Smith-Morra Gambiti
‘’Uğur Mumcu’nun Türk köşe yazarlığına yepyeni bir hava getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Keskin bakışlı bir gözlemci, belgesel bir eleştiricidir o çünkü. Güçlü hukuk mantığını çok kez ince bir mizah çizgisi ile çerçevelediği için, yazıları ne denli ağır olsa da okura ferahlık verir.
Uğur Mumcu’nun yazıları bugün günceldir. Bunlar, yarınki kuşaklar hesabına kuşkusuz ibret alınması gereken birer tarih dersi yerine geçecektir.’’
-Nadir Nadi
“Kardeşin kardeşi kırmasına son verdi” denilerek pek çok kişi tarafından alkışlanan 12 Eylül cuntasını o yıllarda eleştirmek kolay değildir. Zira darbe öncesi yıllar, özgürlük adına terörün kol gezdiği yıllardır. Bu nedenle hem cuntayı hem de 80 öncesi siyasal iklimini ve terör ortamını aynı anda eleştirebilmek çok mümkün olmaz. Cuntayı eleştirirseniz terörist, terörü eleştirirseniz cuntacı ilan edilirsiniz. Uğur Mumcu kitabında her ikisini de eleştirebilmeyi başarıyor.
Abdullah Çatlı, İsviçre'nin Basel kenti savcılığınca uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan aranmaktadır; Fransız polisince aynı suçtan ötürü tutuklanmıştır. Ağca'yı cezaevinden kaçıranların başında Çatlı bulunmaktadır. Çatlı Bahçelievler'de öldürülen TİP'li 7 gencin katillerinden biridir. Ağca'ya sahte pasaport Çatlı ve arkadaşlarınca sağlanır. Papa suikastinde kullanılan silahı, Avusturya'lı silah kaçakçısı eski naziden satın alan Çatlı'dır. Avrupa'da ülkücülerle Ermeniler'in ortak olduğu uyuşturucu madde kaçakçılığının kilit adamlarından biri yine Çatlı'dır. (Cumhuriyet, 21 Eylül 1985, Çatlı Kim?...) Bu Abdullah Çatlı'nın, bu Oral Çelik'in ve Ağca'nın ilişkilerini şöyle bir araştırın; hepsinden "istihbarat örgütü" kokusu çıkar. (Cumhuriyet, 13 Ekim 1985, İşler Karışık...)
Bir ülkede birbiri ardından cinayetler işlenir ve katiller yakalanmazsa, o zaman "devlet içinde devlet" olduğu yolundaki şüpheler su yüzüne çıkar. Demek oluyor ki, polisin de yakalayamadığı, gücünün yetmediği bazı güç dengeleri bulunmaktadır. Kimdir bunlar? (Cumhuriyet, 31 Mayıs 1976, Eşkıyanın Kökü Dışardadır...)
Bu köşede, okurlarımı bıktırırcasına Ülkü Ocakları'na cinayet silahları veren jandarma yüzbaşılarını yazdım durdum, kimse kulak asmadı. Bu silahların kayıt sayılarını bile verdim, hiçbir asker ve sivil yönetici bana mısın demedi. Ankara'da Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi öğrencilerinin üzerine Amerikan yapısı ve ordu malı bomba atıldığını yazdım, bu bombanın marka ve sayısını bildirdim, kimse tınmadı. Ne oluyor, ne oluyor, kim yönetiyor bu devleti?!.. (Cumhuriyet, 27 Kasım 1979, Kim Kaçırdı?..)
“Lévi-Strauss’un ismini ilk kez duyan biri onun temelde ne anlattığını çabuk ve kolay bir şekilde izah etmemi istese, Mit ve Anlam’ı seçip yüksek sesle okurdum.” —Profesör Wendy Doniger
Genel okura seslenen bu kitapta, yirminci yüzyılın önde gelen düşünürlerinden Claude Lévi-Strauss, insan varoluşuna dair can alıcı sorular üzerine harcanmış bir ömrün kazanımlarını paylaşıyor. “Kaosun bir anlamı olabilir mi?” – “Modern bilim mitlerden neler öğrenebilir?” – “Yapısalcılık nedir?” gibi sorulara verdiği cevaplarda, Lévi-Strauss, açık ve kesin bir dille, insan zihninin potansiyelleri hakkında daha fazla şey öğrenmek isteyen okurlara bir yol haritası sunuyor.
“Bazı düşünürler etkilidir, bazılarıysa bir ekol yaratır; fakat çok azı bir çağa damgasını vurur. Bugün bir Aquinas veya Goethe çağından bahsettiğimiz gibi, gelecek kuşakların da bizim dönemimizden Lévi-Strauss çağı diye söz etmeleri mümkündür. O, modern zihne kimliğini armağan edenlerden biridir.” —Profesör James Redfield
For everyone and anyone who wants to understand more about gin, this is the definitive guide - covering the best gins the world has to offer, history and production methods, and the countries that have helped make gin a global success story.
Never has there been a more striking revolution in the world of distilled spirits than the current renaissance of gin. With small craft distilleries popping up all over the world, from Texas to Tasmania, more varieties and techniques being used than ever before, and a tapestry of tastes from light and citrusy to big bold savoury notes, gin's appeal is extraordinarily wide and varied.
From gin made in small batches from local botanicals, through to large facilities which make some of the world's most recognized gin brands, World Atlas of Gin looks at everything from the botanical to the bottle: how and where botanicals are grown and harvested and their role within the flavour of gin; producers and the stories behind their brands; exactly where, and how, gins are made; and, country by country, the best examples to try.
Global cocktails are covered too, including the history and country of origin of some of the best-known mixed gin drinks.
Elimizdeki kitap, İslam'ın hizmetkar liderlik modelini ele almaktadır. Bu liderlik modeli, Asr-ı Saadet döneminde başta Peygamberimiz, dört halife ve diğer sahabeler tarafından uygulanmış, pratikte yaşanmış, müspet neticeleri görülmüş bir liderlik çeşididir. Ayrıca daha sonraki dönemlerde de kçük bir insan grubundan, kıtalara hükmeden hükümdarlara varıncaya kadar pek çok lider tarafından da uygulanmıştır.
“Teosofist olmak kolaydır. Ortalama entelektüel kapasiteye sahip olan ve metafiziğe yatkın olan; kendisi için yardım almaktan çok komşusuna yardım etmekten daha fazla keyif alan saf, bencil olmayan bir yaşam süren; diğer insanlar uğruna kendi zevklerini feda etmeye her zaman hazır olan; hakikati, iyiliği ve hikmeti, sağladıkları fayda için değil kendi iyiliği için seven herkes Teosofist’tir.”
Bir İktisatçının Entellektüel Portresi: Sabri F. Ülgener
Bu kitap, yüzlerce değil binlerce defa yazılmış bir konuyu ele alırken, Osmanlı mimarisini bu kez Sinan’ın kişilik ekseni çevresinde yoğunlaştırmaktadır. Büyük ustanın adı etrafında örülen öykünün, sadece kitap sayfalarında okunabilecek bir şey olmadığını, yapı taşlarına dokunabildiğimiz ölçüde onunla yoğun bir bağlantıya geçebileceğimizi anlatmaktadır.
Her anne adayı, hamile olduğunu öğrendiğinde bebeğine sağlıkla kavuşup onu hemen göğsüne bastıracağı günün hayalini kurar. Oysa normalinde bir kavuşma anı olan doğum, erken doğumlarda anneler babalar ve bebekleri için bir travmadır. Türkiye’de her yıl 120 bin erken doğan bebeği, anneleri kucağına alamadan hatta göremeden ayrılmak zorunda kalır. Gülay Kömür, kitabında biz prematüre ailelerinin neler yaşadığını, korkularını, üzüntülerini okuyucuya sıcak ve akıcı diliyle aktarıyor. Sadece prematüre ailelerinin değil, erken doğan bir bebek sahibi olmanın ne demek olduğunu anlamak isteyen herkesin okumasını tavsiye ediyorum. İlknur Okay El Bebek Gül Bebek Derneği Başkanı Gülay Kömür, bu kitapta tüm samimiyetiyle bir prematüre annesinin yaşadığı olayları ve duyguları anlatmış. Zamansız açsa da azmine ve büyümesine şahit olduğum Ali’nin hayata başlangıç hikâyesi annesinin duygularıyla harmanlanmış. Kitap alanda çalışanlar için prematüre aileleri ile nasıl iletişim kurulması gerektiği ile ilgili harika ipuçlarıyla dolu. Doç. Dr. Gönül Acar Marmara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü Öğretim Üyesi, Çocuk Fizyoterapisti Bu kitapta, premature bebeklerinin yaşama tutunmasını isterken karşılaştığı olumsuzlukları ve endişeleri, ümitlerle harmanlayan; eksilmeyen çaresizliklerin önünde inançla ve coşku ile duran bir “demir papatya” annenin derin hisleri var. Candan Bozdağı Serbest 24 Haftalık Doğan Premature Annesi, Austin, ABD
“İslam dünyasının yaşadığı iki medeniyet krizi var: Birincisi, 9. ve 10. yüzyıllarda belirgin bir şekilde başlayıp 12. ve 13. yüzyıllarda zirve noktasına ulaştı. Doğu cephesinde Moğol istilası ve Bağdat’ın düşüşü, Batı cephesinde ise Kurtuba’nın düşüşüyle birlikte İslam tarihinin o zamana kadarki en büyük krizi yaşandı. Haçlı ve Moğol saldırılarında bir şeyimiz hariç her şeyimizi yitirdik. Bu tür kriz, İslam medeniyetini fiilen tarumar etti ama inancımızı, akidemizi sarsmayı başaramadı. Kendimize olan güveni hiçbir zaman kaybetmediğimiz için çabucak toparlandık ve yeni bir meydan okuma gerçekleştirmeyi başardık. İkinci medeniyet krizi, Osmanlı’da Tanzimat’la birlikte başlayan ve günümüze kadar süren medeniyet krizidir. Köklerimizle, dolayısıyla dinimizle ve geleneğimizle bağlantımızı koparan ikinci kriz yolumuzu/yönümüzü yitirmemize sebep oldu. Bu iki sorunu/krizi derinlemesine incelemeye çalışacağız.”
Elinizdeki çalışma, 100 Kitap Listesi’ndeki kitapları ve yazarlarını tanıtmak amacıyla hazırlanan Yol Haritası programındaki konuşmaları merkezine alıyor. “Medeniyet tasavvuru”nu ihyaya kendini adamış bir mütefekkirin kaleminden kurucu şahsiyetlerin ve dönemlerin zihin açıcı bir arkeolojisini sunuyor. Yol Haritası’nda yaşadığımız medeniyet krizi sonrasında yönümüzü bulabilmek için yüzleşmemiz gereken sorunları samimiyetle ortaya koyan Yusuf Kaplan’ın çözüme yönelik cesur tekliflerini dile getirdiği medeniyet mefkûresinin güzergâhını bulacaksınız.
Bu kitap, öncelikle Türk Müziğinin tarihsel sürecini ve dönemlerini incelemek suretiyle, Türk Müziğinde dönemsel olarak prozodi anlayışını incelemek ve prozodi konusunda dönemler arası bir karşılaştırma yapmak amacıyla hazırlanmıştır. Prozodi kavramı, genel itibariyle 15. yüzyıldan 20. yüzyıl sonuna kadar dönemsel olarak incelenmiş, her dönemin üslûp ve anlayışına göre değerlendirilmiştir. Her dönemden ön plana çıkmış ve dönemin genel üslûbunu yansıtan bestekârların seçilmiş eserlerinde prozodik incelemeler yapılmıştır. Bu incelemeler, dönemlerin beste anlayışları ile birlikte ortaya konulmuştur.
Basım Dili : Türkçe Basım Yeri : Sayfa Sayısı : 176 En / Boy : 16 / 23,5 Kağıt Cinsi : 3. Hmr Enzo Basım Tarihi : .08.2020
Rottweiler ilgili öğrenmek istediğiniz her şey, bu kitapda toplanmıştır. Rottweiler anlamak doğasını ve gereksinimlerini; sağlık bakımı gibi öneriler bulunmaktadır. Beslenme, bakım ve ilkyardım konularında paha biçilmez bilgiler veriyor. Rottweiler yaşamı boyunca ihtiyaç duyacağınız bilgilerle dolu bu benzersiz kitap, bugünün Rottweiler sahiplerinin el kitabıdır.
“ Charlie Chaplin, katıldığı ‘Charlie Chaplin taklidi’ yarışmasında üçüncü olmuştur.”
“Kuzey Kutbunda güneş bazen kare şekinde görülür.”
“Bukalemunlar kör olsalar da renk değiştirebilirler”
“Pac-man oyununda bir ekranda yenmesi gereken toplam 240 nokta vardır.”
Adı Edison veya Marconi kadar bilinmese de Nikola Tesla gelmiş geçmiş en büyük mucitlerden biri, hatta birincisi kabul ediliyor. Sırp asıllı, Hırvatistan doğumlu ve ABD vatandaşı olan bu dâhi sayesinde bugün ışıl ışıl aydınlanan kentlerde yaşıyoruz. Ama insanlığın Tesla’ya borçlu olduğu şey bununla sınırlı değil tabii. Gerçekten zamanının çok ilerisinde yaşayan bir bilim insanı olan Tesla patentinin Marconi’ye değil kendisine ait olduğunu ancak ABD Yüksek Mahkemesi kararıyla kanıtlayabildiği radyodan televizyona, robotlardan telsiz haberleşmesine, bilgisayardan füzelere kadar bugün gündelik yaşamımızda yer alan pek çok şeyin mucidi veya fikir babasıdır.
Kendisine ait bir evi olmayan, otellerde yaşayan, hiç evlenmeyen ve en iyi dostu ünlü yazar Mark Twain ile güvercinler olan Tesla yirminci yüzyılın ilk yarısında sayısız icat yaptı. Ancak bunları ticari ürüne ve kendisi için bir gelir kaynağına dönüştürmeyi pek umursamayınca inanılmaz buluşları Edison veya Marconi gibi açgözlü "tüccar mucitler" tarafından çalındı. Ne yazık ki bugün onların adı Tesla’dan daha çok biliniyor.
Hayallerine bugün bile ulaşılması zor görünen Tesla İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında, 1943’te öldüğünde çalışmalarını yakından izleyen FBI bütün araştırma notlarına, yayımlanmamış makalelerine el koydu. Daha sonraki yıllarda nükleer teknolojinin geliştirilmesinde ve uzay çalışmalarında değerlendirildiği söylenen bu belgeler üzerinde hâlâ incelemeler sürüyor.
Genç yaşta ABD’ye göç eden bu büyük mucit bilim tarihinde hak ettiği yeri çoktan almıştır ama sıradan insanların da zihninde ve gönlünde hak ettiği yeri almalıdır. Bu kitap bu işin daha fazla gecikmemesine katkıda bulunmak için yazılmıştır.
Praksis Sayı : 18
Praksis Sayı : 15
2015 yılı ve sonrası, sadece Türkiyelileri değil, tüm dünyada geniş kitleleri etkileyen unutulmayacak olaylarla zihnimize kazındı. Suriye savaşı, göçmen krizi olarak yüzümüze çarpan insanlık dramı, bölgede, Türkiye’de ve Batı ülkelerinde çok can alan şiddet eylemleri, hepimizi şok eden IŞİD belası, her yerde yükselişe geçen milliyetçi popülizm dalgası, otoriter rejimlerin ve tek adamların önlenemeyen yükselişi, nükleer denemelere geri dönüş, küresel kapitalizmin sefaleti ve iklim krizi derken 2020 yılına koronavirüs salgını ile girdik. Nefret, şiddet, savaş, cinnet halleri, türlü türlü musibetler etrafımızı sardı. Yaşam, özgürlük, eşitlik, adalet ve gerçek başta olmak üzere tüm değerlerin ayaklar altına alındığı, değerlerin değersizleştirildiği bir sürece tanıklık ettik.
Bu kitap, yaşamın ve siyasetin her alanında “eril gövde gösterisi”nin hüküm sürdüğü, aynı zamanda hem ülkede hem de dünyada toplumsal cinsiyet eşitliğine ve feminizme karşı reaksiyonların güçlendiği, kadın ve LGBT hareketinin elde ettiği türlü kazanımların tehlikeye girdiği bu dönemi kavramamız için önümüze ışık tutuyor. Olaylarla onları kavrayışımız arasına giren kara bulutların yol açtığı özel bir görme ve kavrayış zorluğunu getiren bu dönemi feminizmin umut veren eleştirel birikimine yaslanarak analiz ediyor. Yazmayı bir tür kişisel direniş eylemi olarak tanımlayan yazar, okuru bu direnişe ortak olmaya çağırıyor.
14 asır önce hicreti başlangıç kabul ettik. Ölçümüzü hicretten önce-hicretten sonra şeklinde belirledik. İstiklal Marşı Derneği olarak hicretin manasını kavramayı esas sayıyoruz. Biz önce hicret ederek ve akabinde Mekke'yi fethederek dünya üzerinde Müslümandan daha üstün bir varlık olmadığını bütün aleme gösterdik. Bunu da bileğimizin hakkıyla yaptık. Hicret bize İslami bir geleceği hedef ittihaz etmeyi, İslami bir hayatın yükseltilmesini esas gaye saymayı öğretti. Buna istinaden 12 senedir kendi yazımızla hicri takvim neşrediyoruz. Takvimimizde derneğimizin şubelerinin de bulunduğu beş vilayetimizin ( İstanbul, Ankara, Konya, Kahramanmaraş ve Adana) namaz vakitlerini ezani saate göre dercediyoruz. Hıristiyan takvimine göre ayarlanma zilletine karşı kendi şerefimize sahip çıkıyoruz.
Bu seneki takvimimizde Kur’an-ı Kerim okumayı bilip de Türkçe okumayı tecrübe etmemiş olanlar için harekeli okuma metinleri hazırladık. Bununla beraber Asr-ı Saadet'teki hadiseleri de vuku bulduğu aya göre tanzim ederek takvimimizde neşrediyoruz. Türk Denizi'nin Balıkları, Hayvan İsimleri Lugatçesi bölümlerimiz hem resimli olarak hem de Türk Edebiyatı'na akseden numuneleriyle 1444 takvimimizde yer alıyor. Neyi nasıl dememiz gerektiği hususunda yol gösterici olması için Kamus-i Türki'den misal cümleler seçtiğimiz bir diğer resimli bölümümüz de ayrıca mevcut.
Hanımları ilgilendiren üç temel konu ;hayız,nifaz ve istihaze.Adet hali, nifaz ve özür kanaması da denilen bu konular,her genç kız ve kadının islami sorumlulukları açısından en önemli evreleri olusturuyor.
Elinizdeki eserde,bu özel durumlar sade bir üslüp ele alınıyor.Bu konuda dinimizin hanımlara yükledigi sorumluluklar,kolaylıklar,Hanefi ve Şafi mezhepleri dikkate alnarak sunuluyor.
Muhabbet Peteği
9.Yüzyılın sonlarında, İngilizler Selanik ve İzmir'den sonra İstanbul halkını da futbol ile tanıştırdılar. 1905 yılında İngiliz'lerin ve azınlıkların takımlarının yanında Mek-teb-i Sultanı öğrencileri Galatasaray Takımını kurdular. 1907 yılında Kadıköy'ün futbolsever gençleri bir araya gelerek bir futbol takımı kurmayı düşünmeye başladılar. 1907 yılı Mayıs ayında Moda Beşbıyık Sokak 3 numaralı evde sular idaresinden memur Ayetullah Bey, Düyun-u Umumiye İdaresinde memur olan Ziya Bey, Deniz Harp Okulu öğrencisi Necip Bey futbol kulübü kurmak üzere bir araya geldiler. Kurulacak bu kulübün masraflarını mali durumu iyi olan Ziya Bey üstlendi. Üç genç Fenerbahçe burnundaki deniz fenerinden esinlenerek kurdukları kulübün adını "Fenerbahçe" koydular. Ziya Bey'in ısrarıyla kulübün renkleri "sarı-beyaz" oldu. Hintli Asaf Galip ve Sami isimli gençlerin katılmasıyla 6 kişi olarak ilk antrenmanlarını yaptılar. Yeni bir Türk takımının kurulduğu haberi Kadıköy ve Kuşdili Semtlerinde hızla yayıldı. Semtin tecrübeli futbolcularının katılımı ve St. Joseph Okulunun da desteği ile takım kısa zamanda tamamlandı. Kuşdili Papazı Çayırında yabancıların ve azınlıkların takımlarıyla maç yapmaya başladılar.
İstiklal Takvimi’nin 1438 senesine ait nüshası yeni resimleri, dersleri, temrinleriyle neşrolundu. Takvimimiz bu sene de duvarda veya masada kullanılabilmesi gözetilerek hazırlandı.
Takvim yapraklarının ön yüzünde ezanî vakte göre on ilimizin (İstanbul, Konya, Ankara, Gaziantep, Şanlıurfa, Bartın, Adana, Kahramanmaraş, Giresun, İzmir) namaz saatlerine, bir hadis-i şerife, o güne ait vakalara ve İstanbul ili için gün kısalması-uzamasına yer verildi.Takvim yapraklarının arka yüzü ise Kur’an harfleri ile Türkçe okuma-yazma öğrenilebilmesine hasredildi. Türkçe okuma-yazmayı bilmeyenler için harflerin öğretilmesiyle başlayan ve resimli basit kelimelerle devam eden derslerde pratik bir usul takip edildi. Her sene farklı temrinlerin yeraldığı İstiklal Takvimi’nin 1438 senesi nushasıda dokuzuncu (hıristiyan takvimine göre on beşinci asır Türk Edebiyatından ve halk hikayelerinden seçildi. Bir kitap gibi kullanılabilecek olan takvimimizin sonunda ders ve temrinler için bir de fihrist mevcut.
Müslüman olarak itibar ettiğimiz takvim ve harfler ikmâl edilmiş dinin, tamamlanmış nimetin dışında düşünülemez. Tarih takvimle tarih olur. Sadece biz Müslümanların tarihi değil, modern manada tüm insanlık tarihi Hicret’le başlamıştır. Bugün Hicri Takvim isimlendirmesi ile bildiğimiz kamerî takvim Allah katındaki takvimdir. Yerler ve gökler bu takvime göre yaratılmıştır. Dünyada olup biten bütün hadiseler bu takvime göre cereyan eder. Melekler bu takvime göre işlerini yapar ve bir gün kıyamet de bu takvime göre kopacaktır. Bu saiklerle hem gerçek zamanın neresinde olduğumuzu hem de yazımızın aslına olan vukûfiyeti temin etmek amacıyla İstiklâl Takvimi’nin 1438 senesine ait nüshasını hazırladık.
Fotoğrafı sadece bir görüntü olmaktan çıkaran unsur, ona ait "kültür"dür. Fotoğrafın kültürü, pratiğe yön veren teori, deneyimler, bakışlar ve bunların yazılı hale gelmesidir. Bu alan, batıda da doğuda da çok zengin. Bir de ülkemizi düşünelim. Fotoğrafın yaratıcılığını ve üretkenliğini kamçılayan bilgidir. O kuramsal bilgidir ki, fotoğrafı görüntünün hiçliğinden çıkarıp, yükseltir. O bilgidir ki, fotoğrafları bir virtiöz becerisiyle başka bir kulvara sokar. Fotoğrafın sanat ortamında kuram olmazsa, ortaya çıkan ürün kesik kanatlı kuş gibi uçamaz. Evet, fotoğrafımız çok yönlü gelişiyor. Her yeri kamera sardı. Sergi, gösteriler, yarışmalar, birbirini izliyor. Birçok periyodik yayın var. Hem basılıyor, hem de artık sanal alemde izlenebiliyor. Fotoğrafta eğitim, pek çok Güzel Sanatlar Fakültesinde yerini aldı. Fotoğraf merkezleri, galerileri çoğalıyor, derneklerin sayısı kırkı aştı. Bu liste daha da zenginleştirilebilir. Neresinden baksanız fotoğrafta bir kıpırtı olduğu ortada.
Özelde yalnız fotoğraf üretmekle kalmaz, sanata dair düşünerek okur, yeniden okur, analiz eder ve birşeyleri bir kenara not eder, yazarım. Sizlerle paylaştığım yazılar, ülke fotoğrafının düşünce kervanına katılan yeni emeklerimdir. Yeni ve yayınlanmış yazılarımdan oluşuyor.
Zeynep Zan, bir hukukçu. Ama bizi sarmalayan olaylar zincirine sadece hukukçu gözüyle bakmıyor. Çok hızlı gelişen ve günlük yaşamın hengamesi arasında aynı hızla kaybolan kimi trajik, kimi trajikomik olaylar dizisi onun dünyasında kalıcı izler bırakmış. "Söz uçar, yazı kalır" diyorlar. Zeynep Zan, günlük gazetelerde ya da televizyon haberlerinde kendisine küçücük yer bulup ardından unutulan insanımıza dair trajik ya da trajikomik olayları yazıya dökerek hem bizlerle paylaşıyor, hem de toplumsal belleğimizde kalıcı olmasını sağlıyor. Örneğin, yaşamını idame ettirebilme uğruna İstanbul’un kenar mahallerinde kurulu izbe "Kot Taşlama Atölyeleri"‘nde çalışmak zorunda kaldığı için Silikozis hastalığına yakalanıp yaşamını yitiren işçilerle ilgili gerçekleri biz sadece ‘haber’ olarak okuyp geçeriz. Oysa bu olayın ardında tam bir insanlık dramı yatmaktadır. Zeynep Zan, bütün o insani duyarlılığıyla, bizi kuşatan ve ne yazık ki çabucak unutmayı yeğlediğimiz bu dramları yeniden ‘fark etmemiz’i istiyor. Onun makalelerinde, borcunu ödeyebilmek için organlarını satmak zorunda kalan insanlarımızın ‘kişisel’ dramlarına, ‘Kürt Sorunu’ gibi toplumsal sorunlarımıza rastlamak mümkün. Dolayısıyla ‘Yaşamdan İzler’ kitabında topşanmış olan bu makalelerin bizi kendi gerçeklerimizle yüzleşmeye, kişisel ya da toplumsal yaşamımıza daha bir ‘insani hal’ katmaya ve onu iyileştirmeye çağırdığını söyleyebiliriz. Bu yüzdendir ki, makalelerin çağrısına herkesin kulak vermesi gerekir.
ALTI ASKER, DÖRT PARTİ LİDERİ, BİR HUKUKÇU…
İlk baskısı Ekim 2006’da yapılan bu kitap on cumhurbaşkanının seçilme hikâyelerini aktarırken on birincinin seçiminin neden bir krize yol açtığına ışık tutmaya çalışmıştı. On birincinin, yani Abdullah Gül’ün de seçilme hikâyesinin eklendiği bu genişletilmiş dördüncü baskı, on ikincinin seçiminin neden bu kadar gergin ve tartışmalı olduğunu anlamaya yardımcı olacaktır.
Cumhurbaşkanlarının nasıl seçildiklerinin yanı sıra neden hemen her seçimin bir tür krize dönüştüğünü, ordu ile parlamentonun, yargı ile hükümetin, iktidar ve muhalefet partilerinin çatışmalarını ele alan Seyfi Öngider pek bilinmeyen bazı olguları da değerlendiriyor.
Örneğin, Atatürk seçilmek için gerekli oyu kıl payı almıştı. Tevfik Rüştü Aras cuntası İnönü’yü Çankaya’ya değil ABD’ye göndermeye çalışıyordu. Bayar, DP lideri olarak seçilmekte zorlanmadı ama onun da rakipleri vardı. Gürsel’in karşısına çıkan aday tehdit edilince soluğu İsviçre’de almıştı. Sunay’ın seçilişi “Genelkurmay başkanlığından sonra cumhurbaşkanlığı makamı gelir” tekerlemesinin doğmasına yol açmıştı. Korutürk, gece saat 01’de yataktan kaldırılarak Ankara’ya davet edilmişti. Evren, TBMM’nin seçmediği tek cumhurbaşkanı oldu. Özal, “Alışırlar, alışırlar...” diyerek Çankaya’ya çıktı ama başkalarından önce kendisi oraya alışamadı. “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim” diyen Demirel Çankaya’ya çıkma fırsatını kaçırmadı. Sezer, TBMM’deki tüm partilerin desteğiyle seçilen ilk cumhurbaşkanı olurken, Gül ise yine bir askeri muhtıranın ardından seçilen ve eşi türbanlı ilk cumhurbaşkanı oldu.
Atatürk’ten Gül’e on bir cumhurbaşkanının siyasi biyografilerini kaleme alırken ilginç bilgiler aktaran, eleştirel değerlendirmeler yapan Öngider aynı zamanda cumhuriyetin siyasi tarihine de yeni ve farklı bir bakış açısı sunuyor.
Budo, 1938’de Morihei usta ellibeş yaşında ve hem fiziksel hem de zihinsel anlamda hayatının olgunluk dönemindeyken yazılmış ve yayınlanmıştı. Bu, Morihei’nin kendi tekniklerini bizzat fotoğraflarla gösterdiği tek kitaptır ve felsefesini geniş şekilde anlattığı birkaç açıklamasından birini içermektedir. Elli yıldan uzun bir süre önce tamamen farklı bir çağda yazılmış olmasına rağmen, Budo-bütün diğer gerçek klasikler gibi-zamana bağlı olmayan, güncelliğini yitirmeyen bir niteliğe sahiptir. Eski imparatorluk zamanına ait birkaç referans ve bazı eski kelimeler dışında, metnin büyük bölümü güncelleştirilmiştir. Morihei’nin mesajı, Budo’nun yıllar boyunca sürekli kalan aydınlanma, huzur, uyum, gerçek, erdemlilik ve güzelliğe açılan ruhsal bir yol olduğudur. 1942’de olgunluğa ulaşan Aikido’nun öğretisi, Budo’da anlatılan prensip ve tekniklere dayanmaktadır. Metnin kendisi, benzeri olan diğer metinlerdeki gibi kısa ve şifreli olmasına rağmen Budo/Aikido savaş sanatının ruhunu taşıması ve daha yaşarken efsaneleşmiş bir ustanın yaşam öyküsünü içermesi bakımından eşsiz bir kaynaktır.
2004 yılında yapılan operasyonla cezaevine giren Sedat Peker kesintisiz 10 yıl yattıktan sonra yazılan bu kitap Peker'in çocukluğunu, gençliğini ve son yıllarını oldukça detaylı anlattığında dolayı kitabın ismi `Sedat Peker'in Gerçek Hayatı' bu kitap da ayrıca daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan 48 sayfa resimleri bulunmaktadır. Bu kitabın hazırlanmasında profosyonelce bir çekim ekibiyle gece gündüz demeden 3 aylık bir çalışma yaptık. O zaman diliminde değişik insanlara ulaşıp onların bakış açısından Sedat Peker'i tanımaya çalıştık. Bu görüştüğümüz kimselerin kimisi dost ve akrabası, kimileri ise avukatlarıydı. Ortaya her kesimin beğeneceği bir kitap çıktı.
Rahmetli Babam bizlere gazete ve kitap okuturdu. Daha sonra ise tüm kardeşlere bu okuduklarmızdan neler anladınız diye soru yöneltirdi. Reis sanki gazete ve kitabı tekrardan okuyormuş gibi ezberden anlatmaya başlardı. O zaman ailece kardeşimiz Sedat Peker'in sıradışı bir zekaya sahip olduğunu anladık. Daha sonraki tüm hayatımız da Reis'in söylediklerini tereddütsüz doğru kabul ettik.
Atilla Peker
Değerli siyaset adamı Osman Bölükbaşı bakın yazar Hakan Türk ile ilgili ne diyor: "Eğer bir gün Hakan Türk'ü eğilmiş görürseniz, bilin ki düşmüş birisini kaldırmak için eğilmiştir..." Doğru söze ne denir ki!..
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.