Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar, Vahan ve Oksen Şahinyan özelinde 100 yıla yakın bir süre boyunca tiyatro sahnelerinde yer almış bir Ermeni sülalesinin hikayesini anlatıyor. Bu insanların yaşamı boyunca, evlerinde her daim tiyatronun olduğunu, ailece tiyatroyu konuştuklarını, tiyatro ile yatıp kalktıklarını gözler önüne seriyor. Ancak, Vahan Şahinyan 1922’de kendisi, ailesi ve çok sevdiği tiyatro sahnesine çıkabilmesi için güvenli görmediği bu toprakları terk eder. Gide gide, eski Osmanlı toprağı olan komşu ülke Bulgaristan’a gider. Oksen Şahinyan da benzer duygularla ülkesini terk etmiş, o da hemen kıyısında bulunan ve o günlerde Türkiye toprağı olmayan İskenderun’a gitmiştir. Vahan ve Oksen’in tercih ettikleri yerlerin niteliği ne kadar birbirine benzemekte: Sınırın öte tarafı. Sanki her şey düzelir de hemen döneriz diye düşünmüşler. Vahan ve Oksen’e ve benzerlerine bunu yaşatan ortamı yaratan olayları sorgulamak gerekmiyor mu? Osmanlı topraklarının her tarafında Ermeni vatandaşların evlerinden koparılıp uzak yerlere gönderilmeleri ile canlarını, mallarını, işlerini kaybetmelerine yol açan 1915-16 yıllarında yaşanan olayların Vahan ve Oksen’i etkilememiş olduğu düşünülebilir mi?Darülbedayi’nin başaktrisi Eliza Binemeciyan’ın, Vahan Şahinyan ile aynı yıllarda ülkeyi terk etmesinden uzun yıllar sonra Refik Ahmet Sevengil’e cevabi mektubunda yazdıkları her şeyi anlatmaktadır:“Bütün hayatım olan tiyatroyu bıraktığım için yaslıyım dersem çok az bir şey söylemiş olurum. Uzun bir süre bu ayrılığın acısını çektim. Beklenmedik birçok olaylarla karşılaşmasaydım sevgili vatanıma büyük sevinçle dönerdim”
Scott Kelby, Dijital Fotoğrafçının El Kitabı'nın yazarı (tüm zamanların dünya çapında en çok satan dijital fotoğrafçılık kitabı) en çok satanlar listesine giren Cilt 3'te kaldığı yerden devam eden yepyeni bir kitapla geri döndü. Bu kitap (Hmmm demek ki böyle yapıyorlar." söyleminden çok daha fazlasını sunuyor. Konusunda odaklanan ve teknolojik jargodan uzak olan bi kitap sayesinde fotoğraflarınızı güzelleştirebilirsiniz.
Bu kitabın çok parlak bir önerisi var ve Scoot bu öneriyi nasıl açıklıyor: Diyelim ki sizinle birlikte bir çekime gittik ve bana "Hey Scott, bu portre için ışığın yumuşak ve daha güzel görünmesini istiyorum. Softbox'u ne kadar geriye yerleştirmem gerekir?" diye sordunuz. Size ışık oranları ya da flaş nitelikleri ile ilgili bir ders vermem. Gerçek hayatta şöyle derim: "Karede görünmemek şartıyla özneye olabildiğince çok yaklaş." İşte bu kitap tamamen bununla ilgilidir: Sizinle çekime çıkacağız ve sorunlarınızı yanıtlayacağım, size önerilerde bulunacağım ve bildiğim sırları tıpkı bir dostumla paylaşıyormuş gibi sizinle de paylaşacağım. Teknik açıklamaları ve fotoğrafçılık jargonunu kullanmaksızın.
Her sayfada fotoğraflarınızı daha güzel yapabilmek için sadece bir kavram açıklanıyor. Sayfayı her çevirdiğinizde, çalışmalarınızı bas-çek fotoğraflardan galerilere asılacak baskılara dönüştürecek olan profesyonel bir ayarı, aracı ya da ipucunu öğreneceksiniz. Sadece "idare eder" kareler çıkmekten ve "Neden benim fotoğraflarım da böyle görünmüyor?" diye düşünmekten sıkıldıysanız, bu kitap tam size göre.
Bu kitap, kafa karıştırıcı bir jargon ve ayrıntılı kavramlar içeren teorik bir kitap değil. Bu kitap hangi düğmeye basacağınızı, hangi ayarı ne zaman kullanacağınızı gösteren bir kitaptır. Sır gibi saklanan yaklaşık 200 kadar "ipucu" ile çekimlerinizi daha iyi görünümlü, daha net, daha renkli ve daha profesyonel hale getirecektir.
Kuşkusuz her yeni teknoloji kendi görme alışkanlıklarını dayatır ve bunun doğal sonucu olarak çevremizi kuşatan görüntüler evrenini ve görsel kültürümüzü şekillendirir. Sayısal teknolojinin ürünü olan dijital görüntüleme aygıtları da gerek görsel algımız ve gerekse bunun sonucu olan görme kültürümüz üzerinde önemli değişimlere kapı aralamıştır.
Tartışmayı teknolojik yeniliklerle sınırlandırmaya özen göstererek söylersek söz konusu dönüşümü, sadece kayıt teknolojindeki bir yenilik olarak sınırlandırmak mümkündür. Ontolojik düzlemde ise niteliksel bir dönüşümle karşı karşıyayız.
Dijital teknoloji analog dünyanın hayal bile edemeyeceği devrimci potansiyelleri bünyesinde taşır. Ama bu potansiyel, doğası gereği cehennemin kapılarının ardına kadar açılmasına da hizmet edebilir. Buna hep birlikte karar vereceğiz.
Cannes film festivalindeki dünya prömiyerinden beri Michael Haneke’nin Caché’si çok konuşuldu. Çünkü filmin muammalı ve çok katmanlı anlatımı, seyredenleri yanıtlardan çok daha fazla soruyla baş başa bıraktı. Film, kimliği açıklanmayan birisinin, edebi bir sohbet programının sunucusuna kötü niyetli videolar ve çizimler göndermesinin esrarengizliği çevresinde döner.
Haneke’nin, bu filmi her biri kendi bütünlüğüne sahip, fakat içinde, görünmeyen derinlikte katmanların gizlendiği bir toplam oluşturan matruşkalar olarak anlayabileceğimiz iddiasından esinlenen Wheatley, Caché’nin kavranmasına yönelik basit ve tekleştirici bir yaklaşımdan kaçınıyor. Caché’nin ‘aslında’ ne demek istediği konusunda yapılan muhtelif açıklamalarla dolu, çok zengin bir eleştirel yazılar külliyatını araştırıyor: Bir gerilim filmi; sömürgecilik sonrası burjuva suçluluk duygusu, siyasi sorumluluk ve son olarak da, gerçeklik, medya ve ötesi. Wheatley bu iplikleri tek tek sahnelerin ve anların yakın okumaları vasıtasıyla film boyunca takip ediyor.
Çok sayıda izleyiciye göre Quentin Tarantino filmleri, özellikle de Pulp Fiction 1990’ların Amerikan sinemasına damgasını vurdu. Filmler sert, tempolu, eğlenceli, üslup sahibi ve popüler kültürün başka ürünlerine zekice göndermelerle doluydu; her biri ‘90’ların postmodernizminin şık birer örneğiydiler. Pulp Fiction ayrıca çarpıcı bir kült başarı kazandı ve internetteki sohbet odalarında ve hayran sitelerinde ateşli tartışmalara neden olan ilk filmlerden biri oldu.
Güney California Üniversitesi Film Çalışmaları bölümünde profesör olan Dana Polan işe Pulp Fiction’ın üslup ve tekniğini çözümleyerek başlıyor. Polan, kültürel ve toplumsal kodların iç içe geçmesinden popüler kültür göndermelerindeki detaya, şiddetin kullanımından ırkçı küfürlere, sert erkeklerin çocuksu hareketlerinden kadınların rollerine kadar her şeyi Pulp Fiction’a yakışan bir keyifle tartışıyor.
Filmi izlerken ayrıntıları kaçıranlar üzülmesin, Polan bizlere geriye sarma düğmesini nasıl kullanacağımızı öğretiyor.
Her teknoloji kendi bilgisini taşır. Bu nedenledir ki, analog dönemin karanlık odası yerini, dijital dönemin aydınlık odasına bırakmıştır. Ama her türlü bilgi alanında olduğu gibi, fotoğraf bilgisi de doğası gereği süreklilik taşır.
Dijital görüntü, daha önceki teknolojik yeniliklerden farklı olarak analog görüntüye kıyasla fotoğraf ontolojisinde niteliksel bir dönüşümdür. Bu nedenle söz konusu dönüşümü, sadece kayıt teknolojindeki bir yenilik olarak sınırlandırmak ve bu düşüncenin bir devamı olarak, dijital fotoğraf makinelerini analog makineye kıyasla hızlı, kolay ve ekonomik bir görüntü üretim aracı konumuna indirgemek, büyük bir yanılgıdır. Bu tür bir yaklaşım, onun potansiyellerini ve görsel kültürümüzde yaratabileceği ve halen yaratmakta olduğu niteliksel dönüşümü kavramaktan oldukça uzaktır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.