Bu kitabı oluşturan çevirilerden Alain Bosquet'ninki 1955'de Şiir Sanatı Dergisi'nde, 1975'de Diriliş'te, Alain, Mauriac ve G. Marcel'inki 1964'de Büyük Doğu Dergisi'nde, 1975'e Diriliş Dergisi'nde, André Malraux'nunki ve Unamuno'nunki 1970'de Diriliş Dergisi'nde, diğerleri 1976'da Diriliş Pazartesi ve Perşembe Günlüğü'nde yayınlanmıştır.
Felsefe ve bilim tarihinde eşine az rastlanır bir şahsiyet olan İbn Sina, fikirleriyle İslam dünyasında ve Batı'da yüzyıllar boyunca derin etkiler yaratmıştır. İslam felsefesinin 'altın çağ'ını temsil eden büyük filozof, tarihsel süreç içerisinde sadece felsefeye değil kelam ve tasavvuf düşüncesine de yön vermiştir. Kuşkusuz İslam entelektüel geleneklerinin gereği gibi anlaşılması, onun bu geleneklere nüfuz eden son derece ayrıntılı ve mükemmel felsefi sisteminin kavranmasından geçmektedir. İşte İbn Sina'nın hayatı, eserleri ve felsefesi ile İslam dünyasında ve Batı'daki etkilerinin ele alındığı bu çalışmada onun düşünce sistemi özlü, bütüncül ve anlaşılır olarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Genel olarak batı düşüncesinin mahiyetine ve tarihî sürecine odaklanan bu çalışmada "batı düşüncesi" terimi, batıya has olması bakımından diğerlerinden ayrılan bir düşünce geleneğine gönderme yapmaktadır. burada söz konusu edilen "düşünce" terimi ise, genel olarak düşünmenin ne demek olduğundan ziyade, çoğunlukla "felsefe" ile özdeşleşmiş bir düşünce tarzına yani batılı anlamda felsefe yapma veya düşünme tarzına işaret etmektedir. bu kitapta, "klasik", "modern" ve "çağdaş" ayırımlarına bağlı olarak, tarihî bir mahiyet arzeden batı düşüncesi tarzı, temel özellik ve farklılıkları ekseninde ele alınıp değerlendirilmeye çalışılmaktadır.
MÖ 400’lerde, Çinli filozof Sun Tzu’ya ait olan Savaş Sanatı, aradan 2500 yıl geçmesine rağmen halen dünyanın en etkin ve en saygın başyapıtlarından biri olarak kabul edilir...
Dünyanın her ülkesinde defalarca yayımlanan Savaş Sanatı’nın ilk yorumu, yazılışından 400 yıl sonra yapılmış, 4 ve 12. yüzyıllarda da on bir Çinli filozof, kendi dönemlerini göz önünde bulundurarak eseri tartışmış, görüş ve yorumlarını yazmışlardır.
Mücadelenin artık gündelik bir rutine dönüştüğü günümüz dünyasında, Sun Tzu’nun yüzyıllar öncesinden öngördüğü taktik ve stratejiler uygulanabilirliğini hâlâ korumaktadır ve bu doğrultuda bir komutan, siyaset adamı ve yazar olarak Osman Pamukoğlu, günümüz insanının beklentilerini gözeterek _Savaş Sanatı’nı yeniden yorumlamıştır. Yüzyıllar boyunca Mao’dan General Douglas MacArthur’a kadar birçok ismi etkilemiş olan Savaş Sanatı, her anı mücadele içinde geçen günümüz insanı için kazanmak, ayakta kalmak ve başarılı olmak adına vazgeçilmez bir rehber niteliğindedir.
Aristo, "Kaza şeylerin özünü ortaya çıkarır," der. Postmodernizm, bir vazo gibi moderniteyi orta yere attı. Vazo kırıldı, parçalara ayrıldı ve ne olduğu ortaya çıktı. Postmodernizmin yegâne hayrı vazoyu kırmasından ibaret. Ancak postmodernizmin yeni bir vazo yapma düşüncesi yok, her bir parça kendi başına yeter diyor. Postmodernizm şehvetle ve iştahla kışkırtılmış bedenler üzerinden zihinlere ve ruhlara narkoz yüklemektedir. Dünya gezegeninin ortasındaki, çekim gücü yüksek merkez dağılmış durumda, her şey ve herkes uzay boşluğunda sanki. Şimdi ya kaosun belirsiz uzay boşluğunda yuvarlanıp gideceğiz ya da yeni baştan kendimizi toparlayıp paradigma değişikliği yapacağız. Elinizdeki kitap insan, varlık ve hayatın anlamı konusunda kendi kaynaklarımızdan hareketle yeniden düşünme imkânına işaret etmeyi hedeflemektedir. Kitabın iki ana temasından biri "postmodern kaos", diğeri "kıble arayışı". İç içe geçen bölümlerden biri "modern ve postmodern dünyanın dramı"nı, diğeri de "yön ve kıble arayışı"nın zengin imkânlarını anlatmaktadır. Ürettiği eserlerle düşünce dünyamızı uzun zamandır zenginleştiren Ali Bulaç’tan çığır açıcı bir kitap daha. Varlık, insan ve hayat sarmalında Mevlâna’dan Yunus’a İslam ve kalp dengesinin izinin sürüldüğü Postmodern Kaosta Kıble Arayışı insan ruhunun özgürleşimi için gerekli dinamiklerin şifrelerini çözüyor.
"Yedi bölümlük bu büyük deneme, pek çok bakımdan alışılmadık, hatta benzersiz bir kitaptır. Bu kadar genç bir yazarın, tabu olmuş, neredeyse peygamber sayılmış ve bazı çevrelerce etrafına bir esrar perdesi çekilmiş bir adamı, hakkında söz etmemeye sanki yemin etmiş bir küçük sırdaşlar grubu dışında kişiliği bilinmeyen bir adamı, böylesine teşrih masasına yatırdığı bir başka örnek yoktur. Hühnerfeld, büyük bir açıklık ve açık sözlülükle, filozofun kendi ‘varolana atılmışlığı’nı, yani kişiliğini, sıkı bir şekilde gizli tutulmuş olan biyografisini deşerek sergiliyor. Kitap kutsal olana saygısızlık etkisi bırakıyor ve 1930’lu yılların Heidegger’ini gözümüzün önünde bir skandal figür haline getiriyor. Yazar fırsat buldukça büyük adlara saldıran şöhret düşkünü düzeysizler gibi yapmıyor bunu asla. Keyfi ve öznel davranmıyor. Heidegger’in felsefesi ve kişiliği hakkında sahip olduğu temelli bilgilere dayanarak, Karaorman’ın efsanevi adamına duyulan saygının kaybolmasına yol açıyor. Benzersiz olan bir başka yön, yazarın bu işe, popülist niyetlerden arınmış bir şekilde, hiçbir desteği olmaksızın, Heidegger’in sekter yandaşları karşısına tek başına çıkma cesaretini göstererek girişmiş olmasıdır. Üstelik Hühnerfeld, zamanımızın bu karanlık filozofunu açık bir dille, filozofa nispet yaparcasına rahat okunan satırlarla yorumlama başarısını gösteriyor."
Francis Bacon, deneyci (ampirik) felsefenin öncüsü olmakla birlikte, bilimdeki yöntem ve anlam sorununun üzerinde önemle durmuş, bilimsel araştırmaya kurumsal bir kimlik kazandırmayı amaçlayan ilk düşünürdür. Skolastik düşüncenin yaydığı bilgisizlik ve cehalet; yaşamını aklı ve bilimi bağnazlığın, kilisenin baskısından kurtarıp özgürleştirmeye adayan Bacon gibi ileriyi gören, bakış açısı geniş bir filozof için hiçbir biçimde katlanılabilir şeyler değildi. Pek çok alanda olduğu gibi, mitolojiyi de kendi çıkarları için sefil bir şekilde eğip bükenlere ve kötüye kullananlara karşı koyan Francis Bacon, otuz bir klasik GrekoRomen mitini incelediği Antik Bilgelik adlı eserini kaleme aldı, mitlerdeki sembolik dili, kendine özgü üslubuyla yorumladı.
İnsanlık kabına sığmıyor; taştıkça taşıyor evrenin sonsuz mutluluğuna. Sevgiyi sığdıramıyor insanlık yeryuvarlağına. Düşünce, evreni kavramak istiyor. Yeni yaşamlar bulmak ve var olan her şeyi görmek/özümsemek istiyor. Mutluluğu bilgide/düşüncede arıyor insanlık. Oysa yeryuvarlağı hala açlıklarla, savaşlarla, kanla boğuşuyor. Milyonlarca insan aç, susuz bırakılıyor. İnsanlığın kanseri olan mülkiyet isteği yüzyıllarca yeryuvarlağını kana boğup, kanla besliyor.
Yalanları kökünden söküp atmalıyız. Bilimin gittiği yol yalanın bittiği yerdir. Yalanları yıkmak için elimizde çok gerçek vardır. Düşünmeli, üretmeli, paylaşmalı ve sevmeliyiz.
Friedrich A. Hayek'in Kölelik Yolu (The Road to Serfdom) adlı eseri 1945’te ilk yayınlandığı zaman, eleştirmenlerce John Stuart Mill’in ünlü Hürriyet Üstüne (On Liberty) adlı eseriyle eş tutuldu. Eldeki çalışmada Profesör Hayek bize, alan ve soluk itibariyle daha çok Milletlerin Zenginliği’ne (Wealth of Nations) benzer şekilde, özgür toplumun ilkelerinin pozitif bir ifadesini sunmaktadır. Genel okuyucuya yönelik yazılan Özgürlüğün Anayasası (The Constitution of Liberty) Batı uygarlığının gelişmesine kılavuzluk etmiş ve bunu sürdürmesi gereken özgürlük ideallerinin yeni bir ifadesini ortaya koymaktadır. Eğer özgür dünya yasayacaksa, her şeyden önce inandığımızın ne olduğunu, korumak istediğimizin ne olduğunu bilmemiz gerektiği ikazında bulunmaktadır.F. A. Hayek ahlak ve antropolojiden, hukuk bilimi ve düşünce tarihine, oradan refah devleti ekonomisine uzanan sosyal felsefenin mükemmel bir açıklamasını sunar. Kısım 1’de özgürlüğün sadece bir değer olmayıp, tüm moral değerlerin koşul ve kaynağının yer aldığı özgür toplumun ahlaki temellerini tahlil eder. "Özgürlük ve Hukuk" üzerine olan Kısım 2'de Hayek, Batı insanının bireysel özgürlüğü temin için geliştirdiği kurumları inceler. Kısım 3'te de özel teşebbüs ile sosyalist teşebbüs arasındaki ilişkileri tartışır ve refah devletinin yöntemleri ve hedeflerinin, ihtimallerinin ve tehlikelerinin tam bir tasvirini verir. Bu şekilde, özgürlük ilkelerini, önemli iktisadi ve sosyal konulara uygulayarak test eder.
- Spectator
Temel bir eser: Özgürlük ile özgür olmama durumu ve bunların her birinden yana olan kurumlar üzerine derinlemesine düşünülmüş bir bildiri. Bildiri üç kısma ayrılmış. Bu üçlü yapı muhteşem bir başarı, birinci sınıf bir düşünürün yüksek bir idealin hizmetindeki eseri."
- Economist
Yazar F. A. HAYEK, hem hukuk hem siyasal bilimler alanında doktor unvanı aldığı Viyana üniversitesinde okudu. Birkaç yıl memuriyetten sonra, Avusturya İktisadi Araştırma Enstitüsünün ilk direktörü oldu. 1931’de LSE'de kendisine kürsü verildi. Ardından 1950’de Şikago Üniversitesine Sosyal ve Moral Bilimler profesörü olarak gitti. Dr. Hayek ardından Almanya Freiburg Albert-Ludwig Üniversitesinde ekonomi profesörü oldu. Bu üniversitede kendisine 1976’da da fahri profesörlük tevdi edildi. Ayrıca Şikago Üniversitesi fahri profesörlüğü, British Academy üyeliği ve birçok üniversitenin fahri doktorluk payelerine sahiptir. F. A. Hayek 1974’de Nobel Ekonomi ödülüne layık görüldü.
Her eser yazıldığı dönemin mürekkebini taşır. Ancak pek azı, üzerindeki mürekkebi evrensel hale getirebilmiştir. Karl Marx ve Friedrich Engels'in, tarihte açılmakta olan bir dönemin müjdecisi olan eseri de mürekkebini zaman ve mekan sıkışmasından kurtarabilen ender metinlerin başında geliyor.
Yazılmasından 160 yıl sonra ve yazıldığı topraklardan binlerce kilometre ötede, yeni bir çeviri ile genç kuşaklara ulaştırmak üzere bizlerde heyecan yaratan bu eser karşısında saygıyla eğiliyoruz.
Türkiye'nin Marksist birikimini zenginleştirici çalışmalara katkıda bulunma fikri bize heyecan veriyor.
Hele, 'Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin! ' satırlarının 160. yıldönümünü kutladığımız şu günlerde...
Bedeni Eğitmek, Zihni eğitmek, Ruhu Eğitmek. Yoga öğretisinin üç temel sacayağıdır bunlar. İçimizdeki ruhumuzla dışımızdaki varlığı aynı anda duyumsadığımızın farkındalığıdır. Manevi dünyamızı yetkinleştirmek, ruhun sonsuz makamına erişebilmek için bıkmadan usanmadan bedeni eğitmek, zihni eğitmek, ruhu eğitmektir Yoga'nın yolu... Ta ki tüm evren tek bir ruh olana kadar. Yaşayan en büyük yoga ustalarından B.K.S. Iyengar'ın yoga derslerinden derlenmiş bu kitapta tenimizin yüzeyinden ruhumuzun enginliğine götüren bilgiler keşfedeceksiniz. Bu kitapta Iyengar usta eski metinlerden yola çıkarak Yoga'nın ne amaca hizmet ettiğinden, Yoga'nın sağlık yönünden, Yoga ile Ayurveda ilişkisinden, Yoga'nın şifa sanatından söz ediyor. Yoga öğretisi açısından sevgi ve evliliğin ne anlama geldiğinden, aile yaşamından, çocuklardan, yaşlılıktan söz ediyor.
Ruhsallığın merkezine erişebilmek için neden bedenimizi eğitmemiz, zihnimizi temizlememiz gerektiğinden...
Ve daha da ötesi Yoga'nın gündelik yaşamla bütünleştirilmesinden söz ediyor.Yeni başlayanlar için olduğu kadar, deneyimli uygulayıcılar için de yol gösterici bir kılavuz.
Bu kitap Hindu bilgeliğinin kadim gizlerini ve ayinlerini açıklayarak günümüz okuyucusu için bedeni üzerinde zihinsel ve fiziksel kontrol kazanmayı ve daha önce yaşadığı tecrübelerin çok ötesinde cinsel birleşmenin zevkini artırmayı ve uzatmayı öğretiyor. Tantra Yoga’nın cinsel ilkelerini içtenlikle inceleyerek ve uygulayarak, o ana dek ancak birkaç saniye sürebileceğini sandığınız cinsel birleşmenin doruğundaki ulu sevinci çok uzatabileceksiniz. Aslında bu, süre uzatımından da öte bir şeydir; bu, insanın doğal yetilerinin bir ifadesi olmaktadır ve bu nedenle cinsel birleşmenin bitimindeki tükenmişlik ya da boşaltılmışlık yerini tam bir gevşemeye ve tazelenmiş bir yaşama bırakır.
Batılıların bakış açısına göre seks, üreme içgüdüsünün dışavurumu, yalnızca biyolojik bir işlevden öte bir şey değilken Tantracı’ya göre cinsel enerji yaşam enerjisinin özüdür. Tantra Yoga’ya göre bizi ruhsal özgürlüğe, kurtuluşa ulaştıracak olan yaratıcı enerjiyi ancak cinsel güçteki enerjide bulabiliriz. Bu yüzden cinsellik kutsaldır, hayat vericidir. Ama çoğu insanın anladığı, bildiği anlamda kaba bir cinsel hazcılık değildir. Tantracıların peşinde olduğu, önemsediği şey cinsel birleşme aracılığıyla kutsal bir esrime içinde evrendeki yerini bulmak, dünyayı ve yaşamı gerçek durumuyla, olduğu gibi algıyabilmektir. Yine Tantracıların peşinde olduğu şey cinselliğin doğasında varolan gücü anlıyabilmek, bu gücü nasıl kazanacağını öğrenmek ve bu yolla yüksek bir bilinçlilik durumuna ulaşmaktır.
Makyavelizm’in isim babası ünlü İtalyan düşünür ve siyasetçi Niccolo Machiavelli Komplolar Üzerine’de, Prenslere öğütlerine devam ediyor. Örnek ve benzetmelerinde Roma İmparatorluğu’nu kullanarak, zamane prens ve cumhuriyetlerine, “nasıl ayakta kalacaklarını” ve “iktidarın inceliklerini” öğretiyor. İktidarda kalmak isteyenlerin dini nasıl kullanmaları ve halka karşı nasıl bir yaklaşım sergilemeleri gerektiğini bir bir anlatıyor. Komplolar Üzerine, öne sürdüğü tezler günümüzde de hala geçerliliğini koruyan ve uygulama alanı bulan, Makyavelizm’e giriş niteliğinde bir eserdir.
Felsefe tarihinde Antik Yunan ve Rönesans felsefeleri arasında bir köprü olan Orta Çağ felsefesi, yaklaşık 1000 yıllık bir zaman sürecini kapsıyor. İlk öncüsü Plotinos olmasına rağmen genellikle St. Augustinus’la başlatılan Orta Çağ felsefesini hem Batı (Hristiyan) dünyasında, hem de Doğu (İslam) dünyasında din etkisiyle gelişen çeşitli düşünce akımları oluşturuyor. Bu dönemin önde gelen isimleri arasında, Batı dünyasından St. Augustinus, Boethius, John Scotus Erigena, St. Anselmus, Petrus Abelardus, St. Boneverture, Thomas Aquinas, Duns Scotus ve Ockhamlı William; Doğu dünyasından Kindi, Farabi, İbn sina, Gazzali, İbn Rüşd, Mevlana ve Yunus Emre yer alıyor. Rönesans felsefesi ise temellerinni XIII. yüzyıldan alıp XVI. yüzyıla kadar devam eden bir süreci kapsıyor. Bir değişim dönemi özelliklerini gösteren, Modern felsefenin de alt yapısını oluşturan Rönesans’ın en önemli düşünürleri Roger Bacon, Machievelle, Martin Luther, Francis Bacon; bilim adamları ise Kopernik, Kepler ve Galilei.
"Öğretmenim olan bu filozofu tanımak bana mutluluk vermiştir. Öyle inanıyorum ki o, gençlik yıllarında da, saçlarına akların en çok doluştuğu yaşlılık yıllarında da, kendisine hep eşlik eden neşeli bir gençlik tazeliğine sahipti. Onun düşünceler inşa eden alnı, gölgesiz bir kişilik saydamlığının ve dostluğun yansıdığı yerdi. Dudaklarından derin düşünceler dolu sözler dökülürdü. Bu sözler latife, şaka hiciv doluydu ve onun öğretici dersleri sonradan daima sohbet konusu olurdu. O Leibniz’i, Wolff’u, Hume’u aynı canlılıkla tartışır ve Kepler, Newton gibi fizikçilerin bulduğu doğa yasalarını ele alırdı. Bunun yanı sıra, o zamanlar yayımlanmış olan Rousseau’nun kitaplarını, ‘Emile’i ve ‘Heloise’ı ele alıp işlerdi. O tüm bunları doğanın keşfi bakımından değerlendirir ve sağlam bir doğa bilgisi ve insanların ahlaksal değeri açısından bunların ne ifade ettiklerine değinirdi. İnsanlık tarihi, uluslar tarihi, doğa tarihi, doğa öğretisi, matematik vedeney, onu sonuçları yaşamına kattığı kaynaklardı. Onun için bilinmeye değmez hiçbir şey yoktu; hiçbir entrika, hiçbir sahtekarlık, hiçbir önyargı, hiçbir kişisel garez; evet bunların hiçbiri, onun için doğruluğun ortaya çıkarılıp aydınlatılması karşısında en küçük bir uyarıcı güce sahip değildi. O daima özgür düşünceyi canlı tutmak ister ve buna çabalardı. Despotizm onun duygu dünyasına yabancı bir şeydir. Büyük bir şükran ve saygı ile andığım bu adamın adı Immanuel Kant’tı"
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.