İran edebiyatının en önemli şairlerinden biri olan Sadi güller şehri olarak bilinen Şiraz’da dünyaya gelmiştir. 30 yıl boyunca Hindistan ve Kuzey Afrika’yı dolaşmış, yaşadıklarını Kur’an ayetleri, hadisler ve İran edebiyatının köklü geçmişinden beslenen eserlerle zenginleştirerek Bostan ve Gülistan adlı eserlerinde hikmetli hikayelere dönüştürmüştür. Yüzyılları aşan bu gül kokulu eser dilinin yalınlığı ve anlatımının şiirsel örgüsüyle de her çağın insanına seslenebilmeyi başarmıştır. Sadi’nin büyük eseri Gülistan, sadece içinde doğduğu coğrafyayı etkilemekle kalmamış başta Türk edebiyatı olmak üzere tüm dünya edebiyatında kalıcı izler bırakmıştır. Şeyhlerden birinin huzuruna varıp, "Filan kimse benim hakkımda ‘kötülük yapıyor’ şeklinde ileri geri konuşuyormuş," diye şikayette bulundum. Şeyh ise cevap verip, "Sen de onu iyilik yaparak mahcup et," dedi. Sen iyi huylu ol, düşman da senin hakkında dedikodu yapmaya sebep bulamasın. Saz hep ahenkli çalsaydı, çalgıcı onun kulağını büker miydi?
Kerem der ki sevsem bana ar olmaz Kötü günde hısım kardeş var olmaz Biliyorum Aslı bana yar olmaz Aklım beni bitmez işe salmıştır Halk hikayeleri sözlü kültürümüzün en önemli mirasıdır. Bu miras içinde en bilinenlerden biri 16. yüzyıldan günümüze ulaşan Kerem ile Aslı’nın hikayesidir. Farklı dinden olmaları nedeniyle birbirine kavuşamayan iki sevgilinin anlatıldığı hikaye, sevdiğinin peşinden diyar diyar sürüklenen Aşık Kerem’in yürek burkan şiirlerinden oluşur. Nesiller boyu kendini koruyarak ölümsüzleşen Kerem ile Aslı hikayesi, mutlaka okunması gereken bir klasik...
"Türkçenin Gücü", Türk dilinin zenginliklerini gözler önüne seren önemli bir kaynaktır. "Prof. Aksan" da "bu ilk denemeyle, ilgi ve çalışma alanları dilcilik olmayan kimselerin Türkçenin gücünü tanımalarına, dilimizin zenginliğine inanmalarına yardımcı olmayı amaçladık" diyor. Yazar, "Türkçenin Gücü"nü, güzelliklerini görmek isteyenlere yüzlerce örnek sunuyor.
Klasik Divan Çevrim İçi Sohbetler 1 - 2 2021-2022
Diwana Mela Ehmede Heyderi
Dede Korkut Hikayeleri destan geleneğinden halk hikayeciliğine geçişin ilk ürünüdür. Türk kültür tarihi açısından önemli bir eserdir. Asıl adı Dede Korkut ala Lisan-ı Taife-i Oğuzan olan günümüz Türkçesine Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı olarak çevrilebilen eser on iki hikaye ve bir önsözden oluşmaktadır. Her bir hikayede farklı bir boy beyinin macerası anlatılmaktadır. Hikayelerin başlangıcı birkaç küçük değişiklikler göstermekle birlikte aynıdır. Hikayelerin başlangıcında Hanlar Hanı Bayındır Han'dan söz edilir. Hikayelerin başında anılan Bayındır Han, ileriki kısımlarda karşımıza çıkmaz. Olayların gerisinde yer alır, öneçıkmaz. Hikayelerin kurgusunda ortak noktalar bulunmaktadır. Bu ortak noktalar, hikaye kahramanının haksızlığa uğraması, bu haksızlıklarla mücadele etmesi, Müslüman olmayan komşularınca tutsak alınması, hikâye sonunda bu tutsaklıktan genellikle bir yakını vasıtasıyla kurtarılmasıdır.
Gençler için hazırlanan bu Mesnevi seçmeleri, Mesnevi’nin gizli mesajlarını ve tasavvuf düşüncesinin uçsuz bucaksız fikirlerini, en açık ve kolay anlaşılır yolla anlatırken Mesnevi’ye dair detaylarla da asıl metne bir giriş niteliği taşıyor.
Mesnevi’nin ana çerçevesine dokunmadan sade bir dil ile öyküleştirilip özenle seçilmiş hikâyeler gençlere, hem bu bilgelik kitabının ana fikri hakkında bilgi veriyor, hem de Mevlânâ’nın bilgelik fışkıran kelimeleri ile hayat ve insanlık dersi aşılıyor.
Yorulmadan okunacak, okunurken keyif alınacak bu hikâyeler gençlerin Mevlânâ’nın engin mana denizinde kolaylıkla yol almalarını sağlayacak.
“Saki, sanma içimi hoş, leziz şarap eğler beniAşk meclisinde yârin lal dudağının hayali eğler beni
Gül yüzünden ayrı düştüm, gam dikeniyle bağrım kanarşakıyan bir bülbülüm, aşkım böyle inletir beni
Arzun ile gönlüm doludur selvi boylum ammaIrmak gibi durmaz akar gözyaşlarım eğler beni”
Aşktı insanı yerle yeksan eden; en akıl almaz işleri yap-tırıp en imkânsız hikâyeleri yazdıran. Aşktı pervanenin yanmasına, deniz âşığı Butimar’ın susuzluktan terk-i diyar etmesine sebep… Var iken aşka tutulanlara değil, aşkı sebebiyle yok olanlara aitti aşk; zira yalnızca onlar anlayabilmişti, yalnızca onlar tadabilmişti... Ve onlardan kocaman bir bilinmezlik kaldı geriye…
Lâmi’î Çelebi’nin ustalık döneminde yazdığı ve aşk üzerine kaleme alınmış en çok bilinen eserlerin başında gelen Ferhat ile şirin, fantastik öğelerle zenginleştirilmiş klasik bir Doğu hikâyesidir. Eser, Ferhat’ın şirin’e duy-duğu temiz aşktan, aşkın yüceliğinden ve aşk uğruna hiçe sayılan canlardan bahsederken, kaçınılmaz son olan ölüm de maşuka kavuşma anlamında okuyucunun karşısına çıkmaktadır.
Adını "doğruluğun ve dürüstlüğün simgesi" olan Kelile ile "yanlışın ve yalanın simgesi" Dimne’nin hikayesinden alan kitap, MÖ 1. yüzyılda, "Âlimlerin Başı" anlamına gelen "Beydaba" adıyla anılan bir Hint filozofu tarafından Sanskrit diliyle kaleme alınmıştır. Dünya edebiyatında kimi kaynaklara göre Ezop’a ve La Fontaine’e de öncülük ettiği ileri sürülen Kelile ve Dimne, yüzyıllardır okunmasını fabl türünün en iyi örneklerinden biri olmasının yanı sıra; hayvanların sigeselleştirilmesi yoluyla ulaştığı bir ahlak ve siyasetname kitabı olmasına da borçludur. Gerçekle düşün yer yer birbirine karıştığı,düşündürücü olduğu kadar da eğlendirici Kelile Ve Dimne, bir yanıyla masal kitabı olarak da okunabilir.
Aşkı tüm varlığıyla hisseden ve arzu eden Züleyha ile insanın nefsine hâkim olmasının yeryüzündeki temsilcisi sayılabilecek Yusuf’un hikâyesi ilk olarak Tevrat’ta işlenmiş, hikâyelerin en güzeli (ahse-i kısas) olarak Kuran’da da yer bulmuştur. 16. yüzyılın en önemli mesnevi şairlerinden biri olan Yahya Bey’in Yusuf ile Züleyha’sı, benzerleri arasında en başarılı örnektir. Birbirinden ilginç olayların yaşandığı; mucizelerin ve kerametlerin art arda görüldüğü eserde Züleyha’nın aşkı, Yusuf’un sabrı ve iradesi başattır.
Aşk denilince akla ilk gelen, türlü kitaplara, filmlere konu olan Leyla ile Mecnun mesnevisi, edebiyatımızın en lirik şairi Fuzulî’nin şaheseri olmasının yanı sıra en büyük aşk mesnevilerinden de birisidir. Sevgiliye kavuşamamakla inşa olan bu aşk, dünyevi aşkı tarif eder gibi görünse de tasavvufi öğelerden beslenerek sonunda Tanrı aşkına ulaşmaya varır ve vahdet-i vücud inancını (varlığın birliği) ortaya koyar. Diğer aşk mesnevilerinin çoğunun aksine sevgililer kavuşamazlar ve ölüm bu aşkın tamamına erdiği yer olur.
Halk edebiyatımızın türleri içinde soyuttan uzak sevgi, yalnızca manilerimizdedir. Manilerimiz, bir tür sevgi dünyasıdır. Bu dünyada sevişenler, sevgi dışında hiçbir yasaya ve hiçbir sınıra bağlı değillerdir. Mani; uçan kuşlardan, bulutlardan, turnalardan sorulan ve bunların aracılığıyla selam gönderilen; bin yıl toprakta yatılsa da yine kendisinden umut kesilmeyen, kölesi olunan, yerine ölünülen, cevri çok, insafı yok olan, aşkına düşünce dünyalar terkedilen; tende kalan canı isteyince verilen, kavuşamayınca gözler açık gidilen ve ateşinden dağların bile yanıp tutuştuğu "yar" için yazılmıştır. Manilerimiz, uzun bir araştırma ve çalışmanın ürünüdür. Yurdun çeşitli bölgelerinden büyük bir titizlikle toplanan binlerce mani taranmış, ayıklanmış ve düzenlenmiştir. Ayrıca yurtdışındaki Türklerin - özellikle Trakya ve Makedonya Türklerinin - manileri de derlenerek karşılaştırılmış ve sıralanmıştır. Böylece adları bilinmeyen, ama yazdıkları ve söyledikleri bütün canlılığıyla bugün de yaşayan nice adsız halk ozanının en seçme manileri alfabetik sırayla okura sunulmuştur.
"Güneybatı Anadolu’da Teke Yarımadası olarak bildiğimiz bölge, Anadolu’nun ilk uygarlık dönemlerinde Likya Bölgesi olarak biliniyor. Likyalıların ilk uygarlıklarını sundukları bu bölgede, günümüzde Köyceğiz, Dalyan, Ortaca, Dalaman, Göcek, Fethiye, Patara, Kalkan, Kaş, Kekova, Demre, Finike, Kumluca, Tekirova gibi yerleşimler kıyı kesimini oluştururken, Elmalı, Seki, Gölhisar, Çameli, Dirmil, kuzeyindeki yerleşimleri oluşturmaktadır. "ANADOLU UYGARLIKLARI" adlı yapıtında, Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, "Kara ile Pamphylia arasında kalan kıyı kesimi Lykia Bölgesi’dir ve burada görülen kalıntılar, Anadolu topraklarının en ilginç antik buluntularını oluştururlar. M.Ö. 5. ve 4. yüzyıldan kalan anıtlar bölgede Helenistik ve Roma çağı yapıları, mezarlar ve tapınaklarla birlikte yer alırlar. Ören yerleri çok kez zengin doğal güzelliklere de sahiptir. Özellikle M.Ö. 5 yüzyıldan Roma Çağı’na değin tarihlenen, çeşitli tiplerdeki kaya mezarları büyüleyici niteliktedir." sözleri ile bölgenin önemini vurgulamaktadır."
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.