Türkçeye ilk kez çevrilen Lanetli Çocuk, her ne kadar aile sırları, aşk, derebeylik üstüne bir roman gibi gözükse de, ilk basıldığında Felsefesel İncelemeler'in içinde yeralıyordu. Tek yönlü bir okuma ile sınırlandırılamayacak tuzaklı bir metin, gizemci bir dille yazılmış bir dehşet öyküsü. Fiziksel birleşme, ahlak, düşüncenin bilinçaltı çalışması üstüne bir düş. Süregiden bir içsavaş içinde çelimsiz bedenler, cahil yürekler, çiçekleri ve denizi okuyabilen ama insanlarla yaşayamayan çocukların öyküsü. Onaltıncı yüzyıl Normandiya'sında acımasız bir derebeyinin erdemli, kırgın ve zarif karısının fırtınalı bir gecede doğurduğu çocuk, babası tarafından lanetlendikten sonra insanlardan uzakta, içinde sadece annesinin, okyanusun ve müziğin varolduğu bir yaşam sürer, çiçeklerin dilinden anlayan, gerçek yaşamdan kopuk yaşamış diğer bir çocukla karşılaşana kadar. İkisinin beden ve ruhları birbirine karışarak Platon'un o nefis hayalini gerçeğe dönüştürürler; "ikisi tek bir varlık olup onu tanrısallaştırırlar". "Her biri saflıkla ötekinin güzelliğini övüyordu ve döktürdükleri bu gizli sevi şiirlerinde dilin hazinelerinden yararlanıyorlar, Tibullus'un eskil esin perisinin bulduğu ve İtalyan Şiirinin yinelediği en tatlı aşırılıkları, en abartılı küçültme eklerini yeniden keşfediyorlardı. Kumsalın ince kumu üstündeki deniz saçaklarının, hepsi hem aynı, hem farklı dalgaların aralıksız geri dönüşünü duyumsuyorlardı dudaklarında ve yüreklerinde. Ah şen, bitimsiz bağlılık, sen yok musun!"
“Arthur Rimbaud vahşi tabiatlı bir mistiktir. Suya doymuş bir topraktan yeniden fışkıran yitik bir sudur. Yaşamı bir yanlış anlaşılmadır. Marsilya’da, o hastane yatağında, bacağı kesik, güçsüz bir durumda, sonunda yaşamın ne olduğunu bilinceye kadar yaşamı, kendisini sürükleyen ve yakasını bırakmayan o sesten yakasını kurtarmak için kaçmaya çalıştığı ve tanımak istemediği boşuna bir girişimdir.”
Madam Bovary’nin edebiyat tarihi içindeki yeri ayrıcalıklıdır. Romandaki bütün olayların ve karakterlerin merkezinde yer alan, klasik edebiyatın bu unutulmaz kadın kahramanı, günümüzde de kullanılan “Bovarizm” terimine adını vermiştir. Bu terim, bireyin kendi olanaklarının çok ötesinde bir hayatı hayal edip özlemesini, önce o hayalin peşinden koşarak, daha sonra sürüklenerek yok olup gitmesini anlatır.
Emma Bovary, tekdüze yaşamak istemeyen, görkemli bir hayat, heyecan ve büyük aşklar arayan evli bir kadındır. Sıradan bir kasaba doktoru olan kocası Charles Bovary ise karısının tutkularını anlayabilecek biri değildir. Emma pahalı ve gösterişli olan her şeyin peşine düşer ve hayalindeki aşka ulaşma çabasıyla kocasını pek çok erkekle aldatır. 19. yüzyılda Fransız toplumunu biçimlendiren kurallar, özgürlük isteğiyle dürtülerinin peşinden koşan bu bağımsız ruhlu kadını yavaşça kuşatacak ve ona trajik bir son hazırlayacaktır.
Madam Bovary bir romantiktir ve Gustave Flaubert yarattığı karakterin romantizmini, o dönemde çok büyük yankılar uyandıracak, uzun yıllar pek çok eleştiri ve suçlamayla karşılaşmasına yol açacak ölçüde gerçekçi bir yaklaşımla anlatmıştır.
Bir delikanlı, bir genç kız ve rastlantı sonucu bir karşılaşma. Delikanlı nereden geliyor? Önemli değil. Kız kim; saf biri mi, yoksa karmaşık bir geçmişin ağırlığını mı taşıyor? Önemli değil. Delikanlıyı Paris’te bir entrikanın içine sürükleyip ortadan kaybolacak. Sirk geçer, belli belirsiz görünen ufuklar kapanır. Ama izleri sonuna kadar kalacaktır...
2014 Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Patrick Modiano Bir Sirk Geçiyor’da birbirine zıt unsurları şiirsel bir dille buluşturuyor, okura büyüleyici bir yolculuk sunuyor. Bir Sirk Geçiyor, gözden geçirilmiş metni ve yenilenen kapağıyla okuruyla yeniden buluşuyor
Bu site Ticimax® Gelişmiş E-Ticaret sistemleri ile hazırlanmıştır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.