fransız yazarlardan biri kabul edilir. Hugo´nun Fransa´daki edebi ünü ilk olarak şiirlerinden sonra da romanlarından ve tiyatro oyunlarından gelir.
Victor Hugo, Fransız edebiyatının en çok ürün veren yazarıdır. 1830´lu yıllarda ´´Romantizmin en güçlü beyni´´olarak anılmaya başlandı.Popüler Fransız edebiyatının babası ve Fransa´nın ulusal şairi oldu. ancak sonraki yıllarda daha çok düzyazıları ve özellikle romanlarıyla akıllarda kaldı.
15 yaşındayken bir şiiriyle akademi Ödülü´nü kazandı. 17 yaşında ise Toulouse Edebiyat Akademisi´nin en büyük ödülü olan Altın Zambak´ı aldı.
Hugo´nun ilk romanı ´´Notre Dame´ın Kamnuru´´dur. Bu eserde çirkin olduğu kadar ince hassas, duygusal bir insan olan Kuasimodo´nun Esmeralda´ya olan aşkı anlatılmıştır.
Victor Marie Hugo 26 Şubat 1802 Besançon - 22 Mayıs 1885 Paris) Romantik akıma bağlı Fransız şair, romancı ve oyun yazarı. En büyük ve ünlü Fransız yazarlardan biri kabul edilir. Hugo´nun Fransa´daki edebi ünü ilk olarak şiirlerinden sonra da romanlarından ve tiyatro oyunlarından gelir. Pek çok şiirinin içinde özellikle Les Contemplations ve La Légende des siècles büyük saygı görür. Fransa dışında en çok Sefiller ve Notre Dame´ın Kamburu romanlarıyla tanınır.
Gençliğinde şiddetli bir kral yanlısı olsa da, görüşü yıllar içinde değişti ve tutkulu bir cumhuriyet destekçisi oldu. Eserleri zamanının politik ve sosyal sorunlarına ve de sanatsal akımlarına değinir. Hugo´nun cenazesi 1885´te Panthéon´da gömüldü.
Hugo ölmeden önce arkasında son sözleri olarak yayınlanacak beş cümle bıraktı;
« Je donne cinquante mille francs aux pauvres. Je veux être enterré dans leur corbillard.
Je refuse l´oraison de toutes les Eglises. Je demande une prière à toutes les âmes. Je crois en Dieu. »
("Fakirlere 50.000 frank bırakıyorum. Mezarlığa onlara mahsus cenaze aracı ile nakledilmek istiyorum. Hiçbir kilisenin benim için ayin yapmasını istemiyorum. Bütün ruhlardan benim için dua etmelerini rica ediyorum. Tanrı´ya inanıyorum.")
Ateşli bir yurtsever olan Victor Hugo'nun yirmi yıllık sürgünü sırasında yazdığı ve Fransız edebiyatının en önemli romanlarından biri olarak kabul edilen Sefiller, kürek mahkumu Jan Valjean ve polis müfettişi Javert arasında sürüp giden bir kovalamacanın hikayesi üzerine kuruludur.
Yoksul bir köylü olan Jan Valjean, ailesini doyurmak amacıyla çaldığı bir somun ekmek yüzünden kürek cezasına çarptırılmış, defalarca kaçma teşebbüsünde bulunmuştur. Başarılı olduğu bir kaçışın ardından kurduğu yeni hayatında, Valjean’ın gizlediği geçmişten şüphelenen detektif Javert'in konuya dahil olmasıyla yeniden kürek mahkumu olan Valjean birkaç yıl sonra hapisten kaçtıktan sonra teslim olmadan önce sakladığı -namusuyla kazanılmış- paralarını alır, eski bir fahişe olan Fantiana’nın kızı Cosette’i bulur ve bir manastırda bahçıvan olarak çalışmaya başlar
“Ölümün ruhumuza ne yaptığını bilen var mı?”
Dünya edebiyatının ölümsüz yazarlarından Victor Hugo’nun 1829 yılında kaleme aldığı Bir İdam Mahkûmunun Son Günü yazarın Paris’teki ünlü Grève Meydanı’nda gerçekleştirilen idama tanıklık etmesiyle ortaya çıkıyor. Eser, günümüzde açık ve yalın diliyle 19. yüzyılı toplumsal ve tarihsel bakımdan anlatmasıyla bir kaynak olarak değerlendiriliyor. Yazarın yirmi yedi yaşında takma isimle yazdığı eserin, birinci tekil kişi ben ile yazılan romanın ilk örneği olmakla beraber dönemin siyasi yapısına bir eleştiri taşımasıyla da önemi büyüktür. Romantizmin güçlü temsilcisi Victor Hugo, ölüm korkusu ve merhamet duygularını okuyucuya sarsıcı ve etkileyici bir şekilde anlatmaktadır.
Sefiller
En çok okunan klasikler, özenli çevirilerle ve alanında uzman akademisyenlerin editörlüğünde okuyucuyla buluşuyor.
Ailesini doyurabilmek için ekmek çalan ve bu yüzden kürek mahkûmu olan Jan Valjean, on dokuz yılın ardından serbest bırakıldığında bütün kapıların ona kapandığını görür. Bir piskoposun merhameti ile ikinci bir şans elde eden Valjean yeni kimliğiyle toplumda saygın bir yer edinir ama geçmişi peşini bırakmaz. Kendisine emanet edilen ve kızı gibi gördüğü Cosette’le birlikte Paris’in çalkantılı zamanlarında sakin bir hayat sürmeye çalışırken, attığı her adımı gölge gibi takip eden kanun adamı Javert’in onun için başka planları vardır.Hayata umutla sarılmanın, mücadelenin ve yasaların çürümüşlüğünün gerçek olaylardan esinlenilerek yansıtıldığı Sefiller, adaletsizliğe karşı bir duruşun temsilcisi olmuştur. Victor Hugo’nun sürgün yıllarında yazdığı ve insan ruhunun çarpıcı bir portresinin çizildiği bu eseri, Süleyman Doğru’nun özenli çevirisiyle sunuyoruz.
Notre Dame Kilisesi’ nin Kambur zangocu Quasimodo, güzel çingene kızı Esmeralda’ ya aşık olmuştur. Ne var ki velinimeti başrahip Claude Frollo da bu kıza karşı ilgisiz değildir. Esmeralda ‘ nın aşık olduğu yüzbaşı Phoebus da bu üçgene eklenince, ‘’Sevmek sahip olmak mıdır yoksa fedakarlık mı?’’ sorusunu akla getiren üç farklı insan üç farklı aşk gözler önüne serilir.
Victor Hugo 15. Yüzyıl Paris’ine dair pek çok tasvire yer verdiği Notr Dame’ ın Kamburu yazıldığı günden bu yana birçok sanat eserine2 özellikle de filmlere ilham vermiştir.
Buket Yılmaz’ ın Fransızca aslından çevirisiyle…
"Bana Sefiller kitabının tüm halklar için yazılmış olduğunu söylerken haklısınız, sosyal sorunlar sınırları aşıyor. İnsan soyunun yaraları, yeryüzünü kaplayan o geniş yaralar, haritalardaki o mavi ya da kırmızı çizgilerde durmuyor. İnsanoğlunun bilgisizlik ve umutsuzluk içinde bulunduğu, çocuğun kendisini eğitecek bir kitap ve ısıtacak bir ocak bulamadığı için acı çektiği her yerde Sefiller kapıyı çalar ve şöyle der; 'Sizin için geliyorum! Açın kapıyı banal' Uygarlığım içinde yaşadığımız şu alabildiğine karanlık saatinde, sefilin adi 'insandır, Ö insan, bütün İklimlerde can çekişiyor ve bütün dillerde inliyor
Victor Hugo'nun adaletsizlik, kahramanlık ve aşk hikâyesi, eskide kalmış suçlu geçmişinden kurtulmaya niyetli bir kaçak mahkûm olan Jean Valjean'ın kaderini izler. Ancak toplumun saygın bir üyesi olmak için verdiği çaba tehdit altındadır. Sahte bir kimlik aldığı için, kendi yerine bir başkası tutuklandığında ne vicdanı buna el verir ne de köpekli polis Javert'in bitmek bilmeyen araştırmaları. Fakirlik yüzünden hayat kadınlığı yapan Fantine'in bebeğini korumaya yemin ettiği için Valjean'ın özgür kalması gerekir ve bu nedenle Javert'in işi hiç de kolay değildir.Mösyö Goriot, Madam Vaquer'in pansiyonundaki kiracılardan biridir. İlk başlarda zenginliği saygı uyandırıyorken, elindeki imkânlar zayıfladıkça etrafındakiler yanından bir bir uzaklaşmaya başlar. Kısa zamanda elinde kalan tek şey ziyaretçisi olan iki güzel ve gizemli genç kızdır. Goriot, bu kızların kendi kızları olduğunu iddia eder ancak aralarından asıl suçlu Vautrin'in de bulunduğu diğer kiracılar böyle düşünmezler. Yoksul ancak hırslı hukuk öğrencisi Eugene Rastignac gerçeği öğrendiğinde bunu kendi lehine çevirmeye karar verir.
Az önce bir yargıç, bir adliye yüksek memuru ya da onun gibi biri geldi. İki elimi birleştirip dizlerimin üzerinde sürünerek affedilmemi istedim. "Tüm diyeceğin bu muydu?" der gibi uğursuz bir ifadeyle bakıp bana gülümsedi.
"Affedin beni! Affedin beni!" diye yineledim. "Ya da hiç değilse bir beş dakika daha verin." Kim bilir? Belki verirler. Benim yaşımda bu şekilde ölmek çok korkunç. Son anda cezanın ertelenmesi olaylarının yaşandığını herkes bilir. Ben affedilmeyeceğim de kim affedilecek?
Lanet olası cellat! Yargıca yaklaşıp idamın belirlenen saatte yapılması gerektiğini ve zamanın geldiğini söyledi; sorumlu oydu, üstelik yağmur yağıyordu ve giyotinin paslanma riski vardı. Ah, Allah aşkına, cezamın ertelenmesi için bir kaç dakika daha bekleyin yoksa direneceğim ve ısıracağım!
Yargıç ve cellat gitti. Yalnızım. Yanımda iki gardiyanla tek başınayım. Sırtlanlar gibi uluyan korkunç insanlar. Onlardan kaçamayacağımı kim bilebilir? Kurtarılamayacağımı? Affedilemeyeceğimi? Cezamn ertelenmemesi imkansız.
Ah, siz kötü kalpli zavallılar! Merdivenleri çıkıyorlar!
Saat dört!
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.