'Yaprak Dökümü'nde Reşat Nuri Güntekin, bir memur ailesinin gelir darlığı ve ahlak düşkünlüğü içerisinde parçalanıp çöküşünü, ustalıklı bir dille anlatıyor. Toplumsal yönü ağır basan bir roman. Eski görenek ve ahlak anlayışına bağlı kalan bir küçük bürokratın, değişen sosyo-ekonomik koşulların berillediği yeni hayatını yadırgaması başarıyla sergileniyor.
"Ah, o zamanki hanımefendilerin kibarlığı, o halayıkların güzelliği, o saz âlemleri ve helva sohbetleri!... Hoş, ezberlediğim o tesirli cümlenin sade bana değil, efendime de faydası dokunmuştu. Zamanın padişahı onu rütbe, mesnet ve servete gark etmişti; göğsü nişanlarla dolmuştu. Bana bile fahri olarak galiba bir unvan verilmişti ki artık sadece: Ago! Ago! diye hitap etmiyorlar, o çetrefil dilli, ince belli, sırma saçlı, narin, nazik, nazenin Çerkez kızları beni: Ago Paşa! diye çağırıyorlar, böyle okşuyorlar, böyle öpüyorlardı." İstanbul Türkçesini en güzel kullanan yazarlardan biri olan Refik Halid Karay, Ago Paşa’nın Hatıratı’nda mizahi bir bakış açısı ve üslupla 1920’li yılların yaşamını, geleneklerini, alışkanlıklarını anlatıyor.
Bu kitap, okul öncesi ve ilkokul çağındaki çocuklar için hazırlanmıştır. Amacımız piyano eğitiminde eğitmenler tarafından kullanılan Beyer, Beringer, Damm, Keller, Köhler, Cherny gibi temel piyano okullarına hazırlayıcı nitelikte, renkli bir dünyası olan, yabancı olmadıkları parçalarla, klasik piyano arasında ilişki kurabilecekleri, çocuklarla daha kolay iletişim sağlayabilecek bir temel kitap düşüncesidir.
Çetin Altan’ın her romanı bir olaydır. Viski bu olayların belki de en önemlisidir. Çünkü yazar bu eserinde ilerici bir Türk aydınının sorunlarını ve çevresini acımasız bir gözlemcilikle gün ışığına çıkartmakta; anlayışsızlığın ve kabalığın kol gezdiği bir ortamda, en ufak bir uyanıklığın ne tür kuşku ve tehditlere boğulmak istendiğini bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Viski, acı gerçekçiliği kadar, ince duyarlığı, olayları ve insanları sergileyişi, yeni ve alışılmamış değerlendirmeleri gerçekleştirişiyle de önem kazanmakta. Çetin Altan’ın öteki romanları arasında olduğu kadar genellikle Türk romanında da kendisine özel bir yer ayırmaktadır. "Çetin Altan’ın Fransa’da çıkan üçüncü romanı... Viski’de "hayır dediği için her gün linç edilen bir insanın çok değişik öyküsüyle, baskılı bir toplumun derinlikleri anlatılıyor. Altan’ın çarpıcı bir yapıtı..." -Baure Marie Lapouge (La Quinzaine Litteraire) "Acıyla mizahı karşı karşıya getirme ustalığına sahip bir yazarın romanı..." -Guy Le Clec’h (Le Figaro) "Burada da okunması gereken değişik boyutlarda bir kalem..." -Françoise Wagener (Le Monde)- "Viski güzel ve cesur bir roman.." -L’Unite-
Burnu çürümüş ihtiyar çingene "daha sıska..." diye fısıldayarak bir sevgili gibi yanağını okşadı. İyi bir koca ve sevgi dolu bir baba olan Billy Halleck Connecticut’ta yaşamakta ve New York City’de avukatlık yapmaktadır. Amerikan ‘İyi Yaşamının’ keyfini çıkartan bir kurban! Pahalı ev, iyi bir aile, itibarlı bir meslek... normalden yirmibeş kilo fazla, otuzaltı yaşında ve doktorunun sürekli hatırlattığı gibi kalp krizi ülkesinin sınırında. ... ve günün birinde Billy Halleck’in güney Connecticut’un sakin kenti Fairview’da bir çingeneye arabasıyla çarpması sonucu tüm yaşantısı değişir. Bölgesel mahkemede sevimli yargıç ve dost şerif tarafından aklanmasına karşın karanlık ve daha kötü bir karar alınmıştır hakkında. Başta sevinir sonra telaşlanır sonunda dehşete düşer. Ve durduramaz. Sürekli yemesine karşın kiloları uçar gider. Connecticut’ın banliyösünden başlayıp kırsal Maine bölgesinde doruğa ulaşan büyü yok olmadan önce karabasanının sırrına eren bir adamın öyküsü. Acımasız terörün ve artan dehşetin öyküsü; aynı zamanda alışılmış Amerikan gönül rahatlığının sınırlarını zorlayan kabuslu kinayeler. Okuyun... Belki de bundan sonra artık perhiz yapmaya tövbe edersiniz.
Kendine Bir Söz Ver
Hayatın hızlı temposu içinde isteklerimiz, hayallerimiz, planlarımız günbegün erteleniyor,hepsi aklımızın bir köşesinde kalıp gizli, saklı dualara dönüşüyor. Hiçbir şeye yetişemiyoruz, hiçbir şeye yetemiyoruz. Kendimiz olmaktan bile uzaklaşıyoruz.
Uzaklaşma, bir dur ve kendine bir söz ver!
Önce sadece kendin için bir şeyler yapmaya ne dersin? Gülümse, aynaya bak, konuş, yazı yaz, daha çok oku, inan… Kalbinin anahtarına ulaşınca açamayacağın kapı kalmayacak. Çünkü Kalbin Anahtarı, mutluluğun anahtarıdır…
On yaşındaki Penny Dawson yatağının altındaki korkunç ‘şeyleri’ babasına anlatamaz. Ya da bir gece yatağın altına soktuğu beyzbol sopasının elinden çekilip alındığını... Ya da gümüş beyazı gözlü ‘şeylerin’ kendisini izlediklerini... Penny onların kendisini ve kardeşi Davey’i öldürmek istediklerini bilmektedir. Ama babası bunu anlayamayacaktır, çünkü hala annelerinin ölümünden duyduğu sıkıntıdan bahsetmektedir. Penny’nin babası Dedektif Jack Dawson, kızının sessiz korkularının farkında değildir. Meslektaşı ve sevgilisi Rebecca Chandler ile dört korkunç cinayet soruşturmasını yürütmektedir. Girişleri ve çıkışları kapalı odalarda işlenmiş cinayetler... Yüzlerce küçük yarayla kaplı cesetler... Jack, zamanla yeryüzüne sözü edilemeyecek kadar korkunç bir şeyin salındığını anlar; kısa zamanda çocuklarına yönelecek olan karşı konulmaz bir kötülük. Ve onları kurtarabilecek olan tek kişi kendisidir.
Dünyanın bütün tarihleri ve kültürleri buyuruyor, gösteriyor: Aldatma! On Emir’den Kinsley Raporu’na kadar herkesin burnunu soktuğu bir eylem alanı burası. Aldatma’yı aşkın sınırları içinde karşı cinsle bir ilişkiden öteki ilişkiye geçişte yaşanan bir eylem sapması olarak özetleyebilir miyiz? Onu bir biçime sokmak, tek bir ifade, roman ya da aidiyetle açıklamak mümkün mü? "Aldatma Öyküleri" antolojisi tam olarak bu sorularla ortaya çıktı. Bütün aşıklar ve aşkın bütün durumları, aldatma için tek bir hedef gösterirler: Başka biri. Bu hareket yerine göre bencillik ve çoğu zaman da suçu başkasına atmanın esaslı bir yolu yöntemi değil midir? Aldatmaya kimi zaman cinsel politikalar ve kimi zaman da histeriler neden olabilir. Ve hayatın devam ettiğine dair bütün söylem ve söylentiler. Aldatmanın en önemli bahanesi bunlar değil midir? "Aldatma Öyküleri" antik aşkların büyük yazıcısı Tibullus’tan James Joyce’a, Mahmut Şevket Esendal’dan Ayfer Tunç’a kadar uzanan bir antoloji. Aşk acılarını biraz olsun hafifletebilmek, aşkı daha iyi anlayabilmek için yapıldı... Çünkü eminiz bunun için yazıldı o öyküler...
Hayatın seni yönettiğini değil, hayatı yönetenin sen olduğunu fark ettiğinde tadacaksın gerçek hazzı, mutluluğu ve daha sıkı sarılacaksın hayata! Aslında hayat fısıldıyor sana gerçeği…
Ona dokun ve hisset, çünkü bu senin hikâyen! Hikâyen güzel olsun istiyor musun? O zaman sürekli evet diyerek başkalarının hayatını kolaylaştırmayı bırak…
Yanlış kodlanmış düşüncelerde arama mutluluğu… Hayat zaten seni mutlu edecek kadar güzel…
Neden mutlu olamıyorum diye kendine soru sormayı bırak! Hayatın güzelliklerini Dolce Vita ile keşfet…
Blaze Yüzyılın Suçunu İşledi... Hem de Ölü Bir Adamla! Blaze, Küçük Clayton Blaisdell’in öyküsüdür... Ona karşı işlenen ve onun işlediği suçların öyküsü... Blaze’in kafası, çocukluğunda babası tarafından merdivenden atıldığından ve sonra bir daha atıldığından beri yavaş işliyordu. Gençliğinde kötü muamele gördüğü ıslahevinden kaçtıktan sonra Blaze, her şeyi bildiğini düşünen George adlı tecrübeli bir suçluyla takılmaya başladı. George onu yüzlerce numarayla ve büyük bir fikirle tanıştırdı: zengin bir ailenin çocuğunu kaçırma fikriyle. Ama sonra George öldürülünce Blaze, partnerinin hayaleti tarafından ziyaret edilse de artık tek başına kalmıştı. Edebiyat tarihinin en sempatik suçlularından birine dönüşen Blaze’in öyküsü şaşılacak kadar güçlü ve hüzünlü. Stephen King’in Tom Gordon’a Aşık Olan Kız kitabı kadar gerilimli ve büyüleyici.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.