Büyük Selçuklu İslam sancağını dur durak bilmeyen fetihler ile yaymaya devam ediyordu. Dünyada İslam sancağı altında bir birlik sağlanmaya çalışılıyordu. Bakışları keskin olan bir kartalın bu dönemlerde yetişmesi çileli bir yolculuğu andırıyordu. Büyük bir medeniyetin müjdecisi idi bu yolculuk. Yeni bir çağın başlangıcı için nice dikenli yollar döşeniyordu.Vakit dardı. Kartal, büyük bir ideal için belli eğitimlere talip olmuştu. Keskin bakışlarını daha ulvi bir yolculuk için hazırlayacak bir Atabeg’e ihtiyacı vardı. O ise Hasan et-Tusî idi. O’nun devlet tecrübesinin, bilgisinin, teşkilatçılığının eleğinden geçecek bir melik vardı daha dokuz yaşlarında. Bu eğitim basit bir eğitim değildi.
İşte bu eğitimleri babasının talimatı ile üstlenen melik; Melikşah’tı. Ailevî eğitimlerinden sonra, askerî eğitimleri bizzat aylar, yıllar süren talimlerle Atabeg’inden öğrenecek, İdarî alandaki eğitimleri ise bizzat katılacağı divanlarda tecrübe edecek, bu tecrübeleri ise savaş meydanlarında kullanacaktı.
Zübeyir Kamil Akkaya’nın kaleminden Melik’in Doğuşu adlı bu romanı okurken Selçuklu Medeniyetine adını altın harflerle kazımış Melikşah’ın eğitim dönemine hayretler içerisinde tanıklık edeceksiniz.
Bırak dünyanın parasını, pulunu, oyununu, eğlencesini bir İbrahim Ethem yangınıyla düşelim yollara! Bırak arasın damda devesini arayanlar. B,z bırakalım arkamızda Belh'i. Bırak tacın, tahtın, sorgucunun, altının, gümüşün peşine gitsin gidenler! Sadağımızdaki son oku koyalım bir köşeye. Biz heybemizde bir kuru ekmek, ahirette geçerakçe biriktirmek için düşelim yollara! Gönül ehli birileri çıkar elbet karşımıza! Kahire'de, Şam'da, Bağdat'ta, Halep'te, Musul'da kitap kokan sokaklarda buluruz kendimizi şu mısraları terennüm ederek:
''Baksana kim boynu bükük ağlayan?Hakk-ı hayatın senin ey Müslüman!Kurtar o biçareyi Allah için, Artık ölüm uykularından uyan!
Cennetle müjdelenmek en büyük müjdedir. Zira Allah onlardan, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Onların adedi de sayılamayacak kadar çoktur. Onları ve sayılarını ancak Allah bilir.Onlar önderler ve örneklerdir. Bu kitapta kadınlarımıza Rablerini bilen ve O’nun emirlerine tabi olan bazı kadınların hayatlarından ibret tabloları sunacağız. . Elbette ki bu anlatacaklarımız cennetle müjdelenenlerin tamamı değildir. Bilakis onların yalnızca bir kısmıdır.Onlar kendilerinden sonra gelen Müslüman kadınlar için en üstün örneklerdir. Bu kitapta bu ümmete mensup olup nübüvvet asrında yaşamış seçkin kadın şahsiyetlerden bir kısmını ve Allah Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de zikrettiği geçmiş ümmetlere mensup birkaç hanımı anlatacağız.Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de cennetlik olan bazı kadınları zikretmiş ve onları iman edenlere örnek göstermiştir. “Allah, iman edenlere de Fir'avun’un hanımını bir misal olarak getirdi. Hani (o): 'Rabbim! Senin katında benim için Cennette bir ev yap, beni Fir'avun’dan ve onun (kötü) işinden kurtar, hem beni bu zalimler topluluğundan kurtar!' demişti. (Yine Allah) İmran kızı Meryem’i de (misal verdi). O ırzını korumuştu. Biz de ona ruhumuzdan üflemiştik. O, Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etmiş ve gönülden itaat edenlerden olmuştu.” (Tahrim, 11-12)Dileğimiz de bu ümmetin erkeklerinin ve kadınlarının onlara tabi olmasıdır. Zira ümmetin erkekleri ve kadınları bu devirde onları değil de sanatçı olduklarını iddia eden bir kısım yoldan çıkmış, azgın kişileri örnek alıyorlar. Allah Teala’dan bu işimizde bizi muvaffak kılmasını ve onu kabul buyurmasını niyaz ediyoruz.
Taksiti devam eden salon takımının üzerinde uyuşmuş bir şekilde dizilerin karşısında geçen saatler. O taksiti ödeyebilmek için sabah 8 akşam 5 çalışılan günler. Kamu kurumunda, sigortalı böyle bir işe sahip olabilmek için ise yıllarca gidilen okullar. İnsanların birkaç saat eğlenmesi için kredi çekilip bir ton borca girilerek yapılan bir düğün. Böyle bir düğün ile kurulmuş tozpembe bir evlilik. Ve bu evlilikten doğacak olan çocuğun aynı aşamalardan geçmesini izlemekle son bulan bir ömür. Sahi hayat bu mu gerçekten?
Yarım asrı geçen ömrümün büyük bir kısmında dostlarım kitaplar oldu. Okuduklarımı, öğrendiklerimi paylaşmayı bir görev olarak kabul ettim. Zaman zaman dostlarla, arkadaşlarla, gençlerle beraber oluyordum. Düğünlerde, derneklerde, cenaze evlerinde, bazen de kumarhanelerde, meyhanelerde çok ibret verici sahneler yaşadım. Anlattıklarımı kitap haline getirmemi isteyen birçok kardeşim oldu. Doğrusu yazmak istemiyordum; çünkü bunlar bizzat yaşadıklarımdı. İnsanın kendinden bahsetmesinin hoş bir şey olmadığını biliyordum.
Ayrıca yazmak da ayrı bir maharetti. Nihayet kalemi elime almaya mecbur kaldım. Zaten her çağrıldığım yere de gidemiyordum, buna imkânlar elvermiyordu. Umulur ki bu kitap vesilesiyle daha çok insana ulaşmış, şu kısacık ömürde bir nebze olsun hizmet etmiş oluruz.
Nice insan ayakkabısının eski olmasına veya hiç olmamasına üzülür. Oysa ben, kimi insanların iki ayağı, iki kolu olmadığı halde hayata çok mutlu baktıklarını gördüm.
Bulunduğumuz şehrin en kalabalık yerlerinden birinde bir alt geçit vardı. Yol boyunca bazı insanlar, önlerine koydukları bir şeyleri satıyorlardı. Aralarında biri vardı ki, onun iki eli bileklerinden kesik, iki ayağı da sakattı. Önünde kantarı, geleni geçeni tartarak para kazanmaya çalışıyordu. Sigarası ağızlığa takılı bir şekilde kesik bileklerinin arasına sıkıştırılmış bir halde beklerken, oradan geçenlerden birisi adamın haline üzülmüş olmalı ki, cebinden çıkardığı bir miktar parayı adamın kantarının üzerine bıraktı ve yavaş yavaş yürümeye başladı. Engelli adam aniden yüksek bir sesle bağırdı:
‘Hooop hemşerim tartılmayacaksan paranı geri al. Ellerim, ayaklarım yok; ama onurum var. Ben dilenci değilim. Hak etmediği bir parayı almak onurlu insanlara yakışmaz.’
Baştan sona hayatın içinden, gerçek hayatın kaleme alınmasından oluşan elinizdeki kitapta, onurlu yaşamanın gerektirdiği ağır bedelleri ibretle okuyacak, nispeten bölgenin hayat standartlarına vakıf olacaksınız. 1990-2000 yılları arasında ölüm kalım savaşı veren dindar bir insanın başından geçen olaylar zincirinden bölge halkının yaşam standartlarını, sosyal yapıyı, İslam’ın içtimai yaşamdaki derin etkilerini ve özellikle de Kürt meselesini objektif bir perspektiften müşahede etme imkânını bulacaksınız. Bu nedenle kitaba bir roman, hikâye ya da fikir kitabı olarak değil de sosyal hayatın yalın perspektifini tutan bir resim olarak bakılmalıdır.
"Cehalet hastalığını giderme yolu üçtür: Hizmet, halvet ve sohbettir.""Babalar üç tanedir. Birincisi, senin doğumuna vesile olan; ikincisi, sana ilim öğreten; üçüncüsü ise seni terbiye eden.""Her kim tasavvuf ehlinin yolunda sülukunu tamamlayana kadar belalara, ihvanın meşakkatlerine, açlığa ve diğer şeylere sabrederse kendisi için zıllî varlığın karanlığından nuranî varlık güneşi doğar. Bu anlattıklarımızı yapmazsa olmaz!"
Hz. Ebubekir Efendimizin söylediği rivayet edilen yüz özlü söze XV. yüzyılın büyük gönül eri, Sadrazam Pirî Mehmed Paşa'nın babası, Şeyhülislam Zenbillilî Ali Cemâlî Efendi'nin amcası, Padişah Bâyezıd-ı Velî'nin son derece hürmet ettiği Halvetî Şeyhi Cemâl-i Halvetî'nin özgün yorumları tasavvuf yolunun anlayışını, idrakini ve irfanını ortaya koyuyor. İbn Arabî'den Abdürrezzak Kâşânî'ye, Şeyh Mağribî'den Hallac-ı Mansur'a, Beyazıd-i Bistâmî'den Ebü'l-Hasan Harakânî'ye kadar önemli zevatın sözleriyle de süslenen bu teviller hem Halvetîlik yolunun zihniyetini hem de Osmanlı İstanbulu'nda yerleşmiş tasavvuf anlayışına ışık tutuyor.Kalbe tesir eden mübarek sözlere ilaveten bilhassa tevhid, marifet, sıdk, aşk, takva, muhabbet, Muhammed, nur, açlık, küfür, cihad, Rab kelimeleri adeta yapı sökümüne uğratılmakta ve her bir harfin işaret ettiği sembolik ve derin manalar şerh edilmekte.Üç farklı kütüphanedeki üç farklı Arapça yazmadan istifade edilerek hazırlanmış olan bu tahkikli neşrin Türkçe tercümesi, Sufi Kitap tarafından neşredilecek olan Cemâl-i Halvetî'nin Arapça külliyatının ilk kitabını oluşturmakta.
Dünyanın en çok okunan üç yazarından biri olma vasfına sahip, büyük yazar ve mütefekkir Tolstoy, Türk okurunun da yaşadığı yıllardan itibaren dikkatini çekmiş, beğenisini kazanmış nadir kalemlerdendir. Tolstoy’un eserleri gerek fikirleriyle gerek edebî eserleriyle nitelikli okur kitlesinin halen başucu kitapları arasında yer alır.
Ülkemizde ve dünyada çoğunlukla romanlarıyla tanınan yazarın son yıllarda fikrî eserleri de ilgi görmeye devam ediyor ve Tolstoy bu yönüyle âdeta yeniden keşfediliyor.
Tolstoy’un eserlerini ve Tolstoy hakkında yazılmış eserleri tek çatı altında toplamayı amaçlayarak yayına başlayan Lev Nikoloyeviç Tolstoy Yayınlarının öncelikli amaçları arasında Tolstoy’un ülkemizde fazlaca bilinmeyen eserlerini gün yüzüne çıkarmak bulunuyor. Tolstoy yayınlarından çıkan Dua adlı eser, 1920’lerin başında Binbaşı Ali Fuad tarafından Osmanlı Türkçesi harfleriyle Türkçeye çevrilmiş ve Latin harflerine aktarılmamış ender Tolstoy kitaplarından biri. Bu eserde Tolstoy, aynı seride yer alan diğer kitaplarından farklı bir üslupla okur karşısına çıkıyor. Şark geleneğindeki mesel anlatarak ikna etme tarzını Dua adlı eserinde benimseyen yazar; çocuğu ölen bir annenin sorgulamaları üzerinden duanın ve teslimiyetin ve sabrın önemini vurguluyor.
Latin harflerine ilk kez Siyami Boylu tarafından aktarılan eserin ikinci bölümünde, kitabın Osmanlı Türkçesi ile basılmış hâlini de okura sunan Lev Nikolayeviç Tolstoy Yayınları, bu tavrıyla Osmanlı Türkçesi eğitimi alan genç okurlar ve Osmanlı Türkçesi sevdalıları için on kitaptan oluşan ciddi bir kaynak sunuyor yayın dünyasına huzurlu okmalar diliyoruz.
Bostan ile Gülistan, İslâm bilgeliğinin Batı’ya açılan ilk kapısı oldu. Avrupa dillerine ilk defa bu iki kitap tercüme edildi. Batılı aydınlar ilk önce işte bu kitap sayesinde İslâm dininin yüceliğini, Peygamberimiz’in büyüklüğünü ve Doğu’nun hârikulâde bilgeliğini okuyup öğrendiler.
Fransa’nın dev şair ve yazarlarından Victor Hugo ile Lamartine, Peygamberimiz hakkındaki o eşsiz övgü dolu yazı ve şiirlerini bu kitabı okuduktan sonra yazdılar. Almanların her zaman iftihar ettikleri şair ve yazarları Goethe, Peygamberimizi göklere çıkaran o uzun şiirini, bu kitabı ve bunun hemen ardından çevrilen İslâm klasiklerini okuduktan sonra kaleme aldı.
Dünyanın en önde gelen şaheserlerinden olan bu kitap, verdiği öğütler, anlattığı hikâyeler, olaylar ve kıssalar aracılığıyla okuyucusuna hayatta huzurlu ve mutlu olabilmenin bütün yollarını öğretir.
Bazı şeytanî medyanın içimizi kararttığı ve bunalttığı günümüzde bu kitap, okuyucusunun gönlünü ferahlatır; bunalan ve daralan ruhumuzda sadece klasik İslâmî eserlerin verebildiği o psikolojik ve psikanalitik tedaviyi sağlar.
Her ilim dalının kendine mahsus terimleri ve tabirleri yani ıstılahları vardır. Istılahlar, ilgili olduğu ilmin dilidir. Istılah dili ise, alanlarında ilmi otorite olan kişilerden oluşan bir grubun, manaları ifade etmek için ortaya koydukları kendilerine mahsus tabirlerdir. Bundan dolayıdır ki ıstılahların ifade ettiği mana, sözlük anlamından farklık arzedebilmektedir.
Bir ilmi tahsil etmek isteyen kişi öncelikle o ilme ait ıstılahları öğrenmelidir. Bunun için ıstılahları göz önüne almak ve o ilmi, ıstılahlar üzerinden işlemek önem arz etmektedir. Öğrenmeyi amaç edinen insan, herhangi bir ilimde cehalet karanlığına düşmemek için ıstılah bilgisi konusunda fakir olmamalıdır. Tam da bu noktada, ıstılah sözlüklerine ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü öğrenilmek istenilen ilmin tahsilini kolaylaştıran en etkili araç, söz konusu ilme ait ıstılah sözlükleridir.
Fakat insan yalnız kelime ezberlemekle bir yabancı dili konuş(a)madığı gibi, sadece ıstılah ezberlemek ilgilendiği ilim sahasında yeterli olmayabilir. Bundan dolayı hem öğrenilmesi hedeflenen ilim dalı hakkında araştırma ve müzakereler yapılmalı hem de ilgili ıstılahlar konusunda gerekli bilgilere sahip olunmalıdır.
Istılah konusunda bir diğer önemli nokta da;
“Istılahta tartışma olmaz” kaidesidir. Çünkü ıstılah; ilim, sanat veya meslek erbabının bir manayı ifade etmek için ittifak ederek ortaya koydukları tabirdir. Yani ıstılah belli bir topluluğun, kendine özgü manaları ifade etmek için kullandıkları terimlerdir. Bunun içindir ki herhangi bir tenkit alması veya muhataplar nezdinde kabul görüp görmemesi söz konusu değildir.
Hem geçmişimizden hem de günümüzden şiirleri Osmanlı Türkçesi ile de yazıp istifadenize sunduk. Kelime bilgisi ile de destekledik. Bu suretle hem kırk esaslı sözü gözden kalbe indirelim, hem Osmanlıca Türkçesi pratiğimizi artıralım, hem de kelime hazinemizi zenginleştirerek tarihle olan bağımızı kuvvetlendirelim istedik.
Yeryüzünde gerçekleşmiş en büyük ihanet; Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeylerden birisinin ilişkisinin kopartılması ile meydana gelmiştir. Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeylerin ilişkisini, irtibatını koparıp, ayırmak; o sistemin çalışmasını, fonksiyonlarını yerine getirmesini engellemek, dumura uğratmak demektir. Fişle priz arasındaki irtibat koparsa, beyinle dil arasındaki ilişki bozulursa, sistemdeki dişlilerin birbirleriyle temasları kesilirse olan şeyler; hayatın bütününde, birlikte çalışarak sistem oluşturan her unsur ve husus için de geçerlidir. Allah yeryüzünü, âlemler yani sistemler sistemi olarak yaratmıştır. Bunlar, soyut-somut, görülür-görülmez bütün varlık, olgu, oluş ve ilişki âlemlerini kapsamaktadır. Hepsi, sistemler bütünü olarak çalışmaktadır işe, hatadan dönüp, ihanetten kurtulup, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirerek başlamak lazımdır. Zira bunu herkesin hayatta olduğu an itibariyle başarmaya imkânı vardır. Bize, Allah'ın hidayet ve rahmeti; fıtratın kitabının rehberliği, Peygamberin şahitliği, kendi iman, irade ve kararlılığımız; din olarak fıtrata ve Rab olarak Allah 'a inananların iş birliği yeterli olacaktır.
"İnsanın hayat karşısında, muhtemel üç pozisyonundan bahsedilebilir.Hayatı gelişine yaşamak.Hayatı bozmak.Hayatı inşa etmek.Hayatı gelişine yaşayanların, başının beş tarafına perde gerilmiştir ve bütün algı ve anlayışları bu sınırlar içerisinde oluşur.Hayatı bozanlar, bu perdeleri gerip, kavram içerikleri imal ederler.Hayatı gelişine yaşayanlar, bu kavram içeriklerini; varoluş özellikleri, yaşamın süreç ve dinamikleri ile kıyaslayarak, tashih edemedikleri için; algıyı, kavramın tarif edilmiş içeriğinden oluştururlar.Hayatı bozanlar, bu nedenle sürekli kavramlara içerik imal ederler ve inandırmak için çalışırlar.Hayatı inşa edenler, bu tuzağa düşmemek için anlam ve fonksiyondan, kavrama ulaşmaya çalışırlar.Bu nedenle, hayatı inşa edenler anlamaya, yaratılış özellikleri ve hayat perspektifinden yaklaşırlar.Bir kere kaynaktan hayatı okurlar; bir kere hayattan kaynağı okurlar ve bunu kesintisiz yaparlar."
Emanet ve Ahde Vefa
Kitapta öncelikle İslâm’ın genel karakterinden bahsedip akâid, ibadet, ahlâk ve muâmelât alanlarındaki esaslarını açıklamaya çalıştık. Bunun yanında bazen bilgisizlik bazen de kasıtlı telkinler sebebiyle insanların zihnine takılan sorulara cevap vermeye gayret ettik. Son bölümde âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz’in hayatı, ahlâkı ve mucizelerini hülâsa ettik. Bu eserin İslâm ve Rasûlullah (sav) hakkında oluşturulan önyargıları gidermeye yardımcı olması, en büyük ümid ve temennimizdir.
Rûhum Üşüyor Anne
Hayat, beyaz bir kâğıda yazılmış metinlerden ibaretse, bunda muhakkak altı çizili satırlar vardır. Bunlar, hayatımıza acı veya tatlı renk veren kareler… Hayattan bize kalanlar; bize hayatın öğrettikleri, hissettirdikleri…
Her birimizin kendine özel bir hayatı var; ama yine hepimizin birbirimizin hayatından çıkartacağımız ders ve ibretler de var. Gönlünüzü, dimağınızı, ufkunuzu zenginleştirecek; hayata ve insanlara farklı bakış açılarıyla ve yüreğinizi koyarak bakmayı sağlayacak bir kitap oldu, elinizdeki eser… İnşâallah, sizin gönlünüzde de şefkat, merhamet kıvılcımları doğurur; yüreğinizi ısıtır, zihninizi açar, himmetinizi coşturur bu yazılar…
İsmini Sen’siz Olmaz adlı yazıdan alan bu kitapta, kimin ne bulacağını bilmiyorum. Duâm şu: Allah, sorularınızın cevâbını, çıkmazlarınızın çıkış kapısını, dertlerinizin devâsını bu kitapla lûtfeylesin. Böylece sâdece kitabı değil, vesîlesiyle yaşanan her türlü huzûru ve ferahlığı da sadakalarımız arasına dâhil eylesin.
Evet, ölümü sevmeyi anormallik gibi algılayan, ölümden çekinip korkan, bu sebeple ölümü unutmak ve hatırlatacak her türlü unsurlardan uzak kalmak için uğraşan bir toplum içinde, ölüm gününü kutlamayı da pek düşünmüyor çoğu insan. Şükür ki bizler, “Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?” diyen, “Ben ölünce eyvah, vah vah, demeyin. Bilâkis, öldüğüm gece benim düğün gecemdir, sevinin” diye vasiyet eden ataların torunlarıyız. Yokluktan ve yoklukla gelen asıl varlıktan nasîp almış olan âşıkların sadakasıyız.
Şualar eserinin içerisinde yer alan konulardan seçmeler:
* Vahdaniyetin delilleri ile şirkin imkansızlığı* “Allah bize kafidir ve O ne güzel vekildir” mealindeki ayetin geniş bir tefsiri* Namazdaki oturuşlarda okunan et-Tahiyyatü duasının açıklamaları* Kâinattan halıkını soran bir seyyahı anlatan Ayetü’l-Kübra Risalesi* Haşir ve ahiretin delilleriyle izah edilerek, ahiret inancının insanların şahsi ve toplumsal hayatında ne derece önemli olduğu* Gençlere ve hapishanede kalan mahpuslara iman ve ibadet konularında yapılan tavsiyeler ve Nur talebelerine hitaben yazılan hapishane mektupları* Bediüzzaman Hazretlerinin ve Nur talebelerinin 1943 yılında Denizli’de ve 1948 yılında Afyon’da ağır ceza mahkemelerinde yapmış oldukları müdafaalar* Kıyamet alametleri ve ahirzamanda vuku bulacak olaylarla ilgili müteşabih hadislerin değişik tarzda yorumları* Fatiha Suresinin tefsiri ve marifetullah hakkındaki Arapça fıkraların izahları* İşari mana ile Hz. Ali’nin Celcelutiye kasidesi ve Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetlerin Risale-i Nur eserine işaret etmeleri* “Elhamdulillah” kelimesinin insanlara söylettiren imanın sonsuz fayda ve nurları
Sikke-i Tasdik-i Gaybî kitabı, Risale-i Nur’un dayandığı manevî dayanakları ve kaynakları izah etmekte ve bu noktada yapılmış bazı eleştiri ve itirazlara da ikna edici cevapları ihtiva etmektedir. Üstad’ın da önemle vurguladığı gibi, Risale-i Nurlar, diğer âlimlerin eserleri gibi yalnız aklın ayağı ve nazarı ile ders vermiyor; ve evliyalar gibi sadece kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor. Bilakis akıl ve kalbin birleşmesi ve kaynaşması ve ruh ve sair latifelerin yardımıyla hareket ederek insanı en yüksek noktaya ulaştırmaya çalışıyor. Dolayısıyla Risale-i Nurlar sadece kerametlere ve olağanüstülüklere dayalı bir tasavvuf kitabı olmadığı gibi; manevî dayanaklardan ve kaynaklardan yoksun kuru bir akıl eseri de değildir. Risale-i Nurlarda zikredilen kerametler, tevafuklar Kur’an’ın manevî mucizelerinin sızıntıları ve parıltıları ve birer ikram-ı ilâhî olup, Nur talebelerinin ve müntesiplerinin inkâr ve küfür saldırılarına karşı moral güçlerini takviye etme amacını da güder.
Kastamonu Lahikası, Risale-i Nur’un ikinci dönem lahikalarıdır. Bu lahikaların yazıldığı 1936-1943 yılları arasında Üstad Bediüzzaman Kastamonu’da gözhapsinde ikamet etmektedir. Üstadın Kastamonu’daki sürgün hayatının önemli bir bölümü İkinci Dünya Savaşı yıllarına rastlar. Kastamonu Lahikası’nda yer alan mektuplar işte bu yılların yâdigarı olan mektuplardır.
Yayınevimiz tarafından hazırlanan Kastamonu Lahikası’nda Üstad Bediüzzaman’ın mektuplarıyla Nur talebelerinin yazdıkları mektuplar iki ayrı bölüm halinde toplanmıştır. İlk bölümde yeralan Üstadın mektupları dört ayrı başlık altında, içerdiği konulara göre tasnif edilmiştir.
12. yüzyılın büyük âlimi İmam Gazâlî’nin [rah.] kaleme aldığı değerli eser, çağımızda iman ve küfür konusunda yaşanan pek çok fitneye cevap niteliğinde…
“Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun resûlüdür” deyip buna sadakatle bağlı kaldıkları ve buna aykırı bir şey yapmadıkları sürece “ehl-i kıble”yi tekfir etmekten mümkün mertebe uzak dur!
Aykırı bir şey yapmalarından kasıt ise, mazereti olsun veya olmasın Resûlullah’ın [s.a.v] yalan söylemesini câiz görmeleridir. Ehl-i kıbleyi tekfir etmek tehlikelidir, sükût etmekte ise hiçbir tehlike yoktur.
Bil ki; bir husus hariç fer’î meselelerde hiç kimse tekfir edilemez. O istisna edilen husus ise Hz. Peygamber’den [s.a.v] geldiği tevâtüren bilinen dinî bir esası inkâr etmektir.
İmam Gazâli rh.a.’ın kaleme aldığı, Muhammed Emin Demiryent’in tercüme ettiği İman ve Küfür Çizgisi isimli eser, Semerkand Yayınları’nda…
12. yüzyılın büyük sûfî âlimi Ahmed er-Rifâî’nin [k.s.] kaleme aldığı, asırlardır İslâm dünyasında büyük bir ilgi ile okunan aşıkların Baharı; her yaştan insanın kendine pay çıkarabileceği sade ve anlaşılır bir üslupla şeriat, hakikat ve tarikat bahçelerinden esintiler sunuyor.
Her cümlesinde Allah dostlarına benzemenin ve onlara tâbi olmanın gerekliliğini sağlayan; niyet, zühd, tevhid, ilim ve irfan gibi birçok konuda kıymetli nasihatler içeren unutulmaz eser, Muhammed Danışman’ın tercümesiyle Semerkand Yayınları’nda okurlarıyla buluşuyor.
Halidîliğin en temel eserlerinden biri ve kendisinden sonra yazılmış bütün Halidî adap kitaplarının kaynak eseri olan Nakşibendî Âdabı-Behcetü’s-Seniyye, Mevlana Halid-i Bağdadî (kuddise sırruhû) hazretlerinin halifesi Muhammed Hânî (kuddise sırruhû) hazretleri tarafından yazılmıştır.
Âdab kitapları bir tarîkata mensup olan müridlerin hangi esasları benimseyeceklerini, hangi edepleri uygulayacaklarını anlatır. Nakşibendî tarîkatının en büyük kolu olan Halidîliği tanımak isteyen herkes için Nakşibendî Âdabı-Behcetü’s-Seniyye temel bir eserdir.
Siraceddin Önlüer Arapça aslından özenle tercüme ettiği Behcetü’s-Seniyye’yi içinde geçen ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin tahkiklerini, tahriçlerini de yaparak, yüzlerce dipnotla gerekli açıklamaları yaparak bizler için en güzel şekilde hazırlamaya çalıştı
1. Hz. Lut As) 64 Sayfa2. Hz. Smail As) 72 Sayfa3. Hz. Shak As) Ve Hz. Yakup As) 64 Sayfa4. Hz. Yusuf As) Kuyuda 72 Sayfa5. Hz. Yusuf As) Zindanda 80 Sayfa 6. Hz. Eyyüb As) 56 Sayfa7. Hz. Şuayb As) 64 Sayfa 8. Hz. Musa As) Ve Hz. Harun As) -1 104 Sayfa9. Hz. Musa As) Ve Hz. Harun As) -2 128 Sayfa 10. Hz. Musa As) Ve Hz. Harun As) -3 88 Sayfa
İslam’ın, Allah tarafından insan fıtratında yaratıldığını kabul ettiği bir özellik de şehvettir. İnsanların sahip olduğu şehvetler, çeşitlilik arz eder. Kur’an’da “şehevât” kavramıyla genel anlamda “nefsin arzuları, tutku derecesindeki düşkünlükleri” kastedilmiştir. Yeryüzünde insanlara cazip gelen, insan nefsinin istediği şehvetlere bir sınır çizilemez. Çünkü bunlar sonsuzdur. Bu kitabımızda şehvet konusunu Kur’an ayetleri ve Kur’an ayetlerinin açıklayıcısı olan hadis-i şerifler çerçevesinde ele aldık.
Kitabımızda; şehvet kelimesinin anlamını, şehvet ve şehvet anlamında kullanılan diğer kelimelerin Kur’an’da nerelerde geçtiğini ve hangi anlamlarda kullanıldığını da ele aldık. Ama genel olarak bu meseleyi, Âl-i İmran suresi 14. ayeti çerçevesinde ele aldık. Çünkü biz bu ayetin genel manada bu konuyu en güzel ve en özlü şekilde anlattığı kanaatindeyiz.
- Abi sizce itikâf nedir? Siz itikâfı biz gençlere tavsiye eder misiniz?
- Bence itikâf, “Hayat mabedinin keşfedilmeyi bekleyen gizem dolu eseridir.” Binlerce virüsün kol gezdiği bu çağda isteyene antivirüs yükleme programıdır. “Ta baştan kendini kurma sanatıdır.” Bir şarj olma istasyonudur. Yeniden yenilenip tekrar başlamaktır. Asrımızın binlerce derdine tek başına birer devadır itikâf. Elimden gelseydi memleketin her ferdine tavsiye eder hatta ısrar ederdim. Genç, ihtiyar, fakir, zengin herkese lazımdır itikâf, öyle lazımdır ki ekmek gibi, su gibi. Peygamber Efendimizin yaptığını, uyguladığını tavsiye etmemek gibi bir densizlik yapılır mı hiç? Bu haddini bilmezlik olmaz mı?
“O (sav) söylemişse doğrudur.” “O (sav) yapmışsa güzeldir.”
Tesettürün varlığını koruduğu ve kadınların iffetlerini muhafaza ettiği alanlar, nefes alınabilecek mekânlar olma özelliğini muhafaza ederken eşya gibi görüldüğü ve şehevi duyguları tatmin aracı olarak kullanıldığı alanlarda ise kadınların onur ve iffeti ayaklar altında çiğnenmekte ve şahsiyetleri zedelenmektedir. Bu gibi sorunlu alanlarda erkek ve kadınların nikâh neticesinde evliliklerinin kutsiyetinden söz edilemez. Karşı cinsle ilişkilerde şer’i emir ve nehiylerin önemsememesi neticesinde örümcek ağına dönüşen aileler çabucak dağılmakta, çocuklar korunaksız bırakılmakta ve toplum her geçen gün yeni krizlerle karşı karşıya kalmaktadır. Fuhşun yaygınlaşması ve gayrimeşru çocukların artışı, iffetsizliğin en can yakıcı sonuçlarındandır. İnancın zayıflaması ve kanunların iffetsizliğin dayanağı haline getirilmesi, bütün bunlara zemin hazırlamaktadır. Son yıllarda Müslüman toplumlarda büyük sarsıntılara yol açan ahlaksızlıkların ve ifsadın sebep olduğu sıkıntıları gündeme getirme ve bu ölümcül sıkıntılardan kurtulma çarelerini irdelemek için kaleme aldığımız bu çalışmanın faydalı olmasını umuyoruz.
Peygamberlik Ve Peygamberler TarihiHz. Âdem As) Ve ŞeytanHz. Âdem As) Ve Hz. HavvaHz. Şit As)Hz. Dris As)Hz. Nuh As)Hz. Hud As)Hz. Salih As)Hz. Brahim As) Ve NemrudHz. Brahim As) Hicret
Ajanlık, tarihin en eski mesleklerinden birisidir.
Bu eserde istihbarat birimleri tarafından kullanılan ajanlaştırma yöntem ve taktiklerini okuyacak, hayretler içinde kalacaksınız.
90'lı yıllarda istihbarat birimleri tarafından yürütülen, hiçbir hukuki ve ahlaki değer gözetilmeden uygulanan "ajanlaştırma" faaliyetleri bu romana konu olmuştur.
Aynı zamanda ajanlaştırılan kişilerin karakterleri, kişilik yapıları ve ajanlaştıktan sonra aşama aşama imami ve ahlaki yönden nasıl yozlaştıkları da gözler önüne serilmiştir.
Alabildiğine geniş olan İslam bahçesindeki her bir konuyu bir gül olarak tasavvur edip on bir gülden oluşan bir demeti siz değerli okuyucularımıza sunmaya çalıştık. Bu demet Gülbağının tümü olmamakla beraber İslam Gülbağını bize göstereceğini umuyoruz. Bu çalışmada koklayacağımız bir demet gül ile güllerin kaynağına ulaşmayı ve Gülbağından faydalanarak cennet bağlarına ulaşmayı nasip etmesini Rabbimizden diliyoruz.
Gideceği bir yer yoktu. Etrafında bir sürü insan vardı ama hiç kimse onu görmüyordu. Ne kadar yürüdüğünü bilmeden bir süre dolaştı. Öok üşümüş ve çok acıkmıştı. Bir dırının önünde olduğunu fark etti. Galiba açlığı ve ekmek kokusu onu gayri ihtiyari buraya çekmişti. Fırının camekanında yeni çıktığı belli olan ekmekler vardı. Zaten en güzel pişenleri camekana yerleştirirlerdiç Ne kadar güzel görünüyorlardı. Camın hemen arkasındaki dolabın içinde ise çeşitli kuru pastalar vardı…
Rızık konusunda şüphe etmek, rızkı verenden şüphe etmektir.Sen kendine bir şey alacağın zaman güzel olanını seçiyorsun. Fakat Allah’a karşı hareket ve davranışlarında bu özeni göstermiyorsun.Gerçekten bütün geceyi ders vererek geçirsen, nefsinin hoşuna giderde aynı gece iki rekat namaz kılmak sana zor gelir.İnsanlar bir tuhaf oldular, artık ahiret için bir araya gelmiyorlar.
Dervişlere layık budur ki:Her mecliste kuran okurken ( ve dinlerken ), Dua ederken dizleri üzerine geleler. Onlar hocalarına hitap ederken ‘sen’ değil ‘siz’ diyeler ve ‘ben’ değil ‘biz’ diyeler. Ve meşâyıha layık olan budur ki kimseyi düşman tutunmayalar. Ve kimseye beddua etmeyeler. Yollarına yürüyüp giderken namahreme bakmaktan gözlerini saklayalar.Yaramaz yere varmaktan ayaklarını saklayalar. Ve harama sokulmaktan ellerini saklayalar.Hatalı sözlerden dillerini saklayalar.
Ehl-i hevâ ile sohbetine gitmeyeler, meğer kendi evladı ola.
Bilgilendiren, bilinç aşılayan, yönlendiren ve doğruya sevk eden Ehlibeyt ahlakına dair sohbetler, nasihatler, ibretli öyküler, yaşanmış olaylar, yazı dizileri ve daha fazlası….
Şimdiye kadar böyle bir kitap okumadınız!..
“Güneşin buzu erittiği gibi güzel ahlak da günahları eritir”
Sevil, ahizeyi yerine koyduğunda hâlâ telaşlıydı. Kalkıp odanın içinde dolaşmaya başladı. “Bu saat ne de yavaş ilerliyor!” diye söylendi. Sanki her bir dakika ona bir saatmiş gibi geliyordu. Nihayet bir saat böyle geçti. Ancak Umut okuldan henüz gelmemişti. Tedirgin anne pencereye çıkıp gözünü yola dikti.
Arabaların gürültüsü ile ağaçların üzerindeki kuşların cıvıltısı birbirine karışmıştı. Sokaktaki insanların her biri bir başka tarafa gidiyordu. Ama hiçbirinin Umut’un annesinin kalbindeki ıstıraptan haberi yoktu.
Dakikalar geçtikçe telaşı da bir o kadar artıyordu. “Neden gelmedi daha?” diyerek odanın içinde gidip gelmeye başladı. Sonra birden durdu. Bir şey düşünüp mantosunu giyindi. Tam kapıyı açıp dışarı çıkacaktı ki zil çaldı. Heyecanla kapıyı açtı. Açması ile “Aman Allah’ım!” deyip dövünmesi bir oldu. Umut, komşularının oğlu Mehmet’in kollarında kanlar içinde yatıyordu.
Bu romanda, Kudüs’e ailesinin zoruyla taşınan on yaşındaki Esty ile o topraklarda yaşam mücadelesi veren Filistinli Aksa’nın “Zeytindağı’nda başlayan arkadaşlıkları ve Esty’nin ailesinden gizli buluşabilmek için aralarında portakalı şifre olarak tanımlamış” iki küçük kızın masum hikâyesine tanık olacaksınız.
Esty ve Aksa’yı birbirlerinin karşısına çıkaran Allah’tı. Elbet bunun bir sebebi vardı. Hiçbir şey birer tesadüf değil, her şey birer tevafuktan ibaretti. Bu iki küçük kız finali oynayacaktı ama perdeyi kader kapatacaktı…Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi,
KUŞLAR BİLE KADERLE UÇARDI…
Güneş tam tepeden vuruyordu. Gök¬yüzünde Ebabil kuşların dışında en hafif bir hareketlik yoktu. Dışarıda işini bitiren herkes evine çekilmiş, kimisi öğle uykusu¬na dalmış kimisi ise dinleniyordu. Bu bunaltıcı havaya rağmen Mekke’nin önde gelenleri Dar’un-Nedve’de bir araya geldiler. Aralarında Ebu Cehil, Ebu Leheb, Utbe bin Rebia, Ebu Süfyan gibi Mekke’nin önde gelenleri vardı.Hepsinin yüzü asık bakışları ise kinle doluydu.
Mekke’nin dışından hafif bir çığlık sesi duyuldu. Bu ses havaya dağılıp yankılandıktan sonra yavaş yavaş eriyip ortadan kayboldu…Burada gündüz vakti ateş gibi sıcak oluyor, geceleri ise her taraf buz kesiliyordu. Karanlık çökünce, Mekke’yi dört bir yandan kuşatan çölü amansız bir hal alıyordu.Abdulmuttalib, Kâbe’nin yanındaki Hicr mevkiinde serin bir gölgede uyuya kalmıştı. Uykunun en tatlı yerinde ilginç bir rüya gördü. Biri kendisine: “Kalk, Tayyibe’yi kaz!” dedi.Abdulmuttalib, bir an neye uğradığını şaşırdı. Kısa süren bir şaşkınlıktan sinek vızıltısını andıran kısık bir sesle tonuyla:
11. yüzyılın büyük İslâm âlimi İmam Gazâlî rah., kaleme aldığı eserlerle yalnızca yaşadığı dönemde değil, hemen her asırda derin izler bırakan fakih ve mutasavvıf bir âlimdir. Bu değerli eserlerin arasında öyle bir kitap vardır ki fıkıh, ahlâk ve tasavvuf konularında, yazıldığı günden şimdiye dek İslâm âleminde derin saygı ve kabul görmüştür; İhyâu Ulûmi’d-Dîn… Semerkand Yayınlarından bölüm bölüm müstakil kitaplar halinde yeniden tercüme edilen ölümsüz eser, hem çeviri dili hem de tasarımı yönüyle dikkat çekiyor. Serinin 25. kitabı olan Öfke Ateşi; gazabın yerilmesinden kin ve hasedin âfetlerine; gazabı körükleyen sebeplere, öfkeyi tutmanın ve hilmin faziletine, kinin manası ve neticelerine, affın ve yumuşak muamelenin faziletine, hasedin hakikati, sebepleri ve ilacına kadar pek çok konuyu kaynak ve delilleriyle açıklıyor.
İnsan toplum içinde yaşar. Davranışları ve kişilik özellikleri dolayısıyla da "iyi insan" ve "güzel insan" diye bilinir. İyi ve güzel insanlardan olabilmek için bazı özelliklere sahip olmak gerekir. Belirli iş ve davranışların âdâbı vardır. Neyi nasıl yaparsak güzel insan oluruz? Âdâb-ı muâşereti öğrenmek ve ona göre davranmak bizi güzel insan yapar.
İslâm'ın geniş bir edep kültürü vardır. "Âdap kitapları" diye kendi başına bir kategori oluşturacak kadar çeşitli kaynaklar oluşmuştur. İslâm, hayatın her alanında neyi nasıl yapacağımızı öğreten bir din olduğu için bu âdap kitapları da çok geniş bir içeriğe sahiptir. Edep aslında çok geniş bir kavramdır. "Âdâb-ı muâşeret" denilen kurallar toplum içinde çeşitli zamanlarda ve çeşitli işleri yaparken nasıl davranılması gerektiğini ortaya koyar.
İslâm'ın edep anlayışı, her davranışımızın ahlâkî olması kadar zarif, incelikli ve hayranlık uyandıran bir hassasiyete sahip olmayı gerektirir.
XIII. yüzyılda Anadolu'da yaşamış olan Hacı Bektâş-ı Velî; devrinin kaynaklarında hakkında bilgi bulunamamasına rağmen vefatından sonraki dönemde üzerinde çokça spekülasyon yapılan bir şahsiyettir. Hacı Bektâş-ı Velî'nin kişiliğinin ve ona izafe edilen bir mektep olarak Beştâşîlik'in mahiyetinin daha iyi ve net anlaşılması için onun yaşadığı dönem malzemelerine bakmak gerekir ki bunların başında da yazdığı kitapları gelir. Hacı Bektâş-ı Velî'nin en başta gelen ve en hacimli eseri ise Makâlât'tır.
Merhum M. Es'ad Coşan Hocaefendi, Makâlât'ı ele aldığı uzun, meşakkatli ve titiz çalışmaları neticesinde, Bektâşîlik konusunu, bilimsel yöntemlerle ve pek çok yönüyle açıklığa kavuşturmuş, Hacı Bektâş-ı Velî'nin, kökleri Ahmed-i Yesevî'ye dayanan bir mutasavvıf olduğunu ortaya koymuştur.
Bu kitapta bulunan yazıların önemli bir kısmı, müellifin akademik çalışmalarında yer verdiği metinlerdir. Bir kısmı da çeşitli yerlerde yapmış olduğu konuşma ve vermiş olduğu konferansların deşifre edildikten sonra yayına hazır hâle getirilmiş halleridir.
Şeyhim el-Mürsi şöyle söyledi:“Allah'a yemin ederim ki, mahlukattan yüz çevirmekten daha büyük izzet ve kuvvet görmedim.”
Yine onu şöyle derken işittim:“Sokakta bir köpek gördüm. Elimde bir parça ekmek vardı, onu köpeğin önüne koydum. Köpek ekmeğe dönüp bakmadı bile. Ekmeği ağzına yaklaştırdım yine oralı olmadı. Derken birinin bana şöyle seslendiğini işittim:“Köpeğin bile, kendisinden daha çok zâhid olduğu kimseye yuh olsun!”
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.