Ya sizde her gece aynı rüyayı görseydiniz... Her seferinde tanımadığınız bir kadın zorla bir arabaya bindirilip kaçırılıyor ve muhtemelen öldürülüyor… Max her gece aynı rüyayı gören eski bir alkoliktir. Alkolü bıraktığından beri gerçek ile hayal arasındaki çizgiyi görmekte zorlanan Max, bu rüyanın anlamını çözmek içinrüyasındaki kadını bulmalıdır.Herkes rüyalarının gerçekleşmesini ister, ama Maxrüyası gerçekleştiğinde tek bir şey dileyecektir: Tüm bunlar keşke bir rüya olsa…”
Bir kadın, yedi beden…
Tüm imkânlarla başlayan bir hayat kaç defa imkânsızlığa sürüklenir? Ve bir kadın kaç defa yeniden ayağa kalkar? Her defasında kendinden bir şeyler kaybedip nasıl daha da güçlenir?
Nefeli, Nefi, Rahibe Gentille, La Grecque, Céléstine, Divine, Dada.
Bir kadın, yedi isim…
Entrikalar, savaş öncesinin şaşaalı günleri, savaşın kül rengi yüzü ve aşkın yedi bedeninde tutkuyla çarpan bir kalbin İstanbul, Paris, Atina üçgeninde asırlık serüveni…
Klio Etnopoulos, Aşkın Yedi Bedeni’nde geçmiş ile günümüz arasında duygu yüklü bir hikâyeyi oya gibi işliyor.
Annem tanrı ve sen.
Kutsadık.
Nefret ettiğimiz yaşamak lanetini bize bulaştıran her şeyi kutsadık.
Başköşeyi ise daima, birbirimizin canına daha kolay kıyabilmemizi sağlayan sevgili Tanrımıza ayırdık. Görmediğimiz ve duymadığımız yaratıcıyı; çığlık çığlığa görünen, anlatan ve ağlayan insandan daha çok anladık, çünkü O hep vardı ve var olacaktı. Sonsuz varoluşundan ürktük. Ölümsüzlüğüne yenildik. Hem yaşamaktan hem ölmekten korkuyorduk.
O kadar korktuk, o kadar korktuk ki yaratıcının dünyadaki izdüşümü anneyi kutsamak zorunda kaldık. Belki de ölümlü bir yaradanın karşısında kendimizi daha rahat hissedecektik. Öyle de oldu. Kanını, canını, emeğini, varlığını sömüre sömüre kutsallığına küfürler savurduk. Etlerini koparıp, saçlarını ellerimize doladık. O bizi hep anladı. Tuttu başımızı okşadı. Gözyaşlarımızı avuçlarına alan, kulağımıza umudu fısıldayan bir yaradanımız vardı. Anne, yaşamaya mahkûm ettiği bize sevmeyi anlattı.
Var olmanın acısı sevdikçe geçecekti. O’na inandık. Sevdik. Sevmekten yaşamanın tek güzelliği aşka ulaştık. Kutsal aşka.Nefes almaya anlam katan aşktan daha kutsal ne olabilirdi ki? Olmadı. Aşkı sadece yaşayanlar kutsayacaktı.
Hırçın ve sert bakışları, gözlerinin üzerine düşen kızıl bukleleri ile ikizi dahil diğer tüm Ackerly kız kardeşlerinin en başına buyruğu kesinlikle Charity'ydi. Ancak bu kafasının dikine giden güzel kız, hiç beklemediği bir anda karşısına çıkan aşkın kollarında dizginleri elinden bırakmak zorunda kalacaktır… Lort Lachlan zarif, zengin ve güvenilir görüntüsüyle evlenme çağındaki pek çok genç kızın rüyalarını süslemektedir. Ama onun hayalindeki kadın, taşıdığı unvanı ve pek de iyi geçinemediği ailesini kabullenebilecek, güçlü biridir.
En büyük aşkların nefretle başladığını bilmeyen Charity kendisini imkânsız bir aşkın kollarında bulurken, Lachlan hayalleriyle gerçekler arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Gerçek aşkın peşinden sürüklenen Lachan ve Charity'nin ihtiras, tutku, şehvet, aşk ve entrika dolu aşk hikâyesinde kazanan kim olacaktır? Kalbim Evine Döndü ve Issız Bir Aşkın Kıyısında ile okurları romantik bir yolculuğa çıkaran Kız Kardeşler Serisi'nin yeni kitabı Gerçek Aşkın Peşinde kalpleri yine ısıtacak.
''Bir erkeği aslında kadınlar erkek yapar. Bu anneden başlar, diğer kadınlar şekillendirir ve bir kadın da noktayı koyar.'' ''İnsan kızgın oluğu birini terk edemez. Yoksa gittikten sonra aklının, kalbinin bir tarafı geride kalır. Gitmekle kalmak arasında gereğinden uzun düşünürseniz, gitmeden oyun bir el daha uzayabilir ama artık aynı oyun olmaktan çıkar.''
Erotik bir güç ve iktidar savaşı.
Ne istediğini bilen ve devamlı kendi yolunu seçen bir kadının bir sahibeye dönüşmesinin hikayesi…
En büyük zevklerinden biri kışkırtmak ve yoldan çıkartmak olan gazeteci Mine’nin hayatı münzevi ikona restoratörü Fuat’la tanıştıktan sonra başka bir çizgide ilerler. Ayrı dünyaları birbiriyle çarpıştığında ikisinin de aşka ve hayata karşı bakışları değişecektir. Aralarındaki tensel çekim, onları aşkın sadece naif ve tutkulu coğrafyasına çekmekle kalmaz, kimi zaman da uçlara sürükler. Aşkta huzur yoktur, bir suç ortaklığıdır aşk…
Karolin Fişekçi’den Türkiye’nin ilk femdom erotik romanı. Yazar, bu ilk romanında aşk, cinsellik, tutku ve kadın-erkek ilişkisine dair tüm sınırları zorluyor. Fetişleri bir ressamın fırça darbeleriyle satırlara işliyor.
''İzlenilen diziler, söylenen şarkılar hayatın kendisi, tam da biziz aslında. Film repliğinde geçen cümleyle bir şarkının güftesi; ayrılıklarımız, yaşayamadıklarımız, kavuşamadıklarımız bazen de pişmanlıklarımız...
Bazen nihavent makamı gibi yaşıyoruz arabesk aşklarımızı, bazen de türkü tadında, Türkçe sözlü hafif Batılılaşmış acılarımızı. Neyse hayat da bir yere kadar düşer peşine, acılar da bir yere kadar sürer ama şarkılar hep “onu” söyler. Yeter ki yürekler aşka doysun, soğuk karanlıklar gölge etmeyi durdursun. Hem zaten çoktan unutulurdu, çoktan da, Ah bu şarkıların gözü kör olsun…''
Cansen Erdoğan’ın aşka, mutluluğa, aileye, dostluğa, başarıya, kadere, inanca, zamana, ayrılıklara, yalnızlıklara kısaca hayata dair içtenlikle kaleme aldığı yazılarılarıyla bazen kendinizi eski aşkınızın kollarında; bazen hayallerinizin ortasında bulacaksınız. İç dünyanızı, kimliğinizi, yaşadığınız hayatı sorgulayacağınız ve kendinizden çok şey bulacağınız bu kitap ertelenen düşleri gerçekleştirmenizi sağlayacak.
Gökkuşağına zıplamaya çalışmaktan hiç vazgeçmeyin. Ve unutmayın: ''Herkesin bir 'B' planı vardır hayatta. Sizin ise herkesten farklı bir 'C' şıkkınız olsun mutlaka.''
“Josef K. bir sabah ansızın tutuklanır….”
Franz Kafka’nın 1914 yılında yazmaya başladığı Dava, ölümünden sonra arkadaşı Max Brod tarafından yayımlanmıştır. Dava, içerdiği sembolizm ve metaforik yapısının karanlığından dolayı yazarın, üzerine en çok konuşulan romanlarından biridir. Tanrı’nın krallığından kovulmuş bir sürgünlük psikolojisini tüm eserlerinde sessiz bir çığlık olarak işleyen Franz Kafka korku, çaresizlik ve yalnızlığın hüküm sürdüğü belirsiz bir dünyanın tercümanıdır.
Modern yaşamın çelişkileri ve uyumsuzlukları tarafından kuşatılan insanı temsil eden Josef K., bir gün, ansızın, hiçbir sebep yokken tutuklanır. Sonrasında maruz kaldığı acımasız gerçekliğin ve var olamayışın eşsiz anlatımlarıyla ilerleyen Dava, gizemin ağırlığından kaçan insanın gerçek olmayan bir hayata sığınmasının hikâyesidir.
yağmur herkesin üstüne yağar... Cinlere, kâhinlere, adaklara… dualara… şairlere ve peygamberlere… Allah'ın Kılıcı Halid bin Velid'in, hadım kâtibine yazdırdığı hikâyesinin her bir satırında geçmişin saklı kalmış anıları kelimelerle hayat bulur. Halid bin Velid'in Müslümanlığı seçişi ve girdiği savaşların yenilmez kumandanı oluşunun hikâyesi de işte bu satırlarda saklıdır…
Ancak Tadmor'da yaşayan gizemli kadın Sitt Sâmiha ve kızı Rayiha'nın cinlerle, dualarla ve şiirlerle dokunmuş sıradışı yaşamlarının gizlerini ortaya çıkaracak ipuçları da yine bu hikâyede gizlidir. Sitt Sâmiha kızından bile sakladığı bu sırların ortaya çıkmasını engelleyebilecek midir? Rayiha gerçek arayışını ne kadar sürdürecektir? Halid Bin Velid'in kendisini yenilmez kılan kılıcının sırrı nedir? Ann Chamberlin'in merakla beklenen üçlemesinin ikinci kitabı Allah'ın Kılıcı 2 - yağmur herkesin üstüne yağar, Solmaz Kâmuran'ın muhteşem çevirisiyle nefesinizi tutarak okuyacağınız ve uzun süre etkisinde kalacağınız bir çöl hikâyesi…
“İki çeşit acıma duygusu vardır. İlki, zayıf ve duygusal olandır; bu aslında sadece başkasının başına gelen talihsizlik karşısında bizi saran nahoş hislerden bir an önce kurtulmak için yüreğin gösterdiği sabırsızlıktır. Bu, kesinlikle o insanla birlikte acı çekme duygusu değil, onun ıstırabını içgüdüsel olarak kendi ruhumuzdan uzaklaştırma çabasıdır. Ve diğeri, yegâne gerçek acıma duygusu ise; duygusal olmayan ama yaratıcı olan, ne istediğini bilen, her şeye gücü yettiğince hatta gücünün bile ötesinde sabırla, ıstırap çekenin sabrına da ortak olarak katlanmaya kararlı olan acıma duygusudur.” Avusturya’nın küçük bir kasabasında yaşayan Hofmiller, aynı insanların aynı şeyleri konuştuğu, aynı masalara oturup aynı kâğıtlarla aynı oyunu oynadıkları bu yerde, olağan bir hayat sürmektedir. Ta ki kasabanın zengin ailesi Kekesfalvalarla karşılaşıncaya dek… Kekesfalvaların engelli kızı, Hofmiller’da öylesine derinden bir acıma duygusu uyandırmıştır ki, artık hiç kimseye eskiden olduğu gibi bakamayacak, sürekli bir yardım etme isteği ve empatiyle yaşayacaktır. Ancak bir süre sonra, içine düştüğü bu rüyadan uyandığında kararlarının korkunç bedellerini yaşamak zorunda kalacaktır. Başyapıtı Sabırsız Yürek’te Stefan Zweig insan psikolojisinin derinliklerinde dolanarak acıma duygusuna hiçbir zaman eskimeyecek bir anlam kazandırıyor.
İnsanların tüm sorunlarına rağmen mutluluğu aradığı, paylaştığı ve kısa bir süre de olsa tüm dertlerinden, koşuşturmalarından, streslerinden, hırslarından uzaklaştığı günlerdir bayram günleri… Noel de zengin, fakir, çocuk, yaşlı demeden herkesin yeni umutlarla yeni yılı karşılamasıdır aslında…
Ancak Ebenezer Scrooge için tüm bu Noel hazırlığı, ailenin bir araya gelişi, yenilen yemekler, alınan hediyeler ve yapılan yardımlar gereksizdir. Kendi yalnızlığında yaşayan Scrooge’un hayatı ironik olarak yine bir Noel günü değişecektir. Onun hayatını değiştirense Noel Ruhu’nun ta kendisi olacaktır.
Charles Dickens’ın eşsiz üslubuyla kaleme aldığı bu kış masalı, insanlığınızı size yeniden hatırlatacak ve içinizi ısıtacak…
İnsanın tek sahip olması gereken hak, istediğigibi geberebilmesidir… Ve bu esnada başkasınınyardımına gerek duymamasıdır…”Yıkıma giden, melankoli nöbetlerine tutulmuş yaşamlar vekaçınılmaz sona doğru bir koşu…Öldürücü, anlamsız ve sonuca odaklı bir çılgınlık krizi…Kendisi de ilk eşiyle intiharın sınırına gelmiş, ancak ikinci eşiyle amacına –kendi mutlak sonuna– ulaşan StefanZweig’dan her biri derin izler bırakan, tükenmişlik içinde dahi gururundan ödün vermeyen insanların, ölümü yani mutlaksonu bir şekilde varlıklarını kanıtlama yolu ya da kurtuluş olarak hissetmelerinin hikâyeleri… Evet, her biri kaçınılmazsona ulaşacaktır… Hepimiz gibi… Ancak onları diğer herkesten ayıran, ölümü kendi ellerinde tutuyor olmaları…Başarılı psikolojik tahlilleriyle kendini klasikler arasına kabul ettiren Stefan Zweig’ın intiharla özdeşleşmişhikâyelerinden biri olan Amok Koşucusu ile aynı adı taşıyan; umutsuzluk, yitirilmişlik, boşluk, hayata tutunamamak, terkedilmişlik ve değersizlik gibi sebeplerle mücadele eden yedi insana ait yedi ayrı intihar ve ölüm izleğinin işlendiği bueserde, insan psikolojisinin en derinliklerine inerken hayatısorgulamadan duramayacaksınız.
Bazen sınırları aşk belirler...Sinan, düşüncelere daldı, eskilere gitti, gecelere şerh düştü gözyaşlarından. Sabah gün doğmadan uyandı, doğan günden once zamana koşmak istedi. Haykırmak istedi sevgilisine zamanın ne kadar yakıcı olduğunu. İçinde ne varsa her şeyi yakıp kül ettiğini.
Ne zaman dinledi onu ne de hayalindeki sevgilisi. Ağladı Sinan, sabaha karşı, gün doğmadan. Zamana yetişemeyeceğini anlayınca yeminler etti, aşkı üstüne. İçindeki ateşi yeryüzüne kazıyacaktı.
Kendi arzusuyla devşirilip payitahta getirilen Sinan'ın hayatı Karaboğdan Seferi sırasında değişecektir. On gün gibi kısa bir sürede sağlam bir köprü yapıp Osmanlı ordusunu saplandığı Prut bataklığından kurtarması ona mimarbaşı olma yolunu açar.
Bu sure zarfında Kanuni ile Hürrem'in dillere destan aşklarının güzeller güzeli meyvesi Mihrimah Sultan'a da g.nlünü kaptırır. Ancak Sinan kırk sekiz yaşındadır ve üstelik de evlidir. Mihrimah Sultan ise Rüstem Paşa ile evlendirilecektir.
Güneş de ay da tüm umutlarıyla birlikte batmıştır artık. Sinan'ın bu imkansız aşkı yaşatmak için sultanını kalbine ve yaptığı eserlere gizlemekten başka çaresi kalmamıştır. Aşkının küllerinden iki cami vücuda getirir Sinan. Öyle ki bu camilerin birinde güneş batarken diğerinde ay doğmaktadır.
Bu iki camide asırları aşan zamansız bir aşk her gün sonsuzluğa karışır. İmkansız bir aşka duyduğu umudun bir ustayı nasıl dünya çapında ünlü bir mimar haline getirdiğini daha önce de yüz binler satan bu kitapta okuyacaksınız.
Kendi dünyasıyla meşgul bir adam, ömrü boyunca o adamla meşgul olmuş bir kadın... R. doğum gününde aldığı isimsiz bir mektupla birlikte, hayatının hiç bilmediği bir yansımasıyla karşılaşır. Mektup ölümün ürperten esintisini taşıyacaktır odasına, bir kadının yıllarca kalbinde sakladığı derin aşkının haykırışlarını dillendirecek, özlemi ve acıyı yüzüne çarpacaktır. Bir çocuğun hiç görmediği gülümsemesini, hiç duymadığı sesini, hiç hissetmediği gidişini getirecektir. Meçhul bir kadından gelen o uzun ve gizemli mektup, ona varlığının hiç tanımadığı bir tarafını anlatacaktır. Mektubu okumayı bitirdiğinde zihninde hayal meyal anılar belirir. Bir çocuk, bir genç kız ve olgun bir kadın... Sanki bu okuduklarını defalarca rüyasında görmüştür, ama sadece rüyasında...
Erkeklere harcadığım vakti ilime yatırsaydım mutfak aletleriyle atomu parcalamıştım.
"Kapakataki kız güzel değil mi?
O ben değilim, halamın kızı Asuman. 23 yaşında, pabuç gibi bir dili, ampul gibi cicikleri var. Arada etini burasım geliyor, öyle bir asi. Neyse ki konumuz Asuman değil.
Bu kitapta "erkekleri cezbetmenin 55 yolu"nu bulacağını sanırsan yanılırsın bacım. Ama sana "erkekten önemli 55 şey" sayacağımdan şüphen olmasın. Şimdi "bacım" hitabım yüzünden, "Kalkın gidelim beyler, burada az sonra ağda muhabbeti yapılacak," diye silkinen beyler, az durunuz. İkinci bölümde size özel, kadınların çok da gizli olmayan dünyasına ilişkin, her evde denenesi öğretilerimizi derledik.
Tüm bu cinsi münasebetsizlikler kılavuzunun yanı sıra, güzelce parmak basmaktan da geri durmuş değiliz. "Memleket nereye gidiyor? Biri cepten arayıp sorsun. Dönerken yoğurt alsın," tarzı sosyal içeriklerimiz de mevcut. Bir anarşi, bir isyeaan, bir ikrah ki sormayın gitsin.
Velhasıl, Kim Lan Bu Hayatımın Erkeği, KLBHE ekibi tarafından ıssız bir adada gerçekleştirilen deneyler sonucunda ortaya çıkan somut verilerden derlenmiş, eşsiz, bilimsel ama bir o kadar mistik bir kitaptır.
Çekirdek gibi okunur, yetmez, dişinize yapışıp hayatınıza macera katar.
Rüyaların mimarı Koca Sinan... Rüyalarından korkan bir adam, rüyalarının peşinden gidebilir mi? Nehir dolup taştığında aşk da coşar! Aşk ise bana göre tenden geçmedir! Aşk, bedeni aşıp ruhların ruh dünyasında bir olmasıdır. Bir olmayı başaran ruhları ise ancak ölüm ayırır.Aşkı bulanlar sadece rüyalarının peşinden gidenlerdir. Lale ve Serkan, Sinan Araştırma Merkezi için çalışan iki araştırmacıdır. Onları bir araya getiren şey Mimar Sinan’ın kayıp kafatasının izini sürmek ve bu sır perdesini ortadan kaldırmaktır. Yaptıkları araştırma onları Mimar Sinan’ın gizemlerle dolu hayatında tarihi bir yolculuğa çıkaracak, eserlerindeki sırlara ve Yakup’un Merdiveni’yle arasındaki gizli bağlantıya götürecektir. Hayatını kâbusa çeviren rüyaların peşinden giden Philip ise eski sevgilisi Sandra’yla birlikte kendini hayallerinin şehri İstanbul’da bulur, yolları yedi tepeli kentte Lale ve Serkan’la kesişir. Rüyaların mimarı Koca Sinan’ın izlerini sürerken aşkın koridorlarında kaybolan bu dört arkadaşı Mimarın Merdiveni adlı tehlikeli bir tarikatın müritleriyle girecekleri amansız bir mücadele beklemektedir... İki Cami Arasında Aşk 2 "Kayıp Kafatası", modern zamanda Mimar Sinan ekseninde filizlenen modern aşkların, rüyalardaki sırların ve aşka çıkan zorlu basamakların hikâyesi...
Tam şu anda arka kapağı çevirdin, değil mi? Gerçekten çok akıllıyım. İnsan bir kitabın arkasını, "bakalım arka kapağı da ön kapağı kadar güzel mi" diye değil, "bu kitabı neden okumalıyım" sorusuna cevap bulmak için çevirir. Genellikle de yazarın ünlü tanıdıklarının ve editörünün "kendinizden bir şeyler bulacaksınız", "hayal gücünün sınırlarını zorluyor", "olağanüstü bir hikâye", "kendine has diline hayranım" gibi kocaman övgüleriyle karşılaşırız. Doğrusu ben övgüden fazla hoşlanmam ama daha da geçerli nedenim, benim ünlü tanıdıklarım yok. Beni hayatta belki bir tek annem övmüştür (o da camları güzel sildiğim için ha), ancak onun da kitap yazdığımdan haberi yok. Kaldık mı gene dımdızlak! O zaman kendi arka kapağımı kendim yazarım. Hiç! Sonuçta içinde ne yazdığını en iyi ben biliyorum. Hem kendime karşı öyle kolpa övgüler dizmem de. İlkin buraları boş bırakalım istiyordum. Böyle ferah ferah... Ama arka kapağı boş bırakılan bir kitap, yarattığı cevapsızlıkla tokat atan bir kitaptır. Övgü sevmiyoruz dediysek kitapseveri dövelim de demedik! Eğer soruna cevap olacaksa, bütün kitaplar tek bir nedenle okunur: "Hissetmek" için. Başka hayatları, başka duyguları, başka ruhları hissetmek için... Ben buraya ne yazarsam yazayım, sana bu kitabı okurken neler hissedeceğini izah edebilir miyim? Mümkün mü? Yok öyle üç kuruşa beş köfte. O zaman içeride dönen muhabbetten birkaç kuple attırıp çeneyi kapatmaktan başka yol yok. Eyvallah. Blog dünyasının en harbi kızından "öyle şeyler sadece filmlerde olur" diyemeyeceğiniz yazılar...
Ülkenin en karanlık anlarında umudunu yitirmeyen bir önder... Gözünü kırpmadan kendini vatanı için feda eden bir asker... Yüreği insan ve doğa sevgisiyle dolu bir devrimci... Anekdotlarla ve Çizgilerle Atatürk serisinin ikinci kitabı olan "Laik Türkiye" ile onun hiç bilinmeyen yönlerine tanıklık edeceksiniz.
Mürvet Sarıyıldız’dan çok satan kitaplar:İki Cami Arasında Aşk: Mihrimah ile Sinanİki Cami Arasında Aşk: Kayıp KafatasıAntik Kentte AşkLamia
İlk başta paniğe kapılmıştı. Duyularından yoksun kalmasıyla felç olduğunu sanmış, kör ve sağır olup ölümüne dek dış dünyayla tüm bağlarını koparmış, sakat bir beynin içinde kıstırılıp kaldığını düşünmüştü. Ama sonra bir şeylerin değiştiğini fark eder gibi oldu. İlk başta sandığı gibi karanlıklar içinde yüzüyor değildi; sanki müthiş ve korkutucu bir hızla onun içinde yol alıyordu. Bir tür, anlamadığı kozmik bir gücün içine çekiliyordu.
O acayip hareketlilik, kendini ürkütücü bir karanlığın içine çeken yolculuk, üstünde ve içinde hareket eden başka bir varlığın ritmik temposu…
Olanlara inanamıyordu…
Sabah güneşi Amerikan Büyükelçiliği’nin kuzeye bakan geniş pencerelerinden içeri süzülerek yerdeki bordro renkli makine halısının üzerinde hâreler yaratıyordu. Kocaman odada derin bir sessizlik hüküm sürüyordu; tek işitilen ses klima cihazının belli belirsiz monoton uğultusuydu.CIA’nın Irak bölgesi en üst düzey yetkilisi Michael Edward, odanın serinliğine rağmen alnında beliren ter damlalarını silmeye çalışarak, karşısında oturan ve kahredici nazarlarla kendini süzen Harry Morgan’ın bakışlarından kurtulmaya çalışıyordu. İnce metal çerçeveli gözlüğünü burnunun üzerine doğru iten Harry Morgan, buz gibi bir ses tonuyla sorusunu tekrarladı. “Demek MİT ajanı yaşıyor, öyle mi?” Edward bu soruya zaten cevap vermişti, ama Dış Operasyonlar Daire Başkanı sanki kendisine ıstırap vermek istercesine suali yinelemişti. “Üzgünüm efendim, fakat maalesef yaşıyor.”
Polisiye edebiyatımızın güçlü kalemi Osman Aysu, ustaca kurgulanmış bu gerilim romanında, okuyucularını soluksuz bırakacak bir yolculuğa çıkarıyor.
“Hava karardığında giriş kapıının yan tarafına isabet eden bölümdeki koltuklardan birine yerleşti. Mermi doldurduğu Sıg Saurer’i sıkı sıkıya tutuyordu. Kulaklarını dikmiş, evin içinde duyabileceği her türlü sese dikkat kesilmişti.
Saat gecenin dokuzuna doğru kapının kilidinin açılırken çıkardığı sesi duydu. Dev zenci evine dönüyordu. Nefesini tuttu ve beklemeye devam etti. Nihayet intikam saati gelmişti. Zencinin iri vücudunun parke üzerinde çıkardığı ayak seslerini duyuyordu şimdi. Gidişin ışığını yakmıştı. Hafif bir aydınlık Nicole’ün bulunduğu yere de aksediyordu…”
Polisiye edebiyatımızın önde gelen isimlerinden olan Osman Aysu, heyecanın bir an olsun eksilmediği, ustaca işlenen olay örgüsüne sahip Gece Baskını isimli romanı ile bir kez daha okuyucuyla buluşuyor.
Doğu’da uzak bir köyün sırtlarındayız. Sarp kayalıkların ve uzak dağ yollarının ardında henüz kimselerin farkında olmadığı, fakat çok yakında dünyadaki tüm dengeleri değiştirecek, yaşanan çağı yeni bir boyutla alevlendirecek bir kavganın mücadalesi veriliyor; en son Süryani Kadim Cemaatleri’nin elinde bulunan ve 1860’larda aniden ortadan kaybolan, yepyeni bir İncil’in kavgası…
Amerika’ya göç eden bir süryaninin, Protestan rahiplere fısıldadığı yüz elli yılık sır, romanın başkahramanı, yakışıklı MİT ajanı Oğuz’un elinde yeniden canlanıyor.
Yeryüzünde, Kayıp İncil’in yerini bilen tek insan olan Oğuz’un yolu, bir jeolojik araştırma ekibinin güzel ve gizemli lideri Melis’le Morkayalıklar’da kesişiyor, ardından Rus, Yunan ve Amerikan istihbarat örgütlerine karşı nefes kesen bir serüvenin içine dalıyorlar. Osman Aysu bizleri, Kayıp İncil’in peşinden tarihin, ihanetin, aşkın, şiddetin ve politik oyunların iç içe geçtiği bir maceraya sürüklüyor.
“Kendimi bir mektupta seyrettim. Büyülü bir aynaydı bu. Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir Cemil Meriç vardı. Senin Cemil’in. Bu aynada ikimiz vardık. Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. ” 13 Ekim 1966
- Cemil Meriç
Hayatın sonbaharında yaşanan aşklar bir çınarın yaprakları gibi sararmaya mı mahkûmdur? Evliliği bir buz parçası gibi eriyerek yok olurken, kendini yalnızlığa hapsetmiş bir kadın.Sevgiye, sevmeye, sevilmeye aç, muhtaç bir erkek.Hep ‘öteki’ olmuş bir erkeğin, kendisini karanlık dünyasını kokusuyla aydınlatan bu kadının kollarına bırakarak aşka ve hayata tutunması…Kitapların, mektupların satır aralarında doğup destana dönüşen tutkulu bir aşk.
Dante ve Beatrice gibi…
Lamia ve Cemil Meriç
Bir gün internette alışveriş yaparken hiç tanımadığınız insanlar size bir cadı olduğunuzu söylerlerse…
Lauren, Chicago’da başarılı bir emlak danışmanıdır. Müşterilerinin arzu ettiği evleri, adeta onlar için yaratılmışçasına bulur ve satışlarını gerçekleştirir. Başarısını tecrübesine bağlamaktadır. Ancak bir gün aslında hiç de öyle olmadığını öğrenir.
Lauren, güçlü bir düşünce cadısı olduğunu öğrendiğinde kariyeri ile cadılık eğitimleri arasında kalacak, üstelik verdiği kararla sadece kendi hayatını değil en yakın arkadaşının da hayatını değiştirecektir. İki arkadaş yeni bir şehirde, birçok yardımsever cadı ve cadıcıkla birlikte yeni hayatlarına bol sihir, dostluk, aşk ve hatta sürprizler katarlar.
Uçan Süpürge Serisi’nin mizah dolu ilk kitabı Modern Cadı’da Debora Geary, yarattığı samimi karakterlerle cadılar dünyasının perdelerini aralıyor.
Amazon.com okur yorumlarından:
“Kitabı okuduktan sonra bilgisayarımı açıp cadıların beni de bulmasını bekledim…”
“Okurken gözlerinizden hem gülmekten hem de duygulanmaktan yaşlar akacak… Bu eğlenceli cadı ailesinin diğer maceralarını sabırsızlıkla bekliyorum.”
Bir parmak hareketinizle rüzgâra hükmedebilseydiniz...
Sierra, özgür bir cadının tek kızıdır. Annesi küçük yaşta ölünce Sierra birçok koruyucu ailenin yanında kalmıştır. Annesinden öğrendiği sihirleri ancak tek başına kaldığı okyanus kıyılarında yapabilmektedir. Denizin suyunu ısıtmak, akıntılarla oynamak, hatta fırtınalar çıkarmak onun için çocuk oyuncağıdır.
Sihirlerinin tehlikelerinin farkında olmayan Sierra on sekiz yaşına basarken hayatı tamamen değişir. O güne kadar Sierra'nın varlığından haberdar olmayan cadılar sayesinde tehlikeli sihirlerini yararlı hale getirmeyi başarır.
Debora Geary, Uçan Süpürge Serisi'nin son kitabı Gizli Cadı'da mucizeler, sürprizler, kahkahalar, gözyaşları ve tabii ki bol sihirle sevginin büyülü gücünü hepimize yayıyor.
Franz Kafka’nın, öldükten sonra yakması için dostu Max Brod’a verdiği yapıtları arasında yer alan Dönüşüm, insanın terk edilişinin ve yalnızlığını ölüm ile paylaşmasının anıtsal bir anlatımıdır. Hiçliğin kesinliğinin mutlak olduğu bir dünyada, korkunun karabasanında tuzağa düşmüş bireyin trajedisini anlatan Kafka, yabancılaşmış, anlaşılmaz ve makineleşmiş bir dünyada insanın evsizliğini ustalıkla işler. Kafka’nın kahramanları hiçbir yere ait değildir.
Bedensel dönüşümünü gözlemleyen Gregor Samsa, bu anlaşılmaz dünya içerisinde kendi bedenine yabancılaşır. Bedenindeki dönüşüme alıştıkça böcekleşir, böcekleştikçe de yalnızlığın o koyu ve vazgeçilmez dünyasına adım atmış olur. Artık Gregor yalnızlığını ölümle paylaşır.
Sorgulama gereği duyulmayan yaşamın kemikleşmiş kurallarına, insan ilişkilerine, toplumsal yaşayışa bir başkaldırı öyküsü olan Dönüşüm’de, güçlü bir toplum eleştirisi yapılmış ve insanın modern toplumda yabancılaşması ustalıkla işlenmiştir.
Satış rekorları kıran Safiye Sultan üçlemesinin yazarı Ann Chamberlin,bu defa okurlarını İslam’ın yeni doğduğu günlere götürüyor…Arap çöllerine, Fırat ve Dicle’nin verimli topraklarına, Hicaz’a, Basra’ya,Yemen’e… Tek tanrılı dinlerle pagan inanç ve geleneklerinin kimi zamankaynaştığı, kimi zaman acımasızca birbiriyle dövüştüğü dönemlere…Cinlere, kâhinlere, adaklara… dualara… şairlere ve peygamberlere…Kumandan olarak katıldığı hiçbir savaşı kaybetmediği için HazretiMuhammed tarafından Allah’ın Kılıcı adı verilen Halid bin Velid,hayatının son günlerinde hadım kâtibine anılarını yazdırır ve ondan buparşömenleri Tadmor’da herkesten saklanarak yaşayan Sitt Sâmiha’yagötürmesini ister. Her bir parşömende geçmişin sır perdeleri biraz dahaaralanırken, neft yağı satıcılarının evinde yaşayan bu gizemli kadın vekızı Rayiha’nın sıradışı yaşamları da gözler önüne serilir.Sitt Sâmiha gerçekte kimdir? Neden ve kimden saklanmaktadır?Halid bin Velid’le olan ilişkisi nedir?Ann Chamberlin’in merakla beklenen üçlemesinin ilk kitabıAllah’ın Kılıcı 1 – aşk, yalan ve duman, Solmaz Kâmuran’ın muhteşemçevirisiyle nefesinizi tutarak okuyacağınız ve uzun süre etkisindekalacağınız bir çöl hikâyesi…
Yanından öylece geçip gittiğimiz, bazen acıdığımız, bazen ayıpladığımız, bazen komik ve eğlenceli bulurken bazen de kendimizi şanslı hissetmek için yargıladığımız, gerçekte empati kuramadığımız eşcinselliğe ve otizme dair ‘Cesur’ bir hikâye... Üstelik gerçek... Üstelik derin Deniz Akkaya Bedenime ilk babam dokundu... Gel oğlum yanıma... Kimseye söylemeyeceksin bu oyunu, tamam mı oğlum... Dünyaya geldiğinde bomboş bir tuvaldir insan. Etrafındaki herkes alır eline fırçayı bir renk katar, bir resim yapar üzerine. Biten resim sensindir, seni anlatır. Seni o fırçalardan çıkanlar var eder. Bazen istemezsin, bazılarını silersin ellerinle, yenisini çizer boyarsın. Bazılarını silecek malzemen yoktur, onlar hep bir iz olarak kalır. Babamın üzerime yaptığı resmi silmeyi başaramadım, daha beterini yaptım: Silmeye çalıştıkça anlamsız bir karanlık çıkardım ortaya.Bu kitabı okumayı bitirdikten sonra unutacaksınız beni, hayatınıza dönüp kaybolacaksınız, çünkü bizim gibiler sessizdir, kimseye anlatamazlar. Onlarsa kimse görmesin diye kuytuda hallederler işlerini. Sessiz çığlıklarımız sarar dünyayı ama kimse duymaz sessizliğimizi.Kişisel gelişim kitapları ile tanıdığımız Aşkım Kapışmak bu kez sürükleyici ve çarpıcı bir romanla çıkıyor karşımıza.
Sıkıcı hayatından kaçan Cassie, sonunda kendini alışverişin kalbine, Londra’ya atmayı başarmıştır. Artık lüks zevklerini karşılayabilecek kadar para kazanıyor, gönlünce gezip dedikodu yapacağı arkadaş çevresi ve onu hediyelere boğan sevgilisi ile istediği hayatı yaşıyordur. Moda tutkunu, eğlence düşkünü Cassie’nin modern peri masalı, işinden kovulmasıyla son bulur. Beş parasız kalması yetmezmiş gibi bir de sevgilisi tarafından aldatılır. Tutumlu olma sanatında pek de yetenekli sayılmayan Cassie aşkı, arkadaşları, hayalleri ve statü endişesiyle oradan oraya savrulmaktadır. Cadde kızı bakalım düştüğü bu korkunç durumdan kurtulmayı başarabilecek mi?
Gözüne çarpan manzara korkunçtu. Hemen yanı başında kanlar içinde yatan bir kadın cesedi vardı. Gözlerine inanamadı. Yataktaki kadın karısı Sibel değildi ve onu hiç tanımıyordu. "Caner panik içinde yatakta cansız yatan çıplak kadına bir daha baktı. Başı zonklamaya başlamıştı. Genç adam olanları bir türlü kafasında toparlayamıyordu" Akıl almaz bir cinayet planı ve gerçeğin izini süren genç bir avukat. Deliller ise tek bir kişiyi işaret ediyor, peki ya o şüpheli gerçek suçlu değilse... Temponun hiç düşmediği bu kovalamacada kazanan kim olacak? Müvekkilinin masumiyetine inanan genç avukat Feride mi? Polisiye türünün edebiyatımızdaki usta kalemi Osman Aysu’dan heyecanla okuyacağınız yepyeni bir roman...
Ailesi tarafından sevgiden mahrum bırakılan Victoria kendini leziz yiyeceklerin dünyasına kapatır ve gerçek hayatta sahip olamadıklarını bu şekilde unutmaya çalışır. Bütün erkeklerin peşinde koştuğu kız kardeşi Gracie ise son derece alımlı, çıtı pıtı bir kızdır. Victoria hiçbir zaman aşkı tadamayacağını, diğer insanlar gibi mutlu bir hayat süremeyeceğini düşünürken hayata yeni bir şehirde başlangıç yapmaya karar verir. Bu başlangıç, Victoria’nın hayatını yeniden yaşanılır kılar. Belki de minicik değişiklikler mutluluğa ve gerçek aşka giden kapıyı açacak anahtarlardır...
Uzun yıllar önce Alton Turner Blackwood adlı katilin yolu küçük bir kasabaya düşer ve otuz üç gün arayla dört aileyi vahşice katleder. Bu cinayetlerden tek bir kişi kurtulmayı başarır. Şans eseri kurtulan bu on dört yaşındaki çocuğun katili öldürmesiyle de acımasız cinayetler sona erer. Aradan yirmi yıl geçer ve Blackwood cinayetleri tekrar başlar. Dedektif John Calvino eşi ve üç çocuğunun tehlikede olduğunu hisseder, çünkü yirmi yıl önce annesi, babası ve kız kardeşleri Blackwood cinayetine kurban gitmiştir. John ailesinin katili Blackwood’u öldürür ama katil ölmeden önce bir yeminde bulunmuştur. Ailesinin öldürüldüğü gecenin yıl dönümüdür ve düşman beklenenden çok önce gelmiştir... Okuduğunuz hiçbir hayalet hikâyesine benzemeyen Gece Kuzgun ve Ölüm sıra dışı ve tüyler ürpertici bir gerilim romanı.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.