"Cadıbostanı, yani şimdiki Caddebostanı... O tarihte, haftada bir kere İstanbul’dan kalkan, yandan çarklı, bir ufacık vapur, muayyen yerlere uğraya uğraya İzmit’e kadar gider. Fakat uğradığı yerlerde iskele, rıhtım yoktur; açıkta durur, vapura kayıklar yanaşır ve müşterilerle eşya uzak bir yolculukta olduğu gibi zorlukla, bağrışa haykırışa çıkarılır. Cadıbostanı bu duraklardan biridir ve hakikaten bir bostandan başka bir yer değildir. Etrafgöz alabildiğine yalnız bağ ve bağlar ortasında tek tük köşkler. Köşkler ya aşıboyalı, yahut kaplamaları siyahlaşmış, boyasızdır. Biricik yol, yine Bağdat Caddesi’dir; ama eski usul, iri iri kaldırım taşlarıyla döşenmiş. Bugünkü çeşmeler yine yerli yerinde: Ayrılık, Selami, Çatal ve Bostancı çeşmeleri ..." -Refik Halid Karay- Refik Halid Karay, Üç Nesil Üç Hayat’ta okuru Abdülaziz, II. Abdülhamit ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki İstanbul’a götürüyor; yemek sofralarından, ramazanlardan, kadın erkek ilişkilerine kadar pek çok sosyal unsuru gözlemleyerek gazeteci kalemiyle anlatırken, yakın tarihin gündelik olaylarını, kültürel dönüşümlerini renkli, mizahi ve son derece keyifli bir üslupla gözler önüne seriyor.
Türk Sanat Müziği'nin en sevilen, eskimeyen eserleri güfteleri, söz yazarları ve bestecileri ile birlikte sunan Hep O Şarkılar zengin içeriğiyle ilgilenen herkes için bir başucu kitabı…
"Güzel tasvir etmek Refik Halid’in müktesep hakkıdır. Onu lisandaki kuvvet bakımından ancak Flaubert ile mukayese edebilirim. Hatta Flaubert’in ölçerek biçerek yazdığı cümleler onun âleminden daha merasimsiz çıkabiliyor. Sürgün Türk dilinin Madam Bovary’sidir." -Refi Cevat Ulunay- "Bilhassa Hilmi Efendi tipi Duhamel’in ölmez Salavin’i gibi edebiyat tarihinde unutulmaz bir hatıra olarak kalacaktır. İşte büyük sanat ve yaratıcılığın mucizesi... Türk dilinin bu eşsiz sanatkârına muhakkak ki en güzel üslubu borçluyuz." -Halid Fahri Ozansoy- "Sürgün üslup itibarıyla bir harikadır. Tahkiye, ruh ve karakter tahlilleri kudretli, insan ve memleket tasvirleri çok yüksektir. Eser baştan aşağı o devrin yıkılışını, dejenere tiplerini bütün açıklığıyla, yalnız karakter tahlilleri yapmak suretiyle bize göstermektedir." -Suat Derviş-
1535, Venedik Cumhuriyeti... Kanuni Sultan Süleyman’ın Batı’nın kalbine doğru ilerleyen fetih politikası ve Osmanlı İmparatorluğu topraklarında "Nurbanu" ismini alacak olan Cecilia Venier Baffo... Zengin bir tüccarın kızı olan ve kendisine yasaklanmış kütüphanelerde ruhunu günahla dolduran Cecilia, Venedik Dükası’na yakınlığıyla bilinen bir ailenin ellerine babası tarafından teslim edildiğinde yalnızca on dört yaşındadır. İki yıl boyunca Türkçe eğitimi alan genç kız, güzelliği ve zekası sayesinde Hürrem Sultan’ın Topkapı Sarayı’ndaki mutlak hakimiyetini sarsacak, uzaklarda kalan Venedik’in Muhteşem Süleyman’a karşı umudu olacaktır. Osmanlı Tarihi’nin en güçlü kadınlarından biri olan Nurbanu’nun, esaretten sultanlığa uzanan duygu yüklü öyküsü, "Işık Prensesi" romanının bu ilk kitabında tüm sürükleyiciliği ile okurla buluşuyor.
April artık küçük bir kız değildi fakat o gerçekte kimdi? Anne ve babasını ardarda kaybetmesi sonucu yaşadığı derin acı ve ihanetlerle dolu serüvenli yolculuğun ardından April Taylor’ı, iyi kalpli bir yaşlı hanımla on dört yaşındaki sağır torununun yaşadığı bu gözlerden uzak, ıssız eve getiren sadece şanstı. April, karmakarışık olmuş hayatından ve ablası Brenda ile ilişkini kesmesine neden olan; Brenda’nın kız arkadaşı Celia ile başından geçen o tatsız olaydan kaçıp sığınacağı bir barınak bulmuştu. Ne var ki, günün birinde tehlikeli bir çift, açgözlü niyetlerle çıkıp gelir; artık April’ın hayatı asla tam olarak kabullenmediği birisine karşı dürüst olmasına bağlıdır: kendisine.
Dünyaca ünlü bir süper model, başarılı bir TV yönetmeni, hırslı bir avukat, sanata aşık bir ressam Bu dört kız kardeş, 4 Temmuz Bayramı için her yıl olduğu gibi Connecticut’taki baba evinde toplanırlar. Tatilin başında aile korkunç bir felaketle sarsılır ve dünyaları altüst olur. Umutların tükendiği anda kenetlenen aile, sürprizlerle dolu yeni ufuklara hep birlikte yelken açabilecek mi? Danielle Steel her zamanki etkileyici üslubu ve duygusallığıyla sevmesini ve gülmesini bilen, mücadeleden yılmayan, hayatları ayrılmaz bir bütün gibi dokunmuş dört kız kardeşin birbirlerine bağlı yaşamını anlatıyor. Aynı zamanda sevinci, kederi, duygu ve ruh bütünlüğüyle özdeşleştirdiği olaylarla ve mucizelerle yüklü bir hayat dersi veriyor.
"Çocuklar İçin Satranç" kitabının devamı niteliğinde olan ve çift taraflı soru tekniği ile hazırlanan bu kitap satranç turnuvalarına katılmak isteyen her yaştan satranççıya yardımcı olacaktır.
Kitabın amacı satranççının taktik kapasitesini geliştirmek ve çeşitli hücumları verebilmektir.
"Taktik oyun, pozisyonel oyunun temelini oluşturur. Bu, zaman boyunca onaylanmış ama genç satranççılara yeterince anlatamadığımız bir olgudur. Satranca yeni başlayan biri Vezir Gambiti ve Fransız Savunması'ndan kaçınmalı ve bunların yerine açık oyunları tercih etmelidir. İlk başta çok başarılı olamasa da, uzun vadede satrancın daha derin kavranmasıyla bu fark kapanacaktır"
Şüphenin ustası James Patterson, Kadınların Cinayet Kulübü’nü anlatan ikinci kitabıyla bizi korkutucu bir yeraltı dünyasına götürüyor. San Francisco’yu sarsan seri cinayetler birbiriyle alakasız gibi görünmektedir. Ama dedektif Lindsay Boxer hepsinin arasında bir bağlantı olduğunu fark eder. Kadınların Cinayet Kulübü’ndeki arkadaşlarını yardıma çağırır ve patronlarıyla erkek meslektaşlarının gözden kaçırdığı bazı ipuçlarını değerlendirerek görünenin ardındakini keşfetmeye çalışır. Dedektif Lindsay, zaman içinde arkadaşları Chronicle’da çalışan gazeteci Cindy Thomas, Yerel Savcı Asistanı Jill Bernhardt ve tıbbi müfettiş Claire Washburn’un bir zincirin halkaları olduğunu keşfeder. Kurbanlar farklı yaşlardadır, farklı bölgelerde yaşar ve farklı silahlarla öldürülür. Ama aslında hepsi Lindsay’ın kalbini donduracak bir şekilde birbiriyle çok yakından ilişkilidir. Kadınların Cinayet Kulübü’ndeki ortaklar katilin akıl almaz bir sebebi olduğunu keşfederler ve bu, bir sonraki hedefin içlerinden biri olmasına sebep olacaktır. Katil çok yakınlarına kadar girer ve onlara kaçamayacakları bir tuzak hazırlar. Eğer bayanların tahminleri yanlışsa sonuç öldürücü olacak ve ikinci bir şans elde etmek mümkün olmayacaktır. Olayların tümü yoğun bir şüphe duygusuyla işlenmiş. İkinci Şans, "gelmiş geçmiş en başarılı polisiye yazarlarından biri"nin elinden çıkan unutulmaz, acımasız ve şaşırtıcı bir gerilim romanı.
Ölüm, eski dedektif Eve Duncan’ın günlük hayatının bir parçasıdır. Tanınmayacak haldeki cinayet kurbanlarına bir yüz vermek onun mesleği. Şimdi mesleği, hem kendisine hem de yakınındaki herkesin hayatını tehlikeye atıyor. Her şey bir senatörden gelen telefonla başlar. Senatör, Duncan’dan bir cesedin kimliğini belirlemesini ister. Duncan ilk başta işi kabul etmek istemez. Trajik geçmişini geride bırakmış, üvey kızıyla huzurlu bir hayat yaşamaktadır. Fakat onunla hiç ilişkisi yokmuş gibi görünen bir dizi cinayet, bu huzurlu hayatı tehlikeye atmak üzeredir. Kendisine çok az bilgi verilen ve büyük bir gizlilik içinde çalıştırılan Duncan, bütün bu önlemlerin kendisini korumak için mi, yoksa hapsetmek için mi olduğunu merak etmeye başlar. Son derece acımasız, hiç beklenmedik bir anda, beklenmedik bir yerde harekete geçebilen ve sanki hiçbir şey onu durduramazmış gibi görünen katil, Duncan’ın çalışmasını engellemeye uğraşmaktadır. Sorular ve hayatına yönelik tehditlerin birikmesiyle Eve Duncan, korkunç bir komplonun parçası olduğunu anlar. Ama hayatta kalmak için, cesedin ölümcül gizini kendi hayatını tehlikeye atarak ortaya çıkarmak ve bir yalanlar katmanının altında yatan korkunç gerçeği öğrenmek zorundadır.
Hindistan ve Birleşik Amerika'da tıp eğitimi gören Dr. Deepak Chopra, bir endokrinolog (iç salgı bezleri uzmanı) olup Massachussetts eyaleti "New England Memorial" Hastanesi eski başhekimi ve Amerika Ayurvedik Tıp Birliği'nin kurucu başkanıdır.
Doktorluğu sırasında birkaç yıllık yaşam süresi verildiği halde tümüyle iyileşen hastalara rastlaması üzerine, soruna bir karşılık bulmak için 1980'li yılların ortalarında anayurdu olan Hindistan'a dönerek insanlığın en eski iyileştirme geleneği olan Ayurveda'yı inceledi.
Şimdi Batı'nın tıp, nöroloji ve fiziğindeki çağdaş araşırmalar ile birlikte Ayurvedik içgüdü kuramıyla insan bedeninin kuantum gerçeklikte yapılanmış bir "Zeka Şebekesi" tarafından denetlendiği belirtilmektedir.
Bu, yapay bir fizyolojik durum değildir. Söz konusu zeka fizyolojimizi tasarlayan temel modelleri değiştirecek kadar yeterli derinlikte bulunmaktadır ve kanseri, kalp hastalıklarını, hatta yaşlanmanın kendisini yenecek kapasiteye sahiptir. Dr. Chopra bu esin verici öncü çalışmasında bize hem büyüleyici bir entelektüel yolculuk, hem de iyileşme umudu konusunda alabildiğine dokunaklı bir olaylar dizisi sunmaktadır.
Eserleri yirmi yabancı ülkede yayınlanmıştır. Amerika, Avrupa ve Asya kıtalarında konferanslar verilmiştir.
Yazarın önceki kitapları: "Sağlığı Yaratma", "Rishi'nin Dönüşü", "Mükemmel Sağlık".
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.