‘’Yargıcıyla, avukatıyla tüm hukukçular esir alınmıştı Hitler recimince. Hukuk profesörleri birer papağan, yargıçlar ise oyuncaktı Hitler’in elinde. Bugün Hitler’e uşaklık etmiş yargıçlara hukukçu demek mümkün müdür artık? Bunlar, siyasal cinayetlerin kiralık katilleridir. Bir yüksek kürsüye cübbeyle çıkmak, cellatlığa meşruiyet kazandıramaz hiçbir zaman.’’
-Uğur Mumcu
Kendisi de siyasal cinayete kurban giden Uğur Mumcu’nun kitabından alınmış bu satırlar, hukukun güçlünün elinde nasıl oyuncak haline getirildiğini özlü bir biçimde anlatıyor. Tarihin tekerrür ettiğini de çok iyi gösteren kitap, bir yanıyla okuru karamsarlaştırırken, diğer yanıyla direnişe teşvik ediyor. Öyle ya bilgi sahibi olmadan nasıl fikir sahibi olabiliriz? Günümüzde yaşanan hukuksuzluklara da ancak bilgi sahibi olarak direnebiliriz. Geçmişten ders almak ve günümüzü aydınlatmak için nasıl suçlunun güçlü, güçlünün suçlu olduğunu anlamamız gerekir.
Araştırıcı, yürekli, yiğit yazar Uğur Mumcu`yu, Ankara Hukuk Fakültesi`ndeki asistanlık döneminden beri bilirim. Önce yazılarını, birkaç yıl sonra da kişisel olarak kendisini tanıdım ve sevdim. Son yıllarda onun hiçbir tehdide kulak asmadan ve her türlü tehlikeyi göze alarak deştiği konulardan her biri, ülkemizin ve bütün dünyanın çıkarcılık kenetleriyle kenetlenmiş karanlık yüzlerini ortaya çıkaracak kapıları aralamaktadır. Kahramanlık yalnızca savaş cephelerinde olmaz. Kalemden başka silahı olmayan yazarlık ve gazetecilik alanında da olur. Bu, yadsınamaz. Alman filozofu Hegel`in şu sözünü hiç unutmamalı: `Bir uşağa göre hiç kimse kahraman değildir; bu görüş dünyada kahraman bulunmadığını değil, onu söyleyenin uşak olduğunu gösterir.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu
Abdullah Çatlı, İsviçre'nin Basel kenti savcılığınca uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan aranmaktadır; Fransız polisince aynı suçtan ötürü tutuklanmıştır. Ağca'yı cezaevinden kaçıranların başında Çatlı bulunmaktadır. Çatlı Bahçelievler'de öldürülen TİP'li 7 gencin katillerinden biridir. Ağca'ya sahte pasaport Çatlı ve arkadaşlarınca sağlanır. Papa suikastinde kullanılan silahı, Avusturya'lı silah kaçakçısı eski naziden satın alan Çatlı'dır. Avrupa'da ülkücülerle Ermeniler'in ortak olduğu uyuşturucu madde kaçakçılığının kilit adamlarından biri yine Çatlı'dır. (Cumhuriyet, 21 Eylül 1985, Çatlı Kim?...) Bu Abdullah Çatlı'nın, bu Oral Çelik'in ve Ağca'nın ilişkilerini şöyle bir araştırın; hepsinden "istihbarat örgütü" kokusu çıkar. (Cumhuriyet, 13 Ekim 1985, İşler Karışık...)
Bir ülkede birbiri ardından cinayetler işlenir ve katiller yakalanmazsa, o zaman "devlet içinde devlet" olduğu yolundaki şüpheler su yüzüne çıkar. Demek oluyor ki, polisin de yakalayamadığı, gücünün yetmediği bazı güç dengeleri bulunmaktadır. Kimdir bunlar? (Cumhuriyet, 31 Mayıs 1976, Eşkıyanın Kökü Dışardadır...)
Bu köşede, okurlarımı bıktırırcasına Ülkü Ocakları'na cinayet silahları veren jandarma yüzbaşılarını yazdım durdum, kimse kulak asmadı. Bu silahların kayıt sayılarını bile verdim, hiçbir asker ve sivil yönetici bana mısın demedi. Ankara'da Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi öğrencilerinin üzerine Amerikan yapısı ve ordu malı bomba atıldığını yazdım, bu bombanın marka ve sayısını bildirdim, kimse tınmadı. Ne oluyor, ne oluyor, kim yönetiyor bu devleti?!.. (Cumhuriyet, 27 Kasım 1979, Kim Kaçırdı?..)
Modern Çağ’ın tüm siyasi sistemleri, birbirinden farklı üç ideolojinin ürünüdür: ilki ve en eskisi liberal demokrasidir; ikincisi Marksizm’dir ve üçüncüsü de faşizmdir. Bu sistemlerden son ikisi, yani Marksizm (ve türevleri) ile faşizm (ve alt kolları) başarısız olarak tarihin sayfalarında kaybolmuştur – liberal demokrasi ise artık bir ideoloji olarak değil, toplumların ‘varsayılan ayarı’ gibi faaliyet göstermekte ve dünya kamuoyunda temel standart olarak genel kabul görmektedir. 21. yüzyılın başlangıcında liberalizm tarafından hükmedilen günümüz dünyası bir post-politik gerçekliğin kıyısındadır: liberalizmin değerleri bu gerçeklikte yaşayan insanların hayatlarına o kadar yerleşmiştir ki, insanlar artık liberalizmin bir ideoloji olduğunu ve bu çerçevede hareket ettiğini fark ve idrak edemez hâle gelmişlerdir. Bunun neticesinde, tüm dünyayı bir ‘evrensel ayniyet’ zihniyetinin sarmalına çekerek halkları ve kültürleri eşsiz kılan her şeyi yok eden liberalizmin, dünya siyaset söyleminde tekelleşmesi yönünde bir tehlike baş göstermiştir.
Sovyet dönemi sonrası Rusya’nın en ünlü ve saygın siyaset bilimci ve jeostratejistlerinden birisi olarak kabul edilen, Rus gücünün Amerikan hegemonyasına karşı bir denge merkezi olarak hareket edebilmesi adına çok kutuplu bir dünya düzeninin temsilcilerinden biri hâline gelerek küresel arenaya geri dönmesini savunan, Avrasyacılık Hareketi’nin önde gelen isimlerinden Profesör Aleksandr Dugin’e göre ise, liberalizmin yarattığı bataklığı kurutmak için gereken şey, dördüncü bir siyaset teorisinin geliştirilmesidir – bu öyle bir teori olmalıdır ki, ilk üç ideolojinin enkazları içerisinde gezinerek her birinin yararlı olabilecek unsurlarını tespit etmeli ve bünyesine katmalı, ancak kendi içerisinde yenilikçi ve benzersiz kalmayı başarmalıdır.
Uzun yıllardır Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in danışmanlığını yapmakla kalmayıp bugünün Rus jeopolitik stratejisinin yönünü de aktif olarak etkileyen ve “Amerikan İmparatorluğu mutlaka yok edilmelidir!” dediği için Amazon.com gibi Amerikalı nice web alışveriş sitesinde eserlerinin satışı yasaklanan Profesör Dugin, Dördüncü Siyaset Teorisi isimli eserinde son iki yüzyılın ideolojik tahlilini ortaya koyduktan sonra dünyanın siyasi geleceğinin gidişatını pekâlâ şekillendirebilecek yepyeni bir fikre giriş yapıyor ve okurlarına adım adım takip edilecek bir siyasi programdan ziyade, böylesi bir teorinin neşvünema imkânı bulmasını sağlayacak parametreleri sunarak bu kapsamda ele alınması gereken konuları özetliyor.
Bu kitabın yazılmasındaki amaç, terörün silah kaçakçılığıyla ilgisini ortaya koymak ve kamuoyunu bu konuda uyarmaktır. Eğer değinilen olaylar, sergilenen belgeler ve önerilen çözüm yolları, terörün bir yönünü aydınlatmaya ve okurları belli konular üzerinde düşünmeye yöneltmişse amaca ulaşılmış demektir.Silahların yokolduğu, düşüncelerin barış ortamlarında özgürce tartışılabileceği bir Türkiye özlemi ile kitabımı noktalıyorum.
"- Bu satılık mı?
Ünlü ressam, fırçası kadar hünerli zekasıyla bu soruyu şöyle yanıtladı: - Evet burada gördüklerinizin hepsi satılıktır. Benim dışımda... Uygun çerçeve bulsam kendimi de satacağım ama, kendime çerçeve bulamıyorum!
Son yıllarda kulaklarımız, parayı verenin çaldığı düdüklerle sağırlaşmadı mı? Paranın padişahlığını görmedik mi? Kara paranın krallığına, toplum olarak hep birlikte tanık olmadık mı? Milyonlar, milyarlar, dönme dolaplar gibi, insanların vicdanlarında dönüp durmadılar mı?
Evet sevgili dostlar... Bir memlekette namuslu kalmak artık bir cesaret işi olmuşsa, vay bizim halimize! Bakın çevrenize; dostlarınıza, arkadaşlarınıza bakın. Bu kurtlar sofrasından paylarını almamış olanlara, eşleri, çocukları ve yakınları ile namuslu olma cesaretini göstermiş olanlara... Düğmelerinizi ilikleyin, şapkalarınızı çıkarın!.. Onlar toplumumuzun adsız kahramanlarıdır. Onların çerçeveleri namusla, erdemle, özveriyle, onurla çatılmıştır. Onları hep birlikte saygıyla selamlayalım dostlar.”(Cumhuriyet, 4 Ekim 1981, Çerçeve…)
Uğur Mumcu
Dante Alighieri, meşhur İlahi Komedya'sında, insanları yoldan çıkaran üç başlı şeytanı aynı zamanda bir cehennem zebanisi olarak tasvir eder: “Altı gözünün altısıyla birden ağlıyor ve gözyaşları kanlı bir salyayla birlikte üç çenesinden aşağı süzülüyordu. Ağızlarının her birinde, dişlerinin arasında, değirmende çeker gibi bir günahkarı öğütüyor; böylece üç günahkara aynı anda işkence ediyordu.” Salyalarını saça saça ağlayarak fitne virüsünü dünyaya bir veba gibi yayan, timsah gözyaşlarını akıtarak beddua seansları yapan, tüm kötülüğü ortadayken körlüğüne aldanıp kendini Santa Lucia sanan zamane ejderhalarını görseydi eğer Dante, şeytanı bu kadar basit tasvir ettiği için kendini lanetlerdi. Gog ile Magog ya da Mesiha Daggala çağında değiliz belki ama daha önce yayımladığım FETÖ iddianamesi derlemelerini okumuşsanız eğer, şeytanın hangi ölüm maskelerini takıp aramızda gezindiğini anlamışsınızdır. “Yetmez, daha da fazlasını isterim; lütfen daha çok cesaret, daha çok marifet, daha çok hakikat” diyenleriniz, işte bu eseri, Ver Papaz Al Papazı adlı kitabımı, satırların altını çize çize okumalıdır. Göreceksiniz ki Faraklit'in ümmeti gazaya çıkmış, kan kokan kalemle meydan okuyor, Satan'ın müritlerine korku salıyor. Tek tek aşikar olmuş planlar... Peccatum... Peccatum... Peccatum... Septem Peccata Mortalia!
- Muhammed Gömük
Yirminci yüzyılın en etkili filozof ve kültür kuramcılarından bir olan Adorno’yu okumak zorlu bir iştir. Çalışmaları çoğu zaman çetrefil ve nüfuz edilemez görünür, özellikle de onun yaslandığı felsefe gelenekleri hakkında pek fazla bilgisi olmayanlar için. Onun ortak duyu saydığımız şeyleri yıkma ve yirminci yüzyıl Avrupa ve Amerika kültüründe baskın gördüğü eğilimlere saldırma tarzı okurun önündeki güçlükleri daha da pekiştirir.
Kafası Karışmışlar için Adorno, Adorno’nun düşüncesine ilişkin, okuru küçük görmeye ya da yanıltmaya yeltenmeyen, teşvik edici ve anlaşılabilir bir açıklama sunuyor. Hem Adorno’yu henüz tanımayanlar hem de onun çalışmaları hakkında mesafe katetmek için uğraşanlar, anlaşılır bir tarzda yazılmış, kapsayıcı, özel olarak tam da onun metinlerini okumayı ve anlamayı zorlaştıran meseleler üzerine odaklanmış bu çalışmayı çok değerli bir kaynak olarak görecekler. Adorno’nun çalışmalarındaki anahtar temalar etrafında düzenlenmiş metin, onun yazılarında estetiğin merkezi konumu, popüler kültür üzerine çokça yanlış anlaşılmış denemeleri ve Adorno’nun felsefesinde özgürlük fikrinin önemi başta olmak üzere, konulara duru ve ufuk açıcı açıklamalar getiriyor.
Türkiye'de kendilerini Devrimci Demokrat olarak tanıtan kesimler PKK ile bir şekilde flört içindedirler. Türkiye şartlarında ortak hedefe yönelik olarak, Türk ile Kürt örgütleri arasında yapılacak ittifaklar Türk Devletine karşı savaşla büyük önem taşımaktadır. PKK'ya göre böyle bir ittifak için geçmişte ortaya çıkmış olan sert tavırlar engel teşkil etmemektedir.Marksizm Leninizm gibi çağdışı ve ilkel paravanların arkasındaki sözde Aydın ve sözde Liderlerle, İngiliz çıkarlarına kaça satıldığı belli olmayan haysiyetsiz Demokrat bozuntuları. Çağdaş Lawrenceler toplumumuzu kamplara bölmüş durumdadır. Otonomi yanlıları bir tarafa, Federasyon yanlıları bir tarafa sözde bağımsızlıkçılar bir tarafa çekip durmaktadırlar. Sorunumuz, işte bu işportacı mahluklar ve onların azgın patronlarıdır.
A. Cem Ersever
Bu kitap, derleme yazılardan oluşuyor. 17-25 Aralık sürecinden itibaren cemaat tartışmasına ve 15 Temmuz Darbe girişimine dair birçok yazarın yazdığı yazıları derledim. 2014 yılında 'Cemaatlerin Bağlama Problemi' adıyla yayınladığım kitabımın tek kısmında 'Alıntı Yazılar' başlığı ile yayımladığım bazı yazılara, 15 Temmuz sonrası yazılan yazılardan da eklemeler yaparak, elinizde ki kitabı hazırladım.
15 Temmuz'a götüren hatalarımızdan ders almazsak, daha büyük bir saldırı ile karşı karşıya kalırız. Biz direnme konusunda tecrübe kazandık. Unutmayın ki onlarda saldırma konusuunda tecrübe kazandılar. Kaybettikleri cepheden tekrar saldırmayacaklar. Biz sadece o cepheyi koruma altına alıp etkisiz hale getirmeye odaklanmışken, onlar başka cephelerde yığınak yapmaya çoktan başladılar.
Unutmayın, Kökünü kurutamadığımız bir fitne ağacının FETÖ dalını keserek, o ağacın zehirli meyvelerinden kurtulamazsınız.
1971 Uşak-Banaz doğumlu olup ilköğretimini İzmir'deki Ekrem Hayri Üstündağ İlkokulu'nda orta okul ve lise öğrenimini İzmir'deki Bayraklı Lisesi'nde tamamlamıştır. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1994 yılında mezun olduktan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Av. Talih Uyar'ın yanında ve İzmir Barosu'nda staj yaptıktan sonra 1996 yılında evlenerek Ankara'ya yerleşmiş olup halen Ankara Barosu avukatlarından olan Filiz Poyraz, serbest avukatlık görevine Sincan'da devam ederek dava ve icra takiplerinin yanı sıra uyuşmazlıkları asgariye indirmek amacıyla müvekkillerine etkili bir danışmanlık ve uzlaştırma hizmeti de sunmaktadır. Başlıca ilgilendiği davalar; aile hukuku, kira ve alacak hukuku, icra hukuku, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi davalarıdır.
11 yaşında bir çocuk annesi olan Av. Filiz Poyraz aynı zamanda Flaş Gazetesi'nde köşe yazarlığı da yapmaktadır.
Ak Parti Siyaset Akademisi'nin 2010 Bahar Dönemi mezunlarından olarak akademi sertifikası da alan Filiz Poyraz, 2011 Genel Seçimlerinde Ak Parti milletvekili aday adayı idi.
Aynı zamanda Ak Parti Siyaset Akademisi Derneği Kurucu Üyesidir.
Yabancı Dil: İngilizce ve Fransızca
Kemal Bayram’ın, "Sabahattin Ali Olayı" adlı kitabı 1978 yılında yayınlandığında, aydınlar tartışması başladı ve uzun süre devam etti. Kitap çıktıktan iki yıl sonra Yalçın Küçük, Sabahattin Ali’nin ölümünde MİT’in rolü olmadığını savunarak, sol aydınları komploculukla suçladı. Hemen ardından, Aziz Nesin, Yalçın Küçük’e destek verdi. Kemal Bayram ise, bu iddiaların Sabahattin Ali’yi yeniden öldürmek anlamına geldiğini savundu. Kemal Bayram’ın oğlu, gazeteci Alev Çukurkavaklı’nın yazdığı, "Sabahattin Ali Olayı 2" adlı kitapta, bu tartışmaları bir bütün olarak okuyacaksınız. Ayrıca Kemal Bayram’ın o dönemde yaptığı ancak yayınlamadığı iki sürpriz söyleşiyi bulacak ve derin devletin şifresini gizleyen bu faili malûm cinayetinin yeni boyutlarını göreceksiniz. Röportajlardan ilki, Aziz Nesin’in "Benim Delilerim" adlı kitabında, "Deli Mehmet" olarak adlandırarak, "işkencede arkadaşlarını sattığı için pişman olup cezaevinde dilini kestiğini" anlattığı Mehmet Özden Asil ile yapılmış. Asil, ağlayarak "ben sorgulamada konuşmamak için dilimi kestim" diyor. Aziz Nesin’in, kurulu düzeni koruyan örgütle irtibatlı olduğunu ileri sürüyor. Röportaj sırasında yanında bulunan Halis Topçu, Zihni Anadol ve Hüsamettin Dinç de Asil’i destekliyor. Bir başka röportajdaysa Yusuf Ahıskalı, Aziz Nesin’in Gazhane Yokuşu’nda kendisine, "Ben, gizli teşkilattanım" dediğini anlatıyor. Kitap, solcu aydınlar arasında, bir dönem Sabahattin Ali cinayeti tartışmaları üzerinden yaşanan "derin" bölünmeyi gözler önüne seriyor.
Bu kitaptaki yazılar, 1999 seçimlerinin hemen öncesinde PKK liderinin yakalanmasıyla başlayan, Ahmet Taner Kışlalı'nın ölümü ile süren, Hizbullah'ın ortaya çıkarılması ve Uğur Mumcu'nun katil zanlılarının ele geçirilmesiyle sonuçlanan garip bir dönemin tanıklığıdır. Dönem gariptir, çünkü bir yandan Soğuk Savaş sonrası yeniden yapılanma ve Avrupa ile bütünleşme gündemdedir, öte yandan da bu gelişmelerin farkında olmayan siyasal, sosyal ve kültürel koşulların tortuları yani Soğuk Savaş artığı ideolojiler ve terör eylemleri toplumu hala etkilemektedir.
Ben bütün bu kargaşa içinde, soğukkanlılıkla, Türkiye'nin nereden gelip nereye gittiğini ve nasıl gelişeceğini saptamaya çalıştım.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.