"Yetişkinler İçin Konularla Akaid Dersleri" adlı bu çalışma, adından da anlaşıldığı üzere 18 yaş ve üstündeki yetişkinler için akaid konularında doğru ve güvenilir bilgiler vermek üzere İslamî kurumlarda ders kitabı olarak okutulmak üzere hazırlanmıştır. "Yetişkinler İçin Konularla Akaid Dersleri" adlı çalışmamız, 10 ünite ve 56 dersten ibarettir. Her ünitede yer alan dersler; akaidin değişik konularını, kapsamlı bir araştırma neticesinde fıkhî ve itikadî mezhep imamlarıyla, sonradan gelen âlimlerin görüşleri çerçevesinde açıklamayı esas almaktadır. Konular, sadece bilgi vermekten ibaret bırakılmayıp derslerin sonuna; "Konudan Çıkarılacak Dersler" bölümü eklenerek, konunun günümüze ve pratik hayatımıza bakan yönleri gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Bazı konuların sonuna derslerin eklenmemesi ya konunun bir bütün olarak ders mahiyeti taşımasından ya da mahiyet itibariyle teorik bilgiyle sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde her dersin sonunda; "Konuyla İlgili Sorular" başlığı altında sorular sorulmuştur. Böylece okuyucu, vereceği cevaplarla konuyu ne kadar anladığını test etme fırsatı elde edecektir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) diliyle; Hz. Âdem ile başlar Kudüs’ün/Mescid-i Aksâ’nın tarihi... Neredeyse insanoğlunun dünya serüvenine denk...Şehre ismini veren mabed, Mescid-i Haram’dan (Kâbe’den) kırk yıl sonra yapılmıştır. Her iki mescidin arasındaki mesafe yaklaşık 1500 km’dir ama Mekke’den Kudüs’e km’lerin hiçbir önemi yoktur. Çünkü Beytullah’tan Beytü’l-Makdis’e mabedlerin, Halilullah’tan Habibullah’a dede torun peygamberlerin, Tahiyyat’tan Amene'r-Rasûlü’ye dualarla vahyin, Emeviler’den Osmanlı’ya İslam tarihinin, kültürünün şahidi, farklı inançları tek bir kaya etrafında buluşturan, dört kitabın okunduğu ve mi‘racın konağı bir şehirdir Kudüs.
Sadece mi‘racın konağı değil, aynı zamanda ümmetin mi‘racının da sembolü olan Kudüs, bizim her şeyimizdir. Çünkü milletinden olmakla iftihar ettiğimiz Hz. İbrahim’in (as) Kâbe’yi yapmaya gitmeden Kudüs’e uğradığı gibiümmetinden olmakla şeref duyduğumuz Hz. Muhammed (sav) de sanki iade-i ziyaret edercesine Kâbe’den Kudüs’e gelerek Kudüs’ü ümmetinin kalbine bir iman bağıyla âdeta düğümlemiştir.Geçmişte Yahudilerin, bugün ise Müslümanların yürek sızısı... Geçmişine ağıt yakanlar, yeni ağıtlar yakacak nesilleri geleceğe miras bırakıyor. Bu yönüyle tarihin tekerrür sahnesidir Kudüs.
Karen Armstrong; “Müslümanlar en baştan itibaren Kudüs’e dair kapsayıcı bir vizyon geliştirdiler. Başkalarının ne varlığını, ne de kutsalını inkâr ettiler. Bu kuşatıcılık bugün zulüm altındaki Kudüs için acil bir ihtiyaçtır.” der.
Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı adlı kitabında; “Gözyaşının hiçbir faydası olmadığını anlamak için, Yahudilerin Kudüs'te yüzlerce yıldan beri her cumartesi günü başlarını dayayıp ağladıkları taşı ziyaret ediniz: Yüzlerce yıllık gözyaşı, bu ağlama duvarını bir santim aşındırmamıştır.” dediği gibi Kudüs için sadece ağlamak çözüm değildir. Kudüs’ü tanımalı, görmeli, sevmeli ve sahip çıkmalıyız.
Rasulullah’ın burağıyla Mekke’den Kudüs’e katettiği bu kutlu yol, inşallah kıyamete kadar ümmeti tarafından yürünecek ve yürünmeye devam edecek, 15 Temmuz 1099/15 Temmuz 2016 Haçlı işgalcilerine karşı bu Muazzez Millet, mi’rac ruhunu hep yaşayacak ve yaşatacaktır.
Fethur Rabbani
11. yüzyılın büyük sûfî âlimi Şeyh Abdülkâdir Geylânî kuddise sırruhû, kaleme aldığı eserlerle yalnızca yaşadığı dönemde değil, hemen her asırda derin izler bırakan sûfî bir âlimdir. Bu değerli eserlerin arasında öyle bir kitap vardır ki ahlâk ve tasavvuf konularında, yazıldığı günden şimdiye dek İslâm âleminde derin saygı ve kabul görmüştür; Fethu’r-Rabbânî… Semerkand Yayınlarından tercüme edilen ölümsüz eser, hem çeviri dili hem de tasarımı yönüyle dikkat çekiyor. Tasavvuf Klasikleri serisinden çıkan Fethu’r-Rabbânî adlı eserde; iman, tevhid, kadere teslim olmak, nefisle mücadele, edeb, mürid mürşid ilişkisi, dünya hayatına aldanmamak, insanı kemale ulaştıracak davranışlar, nefis ve şeytanın oyunlarından kurtaracak hususlar, kalbi ve sırrı temizleyip arındıracak ilaçlar, doğru bir inanca sahip olma yolunda atılacak adımlar, tasavvufun incelikleri, ahlâkın güzelleştirilmesi, ibadetlerin şuurla yapılması gibi daha pek çok konu doğrudan doğruya hitap cümleleriyle en etkili biçimde işlenmektedir.
Ebû Hanîfe'ye bilimsel yeterlilğiyle ilgili öteden beri bazı suçlamalar yöneltilmektedir. Bu suçlamalar bazen mezhebî taassup ve mezhebinin çok geniş bir kitleye ulaşmasının kıskanılmasından, bazen de takip ettiği metodun yeterince bilnmemesi ve incelenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede, -hadis ve sünnete gerekn önemi ve değeri vermede diğer mezhep imamlarından farkı olmamasında rağman- hadis kültürünün yetersiz olduğu, fetvalarını hadis bilgisi olmadan verdiği, sahih hadislerden haberi olmadığı söylenmiştir.
Elinizdeki kitap, Hz. Peygamber’den gelen rivayetleri kabulde çok titiz davranan Ebû Hanîfe'nin hadisler ve raviler hakkında ileri seviyede donanımlı olduğunu İslam âlimlerinin gözüyle sunmaktadır.
Şeriat, İslam'da meşruiyetin kaynağı. Allah (cc)'ın açıklanmış rızasını ifade eden kelime.
Birilerinin dilinde irticanın kaynağı.
Şeriat Tevrat'ın eski metinlerinde aynı isimle anılırken, bugün yasa, kanun gibi isimlerle anılmaktadır. İslamî metinlerde Arapça olarak ??????? şeklinde ifade edilir. ?İslam hukuku" anlamında, İslam'daki ibadetler, muamelat ve ceza hukuku ve kamu hukukunu ve diğer tüm hukukî düzenlemeleri içine alan, dinî hukuka ait tüm kurallara verilen isimdir.
Şeriat, aynı zamanda kelime olarak ?yol, mezhep, metod, yol, yöntem, töre, âdet, insanı bir ırmağın kaynağına götüren yol" demektir.Şeriat terim olarak bir ?dinin insan eylemlerine ilişkin hükümlerinin tamamını" ifade eder. ?İslam Hukuku" anlamında dinin meşruiyet alanını ifade eder. Bu anlamda ?gayri meşru" denildiğinde, ?dinin meşruiyet alanının dışına çıkılması anlamına gelir.
Şeriat, İbrahimî gelenekte Allah, resul ve kitaba ait olan, dinin hayata dair kurallarını ifade eder. Bu çerçevede Şeriata dil uzatmak, bütün hukuk devletlerinde suç olmakla birlikte Türkiye'de Laiklik adına, irtica suçlaması ile Şeriat uzun bir süre suç kapsamına alındı.
Rifâiyye'nin Sayyâdiyye kolu hakkında ilk kez yapılmış geniş çaplı bir araştırmanın neticesi olan çalışma, sahasındaki boşluğu dolduracak önemli bir kaynak eserdir.
Sayyâdiyye kolunun sahibi Hz. Pîr-i Sânî Ahmed İzzeddin es-Sayyâd’ın hayatını, tarikat faaliyetlerini, eserlerini ve halifelerini konu edinen ilk bölümde; "modern bir tabakat kitabı" denilebilecek kıymetli bir biyografi çalışmasının yanı sıra, Rifâî-Sayyâdî postnişînlerinin birbirleriyle olan akrabalık ve tarikat ilişkileri de yer almaktadır. Kitaba ek olarak, olağanüstü bir emek ve titizlikle hazırlanmış Rifâiyye-i Sayyâdiyye’nin Nesep Şeceresi ise, meraklılarının bu hususta takip edebilecekleri mühim bir harita işlevi görecektir.
Sayyâdiyye'nin intişârını inceleyen ikinci bölümde; Anadolu’ya gelen ilk Sayyâdîlerin serencâmı ve Ehlibeyt'in bâtınî feyziyle bu toprakları nasıl mayaladıkları tahlil edilmekte, Anadolu ve İstanbul’daki Sayyâdiyye meşâyihi tespit edilerek, hayatları hakkında bilgi verilmektedir.
Usûl ve erkân bahsine ayrılan son bölümde ise, pek çok yazılı ve sözlü arşiv belgesine dayanılarak kaleme alınmış Rifâî erkânnâmesi ile okuyucu âdeta bir Rifâî meydanının içine çekilmektedir.
Hz. İbrahim'den kaldığına inanılan teber, mürşid elinde ise, Âl-i Muhammed düşmanlarından teberrîye, zulme divan durmadığına ve dervişlerinin nefs putunu kırmaya azmettiğine işaret etmektedir. Teber eğer derviş elinde ise, "Teberrâ ehlindenim, kendi nefsimin çıkıklarını da elimdeki teber ile düzeltmeye azmettim." mânâsına gelmektedir.
Sırrî Kalender bu nutuklarında bir taraftan Ehlibeyt tevellâ ve teberrâsını, İnsân-ı Ekmel ve Ekber'in mânâsını izah ederken, diğer taraftan da mâneviyat sahasındaki çarpıklıkları tenkit ederek teberini kullanmaktadır.
"Sun ey pîr-i mugân bâde bâde üstüneGeçtikçe günler hicrân üstüneVuslat subhun aç cismin leyli üstüneDoğan gün bizimdir ki şânımız şân üstüne"
Bu kitabı belki bir kitapçı rafında, belki de bir tanıdığının elinde gördün ve ilgini çektiği için bu satırları okuyorsun.
Eğer mistik heyecanlar peşindeysen, bu kitabın sana verebileceği bir şey yok.
Eğer din ve mezhep dâvâlarına delil arıyorsan, bu kitabın sana verebileceği bir şey yok.
Eğer kendine sermaye yapmak için kullanmaya niyetliysen, bu kitabın ihtiva ettiği hakikatler seni çarpar.
Eğer insaf ve vicdan sahibi isen, Ehlibeyt’e saf bir muhabbetin varsa, kendini kaybetmiş ve aslını arayan samimi bir yolcu isen, Kemer-i Sırrî‘yi kuşan…
Eserin Hazırlanışı HakkındaÖncelikle, “Neden yeni bir Elmalılı Meâli?” sorusuna, açıklık getirmek istiyoruz:Yıllarca Türkçe Meâl ve Tefsîrler ile ilgilenmem neticesinde, bende şu kanâ’at hâsıl oldu: Türkçe’de özgün/bağımsız Meâl çalışması -ne yazık ki- yok denecek kadar azdır; bunların en başında da -eksik ve kusurlarına rağmen- Elmalılı Hamdi Yazır’ın Meâl’i (daha doğrusu,Tefsîri’nin Meâl kısmı) gelmektedir.Elmalılı’nın Meâl-Tefsiri’nden önce hazırlanmış Türkçe Meâllerin büyük çoğunluğu, -Elmalılı’nın da Mukaddime’de işaret ettiği üzere- sırf ticârî kaygılarla ehliyetsiz birtakım kimselere hazırlatılmıştır. Elmalılı’nın Meâl-Tefsîri’nden sonra hazırlanan Türkçe Meâller ise, -genellikle Elmalılı’nın Meâli’ni -müstakil bir Meâl olmamasına rağmen- bir şekilde taklîd etmişlerdir.Ancak Elmalılı Meâli’nin orijinalinden; -atlamalar, ilâveler, tercüme bozuklukları, dilinin ağırlığı, cümlelerinin mübhemliği, cümle düşüklükleri; âyetler, ifâde ve bölümler arasındaki kopukluklar nedeniyle- yeterli istifâde sağlanamamaktadır; (Elmalılı Meâli’nin sâdeleştirmeleri (!) ise, zâten Elmalılı Hamdi Yazır’a âid olmaktan çıkmışlardır).Bunlara bir de, -Elmalılı’ya âid Meâl-Tefsîr’in Osmanlıca Yazma nüsha’sının ortaya çıkmasıyla- Matbu nüsha’sının birtakım müdâhalelere ma’rûz kaldığı/budandığı yolundaki iddiâlar eklenince, Elmalılı’nın Meâl ve Tefsîri’nin yeniden yayıma hazırlanması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkar.İşte bu sebeplerden ötürü “Elmalılı Meâli’ni” -Osmanlıca Yazma nüsha ile Matbu nüsha’yı, Meâl ile Mushaf’I karşılaştırarak, anlaşılmadığı veyâ anlamada zorluk çekildiği yolundaki şikâyetleri de dikkate alarak yeniden hazırladık ve notlandırdık.ERTUĞRUL ÖZALP
Muhammed Hudari h.1289 yılında Mısır'da doğdu ve h.1345 yılında vefat etti. İsmi Muhammed b. Afîfî el-Bâcûrî el-Hudarî'dir. İlmini Kahire'de Dârülulûm medresesinde aldı. Mezun olduktan sonra Sudan'ın başkenti Hartum'da şer'î kadı olarak atandı. Daha sonra Kazâü'ş-şer'î Medresesi'ne müderris olarak atandı ve on iki sene bu görevde kaldı. Sonra Mısır üniversitesi'nde İslâm tarihi hocası oldu. Kazâü'ş-şer'î Medresesi'ne vekil olarak tayin edildi. En son Maarif bakanlığında müfettiş olarak yapmıştır. Merhum eşsiz alimlerden ve seçkin kadılardandır. Bununla beraber şeri ilimlerin yanında edebi birikimi de çok büyüktür. Geride müfid ve mümtaz eserler bırakmıştır. 1.Usulü Fıkh, 2. Tarihi Teşriil İslami, 3. Mezhebul Eğani, 4. Muhadaratu fi Tarihil Ümemil İslami, 5.Muhadaratu Nakdiş Şi'ril Cahili, 6.Gazzali ve Talimuhu ve Erauhu, 7. Nurul Yakin fi Sireti Seyyidil Mürselin, 8. İtmemül Vefa fi Siyretil Hulefa
Sette yer alan kitaplar:
1. Kitap: Ümmeti Muhammed ve Güzel Ahlâk ve İbretli Kıssalar2. Kitap: 4 Kötü Haslet ve İbretli Kıssalar3. Kitap: Yolcunun 5 Azığı ve İbretli Kıssalar4. Kitap: Miracım Namaz ve İbretli Kıssalar5. Kitap: Niyet-Cennet ve İbretli Kıssalar6. Kitap: Sabır ve İlim ve İbretli Kıssalar7. Kitap: 3 Ziynet ve İbretli Kıssalar8. Kitap: 3 Gerçek ve İbretli Kıssalar9. Kitap: Üstümde Hakları Var10. Kitap: İhlâs, Riya ve Günlük Dualar
Kendilerini İslam eleştirilerine adamış Batılı oryantalist çevreleri Hz. Muhammed’in peygamberliğine, ona vahyolunan kitaba ve bu kitabın yaşama geçirilmesine dair tecrübeye, yani sünnete yönelik eleştirileri bilinmektedir. Hz. Peygamber ve sünnet konusundaki bu eleştirel perspektifin kabaca son iki yüzyıldır Hindistan’dan Mısır’a ve Türkiye’ye kadar İslam coğrafyasındaki kimi çevrelerce de sahiplenilip dillendirildiği görülmektedir. Bu perspektifte Hz. Peygamberin ve sünnetin dindeki yeri çeşitli açılardan tartışma konusu yapılmakta, Hz. Peygamberin dini anlama ve yaşamadaki referans değeri sorgulanmakta ve bazılarınca Hz. Peygamber, kitabı insanlara ulaştırıp görevini tamamlamış bir postacı mesabesine indirgenmektedir. Kur’an peygamberin sadece kitabı insanlara tebliğ eden değil aynı zamanda açıklayıp talim ettiren ve kendisine itaat ve ittibâ edilmesi emrolunan kişi olduğunu vurgular. Bu doğrultuda Resûl ve Nebî olan Hz. Muhammed’in sözlü beyanlarına itaat ve fiili beyanlarına ittibâ etmek Müslüman kimliğin gereğidir. Diğer taraftan Hz. Peygamberi Resûl vasfıyla postacı durumuna indirgemek, Resûlün tebliğ ettiği hükümlerin tebyinini ve talimini yok saymak; Nebî vasfıyla beşer konumuna indirgemek ise, Allah katındaki yüksek makamını ve getirdiği bazı haberleri yok saymak anlamına gelir. Resûl ve Nebî kavramları çerçevesinde Hz Peygamberin dindeki yerini ve değerini ele alan bu eser, bu konuda ortaya konulan görüşlerin analizini yaparak ifrata ve tefrite sapmadan itidal üzere bir itikadi düşüncenin inşa edilmesini hedeflemektedir.
Elinizdeki kitap; Kur’an’ın nazil olduğu dönem cahiliye Araplarının ibadet hayatının bir boyutunu ele almaktadır. Cahiliye Araplarının ibadet hayatıyla ilgili çalışmalar, bizlere Kur’an’ın indiği zamanı ve toplumu daha iyi tanıma fırsatı sağlayarak Kur’an’ı ve Kur’an mesajını daha iyi anlamamıza imkan tanıyacaktır. Bu bağlamda bu çalışma, Kur’an’ın nazil olduğu dönem cahiliye Araplarının ibadet sistemleri arasında namazın bulunup bulunmadığı sorusuna cevap aramaktadır. Namaz, Cahiliye Araplarında var mıydı ? Kur’an’ın Enfal Suresi 35. Ayetinde bahsettiği müşriklerin ‘’ salât ‘’ neyi ifade etmektedir? Bu, günümüzde Müslümanların, adına ‘’namaz’’ dedikleri ibadet ile aynı şey midir ? Yoksa farklı bir ibadeti mi ifade etmektedir ? Bu arada Hz. Peygamber (sav) namaza nasıl başlamıştır, namazın kılınışını ve vakitlerini Hz. Peygamber’e kim öğretmiştir ve Hz.Peygamber’in namazına Mekke müşriklerinin tepkisi nasıl olmuştur ? Bu ve benzerir sorular elinizdeki çalışmanın konusunu teşkil etmektedir. Çalışmada, İslâm öncesi dönemde var olduğu bilinen ‘’salât’’ın ne anlama geldiği, ‘’namazın’’ Müslümanlara farz kılınışı, Hz. Peygamber’in namaza başlamasından sonra Mekke müşriklerinin tepkileri ve bunun nedenleri üzerinde durulmaktadır. Ayrıca namazın tarihinden de kısaca bahsedilmektedir.
"Musibet anında sızlanmak, mihneti artırır.", "Kalp zorlandığında kör olur.", "Azgınlıkla zafere ulaşılamaz.", "İntikamla liderlik olmaz.", "Yalancı için mürüvvet yoktur." gibi "Gayb perdesi açılsa yakini, marifeti ziyadeleşmeyecek" kadar kavi bir iman ve itikada sahip Haydar-ı Kerrar ve Damad-ı Nebî Hz. Ali'ye isnat edilen yüz adet özlü söz ve bunların yorumlarını içeren bu güzide eseri; Osmanlı Halvetîliğinin meşhur ismi Cemâl-i Halvetî, Sultan II. Bayezıd'a hediye eylemiştir ve Reydetü’l-Esr’âr ismindeki bu nadide yazma nüsha sadece Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya tasnifinde bulunmaktadır. Fakirullah Yıldız, Ömer Çınar ve Taibe Kıvanç, bu yegâne Arapça nüshayı Türkçeye çevirerek kültür ve irfan tarihimize çok kıymetli bir katkıda bulundular. Sufi Kitap da bu değerli projeyi hayata geçirmek suretiyle, her biri inci, mercan kıymetinde sözleri kendine has üslup ve yorumla yazıya aktaran âriflerin rehberi Cemâl-i Halvetî koleksiyonunun ikinci kitabını neşretmenin sevincini yaşıyor.
İslam Medeniyeti, “arayanların” ve “bulanların” başarı hikâyelerini kulağımıza fısıldar. Oluşturulmaya çalışılan menfi algıların aksine, İslam Medeniyeti sürekli kendi çağının ötesine güçlü bir bakış fırlatmıştır. En zor zamanlarda, Moğol vahşeti, zulmü ve yıkımı gibi en karanlık dönemlerde bile bağrında nice âlimler, mucitler, kâşifler ve bilginler yetiştirmiştir. Müslüman coğrafyalar üzerinde, işgal ve savaşın yıkıcı tahribatının eksiltilmemesinin açık sebebi de budur. Acı, gözyaşı ve kan ile bitap düşmüş altın zihinler; düşünmesinler, üretmesinler, tefekkür etmesinler!Gerçek hayatın doğal fıtratından çekip alınarak esir edilen ruhlara, sanal ağların dünyasından sahte bir sosyallik sunan bu mecraya “Sosyal Medya” denilmesi dikkat edilmesi gereken bir trajedidir. “İnternet” ve “Sosyal Medya” olgusuna Müslümanca bir yaklaşımın nasıl olması gerektiğini ortaya koymaya çalışan bu kitabın girişinde, kavram tasavvuru üzerinde durulması, bilinçli bir tercihtir. Çağı ve zamanı kuşatan bu olgulara tanımlama yapılırken bile gösterilecek yaklaşım, meselenin hakikati ile ilgili de bizlere önemli ipuçları sunacaktır.
“Elimizde bulunan İslâm Emirliği ve Nizâmı isimli âlimlerin üstadı, çağın fakihlerinin dayanağı, Allah yolunda mücahid, şeyh, allâme, Mevlevi Abdulhakim’in telif ettiği bu kitap, ilim binalarında bir tuğla, telif yolunda bir halka ve şer’î siyaset alanında önemli bir kitaptır. Bu eser meseleleri ve konuları dakik bir şekilde incelemiş, delilleri ve hüccetleri oldukça sağlam, yapısı ve manası muhteşem, tertibi ve içeriği güçlü bir eserdir. İçeriğinin ışığı ile siyaset ile meşgul olanların yoluna ışık tutacaktır.
Söyleyeceklerim bunlardır. el-Aliyy ve el-Kadîr olan Allah’tan niyazım bu kitabı İslâm aleminin bir çok farklı bölgelerindeki Müslümanlar için faydalı kılması, yüce lütfu ile yazarını en hayırlı şekilde mükafatlandırması, akıp taşan ilmini bize ve diğer Müslümanlara bereketli kılmasıdır.
Allah Peygamberimiz Muhammed’e, ailesine ve sahabesine salat etsin, çokça selâm etsin.”
Hibetullah AhundzâdeAfganistan İslâm Emirliği Devlet Başkanı
Eser daha önce M. Zâhid el-Kevserî (ö. 1371/1952) tarafından neşredilmiştir (1939). Eserin bu neşrinde, öncekinden farklı olarak tahkikte müellif nüshası kullanılmış, müellifin ve bazı talebelerinin nüsha kenarı notları eklenmiştir. Bütün bunların yanında Kevserî’nin neşri de ayrı bir nüsha olarak değerlendirilip, neşrin farklarına ve Kevserî’nin esere düştüğü notlara dipnotlarda yer verilmiştir. Oluşturulan zengin taksim sistemi ve notlarla birlikte 12 şema ve tablo ile metnin daha iyi anlaşılabilir hale getirilmesine gayret edilmiş, başına müellif ve eseriyle ilgili geniş bir inceleme yazısı, sonuna da eserden istifadeyi kolaylaştıran çok yönlü dizinler eklenmiştir.
Doğru usuller, gitmek istediğiniz yere nasıl varmanız gerektiğini gösteren birer pusuladır. Doğru metodların amaca ulaştırmada ne kadar önemli olduğunu büyükler şöyle ifade etmiştir:
“Kavuşamadığımızın sebebi usulsüzlüktür.”
Doğru metotlar rehberliğinde az bir gayretle büyük sonuçlar almak mümkündür. Bundan dolayıdır ki usul/yöntem/metodoloji ilimlerin aslı olmuştur.
Bu çalışmamızda hedefimiz, Bediüzzaman Hazretlerinin bütün hayatını kapsayan öğrenimini, özellikle talebelik yıllarında kendisini nasıl yetiştirdiğini ve bu konuda hangi metodları takip ettiğini kendi dilinden ve hayatından örneklerle açıklamaya çalışmaktır.
Suriye’de yaşananlar o kadar çirkin ki, belki de tarihte İbn-i Alkame’nin Bağdat’ın düşüşü için anlattıkları, İbn-i Kesir’in Moğolların yaptığı zulüm hakkında söyledikleri, Karmatî’lerin Mekke’de hacılara ettikleri daha hafif kalır; belki de insanlık tarihinin en kara hadiseleri, Suriye’de yaşanmaktadır.
Suriyeli savaş mağduru kişilerden, çektikleri sıkıntıları, gördükleri zulümleri, şahit oldukları acıları yani kısacası kendi hikâyelerini yazmalarını talep ettik. Dünyanın her tarafına ulaşabilecek bu küçük hikâyeler aracılığıyla, insanlara bir nebze de olsa Suriye gerçeğini göstermeyi hedefledik.
“Sadece ben, benden başkası değil” sloganıyla başlattığımız hikâye talebimize, 176 kişi bizzat kendi yaşadıkları veya şahit oldukları gerçek hikâyelerle icabet etti. Bir birinden etkileyici bu hikâyelerden en çok dikkat çeken ve öne çıkan 15 hikâyeyi tespit ettik. Neticede elinizdeki bu kitap teşekkül etti.
Hafızlık, Allah'ın kelamını kalbe yerleştirmek gibi muazzam bir nimettir.
Ümmetin en şereflisi olmak ve ahirette sevdiklerine şefaat etmek gibi bir şerefe nail olmaktır.
Hafızlık çalışmasında ana maksadımız şüphesiz ki rıza-yı İlahidir.
Vazifemiz Kur'ânın lafzıyla beraber manasını idrak etmek ve onun ruhuna uygun yaşamaktır.
Allah bu kudsi davada cümlemizi muvaffak etsin. Amin.
Bu çalışmada öncelikle oluşan yeni şartlar karşısında İslam mütefekkirlerinin nasıl okunması gerektiğini, son dönem Osmanlı aydını olan İzmirli'nin, Gazzali değerlendirmesini, yeni bir ilm-i kelam ihtiyacını savunan İzmirli'nin, bu düşüncesinin meşruiyettini sağlayacak tarihi zemini izah etmek gerekmektedir. İzmirli'nin Ceride-i ilmiye bağlamında yazıları ile diğer makale ve eserlerinden de yararlanılmıştır. Bu çalışmanın giriş ve iki ana bölümünde İzmirli'nin, Gazzali hakkındaki değerlendirmeleri araştırılmıştır.
Şerhler, İslâm ilim ve eğitim tarihinde hem vazgeçilemeyen kaynaklar olmuş hem de eleştirilerden uzak kalamamıştır. İlimlerin teşekkülünün ardından kurucu metinler telif edilmiş, ulemânın bu metinleri daha anlaşılır kılma çabası ve isteği şerh yazıcılığını doğurmuştur. Telif geleneğindeki yerini almasının ardından hadis şerh yazıcılığı, oldukça zengin bir literatürün teşekkülünü sağlamıştır. Çoğunlukla içerik analizine dayalı araştırmalar ile hadis şerhçiliğinin genel özellikleri belirlenmiş ve eserlere dair kritikler yapılmıştır. Sezai Engin, Şerh ve Şârihin İzini Sürmek başlıklı eserinde ise muhtevadan ziyade farklı bir bakış açısı arayışının sonucu olarak hadis şerhlerinin telifi ile başlayan serüvenlerini mercek altına almayı hedefliyor. Literatür ve içerik bilgisinden ziyade, telif edilen şerhlerin hikâyeleri üzerinde duran Engin, öncelikle hadis şerh yazıcılığına kaynaklık eden ana metinleri masaya yatırmış ve sonrasında ulemâ sınıfı içinde şârih kimliklerini analiz etmiştir. Müellif/eser ilişkisinin izlerini sürmek adına şârihin biyografisi yani yetiştiği çevre, aldığı eğitim ve hocalarının şerhe (esere) etkilerinin tespiti çalışmada odaklanılan konulardan yalnızca biridir. Ayrıca sebeb-i telif yani kitabın yazılış amacı ve eser isimlerindeki tercihler dikkatlere sunulmaya çalışılmıştır. Şerhlerin kaleme alındığı dönem ve coğrafyaların telif süreci ve eserin içeriğine etkisinin son derece önemli olduğu düşüncesinden hareketle şârihlerin biyografik bilgileri vb. veriler üzerinden çalışmaların telif tarihi ve yerinin tespiti de eserde önemli bir yer kaplamaktadır.Endülüs, Mağrib ve ardından Şam ve Bağdat bölgesine dek uzanan Şerh ve Şârihin İzini Sürmek, Memlük hadis şerh geleneğinde öne çıkan eserlerin ve şârihlerin ardından Osmanlı ulemâsının en önemli şerhlerine ve şârihlerine dair tespitler de içermektedir.
Bu kitap, Hanbelî âlimlerinin büyüklerinden İbn-i Receb el-Hanbelî’nin “Yüzüklerin Hükmü” alanında yazılmış en kapsamlı kitabıdır. İbn-i Receb bu kitapta, yüzüklerle ilgili birçok konuyu ele almaya önem göstermiştir. Bunu da 4 bâb şeklinde ele almıştır:
Yüzük takmanın hükümleri
Yüzükleri yontmanın/nakşetmenin hükümleri
Sağ veya sol ele yüzük takmanın hükmü
Farklı meseleler
Ashab-ı Uhdut hadisinde üzerinde durulması gereken kavramlar yer almaktadır. Bu kavramlar;
Kraldan bahsederken "tağut"Sihirbazdan bahsederken "belam medyavs."Rahipten bahsederken "alim"Çocuğun harikulade eylemlerinden bahsederken "keramet"Çocuğun başına gelecek şeylerden bahsedilirken "musibet"Çocuğun eziyetlere maruz kalmasından bahsederken "işkence."
Bu kavramları daha iyi anlamak için bu kitapta detaylarına girilmiştir.
“Bazı salih kardeşlerim kendileri için bir vasiyet yazmamı benden talep ettiler. Lakin ben, daha kendi nefsime vasiyet veremediğimi ve gerektiği gibi amel etmediğimi bildiğim için bu talebi yerine getirmekten imtina ettim.
Sonrasında ise, Müslüman kardeşin ihtiyacını giderme sevabını, bana dua etmesini, vasiyetim ile amel ettiği taktirde bana da sevap yazılması, amel etmekten aciz olduğum halde dahi hayra işaret edenlerden olmayı ve bu işaretim sebebi ile ameli tıpkı işlemiş gibi sayılmayı ümit ederek bu talebine icabet etme kanısına vardım. Ameller niyetlere göredir, Başarıya ulaşmam ancak Allah’tandır, sadece O’na tevekkül eder ve sadece O’na yönelirim.“
İbnu Kudâme el-Makdisî
17 yıldır Suudi Arabistan yönetimi tarafından esir tutulan Şeyh Bişr bin Fehd el-Bişr, elinizdeki bu eserinde günümüz Müslümanlarının gündeminden çıkarılmış olan çok mühim bir mesele olan “tâğût” kavramını ele alıyor.
Kur’ân ve Sünnet’te “tâğût” kavramının geçtiği yerler, âlimlerin bu kavram hakkında görüşleri, tâğûtların çeşitleri gibi bir çok yönden bu hayâtî konuya neşter vuruyor.
Elinizdeki eserin yazarı Şeyh Süleyman b. Nâsır el-Ulvân bu notları 10/09/1433 tarihinden hapisten çıktığı 1434 senesine kadar Büreyde’deki siyasi suçluların tutulduğu Tarfiyye hapishanesinde duvara delik açarak yazmış ve parça parça dışarıya göndermiştir. Bu notları peçetelere yazmış, yakınlarına ziyaret zamanlarında gizli gizli vererek bir araya getirmiştir.
Kısa ama son derece faydalı olan bu notlar bu kıymetli âlimin zindandayken bile ümmeti sürekli dert edindiğini ve İslâm ümmetinin kurtuluşu için fikir yürüttüğünü ortaya koyuyor.
Prangalar ve demir kafesler ardında bile olsa yaşayan rabbânî bir âlim örneği görmek isteyen bu eseri okumalıdır.
Bu acizane çalışmamızdaki amacımız, İslam âleminin yüz akı ve üç medeniyetin; Fars (İran), Arap ve Türk kültürünün sembolü olan İmam-ı Gazali (Rahmetullahi Aleyh)’i, yeniden âlemi İslam için bir medar-ı iftihar olarak hatıralarını canlandırmak ve küllenmiş tarihin enkazı altında bize ait olan; altından daha kıymetli hazi-nemizi keşfedip insanlık âlemiyle paylaşmaktır.
Unutmayalım ki, Bâkî olan Allah’tır. O’nun dışındaki her şey fanidir. Allah’ın bakiliğine iman ile karşılık ver-mek ve fani olanları hayırla rahmetle ve miraslarına saygı gösterip yâd etmek mü’minlerin özelliklerindendir. İmam-ı Gazali, Müslümanlar için çok büyük bir kültür mirasıdır. Amacımız bu mirasın kalıntılarını âlemi İs-lam’ın tanımasına ve istifade edilmesine, saygı ile anıl-masına vesile olmaktır.
İslam aleminin Hz.Peygamber (s.a.s) ve Ashabından sonra; fıkıhta, kıvrak zekasıyla müslümanların meselele-rine cevap bulan İmam-ı Azam Ebu Hanife (rh.), yine müslümanları toparlayıcı ve kucaklayıcı idaresiyle siya-sette deha olan Ömer bin Abdulaziz (rh.), ve ahlak ve edeb de zirve yapmış -öyleki, şımarmış nefsini terbiye etmek için Emevi Camiinde yıllarca tuvalet temizlemiş. İmam-ı Gazali (rh.)’e hayran olmuşumdur. Gazali gibi değerli birinin şerefiyle müşerref olmak büyük bir şereftir anlayışıyla acizane bu kitabı terceme etmeye çalıştım. Emeği geçen, katkıda bulanan bütün dostlarıma teşekkür ederim.
Et Temhid Li Kavaidit Tevhid Karton Kapak Ebül Muin En Nesefi ö. 508-1115
Şerhu Ukūdi resmi’l-müftî, mezhep içi bir faaliyet olarak yürütülen tercih ve iftâ işlerini tanzim eden prensipleri sistematik biçimde inceleyen önemli bir eserdir.Son dönemin önde gelen ve tanınmış Hanefî fakihlerinden İbn Âbidîn tarafından kaleme alınan eser, Hanefî mezhebi özelinde “fetva adabı” veya diğer adıyla “resmü’l-müftî” alanında yazılmış müstakil eserlerin en kapsamlısı ve bilinenidir.Tanınırlığına ve sahip olduğu öneme rağmen yazmalarına dayalı ilmî bir neşre şu ana kadar konu edilmeyen eser, genel ilmî ölçülere ve İSAM Tahkikli Neşir Esasları’na (İTNES) uygun olarak yayıma hazırlanmıştır. TDV İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) tarafından “İkinci Klasik Dönem Projesi” kapsamında yayımlanan çalışmada, Hint-Pakistan kökenli âlimlerin eser üzerine yazdıkları tâliklerde/haşiyelerde yer alan, açıklayıcı, düzeltici ve ilave bilgi içeren nitelikli notlar da dikkate alınmıştır.
Haşiyetü Ali El Kuşci Ala Şerhil Keşşaflit Teftazani Karton
Tefsirde müteahhirîn dönemi Cârullah ez-Zemahşerî’nin el-Keşşâf adlı eseri ile başlatılır. Bunun en önemli sebebi, Zemahşerî’nin uygulamalı olarak ortaya koyduğu tefsir ve yöntem anlayışının sonraki tefsir faaliyetleri üzerinde belirleyici olması ve geç dönem tefsir literatürünün büyük ölçüde el-Keşşâf’ın etkisiyle şekillenmesidir. Bu tefsir üzerine yazılan şerh, tâlik, muhtasar ve muhakeme türü eserler, el-Keşşâf şerhi haşiyeleri ve el-Keşşâf çizgisindeki telif tefsirler dikkate alındığında, karşımıza onlarca eserden oluşan geniş bir literatür çıkmaktadır.Bu çalışmada “el-Keşşâf literatürü” diye adlandırılan bu eserler, Zemahşerî sonrası klasik tefsir geleneğinin ana damarını oluşturmuştur.Bu kitapta “el-Keşşâf literatürü” tespit edilerek tanıtılmakta, bu literatürdeki muhteva ilişkileri örnekler üzerinden ortaya konulmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde, “el-Keşşâf literatürü” olarak tespit edilen eserlerin bir kronolojisi çıkarılmış ve bunlardan günümüze ulaşanlar içerik, yöntem, kapsam, kaynaklar ve etkileri açısından kısaca tanıtılmıştır. Literatür incelemesi sırasında birçok nispet iddiasının asılsız ve çok sayıda kütüphane kaydının da hatalı olduğu gösterilmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde ise söz konusu literatürdeki muhteva ilişkileri iki örnek üzerinden kronolojik olarak izlenmiştir. Kitap, tefsir alanındaki yazma eser literatürü ve bu literatürdeki muhteva ilişkileri üzerine yapılmış en kapsamlı çalışma olma özelliğini haizdir.
Şeyh Bedreddin (ö. 820/1417-18), et-Teshîl Şerhu Letâifi’l-İşârât, I-III thk. Dr. Mustafa Bülent Dadaş et-Teshîl, Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemi fakihlerinden biri olup yaklaşık iki yıl kazaskerlik de yapan Şeyh Bedreddin’in, Hanefî fıkhında muteber sayılan metinlerden istifade ederek hazırladığı Letâifü’l-işârât adlı kitabı üzerine yazmış olduğu şerhtir. Adı bir fıkıh âlimi olmaktan ziyade Osmanlı Devleti’ne karşı başlattığı iddia edilen isyanla anılan Şeyh Bedreddin, Teshîl’de Hanefî mezhebi imamlarından nakledilen görüşleri ve bu görüşlerin temellendirilmesi noktasında Hanefî fakihleri tarafından dile getirilen gerekçeleri tenkide tâbi tutmuş ve görüşler arasındaki tutarlılığı sorgulamıştır. Teshîl, diğer mezheplerin görüşlerine de yer vermesiyle karşılaştırmalı bir fıkıh kitabı hüviyetindedir.
Hadislerin anlaşılması çabası ilk asırlardan beri devam eden bir süreçtir. Bugün “metin tahlili” olarak adlandırılan anlama ve yorumlama ameliyesini geçmişte “şerh”ler üstlenmiştir. Şerhler birer anlam ve yorum hazinesidir. Ancak bu hazine günümüzde ihtiyacı karşılamamaktadır. Oysa “şerh” tam da bir metin tahlili faaliyetidir. Adı şerh olan “metin tahlili” faaliyetinin kavramsallaştırılması ve sistemleştirilmesi kaçınılmazdır. Şerhler içinde bu faaliyeti temsil eden en güzel iki örnek İbn Hacer’e ait Fethu’l-bârî ile Aynî’ye ait Umdetü’l-kārî’dir. İkisi de Buhârî şerhi olup aynı zaman diliminde yazılmıştır; ancak müellifleri farklı mezheplere mensuptur. Bunların mukayeseli olarak çalışılması hadisleri anlama ve yorumlamada farklı ve zengin imkânları önümüze koymakta ve bugünün tartışmalarına ışık tutmaktadır. İşte bu çerçevede şu üç soruya cevap aradığımızı söyleyebiliriz: Metin tahlilinin mahiyeti nedir? Metin tahlili geçmişte nasıl yapılmış ve günümüzde nasıl yapılmalıdır? Bu soruların cevapları bugünün metodoloji tartışmalarını da ilgilendiren önemli boyutlara sahiptir.
Hacı Bektaş Veli’nin “İman akıl üzeredir” buyruğu esas alınınca Alevi yolunda taklit olmadığı kişi hangi dönemde yaşarsa yaşasın aklıyla inancın temel esaslarını bulup akli delillerle kabul etmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Dört kapı kırk makamın ilk kapısının ilk makamı “iman etmek”tir. İşte burada iki soru sorulması gerekir, neye veya nelere iman etmek gerekli ve nasıl iman etmek gerekli? Hacı Bektaş’ın “iman akıl üzeredir” buyruğu ikinci sorunun cevabını vermektedir. Anne baba veya atalarımız Allah’a, peygamberlere ahirete, On İki İmam’ın velayetine inanıyor diye biz de onları taklit edip inanamayız. Onlar alevi diye biz de Aleviyiz diyemeyiz. Bizim inanç esaslarını aklımızla bulup akli delillerle inanmak zorundayız. Bu sebepten dolayı Alevi inancı dogma bir inanç değildir. Akla dayanan bir inançtır. Bundan dolayı Aleviliği tarihin karanlıklarında aramak yerine akli delillerde aramak gerekmektedir.
Bu kitapta, zihninizde yer alan:• Alevilik nedir, ne değildir?• Alevilik kadim topluluklara ait bir inanç mıdır?• İddia edildiği gibi Aleviliğin; Luvilik, Gutilik, Mitanilik, Hurrilik, Işıkçılık, Hristiyanlık, Yahudilik gibi diğer din veya kültürlerle bir bağı var mıdır?• Alevilik İslam’ın içinde midir yoksa dışında mıdır?• Alevilik anne ve babadan gelen ve taklit üzerine kurulu bir inanç mıdır yoksa akla mı dayanmaktadır?• Asla birbirinden ayrılmayacağı belirtilen “Kurân ve Ehlibeyt”in evrensel mesajı nedir ve bu mesaj her çağa nasıl hitap etmektedir?• Anadolu’da yaşayan, On İki İmam inancında olan Aleviler bu iki kutsal emanetin evrensel mesajına nasıl yanıt vermekte bu iki emanetten ne kadar beslenmektedir?Gibi sorular akıl ve Alevi inancının temel maddeleri baz alınarak irdelenmektedir.
Elinizdeki kitapta Alevîlik, Alevî kaynaklar kullanılarak incelenmiştir. Araştırmada bu ulu yolun temellerini anlatmak için, Kurân ve Ehlibeyt’in buyruklarının yanı sıra ağırlıklı olarak Alevî ulularının deyiş ve sözleri yer almaktadır. Aleviliğin tarihi, “Alevi” teriminin kökeni ve anlamı ile günümüzdeki siyasetin (Türk milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliği ve komünizm) etkileri inceleme konuları arasındadır.
Teolojik sorulara ağırlık verilmiştir. Alevîlik nedir? Alevî kimdir? Alevîler neye inanır? Aleviler neden Ehlibeyt’e uyar? On İki İmam’ı öne çıkaran nedir? Bir Alevi için 4 kapı ve 40 makam nedir ve hangi kaynaklar belirleyicidir? Alevilerin temel yazılı kaynakları hangileridir? Tarihten günümüze kadar dergâh ve eğitim merkezleri Alevilik öğretisini nasıl yaymışlar? Bütün bunlar ve daha birçok sorunun cevabını bu kitapta bulacaksınız.
Muasır Muhammed Gazali’nin deyişiyle “Hz. Muhammed’in (sas.) sosyal, sivil ve askeri sahalarda, bütün bunlardan önce itikat ve ibadet esaslarını uygulamadaki sünneti, ebedî risaletin ayrılmayan bir parçasıdır. Çünkü nasıl su bilinen iki elementten oluşuyorsa İslam da Kitap ve Sünnet’ten oluşmaktadır.”
Yine Yusuf Karadavi’nin ifadesiyle “Sünnet, Kur’an’ın yaşanmış bir tefsiri, İslam’ın ise pratik ve örnek bir tatbikidir. Öyle ki Nebi (sas.) tefsir olunmuş bir Kur’an ve yaşayan İslam idi.”Elinizdeki kitap, sünnet/hadis olmadan İslam’ın olamayacağını İmam Suyûtî’nin kaleminden ortaya koymaktadır.
Towards an Understanding of Islam An Intellectual Debate We live in a global world. This has some important implications for cultures and religions. Despite the fact that millions of Muslims live in countries such as Europe, America and Canada, unfortunately, Muslims are lacking in expressing and expressing themselves. During the years I lived in Europe, I felt that there was a huge knowledge gap about Islam. Our interlocutors only express their own prejudices in the name of Islam and try to support this with biased media reports.
While the catechism books written by Muslims for themselves contain practical information for Muslims, the thought books focus on the intellectual problems of Muslims. Both types of publications are far from informing non-Muslims. These books do not take into account the basic assumptions and thoughts of foreigners, nor their prejudices. In fact, when they are unconsciously translated into foreign languages, they do more harm than good.This book, which we have prepared in order to reduce the increasing communication problems and to break the existing prejudices, only aims to give a preliminary information and idea about Islam. The book begins with the background and reasons for the interest in Islam and offers a way and method for understanding Islam. In the following, these problematic issues that foreigners are most curious about and confused about Islam are discussed. These issues undoubtedly require a wider discussion. However, we have provided some insights and ideas that touch the heart of the matter and have taken a first step towards further reading. If the book contributes even a tiny bit to breaking prejudices and presenting a new perspective on Islam, it will have served its purpose.
40 yaşında mağaradaki yalnızlığına son verip bozuk temeller üzerine kurulmuş bir şehre onu ıslah etmek üzere dönen Muhammed’in derdi sadece itikat, ritüel ve ahiret değildi. Onun bir uygarlık projesi vardı. Siyasetin, ekonominin, kültürün, sanatın, bilim ve felsefenin, kadının, kişisel gelişimin yepyeni ve insan onuruna, hakikate ve adalete saygı duyan bir biçimde yeniden yapılandırılması gerektiğini düşünüyordu. Bu konuda ümitliydi. Fakat bunun için bir savaş vermesi gerekiyordu. Çünkü gerçekten adil bir barış ve güzel bir uygarlık isteyen bir hareket bozuk bir şehre karşı savaş vermek zorundadır.Muhammed’in peygamberlik sonrası ömrü bir savaşlar tarihidir. Fakat bu savaşlar hiçbir zaman için bir egemenlik savaşından ibaret değildir. Bu savaşlar insanlığa dair yeni bir tezin, yeni bir uygarlığın kendini tüm veçheleriyle kabul ettirme çabasının savaşıdırlar. Yeryüzünde zayıf bırakılmış kadınların ve çocukların hakları için mücadeleye kendini adamış Muhammed’in derdi adil bir uygarlık kurmaktan ibaretti. Cennetten ve cehennemden öte bu dünyayı ilgilendiren bir uygarlık. Bu dünyanın bir ütopya yaratmak üzere seferber olması gerektiğini ve bu ütopyayı gerçekleştirmenin mümkün olduğunu dile getiren bir mücadeleydi bu.Muhammed kendi tefekkürüyle bir yere kadar geldi. Ve Allah’ın vahyi onun yerel tefekkürünü evrensel ve zamanüstü bir söyleme çevirdi. Kur’an’ı doğru okuyacaksak onda her şeyi buluruz. Ve bu her şeyin hiç de 21. asırda bile eskimemiş bir tarzda nasıl ifade edildiğini… Kur’an’ı dikkatle okuyan birey onda 7. asırda dile getirilmiş olsa da 21. asırda bile henüz gerçekleştirilmemiş bir idealin tohumlarını bulur.
Hz. Ali'den (ra) Devlet Adamlarına Öğütler
Bir sosyolog olarak hep sunu merak etmisimdir: Nasil olup da dünyaya dezavantajli bir statüde gelen bir çocuk tarihin en önemli kisilerinden biri olup çikmistir? Eger küçük Muhammed, Mekke sokaklarindaki insanlara “Bir gün gelecek tüm dünya beni taniyacak ve milyonlarca insan benim teblig ettigim dinin ilzeyicileri olacaktir!” deseydi, ona kim inanirdi? Isin tuhaf tarafi, bir gün gelip peygamber oldugunda ve kendini bu unvanla tanittiginda Mekkeliler ona hiç mi hiç inanmadilar! Etrafindaki en yakin akrabalari basta olmak üzere Mekke’nin ileri gelenleri onunla alay ettiler, onu küçümsediler ve ilerleyen süreç içinde acimasiz bir biçimde ona saldirdilar ve onu yalniz birakmaya çalistilar.Fakat simdi geriye dönüp baktigimizda pek çok insan Mekke’nin kodamalarindan olan Ebu Cehil’i lanetle anarken, Hz. Muhammed’i saygiyla ve rahmetle yad etmektedir. Sadece onun izleyicisi olanlar degil, onun peygamberligini kabul etmeyenler de ona saygi duymakta ve onun hakkini iade etmektedirler. Hz. Muhammed’in içinde bulundugu imkansizliklar ile ulastigi nokta dikkate alindiginda mucize olarak adlandirilabilecek bir basari elde ettigni söyleyebiliriz. Peki bunu nasil basarmistir?Iste, bu kitap bir yetim çocugun tüm imkansizlara ragmen önlenemeyen yükselis hikayesini anlatmaktadir. Bu açidan diger siyer ve biyografi kitaplardan farklidir. Bu çalismanin kendine özgü bir sorusu ve yöntemi bulunmaktadir. Çogu siyer kitabinda bulunan malzeme ve Kur’an’da Hz. Muhammed’in hayatina iliskin olarak verilen bilgiler, kitapta belirli bir soru dogrultusunda yeniden ele alindi ve sonuçta bu kitap ortaya çikti.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.