Yıllardır devam eden bir tartışma olan; fotoğrafın sanat olup olmadığı konusunu bir yana bırakırsak, fotoğraf aslında bir teknolojik buluştur. Aygıt olarak adlandırabileceğimiz bir makinenin içerisinde gerçekleşen bir büyü gibidir fotoğraf. Yani temelde teknolojiye dayanır. Ve bu teknoloji, her gün karşımıza yeni öğeler eklenmiş dijital fotoğraf makineleri sunmakta... Doğal olarak bu teknoloji karşısında geri kalmamak için, her çıkan yeni ürünle bilgilerimizi tazelememiz gerekiyor. 100 Soruda Dijital Fotoğraf, bu yoldan hareket ederek bu yeni teknolojinin kritik noktaları ile ilgili sorularınızı yanıtlarken, temel çekim teknikleri ile ilgili en çok sorulan soruların cevaplarını da sizlerle paylaşıyor.
100.000’in üzerinde madde ve ara madde Arapça kökenli madde ve ara maddelerde Kuran ve Hadislerden; Farsça kökenli madde ve ara maddelerde başta Ömer Hayyam ve Şirazlı Hafız olmak üzere Fars Edebiyatından örnekler; Türkçe okunuşları, çevirileri ve orijinal halleri Güç anlaşılır örneklerin günümüz Türkçesiyle, sadeleştirilmiş halleri - Eskilerin "elsine-i selâse" dediği üç temel kültür dilinde, yani Türkçe, Farsça ve Arapçada karşılaştırmalı örnekler Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış eserlerden, Divan, Halk ve Tekke Edebiyatı şairlerinden, tarihi metinlerden, sosyal bilimler ve fen bilimlerinin çeşitli alanlarında yazılan metinlerden örneklerle Türkçenin altı yüz yıllık seyri Arapça harfli Türkçe metinler üzerinde çalışanların okuma sorununu en aza indirecek kapsamlı dizin Osmanlı Türkçesi metinlerini doğru okuyup anlayabilmek için Farsça dilbilgisi bölümü Madde başı olan kelimelerin etimolojik yapıları; bozulup şekil değiştirmiş kelimelerin orijinal halleri Ara maddelerde kelimelerin tamlamalı halleri
Bebeklik dönemini hesaba katmazsak insan hayatındaki en hızlı ve belki de en önemli değişimlerin yaşandığı dönem olan “ergenlik”, diğer deyişlerle “buluğ çağı”, “genç kızlık/delikanlılık” hakkında tarih boyunca çok söz söylendi, çok şey yazılıp çizildi. Günümüzde ergenlik çağı halen ilgi çekmeye, merak konusu olmaya devam ediyor.
Ne çocuk ne de erişkin ama hem çocuk hem de erişkin olan, büyük bir hızla başkalaşım geçiren ergen somuttan soyuta, bireyselden evrensele, teklikten çoğulluğa yönelmektedir. Yeni tanıştığı kavram ve duyguların da etkisiyle, toplumun en dinamik unsurlarından biridir artık. Değişime açık ama bir o kadar da duyarlıdır. Özgür, girişimci ve bir o kadar da bağımlı ve korkaktır.
Bu kitap, insanı insan yapan değerlerin kazanıldığı, kim olduğumuzun ve nereye gittiğimizin sorgulandığı, toplumun bu en dinamik yaş grubunu daha iyi anlamaya doğru, anne-babalar için modern tıp yöntemleriyle elde edilen bilgi ve deneyimleri sunan bir rehber.
Ergenlikte;
* Hormonal Değişimler * Kimlik Gelişimi* Özgüven Oluşumu* Duygusal Gelişim* Cinsellik
Ergenlikte Sık Yaşanan Sorunlar;* Dikkat ve Öğrenme Sorunları * Depresyon ve Kaygı Belirtileri* Sosyal Fobi* Madde Kullanımı* Riskli Davranışlar
Ergen Ruh Sağlığıyla İlgili Sık Sorulan Sorular
* Ergenlik çağındaki çocuğuma nasıl yaklaşmalıyım?* Ergenle yaşanan çatışmalar nasıl çözümlenir?* Arkadaş ilişkileri ergeni nasıl etkiler?* Çocuğumun sorumluluğunu üstlenmesini nasıl sağlarım?* Üniversite sınavı ruh sağlığını nasıl etkiliyor?
İbrani isminin veya İbranilerin bir kolunun adının İsrailli olarak değişmesi Yakup’un Tanrısal bir yaratıkla güreşmesinin anısınadır. Bundan sonra İbrani adı sadece dilin ve yazının ismini tanımlamakta ve ayrıca Musa öncesi dönemin karakterine atıfta bulunmaktadır. 19. yüzyıldan itibaren İbrani kelimesi, Musevi ya da Yahudi gibi din çağrışımlı değil, etnik çağrışımlı bir isim olarak kullanılmaya başlanmıştır. İlk baskısı 1964 yılında gerçekleştirilen İbrani Mitleri, İbrani söylencelerini çeşitli kaynaklardaki halleriyle bir bir önümüze sererken aynı zamanda onları Ege, Miken ve Mezopotamya mitleriyle ilişkilendirip çeşitli temaların farklı toplumlardaki geçişkenliğini ve deyim yerindeyse evrenselliğini vurguluyor. Anlatımsallığın ön plana çıktığı İbrani Mitleri, Tekvin, Midraşlar, Talmud kitapları aracılığıyla destekleniyor. Daha önce "Yunan Mitleri" adlı çalışmasını da yayımladığımız, söylence ve din ilişkileri üzerine uzmanlık derecesinde çalışmalar yapan Robert Graves, bu kitabı Yahudi kültürü üzerine benzer çalışmalar yapan Raphael Patai ile birlikte hazırlamış. İbrani Mitleri, her bir mitin kökenine inerek Antik Yunan’daki benzer mitlere yaptığı göndermelerle hem bir karşılaştırmalı dinler tarihi hem de karşılaştırmalı mitler dizgesi sunuyor.
Büyük Alman şairi ve düşünürü Johann Wolfgang Von Goethe, “Üç bin yılın hesabını göremeyen karanlıkta yolunu bulamaz; günü gününe yaşar ancak” derken, sadece bireylerin değil, toplum ya da kültürlerin de felsefe tarihine duydukları ihtiyacı anlatmak istiyordu.
Modern dünyanın karmakarışık ve her yönüyle bunaltıcı koşulları içinde insan, hayatını doğru yönetebilmek ve ona anlam katıp değer yükleyebilmek için felsefeye, büyük felsefi soruları yanıtlamaya ihtiyaç duyar. Felsefe yapmayı öğrenebilmek içinse felsefe tarihine ihtiyaç duyulur. Bunun da en önemli nedeni, büyük filozofların iki bin beş yüz yıldan beri ele aldığı konu ve soruları, hâlâ onların bize sağladığı ipuçları veya argümanlar üzerinden sorguluyor olmamızdır.“Adaletin, mutluluğun, aşkın ne olduğu”, “kimin, nasıl yönetmesi gerektiği”, “siyasal bir sistemin hangi temel etik ve politik ilkeler üzerine inşa edileceği”, “gerçekten var olanın ne olduğu”, “bizim başkalarına karşı ne tür yükümlülüklerimizin bulunduğu” gibi soruları soranlar ilk bizler değiliz. Bu sorular, Sokrates, Platon ve Aristoteles tarafından da sorulmuş ve felsefe tarihi boyunca daha pek çok filozofun ilgi odağında yer almıştır.
İşte bundan dolayıdır ki felsefe ve felsefe tarihi, entelektüel dünyamızı zenginleştirecek, yolumuzu bulmada bize yardımcı olacak fikirlerle ve çıkartabileceğimiz derslerle doludur. Çağdaş İspanyol düşünürü George Santayana “Geçmişi hatırlayamayanlar onu tekrarlamaya mecburdurlar” sözüyle tam da bunu kastediyordu.
Ahmet Cevizci’nin Felsefe Tarihi, Antik Yunan’dan Hıristiyan ve İslam felsefesine, modernizmden postmodernizme kadar, işte bu iki bin beş yüz yıllık düşünce tarihini ayrıntılı, sistemli ve anlaşılır bir biçimde sunuyor.
“Sosyoloji, insanın yaşamıyla ilgilenen geniş kapsamlı bir alandır. İnsanlar başkalarıyla toplumsal bağları olmadan, çocuk olarak gelişemez ya da yetişkin olarak varlıklarını sürdüremezler. Bu nedenle tüm insanlar bir topluma aittir ve toplum insanın var olabilmesinin en belirgin koşuludur.”
Anthony Giddens
Çağdaş sosyolojinin en önemli isimlerinden Anthony Giddens tarafından hazırlanan bu kitap, sosyolojiye giriş niteliği de taşıyan kapsamlı ve ilgi çekici metinlerden oluşuyor. Toplumsal alanda karşılaştığımız pek çok olguyu, global trendlerin toplumsal yaşamımıza etkilerini sosyolojinin kendine özgü bakış açısıyla irdeliyor. Yirmi bir temel başlıktan oluşan Sosyoloji: Başlangıç Okumaları, çağdaş sosyolojik düşünce üzerine bilgi edinmek isteyen herkes için temel bir kaynak niteliğinde.
• Sosyoloji Nedir?• Kültür ve Toplum• Değişen Dünya• Toplumsal Etkileşim ve Günlük Yaşam• Toplumsal Cinsiyet ve Cinsellik• Beden Sosyolojisi: Sağlık, Hastalık ve Yaşlanma• Aile• Suç ve Sapkınlık• Irk, Etnisite ve Göç• Sınıf, Tabakalaşma ve Eşitsizlik• Yoksulluk, Refah ve Toplumsal Dışlanma• Modern Örgütler• Çalışma ve Ekonomik Yaşam• Hükümet ve Siyaset• Kitle İletişimi ve Haberleşme Yöntemleri
Felsefe ve Din: Bu ikisinin bir diğeri karşısındaki konumu nedir? Her ikisi de hakikat arayışı içinde insana yardımcı olma iddiasında olduğuna göre nasıl oluyor da biri diğerini ortadan kaldırmaya çalışıyor ya da beriki öbürünü susturmaya kalkışıyor?
Kalabalıkları felsefi olarak aydınlatmak mümkün müdür? Mecaz ihtiyacı böyle bir aydınlatma imkânsızlığından mı kaynaklanmaktadır? O halde aradaki fark, birinin saf hakikat, diğerinin o hakikatin mecaza büründürülmüş ifadesi olmasından mı ibarettir? Eğer böyle ise avamın dilinde mecazın hakikate "inkılâp etmesi" ne anlama gelir? Bu durumda dinin her türlü hukuk ve düzenin vazgeçilmez temeli olma iddiası ne ölçüde savunulabilir?
Schopenhauer Kitaplığı’nın bu yedinci kitabı Din Üzerine’de daha önceki kitaplardan sözünü sakınmazlığıyla tanıdığınız filozofun, içinde bulunduğumuz şartlar açısından da ilgisiz olduğu söylenemeyecek bu soruları yine aynı doğrudanlık ve sakınmazlıkla cevapladığını görecek ve yoğun bir düşünce metni olmakla birlikte bunu da yine bir solukta okuyacaksınız.
Rönesans ruhu içinde prenslere tavsiyeler şeklinde regimine principum adı verilen birçok kitap yayımlanmıştır; ancak belki de hiçbiri Machiavelli’nin Prens’i kadar sarsıcı etki yaratmamıştır. Hemen her dönem kitap üzerine yoğun tartışmalar yaşanmış, Machiavelli’nin Prens’te tarif ettiği ahlaki kayıtsızlık, hiç hak etmediği halde kötü bir etiket gibi üzerine yapışarak günümüze kadar gelmiştir. Machiavelli’nin, kimi zaman tiranlığın destekçisi olduğu yönündeki düşüncelerin hedefi olması da düşündürücüdür.
Machiavelli’nin Prens’i yoğunlaşmış bir cumhuriyet idesidir; bir ayağı doğada, diğer ayağı toplumda duran devletin kendisidir. Halkının özgürlüğüne bağlı olduğu oranda özgürdür; ama halka borcu olmadığı halde ortak iyiyi amaçlaması onun erdeminden kaynaklanır. Prens, bir tiran değildir; sahip olduğu Virtù ona iktidarın yolunu açar, düzenlediği yasalarla ülkesinin özgürlüğünü sağlar; bu sayede kazandığı ihtişam, halkının ihtişamı olur. O, ya bir ülkenin ilk kurucusu olarak doğru yasalarla özgürlüğün kalıcı temellerini atan kurtarıcıdır ya da çöküntü içindeki toplumun karmaşık siyasal ilişkileri içinden kendi iktidar yolunu açan reformcudur.
Her iki durumda da elindeki temel güç, Talih’i baştan çıkaracak olan Virtù’sudur.
Çevirisi, Allan Gilbert’in İngilizce metni üzerinden yapılan ve Gilbert’in dipnotlarıyla zenginleşen Prens, kitabı tamamlayıcı nitelikteki “Piyade İçin Bir Gereklilik” ve “Bir Pastoral: İdeal Hükümdar” metinlerini de içermektedir.
2009 Yılı, Birleşmiş Milletler, UNESCO ve Uluslararası Astronomi Birliği (IAU) tarafından "Dünya Astronomi Yılı" olarak ilan edildi. Modern Fiziğin kurucularından ve Bilimsel Devrim’in önde gelen isimlerinden birisi olan Galileo, 400 Yıl önce geliştirdiği teleskopla ilk kez yıldızlara baktı. Geleneksel, sorgulanmaya kapalı, katı ve bilimsel gerçeklere aykırı bir dönemi kapatarak, bilimin kapılarını modern bir dünyaya açarken görünenlerin aslında farklı olabileceğini de insanlığa gösteriyordu. Bütün bilimsel gelişmelerde olduğu gibi Galileo da şaşırttı, alışılmış olanı bozdu ve yaşadığı dönemin inanç kaleleri tarafından varlığı tehdit edildi. Galileo: "Dünyayı Döndüren Adam" kitabı, düşüncelerinden dolayı sıkıntı çekmesine karşın, doğrunun ve gerçeğin peşinden ayrılmamayı bir değer kabul etmiş olan Galileo’nun, yaşamını ve bilimsel mücadelesini ortaya koymakta ve düşünürün önemli eserlerinden örnekler vermektedir.
İnsanı kuşatan anlamlar evreninde iletişim amacıyla kullanılan doğal dillerin yanı sıra davranışlar, toplumsal törenler, mitler, tiyatro, sinema, resim, müzik, edebiyat, moda, mimarlık, reklamcılık anlamlı birimler diye tanımlayabileceğimiz "gösterge"lerden oluşan sistemlerin bazıları. Göstergebilimin (semiyotik ya da semiyoloji) amacı da bu anlamlı bütünleri kavrayabilecek bir çözümleme ve yorumlama modeli sunmak. Mehmet Rifat’ın kaleme aldığı Göstergebilimin Abc’si, söz konusu bilim dalının işlevini, tarihçesini, çağdaş kuramlarını, bu kuramlara bağlı temel kavramları, ilkeleri, yayınları ayrıntılı biçimde vermekte, göstergebilimin hem edebiyata hem de çeviri olgusuna bakışını yorumlamakta ve ayrıca göstergebilimsel çözümleme modelinin bir anlatıya (masal metnine) nasıl uygulanacağını sergilemekte. Göstergebilimin Abc’si, "gösterge yorumcuları"nın yanlarında taşıyabilecekleri bir yol gösterici.
Theodor Reik’in sevilen eseri "Aşk ve Şehvet Üzerine"de çiftlerin aşk hayatı, cinsellik, evlilik, anne babalık ve erkeklik ile kadınlığın gizli doğası tartışılıyor. Özgün dilinde tek cilt olarak yayımlanan bu değerli eseri iki cilt halinde yayımlamayı uygun bulduk. Romantik ve Cinsel Duyguların Psikanalizi adlı birinci kitapta, Reik’in Freud’la hesaplaşmasına tanık oluyoruz. Aşk ve şehvet, temel dürtüler ekseninde masaya yatırılıyor; mazoşizmin sosyal, dinsel, kültürel yönleri anlatılıyor. Cinslerin Duygusal Farklılıkları adlı ikinci kitapta ise bekârlık, erkeğin evlilikten kaçması, kadın ve erkeğin evlilik bağını kabul etmekteki korkuları ile cinslerin duygusal farklılıkları ele alınıyor.
Biz bir bilim uygarlığıyız, diyor Jacob Bronowski. Bu demektir ki, bizim uygarlığımızda bilgi ve bilginin doğruluğu asıldır. Bilim toplumunda, işleri uzmanlar yürütür. Ama doğanın nasıl işlediğini, örneğin ampulün nasıl yandığını, insanın nasıl evrildiğini uzman olmayan insanların da bilmesi gerekir. Bronowski’ye göre, uzman olmayan insanlara doğanın nasıl işlediği öğretilmezse halkla iktidar arasındaki uzaklık büyür ve Babil’i, Mısır’ı, Roma’yı yıkan da bu uzaklıktır. Yazar, diferansiyel hesap ya da canlıların evrimi gibi keşifler okul kitaplarında yerini almazsa, insanın yükselişi durur diyor ve ekliyor: Yarının okul kitaplarında sıradan sayılacak şey bugünün serüvenidir ve biz böyle olsun diye uğraşıyoruz.
Jean-Jacques Rousseau bir özgürlük filozofudur. Bu bağlamda sivil toplumun çelişkilerini sorgulamış ve bu sorgulamayı gerçekleştirirken de "insan-yurttaş, doğa-toplum, kır-kent ilişkilerini" öne çıkarmıştır. Onun felsefesinde insan doğuştan iyidir ama toplum tarafından asıl doğasından uzaklaştırılmış ve doğal özgürlüğünü yitirmiş bir konumdadır. Rousseau’nun ereği, toplumda dolayımsız birliğin yeniden kurulması amacıyla bireylere gerçek bir toplum sözleşmesi sunarak sivil özgürlüğün sağlanmasıdır. "18. yüzyılın sonunda Rousseau’nun düşüncelerinden etkilenmemiş insan kalmamıştır. Bu denli büyük bir etki yaratabilmek için, en derin anlamıyla kuşağının temsilcisi ve sözcüsü olmak gerekmektedir. Rousseau sıradan insanlardan biridir ve onlar arasından ilk konuşandır; halk için konuşurken kendisi için konuşmuştur." O, 18. yy’da "cumhuriyetçi" istemleri köktenci bir biçimde dile getiren ilk düşünürdür ve bu bağlamda reformist nitelikli diğer Aydınlanma düşünürlerinden ayrılır. Goethe’nin dediği gibi, "Voltaire nasıl bir dünyanın sonuysa, Rousseau da bir dünyanın başlangıcıdır." Pedagoji üzerine düşünceler ancak bir psikolojiye ya da daha doğrusu bir teolojiyle belirtir bir biçimde doğrulanan bir antropolojiye dayanırlarsa anlam kazanırlar. "insan doğasının romanı" olarak adlandırılan ve mutluluğun yollarının arandığı Emile’in sırrı budur. J.-J. Rousseau, "insanın ilksel iyiliği üzerine bir çalışma" olarak tanımladığı bu yapıtıyla, pedagoji, dinsel duyarlılık tarihi (Savoie’lı Rahibin inanç Açıklaması) ve doğal çevre bilinci konusunda bir çığır açmıştır.
Felsefe nedir? İnsandaki "bilme arzusu"nun felsefeye bir katkısı olmuş mudur? Varlık mı özden önce gelir, öz mü varlıktan? Felsefe metafiziğe karşı mı yoksa metafiziğin yanında mı? "Ben"in evrendeki yeri ne? Prof. Dr. Önay Sözer, Felsefenin Abc’sinde bu ve benzeri soruların yanıtlarını vermekle kalmıyor, aynı zamanda "felsefe" denince okuru ürküten anlatımdan uzak, yalın bir dil ve üslup kullanarak felsefeyi üniversite sınırlarının dışına çıkarıyor. Sözer, bir yandan felsefenin abc’sini ele alırken bir yandan da okurun içindeki filozofu uyandırıyor.
Ortak bir amacı gerçekleştirme isteği doğrultusunda fiziksel ve insansal kaynakların bir araya getirilmesiyle kurulan örgütler belli çevresel koşullar çerçevesinde yaşamlarını sürdürürler ve kendilerini ifade edebilmek, gerçekleştirdikleri faaliyetlere destek bulabilmek, ürettikleri mal, hizmet ya da fikirleri topluma etkili bir şekilde sunabilmek için sürekli olarak çevreleriyle ve hedef kitleleriyle kuracakları etkili iletişimin yollarını ararlar. Bu bağlamda, pazarlama disiplininin pazarlama iletişiminin karması içinde yer alan bir alt alanı olarak reklam, yaşlanan toplumsal değişimler, teknolojik devrimler ve bunların doğrultusunda ulaştığı hedef kitlenin yaşamında meydana gelen farklılaşmalar çerçevesinde sürekli bir değişim gösterir. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Müge Elden öğrencilere ve konunun uygulamacılarına yönelik Reklam ve Reklamcılık adlı çalışmasında, temel reklamcılık bilgilerini, reklamın tarihsel gelişimini, reklam ortamlarını, reklam kampanyalarının biçimlendirilmesini, reklamın demografik, psikolojik ve sosyo-kültürel özelliklerini, uluslararası ve global reklamcılık ile medya ajanslarını ve bunlarla ilgili denetim mekanizmalarını kapsamlı bir biçimde inceliyor.
Bir İnsanın daha hayata adım atar atmaz kendisini içinde bulduğu maskeli balodan haberdar edilmesi çok önemlidir. Aksi halde karşılaştığında anlayamayacağı ve tahammül edemeyeceği, hatta şaşkınlıktan donup kalacağı birçok şey vardır; ve aslında uzun ömürlü olanlar onlar olacaktır. Alçaklığın gördüğü himaye, erdemin çektiği aldırmazlık, hakikate ve büyük yeteneklere tahammülsüzlük hatta garezkârlık, bilim adamlarının kendi sahasındaki cehaleti, halis mamullerin neredeyse her zaman aşağılanması ve sadece sahtelerinin baş tacı edilmesi böyle bir şeydir sözgelimi. O yüzden gençler bu maskeli baloda elmaların balmumundan, çiçeklerin ipekten, balıkların mukavvadan yapılma ve istisnasız her şeyin oyun ve oyuncaktan ibaret olduğunu mutlaka öğrensinler. Birbirleriyle ciddi ciddi iş yapma azmi içerisindeki iki insandan birinin sahte mallar tedarik ettiğini, diğerinin de bunun karşılığında ona kalp paralar ödediğini onlara zamanında söylemek gerekir.
Machiavelli 1527’de öldü. Ölümünden bugüne dört yüz yılı aşkın zaman geçen Machiavelli’nin çalkantılı siyasal yaşamından çıkardığı Rönesans ruhunu dahi zorlayacak sonuçlar, temelindeki sarsıcı etkileri her dönem korumuştur.
Kitabın tarihsel arka planı, antik Roma Cumhuriyeti’dir. Roma devletinin kararlılığının analizi, rasyonel askeri ve siyasal taktiklerinin güncel olarak geçerli olabileceği fikrine ağırlık kazandırır.
Machiavelli’nin anlatımı açıktır. Temel yapıtı olan Söylevler’de baştan sona aynı açıklığı korur. Ana eksen, cumhuriyetler, kuruluşları ve korunmaları için gerekli rasyonel önlemler olarak görünür. Ancak içine girdikçe devlet ve insan kavramları arasında uzanan çok sayıda yol bulunur. Cumhuriyet sistemi, devletle insan arasında özgürlük transferi dengesini sağlayarak bireyin özgür geleceği için nesnel bir güvence oluşturur. İnsanın doğası dönek ve güvenilmezdir. Bu durum, bütün siyasal sistemlerin tiranlığa doğru bozulma riski taşıması demektir.
Dolayısıyla her sistem belli bir bozulma eşiğine sahiptir. Bu eşik geçildikten sonra artık devletin kendi kendini düzeltmesi olanaksız olur. Çünkü devlet mekanizmasının çarkları insan ilişkilerine dayanır; bozulma kök saldıkça, Thucydides’in antik Atina’da olanlar için söylediği gibi, artık insanlar arasındaki adalet ortaklığı yerini suç ortaklığına bırakır.
Farabi, bilgiyi sahip olunması gereken en yüksek değer olarak görmüş ve bu görüşünü yaşadığı toplumda etkin kılabilmek için eşsiz bir külliyat bırakmıştır. Son yüzyılda gerçekleştirilen bilim, kültür ve uygarlık tarihi araştırmaları Farabi’nin Türkistan’dan Anadolu’ya, oradan da Balkanlara kadar uzanan bir coğrafyada dün olduğu kadar bugün de geniş bir etki alanına sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Adalet, akıl ve bilgi üçlüsünü düşünce sisteminin temel dayanakları yapan Fârâbî, insanın aklını kullanmasını sadece bir yeti değil, aynı zamanda insan olmanın temel koşullarından biri kabul etmekte ve öncelikle bilgi sahibi olmanın insan açısından bir seçim değil, zorunluluk olduğunu ve bilgi sahibi insanın da sahip olduğu bilgiye uygun davranması gerektiğini savunmaktadır.
Bu kitap, Farabi’nin bilimsel ve düşünsel başarılarını ortaya koymanın yanı sıra bu eşsiz bilgenin bilim, felsefe, mantık ve siyaset alanındaki görüşlerini etkili bir biçimde, yetkinlikte ve yeterlikte okuyucuya sunmayı amaçlamaktadır.
Son zamanlarda Ağrı Dağı’nın Erivan’dan görünüşüyle ilgili kitaplar ve yazılar yayınlandı. Peki, Ağrı Dağı bu taraftan nasıl görünüyor? Haluk Şahin, eteklerindeki bir köyde doğduğu bu ünlü dağın Türkiye’den görünüşünü kişisel izlenimleri, tarihçesi, efsaneleri ve tartışmalarıyla anlattı. 1989 yılında, yaşlı babasıyla birlikte doğduğu köye yaptığı hem fiziksel hem de zihinsel yolculuğun öyküsü olan "Ağrı’ya Dönüş" edebiyatımızda sık rastlanmayan bir türün örneği: Gezi, tarih, anı, şiir, anlatı... Cumhuriyet’in iki kuşağı Türkiye’nin bir ucundan ötekine uzanan bu dağ yolculuğu sırasında, kendileriyle ve ülkeleriyle hesaplaşıyor. Kendinizi keşfederek okuyacaksınız.
Yolcular beş basamağa ayrılmalıdır: en altta, birinci basamaktakiler seyehat eden ve görünenlerdir gerçekte ise seyehat ettiriliyorlar ve kördürler. Bir sonraki basamaktakiler gerçektende bizzat dünyaya bakarlar ve görürler. Üçüncü basamak-takiler görmenin sonucunda bir şey yaşarlar. Dördüncü basamaktakiler yaşananları özümser ve beraberinde götürürler ve son olarak, gördükleri her şeyi, yaşadıktan ve özümsedikten sonra, eve dönerek faaliyetler ve eserler ile tekrar dışarı çıkartmak zorunda olan, yüksek bir güce sahip insanlar vardır. Yaşam seyahatine çıkan tüm insanlar aslında bu beş dereceye ayrılan yolculara benzer. En alt basamakta duranlar pasif olanlardır. En üst basamaktakiler ise içsel olayların kalıntılarını bile bırakmadan faaliyet gösteren ve yaşamlarını doya doya yaşayanlardır.
Hayatın bütünü çalışma ve serbest zaman, savaş ve barış; yapıp ettiğimiz her şey ise zorunlu ve faydalı olan ile soylu olan diye iki kısma ayrılır. Bu etkinlik kümeleri arasında yaptığımız seçimi, zorunlu olarak ruhun yüksek veya alçak kısımları ile her birine ait etkinlikler arasında yaptığımız seçimler belirleyecektir. Savaşı barış için, çalışmayı serbest zaman için, faydalı ve gerekli olanı soylu olan için seçmeliyiz. Peki, serbest zamanı ne için aramalıyız? Aristoteles buna, Tanrısal şeyler üzerine düşünme etkinliğinde bulunmak için! cevabını verir. En yüksek eğitimin bizi serbest zamanı doğru ve soylu biçimde kullanmaya hazır hale getirmeyi amaçladığını söyler. O halde şu soruyla bir kez daha yüzleşmeliyiz: Eğitimin amacı kültür mü, yoksa bizi hayatın işine gücüne uygun hale getirmek mi olmalıdır? Bu soru, sanılanın aksine, bugünün değil, bundan iki bin beş yüz yıl öncesinin sorusudur ve o günün insanları bu soru üzerine düşünmüş, eğitimlerine bu soruyu temel alarak yön vermiştir. Bu sorunun açtığı aralıktan Greklerde eğitimin, buna bağlı olarak da toplum ve devlet hayatının nasıl şekillendiğini gördükten sonra, dönüp kendimize bakabiliriz ve o zaman sorabiliriz; Biz nerede hata yaptık? diye...
Aslında her insan hayatına kadın beyniyle başlar. Dişi, doğanın başlangıç halidir. Ancak hamileliğin 8. haftasından sonra testosteronun iletişim merkezine yayılmasıyla bu üniseks beyin erkek beynine dönüşür. Bu süreçte saldırganlık ve cinsellik hücrelerinde de artış görülür. Testosteron seli gerçekleşmezse, kadın beyni değişmeden büyümesini sürdürür ve hücreler iletişim ve duygusal gelişim merkezlerinde yoğunlaşır. Peki, bu farklılaşma neleri etkiler? "Hayatı futbol, kanepe ve seks üçgenine sıkışmış biri ne kadar karmaşık olabilir ki?" -Mansur Forutan - Akşam- "Brizendine, kitabında kadın beyninin Macintosh, erkek beynininse PC olduğunu anlatıyor." -Serdar Devrim - Hürriyet- "Siz de benim gibi oğlunuz ya da kızınızın büyümesine şaşkınlıkla şahitlik ediyorsanız vakit kaybetmeden Brizendine’in Kadın Beyni’ni okumanızı öneririm" -Eyüp Can - Hürriyet-
Jean-Jacques Rousseau bir özgürlük filozofudur. Bu bağlamda sivil toplumun çelişkilerini sorgulamış ve bu sorgulamayı gerçekleştirirken de "insan-yurttaş, doğa-toplum, kır-kent ilişkilerini" öne çıkarmıştır. Onun felsefesinde insan doğuştan iyidir ama, toplum tarafından asıl doğasından uzaklaştırılmış ve doğal özgürlüğünü yitirmiş bir konumdadır. Rousseau’nun ereği, toplumda dolayımsız birliğin yeniden kurulması amacıyla bireylere gerçek bir toplum sözleşmesi sunarak sivil özgürlüğün sağlanmasıdır. "18. yüzyılın sonunda Rousseau’nun düşüncelerinden etkilenmemiş insan kalmamıştır. Bu denli büyük bir etki yaratabilmek için, en derin anlamıyla kuşağının temsilcisi ve sözcüsü olmak gerekmektedir. Rousseau sıradan insanlardan biridir ve onlar arasından ilk konuşandır; halk için konuşurken kendisi için konuşmuştur." O, 18. yy’da "cumhuriyetçi" istemleri köktenci bir biçimde dile getiren ilk düşünürdür ve bu bağlamda reformist nitelikli diğer Aydınlanma düşünürlerinden ayrılır. Goethe’nin dediği gibi, "Voltaire nasıl bir dünyanın sonuysa, Rousseau da bir dünyanın başlangıcıdır." Bütün Yapıtların ikinci kitabı olan Toplum Sözleşmesi, Robert Derathé’ye göre düşünürün en çok okunan yapıtlarından biri değildir hiç kuşkusuz, ama belki de en çok incelenen yapıtıdır ve sürekli olarak yeni yorumları yapılmaktadır ki bu, kitabın günümüzde de ne denli güncel içerikli olduğunu gösterir. 29 yüzyıl Fransası’nda egemen olan liberalizmin yandaşları Toplum Sözleşmesi’nden sadece onu çürütmek için söz etmişlerdir. Almanya’da ise Kant, Fichte ve Hegel Toplum Sözleşmesi’nin hayranlarıdır. Yapıtı filozof gözüyle yorumlamışlar, kitabın en zor kavramlarının gerçek anlamlarını ortaya çıkarmaya çalışmışlar ve bu yapıtı siyaset felsefesinin klasik yapıtlarından biri olarak selamlamışlardır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.