Durkheim, bir sosyal bilimler klasiği olan İntihar’da, “bilinçli ölüm” dediği kendini öldürme eyleminin nedenlerini, türlerini ve gerçekleşme biçimlerini tartışıyor. İntihar deyince ilk akla gelen kasıtlı “kendini öldürme” vakaları dışında, Durkheim, kendini öldürme maksadıyla yapılmasa dahi, açık bir ölüm ihtimali barındıran ve ölümle sonuçlanan her eylemi intihar olarak değerlendiriyor; bireysel, dinsel ya da siyasal hırslarla girişilen ölümcül eylemleri intiharın farklı türleri olarak yorumluyor. İntiharı bir delilik hali ya da akıl hastalığının ürünü olarak gören birçok çağdaşının aksine, Durkheim toplumsal nedenlere, aile, dinî inanç, siyasal ve ekonomik koşullar gibi faktörlere odaklanıyor. İntihar vakalarında tarihsel olarak görülen artışta modern zamanların etkisine işaret ederken, yeni sosyal ve ekonomik dünyada giderek yalnızlaşan bireylerde “hayattan kopma” ve “kendinden vazgeçme” eğiliminin korkutucu boyutlara geldiğini söyleyerek önemli uyarılarda bulunuyor. Durkheim, bir bilim insanı hassasiyetiyle, yaşadığı dönemde yazılmış ve uzaktan ya da yakından intihar meselesiyle bağıntılı olan her çalışmayı titizlikle tartışıyor ve bu tartışmaları kapsamlı istatistiklerle destekliyor. İntihar’ın yüz yılı aşkın bir süredir okunan bir sosyal bilimler klasiği haline gelmesinin nedeni de budur kuşkusuz.
“Felsefe ölüme sürükler, sosyoloji ise intihara.” Jean Baudrillard
Bu kitap, Sosyoloji disiplininin kurucularından Emile Durkheim’ın sosyolojizm ekolünün sınırlarını belirlemeye çalıştığı üç büyük eserinin en önemlisidir. Toplumsal İşbölümü ve İntihar isimli ilk iki eserinde toplumun, bütün kurumları, düşünce tarzlarını ve düzeni belirleyen etkili ve yetkili güç olduğunu ortaya koyarken bu eserinde dini de nihayetinde toplumun bir işlevi, toplum için var olan en önemli ve belirleyici kurum olarak tanımlar. Çağdaşı birçok sosyologdan farklı olarak dini hurafeler yığını deyip geçiştirmemiştir Durkheim. Toplumdaki işlevlerini büyük bir ciddiyetle ve gündelik hayata yansımalarıyla birlikte detaylı biçimde izlemeye çalışmıştır.
Tarihsel süreç boyunca sayısız kültürel bağlam içinde farklı birçok forma büründüğü için temel halinden sapmış olan modern dinlerden yola çıkarak din olgusunun anlaşılamayacağı tezinden hareket eder. Ona göre kökeni, tanımı ve temel karakteristiğiyle din olgusunu anlamamızı mümkün kılacak yol, dinsel düşünce ve pratiğin gözlemlenebilir, incelenebilir en basit, ilksel biçimlerine inebilmekten geçer. Acaba binlerce yıl önce doğmuş olan dinin bu ilk biçimini görebilir miyiz?
Durkheim, henüz medeniyetle tanışmamış olan ve ilkel bir hayat sürdüren Avustralya kabilelerinin dinlerinin de en az etkileşime maruz kaldığı için ilk hallerini koruduğu varsayımını kitap boyunca temel almıştır. Dinsel düşüncenin kökeniyle ilgili kendine özgü bu yöntemi tartışılmayı hak ediyor kuşkusuz. Kitap boyunca tartışılan kutsal ve profan ayrımı ile totemik ilkeyi toplumla özdeşleştiren yaklaşımı Durkheim’in din sosyolojisinin özgün yanlarını oluşturur.
Emile Durkheim (1858-1917), XX. yüzyıl toplumbilimcileri arasında önemli bir yeri olan bilim insanıdır. Toplumbilimin kendine özgü konusu, yöntemi ve uygulama teknikleri üzerine uygulamalı birçok çalışma yapmıştır. 1896'da kurup 1913'e değin yayımını sürdürdüğü l'Annee Socioloque dergisindeki incelemeleri özellikle anılmaya değerdir. Bu katkıları nedeniyle her toplumbilim öğrencisi için vazgeçilmez bir kaynak olma özelliğini hep koruyacaktır. Emile Durkheim'ı toplumbilimin önde gelen kurucularından birisi yapan üç temel yapıtından İntihar ile Toplumsal İşbölümü'nü daha önce yayınlamıştık. Üçüncü yapıtı olan Dinsel Yaşamın İlk Biçimleri'ni de yine Prof. Dr. Özer Ozankaya'nın Fransızca aslından yaptığı eksiksiz çevirisiyle okurlarımıza sunuyor, bu önemli çevirinin de okurlarımız tarafından ilgiyle karşılanacağını umuyoruz. İlk kez 1912'de Fransa'da Les formes elementaires de la vie religieuse adıyla basılan bu yapıtında Durkheim, bilim ile ahlak ve din arasında, çoğunlukla kabul edildiği üzere bir karşıtlık bulunmak şöyle dursun, insan etkinliğinin bu iki değişik biçiminin gerçekte tek ve aynı kaynaktan çıktığını, yine "dolaylı ve doğrudan kanıtlama" yönteminin kullanılışının seçkin örneklerini vererek sergilemektedir.
Durkheim, ne zamanını ne de düşünsel çalışmasını birbirinden ayrı, gelişigüzel eşgüdülmüş iki ayrı etkinlik alanı arasında bölmüş değildir. Eğitimi, bir toplumsal olgu olarak ele almıştır: Onun eğitim anlayışı, toplumbiliminin temel bir ögesidir. Şunları söylemektedir: “Sizlere eğitimden özellikle toplumbilimci olarak söz edeceğim. Böyle yaparken, olguları çarpıtarak görüp göstermek şöyle dursun, onların gerçek doğasını ortaya koymada bundan daha uygun bir yöntem olmadığına inanıyorum.” Eğitim son derecede toplumsal bir olgudur.
Ensest yasağı… Belki de kökenleri insanlık tarihinin ilk devirlerine kadar giden bir yasak. Yasağın ihlalinin cezası, bazen kırbaçlanma bazen de ölüm olmuş. Peki ensest neden yasaklanmış? İlkel bir hukuk düzenlemesine bile sahip olmayan kabilelerin esas tabularından biri olan ensest, gelişmiş bir hukuk sistemine sahip modern toplumlarımızı hâlâ nasıl şekillendirebiliyor? Din, etik, psikoloji ve antropoloji gibi ana disiplinlerin temel konularından biri olan ensesti ve yasaklanmasını kurucu sosyologlardan Émile Durkheim inceliyor.
"Saint-Simonculuğu bu denli uzun uzadıya incelememizin nedeni, verimli gözlemleri onunki kadar bol başka öğreti olmamasının yanı sıra, bu okulun kimi bakımlardan tam anlamıyla güncel olmasıdır. Onu incelemek, bugün içinde bulunduğumuz durumları daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Gerçekten de incelemiş bulunduğumuz dönem ile şimdi içinde yaşadığımız dönem arasındaki benzerlikler çok çarpıcıdır… Toplumbilim düşüncesi, bu sözcüğün kendisi bilinmez olacak ölçüde karanlığa gömülmüşken, olağanüstü bir hızla yeniden yaygınlaştı; ... kendisine ilişkin düşünceler ne denli belirsiz olursa olsun, yitirdiğinden daha çok alan kazandığı yadsınamaz; son olarak da, toplumcu düşüncenin son yıllarda gerçekleştirdiği ilerlemeleri biliyoruz."
Ahlak Eğitimi, Durkheim’ın Sorbonne Üniversitesi’nde 1902–1903 öğretim yılında verdiği dersleri bir araya getiren bir kitaptır. Durkheim, bu dersleri Bordeaux Üniversitesi’ndeki derslerinde de tekrarlamıştı. Ahlak eğitimi, Durkheim’ın özellikle üzerinde durduğu bir konu olarak görünmektedir.
Toplam on sekiz dersten oluşan çalışma, Durkheim’ın öğrencilerine derste yaptığı konuşmaların pek az değişiklikle yazıya aktarılmış halidir. Durkheim, derslerini olduğu gibi (in extenso) yazmayı yeğlemiştir. Bu nedenle metinde kimi kopmalar ve yazı dilinden uzaklaşmalar görülse de, bu durum derslerin öneminden hiçbir şey kaybettirmemektedir. Çünkü topluma yeni katılacak bireylerin eğitimi, her çağda ve her ülkede can alıcı önemde olmuştur.
Toplum, tarihin şu ya da bu evresinde içinde büyüttüğü bireylerin eseri olmadığı gibi, toplumun üzerinde yer aldığı toprağın eseri de değildir; öncelikle düşüncelerin ve duyguların bir bütünüdür. Toplum bir bilinçtir, ortaklaşa yaşamanın bilincidir. Öyleyse çocuğun ruhuna aktarılması gereken bu ortak bilinçtir.
Emile Durkheim (1858 - 1917), 20. Yüzyıl toplumbilimcileri arasında önemli bir yeri olan bilim adamıdır. Toplumbiliminin kendine özgü konusu, yöntemi ve uygulama teknikleri üzerine uygulamalı birçok çalışma yapmıştır. 1896'da kurup 1913'e değin yayımını sürdürdüğü I'Ann'ee Sociologue dergisindeki incelemeleri özellikle anılmaya değerdir. Bu katkıları nedeniyle her toplumbilim öğrencisi ve öğreticisi için vazgeçilmez bir kaynak olma özelliğini hep koruyacaktır. Ancak bireyselliğin içinde anlaşılabileceği düşünülen intihar, Durkheim'da toplumsal etkenlere bağlı bir olgu olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle de toplumbilimsel yöntemle ele alınması gerektiği savunulur. Durkheim, intihar olgusunu incelerken " toplumsal yaşamın başlıca alanlarını örgütleyen eşgüdülmüş, yönverici düşünceler ve davranış kuralları toplamı" demek olan toplumsal kurumların ve kurumlaşma süreçlerinin önemini anlatmakta. Toplumbiliminin kullanım alanlarını ve yollarını göstermektedir. 1897 yılında Fransa'da yayımlanan elinizdeki kitap, Türkçede ilk kez prof. Dr. Özer Ozankaya'nın çevirisiyle 1986 yılında yayımlandı. Bu önemli çevirinin okurlarımız tarafından ilgiyle karşılanacağını umuyoruz.
Dini Hayatın İlk Şekilleri
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
“Sosyal düzenin kilit taşı olan hukukun bireylerden üstün olması yeterli değildir. Bunun yanında ayrıca bir de doğaya dayandırılmalıdır, yani bu üstünlük hayali değil akılla ispatlanabilir olmalıdır. Aksi halde kendisi de sonuçları da güvenilmez olacaktır. Ondan doğan düzen de istikrarlı olmayacaktır; doğal düzeni belirleyen zorunluluğa ve değişmezliğe sahip olmayacaktır. Her an ortadan kalkabilecek tesadüfi birleşimler sayesinde sürüp gidebilecektir. Eğer bireysel iradeler sosyal düzene bağımlılığın meşru olduğunu hissetmezlerse, düzen istikrarsızlaşır. Öyleyse topluma gerekli olan şey ‘gerçek doğadan gelen ve aklın üzerine inşa edilen ilkelerdir.’”
Sosyolojinin kurucularından Durkheim, Aydınlanmacı modern siyaset felsefesinin kurucularından Rousseau’yu inceliyor. Durkheim hayatının sonlarında, belki Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı koşullara da tanık olmasının sonucunda modern Batılı toplumlarda eğitim vasıtasıyla yükseltilecek bilincin ne kadar önemli olduğunu fark etmişti. Ayrıca Rousseau’yu da sosyolojinin öncülerinden biri olarak görüyordu. Hakkında uzun bir makale kaleme almıştı. Ona göre Rousseau, doğa durumundaki doğal bir varlık olarak insanın ancak toplum içerisinde beşeri bir varlığa dönüştüğünü çok önceden anlamış ve bize anlatmaya çalışmıştı. Bu dönüşümün teorisinin incelendiği çalışmayı Türkçede ilk kez okuru ile buluşturuyoruz.
“Ünlü kuvvetler ayrılığı kuramının Montesquieu’nün düşünüşünde oynadığı rolü artık anlama noktasındayız. Bu sadece çeşitli kamu işlevlerinin farklı kişiler tarafından yerine getirilmesi ilkesinin belirli bir şeklidir. Montesquieu’nün yetki dağılımına bu kadar önem yüklemesinin sebebi çeşitli güçler arasındaki anlaşmazlığı ortadan kaldırmak değil, daha ziyade aralarında hiçbirinin diğerinin önüne geçemeyeceği bir rekabet ortamı geliştirmek ve onları önemsizleştirmektir”.
“Montesquieu, kesin bir ilke belirlemese de sezgisel olarak, sağlıklı ve aynı zamanda akla uygun olmadığı sürece bir şeyin nadiren evrensel olabileceğini kabul eder... Sosyal türleri tarihi bakımdan tanımlayıp açıklamaya çalışmasının sebebi budur. Bir şeyin, gerçekliği gözlemleyerek kavradığı şekli gibi, özüyle arasında tutarsızlık olduğunu keşfetmeden onları düzeltmeye kalkışmaz. Montesquieu’nün doğa kanunları anlayışı tüm sosyal varoluşa uzanmasa da büyük bir kısmına uygulanabilir. Eseri sanatla bilim arasındaki, muğlaklık ve belirsizliğin neden olduğu eski karmaşayı sürdürüyorsa da bu kusur, sadece zaman zaman göze çarpar”.
Sosyolojinin kurucularından Durkheim, siyaset ve hukuk kuramcısı olarak “kuvvetler ayrılığı” ilkesiyle tanıdığımız Montesquieu’yü sosyolojinin habercisi olarak görmektedir. Elinizdeki kitapçık ilk olarak 1893’te Latince bir tez olarak hazırlanmış ve yayımlanmıştır. Durkheim, Montesquieu’nün sosyal olgular ile diğer bilimlerin incelediği olgular arasında ayrım yaptığını fark etmiştir. Montesquieu bu olgulara etki eden faktörler konusunda sıkça yanılgıya düşmüş olsa da henüz on sekizinci yüzyılda belki de sezgisel olarak ulaştığı bu sonuç, sosyal bilimler açısından kuvvetler ayrılığı tezi kadar müstesna kabul edilmelidir.
Modern dönem sosyolojisinin kurucularından biri ve hatta en önemlisi olan Emile Durkheim, “Sosyolojik Yöntemin Kuralları” kitabında pozitivist gerçeklikten yola çıkarak sosyolojik bilgiye ulaşmanın metodolojisini anlaşılır bir dille ele alıyor.
Sosyoloji bilimine giriş kitabı olarak da değerlendirilebilecek Durkheim’in bu eserini orijinal dilinden çevirisiyle size sunuyoruz.
Emile Durkheim, toplumbilimsel düşünce ve araştırma alanının en büyüklerinden birisidir. Toplumbilime temel yapmayı amaçladığı bilimsel insan, toplum ve dünya anlayışının önemi azalmak bir yana artagelmiştir. Bugün de toplum üzerinde düşünen ve toplumsal sorunlara ilgi duyan herkesin incelemesi gereken yapıtlarından olan Toplumsal İşbölümü'nde şu ana düşünceleri vurgulamaktadır. "Eğer toplumbilim insanların özgürlük, eşitlik, ve gönencine hizmet etmezse, bir dakikalık bir inceleme zahmetine bile değmez; toplumbilimin toplum düzeninin oluşumuna yapabileceği katkılar engellenmemelidir." "Bütün uygarlık ögeleri içinde ahlaki bir nitelik gösteren, -belli koşullar altında- yalnız bilimdir. Bilim, vicdanınen yüksek olgunluk aşamasına ulaşmış biçiminden başka bir şey değildir. Toplumların bugün içinde bulundukları koşullarda yaşayabilmeleri, hem bireysel hem de toplumsal bilinç alanının genişleyip aydınlanmasına bağlıdır. Bir bilinç ne kadar bilgisizlik karanlığında ise değişime de o denli karşı çıkar. Buna karşılık bilgiyle aydınlanmış bir bilinç, kendisini daha önceden bu değişim gereğine hazırlamasını bilir. İşte bundan dolayı bilimin kılavuzluğundaki zekanın toplumsal yaşamın akışında gittikçe daha büyük bir yer tutması zorunlu olmaktadır."
1882 yılının sonbahar aylarında Emile Durkheim henüz 24 yaşındayken Fransa’nın 13 bin nüfuslu Sens kasabasına felsefe öğretmeni olarak atandı ve buradaki lisede dersler vermeye başladı. 1883-1884 döneminin öğrencilerinden biri, daha sonra ünlü ve üretken bir filozof olacak olan Andre Lalande idi. Lalande’ın tuttuğu notlardan oluşan ve seksen temel başlık içeren bu dersler psikoloji, mantık, etik ve metafizik disiplinlerini kapsıyor. Felsefe Dersleri, geçen yüzyılın en etkin bilim dallarından birini yani sosyolojiyi kuracak olan genç bir entelektüelin en temel konuları lise öğrencilerine olabildiğince sade ve anlaşılır biçimde aktardığı bir eserdir.
‘’Ne kadar güçlü olursa olsun, tek başına bir kişinin toplum karşısında hiçbir anlamı yoktur; toplum ona rağmen varlığını sürdürebilir. Dolayısıyla otoritenin gücü, otoriteyi uygulayan kişinin kendisinden değil, toplumun kendi oluşumundan ileri gelir.’’
Bugün Emile Durkheim, bilimsel sosyolojinin kurucusu olarak anılmakla birlikte, aynı zamanda Machiavelli, Montesquieu ve Rousseau gibi toplumsal düşüncenin önde gelen isimlerinden biridir. Onun yaratıcı toplum vizyonu, toplumu yalnızca analiz etmekle kalmayıp, aynı zamanda da toplumun yenilenmesi için izlenmesi gereken yolları incelikle ortaya koyar. Durkheim’ın bu çalışması, bireyleri etkisi altına alan toplumsal düşüncenin temelindeki kolektif temsillere ve bu temsillerin mahiyetine dikkat çekiyor. Bireylerin akıl ve inanç eksenindeki ikili varoluşlarının, toplumsal yapıyı tümüyle etkileyen din ve ahlak kavramlarını nasıl oluşturduğunu ortaya koyuyor.
Durkheim’ın sosyalizm üzerine verdiği dersler sadece konu için değil aynı zamanda sosyoloji kuramı için de dönüm noktası niteliği taşır. Sosyoloji tarihindeki en güçlü isimlerden biri olan Durkheim, bu derslerle ayrıca Fransız sosyalizminin kurucusu Saint-Simon’un düşüncelerinin kaynaklarına ve gelişimine ışık tutar.
Eğitim nedir? Hizmet ettiği amaç ve bu amacı belirleyen etkenler nelerdir? Pedagoji üzerine verdiği derslerin ve seminer notlarının bir derlemesini içeren bu kitapta Emile Durkheim, sosyolojik bir bakış açısıyla eğitime dair bu temel soruların cevaplarını arıyor.
Durkheim’ın bu eseri, eğitmenler için, temel pedagojik meselelere ilişkin özgün ve güçlü bir kuram kazandırmayı hedefler. Sosyologlar içinse birey ve toplum arasındaki ilişkiler, bilim ve uygulama arasındaki ilişkiler, ahlakın ve kavramanın doğası gibi genel kavramların eğitim kavramıyla olan yadsınamaz ilişkilerini açıklığa kavuşturmayı hedefliyor.
Emile Durkheim’ın belirli makalelerini bir araya getiren bu kitap, yazarın yalnızca şu ya da bu sosyoloji problemi üzerine değil, aynı zamanda daha çoğunlukla filozofları meşgul eden genel problemler –ruhun maddeyle, bilincin doğayla, aklın hissetme yetisiyle ilişkisi- üzerine düşüncelerine ışık tutuyor: Sosyolojinin felsefeyi hangi şekilde ve ne ölçüde yeniden oluşturduğunu gözler önüne seriyor.
Sosyoloji, kendi varoluş hakkını yalnızca pozitif araştırmalarla değil, aynı zamanda ilkelerin müzakeresiyle de kanıtlamak zorunda kalmıştır. Başlangıç dönemindeki bir bilimin kendine tutunma noktası elde etmek amacıyla felsefeye mecbur olmaması ve kendi ferdiyetini yine kendi alanını sınırlandırarak kazanması nadir bir durumdur. Fakat bu bilim; aklı, bilimlerarası ilişkiler, yöntem farklılıkları ve varoluş biçimlerinin hiyerarşisi gibi bir felsefeye işaret eden tüm sorular üzerinde düşünmeye sevk etmeyi başarmıştır.
Emile Durkheim’ın, yüz yıl kadar önce (1902-1903) Sorbonne’da öğretmenlik bölümü öğrencilerine Ahlak Eğitimi başlığı altında sunduğu bu toplumbilim ders notları hâlâ bir başyapıt olma niteliğini koruyor.
Modern toplumun sahip olması gereken laik (akılcı) ahlak anlayışının ilkokul çağındaki bir çocuğa nasıl aktarılabileceğini ve öğretmenin bu konudaki yadsınması olanaksız önemini, bilimsel kanıtlara dayanarak açıklayan ünlü Fransız toplumbilimci ve düşünür, bu çalışmasıyla yalnızca içinde yaşadığı topluma değil, laik yaşam (akılcı yaşam düzeni) biçimini benimsemiş tüm toplumlara büyük bir hizmet sunmuştur. Yeğeni ve en yakın çalışma arkadaşlarından biri olan Marcel Mauss, “Durkheim’ın en önemli çalışmaları aile ve ahlak üstüne olanlardır,” demektedir.
20. yüzyıl başında ülkemizde bilinen ve tanınan bir isim olan Durkheim’la, Ziya Gökalp ve başka sosyal bilimcilerin ilgilenmiş olduklarını biliyoruz. Ahlaki açıdan içinden geçmekte olduğumuz bu olağanüstü çalkantılı dönemde, böyle bir metnin mevcut karmaşanın içinden çıkılmasına katkıda bulunabileceğini düşünüyoruz. Zira toplumumuz giderek daha modern bir görünüm sunmasına karşın hangi ahlak kurallarına uyması gerektiğini bilemiyor gibidir. Çeşitli ahlak anlayışlarının bulunduğu bu toplumun, artık herkes için geçerli olacak bir ahlak anlayışına sahip olma zamanı gelmiş geçmektedir. Türkiye toplumunun en önemli güncel sorunlarından biri budur. Bu sorunu çözemediği sürece Türkiye toplumu ikinci sınıf bir toplum olarak kalmaya mahkûmdur.
Sosyoloji Dersleri, sosyolojinin kurucusu ünlü Fransız sosyolog Emile Durkheim’ın 1890’dan itibaren Fransa’nın çeşitli üniversitelerinde verdiği derslerin, konferansların notları. Durkheim hayattayken biraraya getirilip yayımlanmayan bu notlar, ölümünden yıllar sonra dönemin İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Hüseyin Nail Kubalı tarafından ilk kez kitap haline getirildi. Sosyoloji Dersleri, Durkheim’ın meslek ahlâkı, yurttaşlık ahlâkı, her türlü toplumsal sınıftan ayrı genel ödevler, mülkiyet hakkı, anayasal haklar, sözleşme hukuku, sözleşme ahlâkı gibi önemli sosyolojik konulardaki görüşlerini metodlu ve öğretici bir biçimde ele alıyor. Sözkonusu alanlara özellikle ahlâk incelemesi çerçevesinde yaklaşan ve olguların tanımlanıp, gözlenmesine öncelik veren Durkheim’ın yönteminin temel ilkelerini ve öğretisinin ana hatlarını kabaca ortaya koyduğu çalışma, bir araştırma inceleme kitabından ziyade öğretici olma iddiası taşıyor. Toplumsal bilincin kaynaklarını anlamak için girişilen bu çaba, Durkheim’ın toplumsal olgunun önce yapılanmasına, daha sonra da yorumlanmasına katkısını anlamamızı sağlıyor. Türkiye’de de birçok sosyoloğu etkileyen Fransız bilim adamından sosyolojinin sınırlarının ötesine geçen bir çalışma...
Modern sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen Emile Durkheim, sosyolojiyi özellikle bağımsız akademik bir disiplin haline getirmeye çalışmış bu alandaki kürsü sahibi ilk kişidir. Modern sosyolojideki temel perspektiflerden biri olan, yapısal işlevselciliğin kurulmasına katkıda bulunmuştur.
Sosyolojik bir başyapıt olan bu kitabında Durkheim, ‘ölen kişi tarafından ölümle sonuçlanacağını bilerek olumlu veya olumsuz bir edimin doğrudan ya da dolaylı sonucu olan her ölüm olayına intihar denir’ der. Durkheim intihar olayını açıklamak üzere önce o zamana değin bu konuda öne sürülmüş bütün belli başlı görüşleri irdelemekle işe başladığı bu kitabında, bunların geçersizliğini ve yetersizliğini birer birer kanıtladıktan sonra kendi önerisini ortaya koyuyor.
Durkheim’in sosyolog olması konulara daha toplumsal bir gözle bakmasını sağlarken kitaptaki her eleştirisini bilimsel verilere dayandırıyor. Onun eleştirisi ve kuramı üzerine 100 yıldır yüzlerce çalışma yapılmasına rağmen Durkheim’ın bu kitabı intihar üzerine yapılmış en kapsamlı, en gerçekçi ve en başarılı çalışma özelliğini koruyor ve ‘İntihar’ bu alandaki en önemli kitap olmaya devam ediyor.
Durkheim, tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi sosyoloji için de bilimsel bir yöntemi savunur bu klasikleşmiş eserinde. Sosyolojik bir yöntem nasıl oluşturulabilir? Açıkcası sosyolojik olguların ilk nedenleri araştırıldığında felsefenin önerdiği kavram ve nosyonlardan bağımsız bir toplumsal işleyiş sistemi ile karşılaşırız. Psikolojinin ve bireyin değeri yok sayılmamakla birlikte bir takim öznelliklerin dışında yer alan toplumsal olguları açıklamak için gözleme, incelemeye ve nedenlere dayalı bambaşka bir sisteme gereksinim vardır. Toplumsal olgular bir rastlantı değildir, kendi başına keyfi bir oluşum izlemezler, aksine incelenmeye müsait birer "şey" olarak önümüzde dururlar. Ve "şeylerin sırrını ortaya çıkarabilecek tek şey yöntemsel deneyimlerdir." Durkheim bilimsel rasyonalizmi sosyolojik fenomenlere uygular ve sosyoloji yapmanın kelimenin tam anlamıyla doğanın yasalarını keşfetme seviyesinde bir bilim olduğunu söyler:
"Özetlemek gerekirse, belirlediğimiz yöntemin nitelikleri şunlardır: Öncelikle bu yöntem her türlü felsefeden bağımsızdır.... İkinci olarak, bizim yöntemimiz nesneldir. sosyal olayların birer şey olduğu ve böyle ele alınmaları gerektiği düşüncesiyle donatılmıştır.. Bizim yöntemimizin üçüncü temel niteliği yalnızca sosyolojik olmasıdır. Karmaşık olmaları nedeniyle, sosyal olgular ya bilime uymayan şeyler ya da yalnızca psişik veya organik nitelikletik temel koşullarınna indirgenerek, yani kendi özgün doğalarından arındırılarak bilime dahil olabilen şeyler olarak görülmüştür sıklıkla. Buna karşın bizler, sosyal olguları özgün niteliklerinden arındırmadan bilimsel olarak incelemenin mümkün olduğunu göstermeye çalıştık."
Emile Durkheim, sosyolojinin kurucusu olduğu kadar, Marcel Mauss, Claude Levi-Strauss, Louis Dumont, Pierre Bourdieu gibi adlarla gelişen bir antropolojik geleneğin kaynağındaki düşünürdür. Yapısalcılığın da son aşamada Durkheim düşüncesiyle bağları vardır. O, tabii hukukçu her türlü çözümlemeyi radikal biçimde reddeden pozitivist ve determinist yaklaşımıyla, yaygın bir yelpaze içinde, bazı siyaset bilimcileri ve hukukçuları da belirlemiştir. Léon Duguit, Durkheim yöntemini bütünüyle benimseyerek, Hans Kelsen‘in hukuki pozitivizmine alternatif sayılacak bir sosyolojik pozitivizmin yaratıcısı olmuştur. Sosyolojik Yöntemin Kuralları, günümüzde, artık yalnızca sınırlı anlam taşıyabilecek bir "Pozitivizm" okulunu değil, ama genelde düalizm ve idealizm karşıtlığı olan gerçekçi bir pozitivist bakışı kavramak için okunabilecek kitapların en önemlilerinden biridir.
Elinizdeki kitap Marcel Mauss'un, Durkheim'ın 1894-1895 yılları arasında Bordeaux'da verdiği derste tuttuğu notlar esas alınarak düzenlenmiştir. Mauss aynı zamanda yeğeni olduğu Durkheim'la birlikte Année sociologique dergisinde de çalışmıştır.
Bu notlar Durkheim'ın gerek felsefeyle olan bağına gerekse bir düşünürü, bir kuramı yahut bir ekolü öğretme şekline dair varsayımlarda bulunmamıza imkân tanıyor.
Durkheim'ın, ortaçağın felsefi yapısını kesintiye uğratan ve insan topluluğunun ve şeylerin üstünde, metafizikten arınmış, tamamıyla materyalist bir noktayı benimsemesi sebebiyle Hobbes'u sosyolojinin habercisi olarak niteleyen o sesini duyabiliyoruz. Sağlığında yayımlanmamış bu notlar Durkheim'ın 1890'ların başında nelerle uğraştığını da gün yüzüne çıkarıyor.
Hobbes'un ahlak ve siyaset felsefesinin bir sentezi ortaya koyarken Durkheim aynı zamanda "özgür irade"nin oynadığı role de işaret ederek sözleşme kavramını sorgular.
Emile Durkheim tarafından 1890-1900 yılları arasında Bordeaux’da verilip 1904 ve 1912 yıllarında Sorbonne’da yinelenen, ölümünden önce konferanslar biçiminde kaydedilen derslerin 1950’de yayımlanan metni olan Toplumbilim Dersleri; meslek, yurttaşlık ahlakı, devletin tanımı, devlet ile bireyin ilişkisi, yurt, devletin biçimleri, demokrasi, yurttaşların genel ödevleri, mülkiyet hukuku, sözleşme hukuku, sözleşme ahlakı başlıklarında on sekiz dersi içeriyor.
1950’de yapılan ilk basımına İstanbul Hukuk Fakültesi Dekanı Hüseyin Nail Kubalı’nın yazdığı önsözün de yer aldığı yapıt, Türk toplumbiliminin gelişmesine çok önemli bir katkıdır.
Önsözünde, “Böylesine önemli bir yapıtın yayınlanmasının bilimsel varlığımızın zenginleşmesine katkı” olduğunu söyleyen Kubalı şöyle diyor:
“Büyük Fransız toplumbilimcinin ölümünden sonra ortaya çıkan bu yapıtının Türkiye’de yayınlanması hiç de bir rastlantı sonucu değildir. Denebilir ki, çok daha büyük olasılıkla bir tür kültürel belirleyiciliğin sonucudur. Çünkü Türkiye’de, özellikle Ziya Gökalp’ın çok tanınmış çalışmalarından beri anılmaya değer tek çalışma Durkheim’ın toplumbilimidir...”
Durkheim’ın Toplumbilim Dersleri’ni Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın duru Türkçesiyle sunuyoruz.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.