Şiiri hep çok sevdim. O büyülü sözcüklerin arasında gezinirken içimdeki hayali coğrafyaları keşfettim. Ama bu karikatür aşkına düşmemden sonraydı. Uçsuz bucaksız sanat evreninde; çizgi, resim, karikatür ilk aşkımdı.
Yıllarca bir nehrin iki kolu gibi aktı şiir ve karikatür, entelektüel yolculuğumda hayatı anlamama ve anlatmama vesile oldular.
Gün geldi, nehrin iki kolu birbirine karıştı. Aslında galiba bu kaçınılmazdı. Önce çizimlerimin altına kısa şiirler yazdım; yazdıklarıma ne kadar şiir denebilirse. Ama zihnimdeki ideal bileşimin bu olmadığını hissediyordum. Çizimlerimde şiiri, “resim-altı” yazı mantığıyla değil, çizginin bir parçası olarak var etmeliydim. Şiir görselleşmeli, çizgileşmeliydi; aradığım buydu. Böylece “Göz Hakkı”nın öncüsü sayılabilecek işler çıktı ortaya.
Çıktık hastaneden. Bahçedeyiz. Yeğenim kucağımda, annemle kardeşim yanımda. Bir an durdum, baktım etrafıma. Kış kıyamet. Banklarda yatanlar, ağıt yakanlar, dua edenler, domates ekmek yiyenler...
Dert bir değil, bindir...
Öyledir hastane bahçelerinde. Çünkü mesele hasta olmak değil, hastaneye düşmektir.
Kardeşim, “Abi, bizim odadaki çocuğun babası ne dedi,” diye sordu. Yutkundum, “Hiç,” dedim.
Dönüp yukarı baktım, adam pencereden bakıyor...
Hemen önüme döndüm...
Boğazım ağrıyor...
Çantasının ön cebine baktı, yoktu! Alt cebine baktı, yok! Arka büyük cebi kurcaladı, eline gelmedi. Ceptekileri çıkartıp tek tek kontrol etti: Cep telefonu, not defteri, kurşun kalem, cüzdan, kağıt mendil, bir kalem daha, kolonyalı mendil, üzerine telefon numarası yazılmış bir alışveriş fişi numaranın kime ait olduğunu hatırlamadı alerji ilacı, sigara... Yok! Çıkardıklarının hepsini çantaya koydu.
Üst fermuarlı cebe baktı; anahtarlığını güvenli diye hep buraya koyardı, eve hala orada. Tekrar ön cepleri kontrol etti; bozuk paralar, ıvır zıvırlar tekrar parmaklarının arasından geçti. Çanatanın içinde bir yerlerdeydi ama nerede?
Sevgili okur,
Bu kitap, kırk yaşına kadar kendisini babalığa hazırlayamamış ve bundan sonra da asla hazırlayamayacak zavallı bir adamın hikayesidir.
Kronolojik olmasa da bu zavallı adamın annelerin ve çocuklarının dünyasına nasıl uyum sağlayamadığını, çocuğunu büyütürken neler düşündüğünü, çaresizliklerini, isyanını ve maalesef bütün babalar gibi biraz manyak olduğunu okuyacaksınız.
Ve bir de kızını ne kadar çok sevdiğini…
A yüzü
-Canım Dediklerim
-Ben Buyum(Özgeçmiş)
-Karikatürler
-Potpori ve Halaylar
B yüzü
-Ölüme Saader Katacak Kadar Mesut
-Aşık Durduran
-Yazılar
-Acı Son
“Anlatacağım hikaye, şehirli ve çalışan grubun yaşadıkları. Ben de onlardan birisiyim ya, o yüzden içeriden bolca itiraf taşıyor. Zira ne yazıyorsam çokça kendimden, yakın çevremden gördüklerim. Hikaye gerçek. Uydurmadım, en fazla biraz abartmışımdır. Ne yaptığımızı, dünyayı nasıl gördüğümüzü ve neden böyle davrandığımızı anlatmaya çalıştım.
Bu kitap, kötü çocuklar olmadığımızı ispat etme ve bize verilen gazları kolayca yuttuğumuzun hesabını verme çabası aslında. Kendime ve sınıf arkadaşlarıma bolca iğne batırdım. Hatta çuvaldız ve şiş bile kullandım kimi zaman. Ama itirafçı olan beni dahi şişleyemeyecek kadar iyi insanlarız, biz beyaz yakalılar. Her sabah saat 6.45’te çalan alarm sesinin, sabah tıraşının, makyajının, kravat ve topuklu ayakkabı içinde büzüşen bedenlerin, bilgisayar başında uyuşan beyinlerin öyküsü bu kitap. Başka da bir şey değil.”
Okuyan, düşünen, soru soran insanın kaderinde yalnızlık mı vardır?Aşk, varoluşsal sancıları yatıştırır mı?
Türk edebiyatına unutulmaz eserler kazandırmış iki önemli insan; şiirleriyle sarsan Turgut Uyar, öyküleriyle hayranlık uyandıran Tomris Uyar.
Entelektüel, yazmaya tutkuyla bağlı, birbirlerine esin kaynağı olmuş bu özel çiftin hayatlarına ortak olabileceğimiz, onları daha derinden tanıyabileceğimiz bir başucu kitabı. “Aşk söz konusu olduğunda, ikinci de üçüncü de sonuncu da ilkti.”
Turgut Uyar
“İnsan o kadar acı çekti ki, canlılar arasında yalnız o gülmeyi icat etti.”
-Friedrich Nietzsche
Ot Dergi Yazarlarından Aşk, İhanet, Macera, Gerilim, Sürpriz, Kahkaha Dolu Öyküler!
Kitapta yer alan isimler şöyle: Afşin Kum, Ali Atay, Ali Lidar, Angutyus, Aslı Tohumcu, Birol Tezcan, Doğu Yücel, Elif Türkölmez, Ercan Kesal, Erdem Aksakal, Hakan Bıçakcı, Hatice Meryem, İlhami Algör, Kaan Çaydamlı, Kemal Varol, Kurtcebe Turgul, Kutub Şimşek, Menderes Samancılar, Metin Kaçan, Murat Menteş, Murat Uyurkulak, Nazan Öncel, Nermin Yıldırım, Oylum Yılmaz, Ömer Laçiner, Sezgin Kaymaz, Sinem Sal, Teoman
Okurunu, hikayeyi anlattığı yere götürüp yan masaya oturtan, hatta izlerken çay bile ısmarlayan bir yazar, bir şiir, öykü ya da roman okurken "işte aynen böyle hissediyorum", "sanki ben yazmışım gibi" deyip altını çizdiğiniz tüm o 'şeyler'in bir araya geldiği bir kitap, kısaca, Ihlamur Günlükleri.
Ankara’da bir şeyler oluyor...
Boynu kırılmış cesetler her kör delikten çıkıyor...
Profesyonelce işlenmiş cinayetler...
Cinayet Büro polisleri, bu bilmeceyi çözmeye çalışıyor...
Tecavüzcü ve sapıkları avlayan bir katil...
Bulunamıyor... Angutyus yeni romanında bilmecelerle dolu bir labirente davet ediyor herkesi.
Bir bıçak darbesiyle üç santim kesiyorum bileğiniSol yanından başlayarakKıskanmak öldürmenin yarısıdır
Ercan Uğur'un ilk romanı Kıskanmak Öldürmenin Yarısıdır şaşırtıcı derecede yetkin bir kitap. Yaprak yaprak açılan güzel hikayesi kadar yazarın benzersiz dili de övgüyü hak ediyor. Bir cinayet hikâyesi hiç bu kadar tatlı anlatılmamıştı.
- Kemal Varol
Yirmi yaşındaki Kenci, seks adına her şeyin pazarlandığı başkentte yabancı turistlere rehberlik ederek yaşamını kazanan bir Japon gencidir. Televizyonlarda, fahişelik yapan liseli bir genç kızın vahşice öldürüldüğü haberi yayınlandığı gün, Frank adlı garip bir Amerikalı'dan telefon alır. Frank, Kenci'den kendisine rehberlik yapmasını istemektedir... Yeraltı edebiyatının önemli ismi Ryu Murakami'den, gerilim yüklü bir roman.
"Yaşama sevincinizin kaynağı olan içinizdeki çocuk, sineklerin kanatlarını koparıp böcekleri yakmayı bıraktı mı? Ryu Murakami'nin sorusu bu."
Hakan Günday
"Tokyo gecelerine benzersiz bir turistik tur. Kesilen ses telleri, yırtılan damarlar, parçalanan iç organlar, kusmuk, kan… Her şey dahil!"
"Doğru sevilmek ve yeterince sevilmek diye bir şeyin, insan ırkının sadece çok nadide elemanlarının başına geldiğini sanmıyorum ben. Benim annem babam da, ya yanlış sevilmiş ya da hiç sevilmemiş insanlar. Beni çok sevdiler. Ama bazen de yanlış sevdiler."
- Ece Temelkuran
Ali Nesin'den Fazıl Say'a, Sevinç Erbulak'tan Serra Yılmaz'a, Barbaros Şansal'dan Fırat Tanış'a "Baba Öyküleri"ni anlatmayı kabul etmiş yirmi güzel insan var bu kitapta.
Jehan Barbur'un yürek sesiyle, susamadıkları, şaşırtıcı, coşkun, derin sohbetler ediyorlar.
Kimi babasına sevdalı, kimi küskün, kimi yaralı. Kimi özlüyor, kimi unutmak istiyor... Onlar anlattıkça, yalnızlığımız azalıyor.
Jehan Barbur sordukça, kendi öykülerimiz dile geliyor.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.