Bu kitap daha önce Seçkin Yayınevi tarafından iki baskı yapmış kitabın güncellenmiş 3. baskısı. AB El kitabı, AB'nin bütünleşmesini bir diğer ifade ile derinleşmesini anlatan bir kitap. Diğerlerinden farklı; ilk farkı, iki dilli olması. Aynı sayfanın bir tarafı İngilizce, diğer tarafı Türkçe. Bu sayede, İngilizce programlarda verilen derslerde lisan yetersizliği sorununu aşmaya katkı sağlayacak. İkinci farkı tasarımı. Kitap renkli ve görsel ağırlıklı bir tasarıma sahip. Karmaşık AB jargonunu yasayanlara büyük yardımı olacak. Ayrıca AB Bütünleşmesi dersi verenlere dersin hazırlanmasına ve işlenmesine katkı sağlamak için kitabın sonuna Bologna sürecine uygun hazırlanmış ders izlencesi, araştırma soruları ve tartışma konuları eklendi.
Türkiye’nin AB üyelik sürecini anlatan bu kitap diğerlerinden farklı. Konular hem İngilizce hem de Türkçe olarak iki dilde kaleme alındı. İngilizce bölümleri kolay anlaşılması için oldukça yalın biçimde tercüme edildi. İçeriği desteklemek için çok sayıda renkli grafik, tablo ve fotoğraf kullanıldı. Bu kitap Türkiye’nin Ankara Anlaşması ile başlayan Ortaklık İlişkisi ile birlikte1987 başvurusu ile başlayan Üyelik sürecini siyasi sosyal ve hukuki tüm boyutlarının yakın geçmişini, güncel dinamikleri ile ele alıyor. Ayrıca Türkiye AB İlişkileri dersi verenlere dersin hazırlanmasına ve işlenmesine katkı sağlamak için kitabın sonuna Bologna sürecine uygun hazırlanmış ders izlencesi, araştırma soruları ve tartışma konuları eklendi.
Bu El Kitabı Avrupa Birliği Konusuyla yeni ilgilenenlere kısa ve öz bilgiler vermek üzere bu Alanda yazılmış çok değerli bilimsel derin ve kapsamlı çok sayıda eserden ulusal ve uluslararası kuruluşun çıkardığı belgeden ve yazarın dış ilişkilerdeki kişisel deneyimlerinden derlenmiştir.
Zincirlerinden boşalmış global emperyalizm ve onun önderi ABD, sınırsız bir barbarlığın kapılarını açıyor. Amerikan ordusunun petrol alanlarını doğrudan denetimi altına aldığı, bölge ülkelerini silahsızlandırdığı bir askeri düzen, Ortadoğu’ya yerleştirilmeye çalışılan Pax Amerikanı’nın ilk adımları sayılıyor. Siyonist proje ile uyuşan genel bir "Lübnanlaştırma" modeli temelinde, küçük devletler mozaiğine dönüştürülecek Ortadoğu’nun, kompradorlaşmayı kabulleneceği varsayımından yola çıkılıyor, İsrail’in, emperyalist sermaye ile yeni işbirlikçi egemenlik düzenleri arasında aracı rolünü üstlendiği böylesi bir köleliğe; Arap’ların, İranlılar’ın, Kürtler ve Türkler’in boyun eğeceklerini düşünmek ise, emperyalist barbarlığın tüm beşeri birikimle bağlantısını kopardığını bir kez daha kanıtlıyor. Kotnpradoriaşma, koyu bir sefalet, çürümüş sosyal düzenler, merhamet ve adaletten arındırılmış din, serbest piyasayı ilahi bir güce dönüştüren yozlaşma temelinde Latin Amerika’yı ABD’ye yakın, Tanrı’ya uzak kılan düzen Ortadoğu’ya yerleştirilmek isteniyor. Barbarlığın Kaynağı; Petrol, tarihsel birikimin ışığında, sömürgeci ve emperyalist dinamikleri çözümlemeye mütevazı bir katkıdır. Araştırmacı yazar Suat Parlar, Petrolün Ekonomi Politiği, Vaat edilmiş Toprak: Ortadoğu ve Ortadoğu’da Yeni Dünya Düzeni adlı kitaplarında biçimlendirdiği varsayımlara bu çalışmada yenilerini ekliyor.
Bu kitapta, cevabı aranan en önemli sorulardan biri “Türkiye’nin Avrupa Birliği Üyeliği Yolunda Kıbrıs’ın Kimin İçin Sorun Olduğudur?” Türkiye açısından bakıldığında 1974 Mutlu Barış Harekâtı ile Kıbrıs sorunu çözülmüş olup, bugün itibariyle Türkiye’nin Kıbrıs sorunu adında bir meselesi yoktur. O vakit, Kıbrıs Kimin İçin Sorundur?
193 üyesi olduğu halde 5 “daimi üye”nin elinde oyuncak olan BM için mi; SSCB’nin dağılması ve soğuk savaş sürecinin son bulmasıyla kimlik bunalımı yaşayan ve varlık nedeni olarak kendisine yeni bir düşman arayışında olan NATO için mi; ekonomik dev, siyasi cüce olarak tanımlanan ve Kıbrıs’ı yalnızca Rum Kesimi’nden ibaret kabul eden triajcı AB için mi; Türk askeri Ada üzerinde işgalci gibi gösterilirken, Kıbrıs’ta istihbarat/askeri harekât amaçlı kullandığı egemen üslerinin varlık gerekçesi tartışılmayan İngiltere için mi; yıllarca Osmanlı egemenliği altında yaşadıktan sonra İmparatorluğun zayıfladığı dönemde bağımsız kalan, Anadolu coğrafyasında defalarca burnu sürtülen ve başı her sıkıştığında abilerinin arkasına sığınan Avrupa’nın şımarık çocuğu Yunanistan için mi; bölgemizde özellikle son bir asırdır yaşanan her türlü huzursuzluğun arkasındaki ülke olan Ortadoğu’nun tüp bebeği İsrail için mi; gerek kendi çıkarları gerek İsrail’in çıkarları için bölgeden ayrılmaması gereken dünyanın jandarması ABD için mi?
Bu kitapçıkta Avrupa Birliği’nin nasıl bir tarihsel bağlamda ortaya çıktığı, tarihsel gelişmelere paralel olarak nasıl bir evrim geçirdiği, ne tür çelişkiler barındırdığı, bugüne kadar neleri başardığı ve kısaca Avrupa Birliği’nin özgün kurumsal yapısı ile bu yapının temel dinamikleri de ele alınmıştır.
Avrupa Birliği’ni incelemek, bu birliğin nasıl bir süreçte ortaya çıktığı, nasıl çalıştığı, neleri başarıp hangi sorun alanlarında tıkanıklık yaşadığına odaklanmak ve Avrupa Birliği’nin sorun çözme kabiliyetini irdelemek, okuyuculara önemli katkı sağlayacaktır.
Küresel ekonomik kriz ile birlikte dünyanın sorunlu bölgelerinde kuralsız ve acımasız bir şiddet uygulanmakta, Asimetrik Savaş sürdürülmektedir. Düzenli orduların ve klasik savaş metotlarının kullanılmadığı bu savaşı sürdürenlerin arkasında mutlaka küresel çıkar güçleri vardır. Bu güçler, kendilerini riske atmadan ve topraklarını savaşın yıkıcılığına uğratmadan, ülkeleri içeriden fethetme yolunda önemli başarılar sağlamışlardır. Hedef seçilen ülkelerin var olan sorunları kullanılmakta, ülkeleri içten zayıflatıp çökertecek etnik ve dinci akımlar körüklenmekte, ülke içinde terör ortamı yaratılmakta, meydana çıkan kaostan menfaat elde edilmeye çalışılmaktadır. Asimetrik Savaş, en eski savaş metotlarından biridir. Ama onun yeniden ve etkin olarak kullanılması kitle iletişim araçlarının hızla geliştiği İkinci Dünya Savaşı sonrasında olmuştur. Bugün ülkeler arası çıkar çatışmalarında bazı devletler, hasım devletlere karşı tedhiş gruplarını açıkça kullanmayı bir devlet politikası haline getirmişlerdir. Resmi diller bu desteği politik ortamlarda şiddetle yalanlamak zorunda kalırken, askeri alandaki destek aksaksız sürdürülmektedir. Bu yüzdendir ki Asimetrik Savaş’a karşı mücadele tek tek devletlerin baş edebileceği boyutları aşmış bulunmaktadır. Bu alandaki mücadele ancak uluslararası organizasyonlarla, dünya milletlerinin ele ele vermesiyle başarıya ulaşabilecektir. "Psikolojik Savaş" adlı kitabımın ardından kaleme aldığım "Asimetrik Savaş" adlı bu kitabımda; -Bu acımasız savaşın dünya üzerinde mevcut uygulamaları ve ülkemize muhtemel etkilerinin neler olduğu -Türk insanının ve Türkiye’nin bu savaşa nasıl hazırlanabileceği -Asimetrik Savaş tehdidine karşı milletçe nasıl korunabileceğimiz gibi soruların cevaplarını bulacaksınız.. -Dr. Tahir Tamer Kumkale
"Bu görüş o kadar yaygın hale geldi ki ( 21. yüzyılın Çin'e ait olduğunun çantada keklik olması)bu fikrin gerçekten doğru olduğunu incelemek, taze bir hava nefesi olarak geliyor. Kızıl Kapitalizm böylesine bir çalışma."The Wall Street Journal
"Kızıl Kapitalizm isimli kitaplarında, Carl E Walter ve Frase JT Howie, Çin ekonomisi ve finans sisteminin sorunlu bir portresini resmediyorlar. Ülkenin kafa karıştırıcı büyümesine ve ışık saçan gökdelenler ve lüks araçlar görüntüsüne rağmen, yazarlar, Çin büyüme modelinin defolu ve kırılgan olduğunu ispatlıyorlar."The New York Times & International Herald Tribune Asian edition
" Bu kitap, incelemelerimizi daha fazla derinleştirmemize ve gelmesi yakın olan fırtınalı olaylara karşı hazırlıklı olmamıza fırsat veriyor."Socialism Today
"Çin Amerika'yı yenerek dünyanın bir sonraki süper gücü mü olacaktır ? Yakın zamanda Çin imalat sanayinde ABD'yi geçti, mevcut büyüme oranlarıyla Çin'in GSMH'si yaklaşık yirmi yıl sonra ABD GSMH'sinden büyük olacak. Bundan daha önemli çok sayıda soru yoktur ve hemen herkes Çin'in yükselişinin kaçınılmaz olacağını düşünüyor gibi görünüyor. Çin'i iyice incelemek için hiç zaman ayırmam"Singapore Economic Review
Uluslararası göç hareketleri son altmış-yetmiş yıldır tüm dünyayı etkileyecek biçimde, birçok farklı etkene dayanan, sosyal açıdan yüz milyonlarca insanı ilgilendiren bir konu olmaya devam etmektedir. Bu konu kimi zaman devlet eliyle kimi zaman da sivil toplum örgütleri tarafından ve özellikle de sosyal bilimciler tarafından ele alınmış, kuramsal açıdan değerlendirilmiş ve ilgili devlet ya da toplumun gelecek ile alakalı beklentilerine hizmet edecek biçimde çözümler getirilmiştir. Bu sebeple, bu çalışma içerisinde ilk bölümde özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra hızla gelişen uluslararası göçü, sosyal bilimlerin çeşitli disiplinleri tarafından hangi açılardan ele alındığı incelenmeye çalışılmıştır. Nüfus ve benzeri sosyal bilimler ile ilgili yasalar fizik yasaları gibi kesinlik taşımasalar da kuramsal anlamda sosyal bilimler'de göçü kuramlar temelinden inceleyen birçok araştırmacı olmuştur.
Bu çalışmada, göç olgusu, en genel ifade ile soğuk savaş sonrasından günümüze kadar gerçekleşen Makedonya, Bulgaristan ve Türkiye kökenli toplulukların ulusaşırı göçü olarak ele alınmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa gibi homojen bir demografik yapıya ulaşamamış, kısmen komünizm etkisinde ve /veya çok etnikli yapıya sahip ya da dağılmış bir büyük devletin mirası üzerine kurulmuş Doğu Avrupalı üç ülkenin göç hareketleri olarak değerlendirilmiştir. Tarih ve etnisite bağlamında reel kök ilişkileri bulunan üç ülkenin seçilmesinde özellikle komünizmin çöküşünden sonra hızlanan göç hareketlerinin Balkanlar'da değişen dengeler üzerinde hassas bir işleve sahip olması gerçeği de yatmaktadır.
Arkamızda bıraktığımız 20. yüzyılda bilim ve teknolojideki baş döndürücü ilerlemeler yaşamın her alanında değişikliklere yol açıyor. Ama bu ilerleme insanın insan olma evrimini de sağlayabiliyor mu düşüncesinden yola çıkan Bedia Akarsu, bu değişmelerin insan yaşamında ve toplumsal yaşamda büyük sarsıntılara yol açtığını, yüzyıllardan beri içinde yaşanılan değerler dünyasının birden değişmesine insanın kolay kolay katlanamadığını vurgulayarak bu sarsıntıyı artık bütün dünyanın yaşadığını dile getiriyor: Yepyeni bir çağa geçiyor insanlık. Yeni gelişmeler karşısında etik sorunu, kimlik sorunu, uluslar ve uluslararası düzen sorunu, yeni dünya düzeni olarak sunulan küreselleşme sorunu, savaş ve barış sorunu, eğitim sorunu, dünyayı kaplayan kirlilik sorunu vb. sorunlarla karşı karşıyayız. Bütün bu sorunların ortasında bilim adamlarına ve filozoflara düşen birincil sorunun küreselleşme sorunu olduğunu, çünkü bu sorunun bütün öteki sorunları kapsadığını düşünen Akarsu, elinizde bulunan bu kitapta yaklaşık son 10 yıldan bu yana bu gibi konularda düşündüklerini ve yazdıklarını biraraya getiriyor.
"Zbignievv Brzezinski çok yanlılık hakkında müthiş bir çalışma ortaya koyuyor. Geleneksel düşünce netliği ve vizyon derinliği insanı şaşırtıyor. Tercih, ortak çıkarların küresel toplumunu niçin oluşturmamız gerektiğini ve ABD’nin bu çalışmaya nasıl öncülük edebileceğini gösteriyor." -KOFIANNAN, BM Genel Sekreteri "Hiç kimse gücün ve ilkelerin karşılıklı bağımlılığını Zbigniew Brzezinski’den daha iyi anlayamaz. Tercih, şu andaki jeopolitik durumu gösteren tartışmasız bir yol haritası ve Amerika’nın gelecekte barışı ve istikrarı sağlamak maksadıyla nasıl davranması gerektiğine dair bir rehber." -JIMMY CARTER, Eski ABD Başkanı "Tercih, Amerikan liderliğini korumak, ‘Küresel Balkanlar’) istikrarlaştırmak, medeniyetler çatışmasını önlemek ve Uzakdoğu’da istikrarı sağlamak için yol gösteren önemli bir kitap." -FRANK CARLUCCI, Eski ABD Savunma Bakanı
Banu Avar’ın 2011´de yaptığı 8 ayrı belgeselin genişletilmiş metinlerinden oluşan bu kitap, Ortadoğu´da yaşanan siyasal gelişmelerin iç yüzünü tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
“Düğmeye basıldı. Afrika ve Ortadoğu bir bir ayaklandı… ‘Demokrasi’ ihracatına başlandı!
Bu coğrafya dünya petrol rezervlerinin yarısına sahip. Doğal gazın vatanı! Amerika iflas ediyor. Küresel sermaye krizde! O zaman darbeler ve savaşlar gündemde! İlk petrol savaşında Osmanlı İmparatorluğu darmadağan edilmişti. İkincisinde Avrupa yeniden düzenlendi. Üçüncü paylaşım şimdi! Darbelerin ve savaşların anahtar kelimesi ‘Özgürlük ve Demokrasi’! Çatışmanın hedefi petrol, su yolları, enerji! Ve Ortadoğu ateşler içinde!”
Günümüzde Avrupa Birliği, bir taraftan genişlerken, diğer taraftan da bütünleşme sürecinde derinleşme çabası içindedir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Avrupa'nın bütünleşmesinde oldukça önemli bir aşama olan Avrupa Toplulukları'nın kuruluşuna yol açan bazı faktörlerin, bugün yıkılan duvarlarla birlikte ortadan kalkması, Avrupa birliği yolundaki çabalara yeni boyutlar kazandırmıştır. 2000'li yıllarda Avrupa Birliği, Türkiye'nin en çok tartıştığı konulardan birisini oluşturmaktadır. Türkiye'de AB'yi tartışan tarafları, kabaca "yeniden yapılanmacılar", "statükocular" ve "seyirciler" şeklinde üç grup içinde değerlendirebiliriz.
İlk grupta yer alan ve değişim talep eden "yeniden yapılanmacı"lar, dünyada moderniteyle beraber gelen kavram ve kurumların işlevselliğini yitirdiğini, dolayısıyla artık çağımızın temel anlayışının küresel ölçekte düşünmeyi ve bu yeni dünyanın değerlerine göre yeniden yapılanmayı zorunlu kıldığını ifade etmektedirler.
İkinci grupta yer alan "statükocular" da kendi içinde homojen değildirler. Bu grupta çoğunluğu Türkiye'deki iktidar seçkinleri oluşturmaktadır. Ancak statükocular arasında, otoriter sol ve otoriter sağ gibi siyasal gruplarda yer almaktadır. Kendi aralarında tam bir homojenlik olmamakla birlikte, bu grupta yer alanların kaygıları, AB'nin reform (ya da yeniden yapılanma) taleplerinin bizi Yugoslavya örneğinde olduğu şekilde parçalayacağı ve ulus devleti zafiyete uğratacağı konularında yoğunlaşmaktadır.
Üçüncü grupta yer alan "seyirciler"i ise, toplumun geneli oluşturmaktadır. Şimdiye değin yapılan kamuoyu anketlerinde toplumun geneli, AB'ye üyeliğe destek vermiştir. Ancak zaman zaman, AB ülkelerinde yaşanan bazı gelişmeler tepki yaratsa da, "seyirciler"in büyük bir bölümü AB'ye üyelikten yanadır.
Bu çalışma, Avrupa'nın bütünleşmesini, ağırlıklı olarak neo- fonksiyonalist teorinin ışığında, siyasal kurumların, çıkar gruplarının ve kamuoyunun tutumu açısından incelemektedir.
"Dip Dalgaları" yüzeysel, varlıkları ve boyutları çok uzaktan görülebilen dalgalardan değildir. Onların kalıcı ve görkemli etkilerini kıyıya vurduklarında görürüz. İşbirlikçilerin oluşturduğu ihanet yuvalarının, bir ahtapot gibi medyayı, üniversitelerimizi ve Cumhuriyetimizin tüm kurumlarını kollarına aldığını gören gerçek Türk aydınları, milletimizi bilinçlendirerek gerçek bir "Dip Dalgası" yaratmayı başardılar. Çok yakın nir gelecekte, işbirlikçilerin korkulu rüyası olan bu "Dip Dalgası" kıyıya vuracak ve Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün sağlığında olduğu gibi devrimci, milliyetçi ve antiemperyalist yoluna kaldığı yerden devam edecektir.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.