Bir zamanların hızlı gazetecisi Jack Tagger, artık Güney Florida’nın günlük gazetelerinden birinde ölüm haberleri yazıyor; bazı vücudu sertleşmiş meşhurların haberlerinin altına imzasını atarak tekrar eski yerini almak için entrikalar çeviriyordu. "Jimmy ve Kaltak Yavruları"ın meşhur yıldızı Jimmy Stoma’nın dalış "kazasındaki" şüpheli ölümü, Jack’in rüyalarını gerçekleştirebilirdi. Tabii ki mevtanın başına gelenlerin ne olduğunu bulabilirse... Yoluna taş koyanlar arasında, henüz hiç kimseyi kovmamış olan ama Jack’le milli olmayı planlayan genç ve hırslı editörü; kocasının ölümünü kendi kariyerini yeniden canlandırmak için kullanan rock yıldızının pop şarkıcısı-dul karısı; ve hissedarlar toplantısında herkesin içinde rezil ettiği, gözünü para hırsı bürümüş gazete sahibi sayılabilir. Ölü rock yıldızının şarkılarından çıkardığı ipuçları sonunda adamın tuhaf kaderini ortaya çıkarır; hem de paparazzi gazeteciliğinin ve panik ataklı, ölüm haberi yazarının zor kazanılmış komik bir zaferi olarak. "Her zaman yarı hazırlıklı ol". Jack Tagger’in ilkesiydi. Bu ilke, Carl Hiaasen’in bu romanını acayip komik ve zekice eğlendirici yapmaya yetip de artıyor bile...
Dışarıdan bakınca, Hannah Eaton, varlıklı insanların yaşadığı Florida Palm Beach’de tanınmış bir psikolog olan annesi Willow ve üvey babasıyla birlikte büyüleyici bir yaşam sürmektedir. Ama aslında yalnız ve mutsuzdur. Kendini beğenmiş ünlü bir avukat olan babası tarafından terk edildiği gibi, babasının ailesinden de ilgi görmemektedir. Bütün bunların üzerine aileye yeni katılan bebek,annesini saplantı derecesinde kendisine bağlamış ve Hannah’ı annesinin ilgisinden mahrum bırakmıştır. Hannah karanlıklara doğru sürüklenmeye başlamıştır... Hannah, erkek arkadaşı ve amcasının yardımıyla, şarkı söyleme hayallerini gerçekleştirmek için New Orleans’a doğru yola çıkar. Ama yolda onları esrarlı sürprizler beklemektedir... Henüz yüzleşmeye hazır olmadığı gerçekler Hannah’ı perişan eder...
<
Gerçek kimliğini keşfettikten sonra Willow De Beers Kuzey Carolina’dan ayrılır ve öz annesiyle üvey kardeşinin yanına, Palm Beach, Florida’ya taşınır. Paranın ve gösterişin hükmettiği bu yeni dünyada Willow, kendini ve ailesini dedikodudan, hırstan ve sahtelikten korumaya çalışarak yaşamakta kararlıdır. ...
Rain’in macerası Gökkuşağı’nda devam ediyor... Hudson ailesinin kaderi geçmişin gölgelerinde yaşamaya mı mahkumdur? Güneş bulutların arasından sıyrılıp genç kuşağı ısıtıp aydınlatacak mıdır? Bunların yanıtını Gökkuşağı’nda bulacaksınız. Rain’in kıymetli kızı, Summer, on altıncı yaşını bitirmek üzeredir ve onu çok güzel bir gelecek beklemektedir. Annesinin öğütleri kulaklarından hiç çıkmaz: Hayat zordur, ama her şeye rağmen umut doludur. Yaşıtı bütün genç kızlar gibi Summer’ın da hayali kalbini çalacak beyaz atlı prensini bulmak ve kendini hayatını kurmaktır. Fakat korkunç bir felaket Summer’ı daha genç kızlığını yaşayamadan yetişkinliğe geçmeye zorlar. Hayatın zorluklarıyla erken yaşta tanışacaktır. Umudunu yitirecek midir? Annesi gibi gözü pek ve güçlü müdür? Yoksa silinip gidecek midir? Summer’ın hayatı, Hudson ailesinin Virginia Eyaletindeki sırlarla dolu malikanesinde geçmiştir. Bir gün kendisini ilgilendiren sırları ortaya çıkartmanın zamanı gelir. Bazılarını paylaşacaktır. Bazıları onu yıllardır yuva bildiği evden kaçmaya zorlayacaktır. Bazıları da hayatı boyunca esir alacaktır...
Gettoda büyüyen Rain Arnold, iyi bir evlat olmak için elinden gelen bütün çabayı gösteren bir insan, aynı zamanda çalışkan bir öğrencidir. Cüretkâr kız kardeşinin aksine, hayatta kalabilmek için caddelerde kol gezen tehlikelerden uzak durur... ve çok haklıdır. Fakat Rain, kendini yaşadığı dünyaya ait hissetmemektedir, kendi dünyasında bir yabancı gibidir. Ve bir gece duymaması gereken konuşmalara kulak misafiri olur. Geçmişinde saklı sırlar, yaşamını hayal edemeyeceği bir şekilde değiştirecektir. Göz açıp kapayıncaya kadar çok sevdiği ailesini bırakıp, hiç tanımadığı insanlarla, zengin Hudson ailesi ile yaşamaya gider. Fakat kendini bu zengin ve ayrıcalıklı dünyaya da yabancı hisseder. Belirsizlikler içerisinde kıvranırkken, kurtuluşu özel bir tiyatro okulunun duvarları arasında bulur. Ama bütün bunlar yüreğinin derinliklerindeki boşluğu doldurmasına ve yuvam diyebileceği bir yere sahip olmasına yetecek midir?..
Kathlenn, ayrıcalıklı Newport, Rhode Island’dan; Colleen, yoksul ve ücra İrlanda köyünden... Atlantik’in farklı yakasında, hayatları büyük tahlike altında iki genç kız... İkisi de hamile!.. Anne Fitzgerald adındaki bir özel dedektif birdenbire hayatının olayıyla yüzleşir ve dünyayı kırıp geçirmekte olan korkunç salgın hastalıkları önleyebilecek bir mucize olasılığı ile bilimin keskinliği arasında kıstırılmış bulur kendini. Akla bile gelmeyecek bir felaketle karşı karşıya kaldığında, bir zamanların rahibesi ve şimdilerin psikoloji master’lı özel dedektifi Anne, insanlığın zorlu bir sınavdan geçirildiğine inanır. "Fatima’nın Sırrı", adeta bir şok etkisi yaratıyor. Belirsizliğin, aşkın ve kıyamet günü kabuslarının nefes kesici birleşimi, milyonlarca Patterson hayranını koltuklarına çivileyecek...
Gerilim romanlarının en büyük ustası olarak nitelendirilen ve bütün dünyada milyonlarca hayranı olan Dean Koontz, yeteneği eleştirmenler tarafından da tartışmasız kabul edilen bir yazar. "Göz Ucuyla"da Koontz, bilinçaltı korkularımızın herkesin kolay kolay cesaret edemeyeceği kadar derinlerine iniyor bu kez. Yaşamın anlamını, şimdiye dek yaratmış olduğu en unutulmaz karakterlerle gözler önüne seriyor. Olağanüstü yeteneklere sahip Barty Lampion... Hiç tanımamasına karşın Lampion’u yok etmeye ant içmiş acımasız bir adam. Vahşi bir tecavüz sonucu dünyaya gelen bir kız... Ve bu üç kişinin yazgılarındaki gizemli bağlantının neden olduğu akla hayale sığmayacak olaylar zinciri... Bu kitabı okuduktan sonra, dünyaya bakışınız değişecek!...
Bunlar, yıkıcı bir savaşın kaosunda hayatlarının aşklarını bulan erkek ve kadınların acı, tatlı, komik öyküleri. Bu anlamlı öykülerin kahramanları, Amerika’nın her köşesinden olduğu kadar, okyanusun öte yanına birçok savaş gelini gönderen Avrupa’nın harap olmuş ülkelerinden de çıkıyor. Çoğu, elli yıldan fazladır devam eden mutlu evliliklerinden sonra, şimdi birlikte yetmişli-seksenli yaşlarını sürmekte. Diğerleri, dul kalanlarsa, tek gerçek aşklarını sevgiyle anıyorlar. Öyküler, ölüme çok yaklaşılan, tüyleri diken diken edecek anları ve cesaret örneklerini, ilk görüşte aşkları, birbirleriyle olmaya kararlı iki aşığın becerikliliğini, sevdikleri uzakta çarpışırken, onları Amerika’daki evlerinde mücadeleye yardım etmek için çalışarak bekleyenlerin yaşadıklarını içeriyor. Bu heyecanlı öyküler, cepheden mektuplar, telgraflar, resimler ve fotoğraflar, hatta bir çiftin ilk buluşmalarında gittiği sinemanın biletinden oluşan 170’den fazla ilüstrasyonla da tamamlanmış durumda. Gün ışığına çıkarılan bu eşsiz anılar, II. Dünya Savaşı Aşk Öyküleri, savaşa kişisel bir bakış getirirken, aynı zamanda bir trajedinin ortasında alevlenen aşkları anlatan büyük bir miras...
Martie Rhodes, başarılı bir video oyunu tasarımcısıdır ve aşık olduğu kocasıyla mutlu bir yaşam sürmektedir. Genç kadının hayatı, bir sabah kendisinden korkarak aniden uyandığında tam bir kabusa dönüşür. Kontrolü neredeyse imkansız bir hastalıktır Otofobi. Martie, kendinden korkuyordur. Üstelik kocasında da gariplikler başlamıştır; bazı anları hatırlayamayan adam, hafıza boşlukları yaşadığını fark eder. Sonunda bütün bunların dahi psikiyatrist Ahriman’ın başının altından çıktığını anlarlar ve her şey daha da karmaşık bir bilmece halini alır. Bir psikopattır Dr. Ahriman. İnsanları telkin yoluyla programlayarak en iğrenç fantezilerini, kadın-çocuk demeden gerçekleştirip arkasında sır dolu cinayetler bırakmaktadır. Ama Martie ve kocası Dusty, ne pahasına olursa olsun Dr. Ahriman’a ‘dur’ demeye kararlıdır. Koontz, bu romanda psikolojik açıdan oldukça verimli, ama bir o kadar da ürkütücü olan insan aklının derinliklerinde gezinirken, okurun nefesini kesiyor...
"Cevizkafa" lakabıyla anılan ve dokunulmazlık hakkı sayesinde görevini kötüye kullanan acımasız Yargıç Armando Acosta, Polis Birliği’nin kayıtlarını tutan Arguillo’yu hapse atarak, Birlik yöneticilerine gözdağı vermeye kararlıdır, çünkü onlar gelecek seçimler için rakip adayı desteklemektedirler. Ama Birlik boş durmaz ve suç bilimi öğrencisi seksi Brittany Hall’ı yem olarak kullanıp Yargıç Acosta’ya tuzak kurar. Ve Yargıç, "fuhuş operasyonunda tutuklandı" haberleriyle gazetelere manşet olur. Bir süre sonra Hall, bir çöp tenekesinde ölü bulununca, Yargı Acosta cinayet suçuyla tutuklanır. Zor durumda kalan Yargıç mahkemede kendisini, Paul ile Lenore’nin temsil etmelerini ister. Paul, o güne kadar aşağılık bir düşman olarak gördüğü "Cevizkafa"yı savunmayı üstlenmeye karar verir. Ama bu kez karşılarına Lenore’nin eski patronu yeni düşmanı, hırslı Başsavcı Klein’ı almışlardır. Paul Madriani, ortağı Harry Hinds ve sevgilisi Lenore ile birlikte hukuk mücadelesi verirken, bir ölüm oyununun içinde bulurlar kendilerini. Üstelik gerçek katil ise akla gelmeyecek bir isimdir! Kendisi de duruşma avukatlığı yapmış olan Steve Martini’den nefes nefese okuyacağınız usta işi bir roman daha!..
Zaman makinesine girdiğinizi, kendinizi ‘kuantum-köpük bir solucan deliği’nden 1357 yılı derebeylik Fransa’sına gönderdiğinizi düşünün. Bu gerçekten çok korkutucu olmalı. Ziyaretiniz başladıktan tam 37 saat sonra geri çağrılmazsanız kuantum otobüsünü kaçıracaksınız ve kendinizi boğazınızı kesmeye can atan keşişlerin, kızgın lordların ve köylü eşkıyların arasında geçen bir iç savaşın ortasında bulacaksınız. Üstelik ‘Crey Kasabı’nı kızdırmaktan da kaçınmalısınız, yoksa, geniş kılıcını hışımla savurup bir çırpıda kellenizi uçurabilir ya da sizi, ‘Leydimin Banyosu’ adı verilen ve mahkumları yemesi için içeriye canlı sıçan atılan karanlık bir zindana hapsedebilir. Ama korkmanıza gerek yok. Kitabın kahramanlarından biri değilsiniz çünkü. Kitabın kahramanları kim mi? Bill Gates’ten bile daha tuhaf davranışları olan teknoloji dehası bir milyarderin entrikayla kandırdığı bir grup tarihçi... Bilgisayar oyunu olarak piyasaya çıkar çıkmaz Avrupa ve ABD’de büyük ilgi gören bu romanı okurken, imkansız gibi görünen birçok şeyi yeniden düşünmek zorunda kalacaksınız. Michael Crichton, Jurassic Park ve 13. Savaşçı’dan sonra Zaman Tüneli’yle okurları bir kez daha sarsıyor...
Eski FBI ajanı ve AB Başkanı’nın özel koruma görevlisi Blake Johnson’un araştırmacı gazeteci olan eski eşi Katherine Johnson, karanlık işlerini açığa çıkarmaya hazırlandığı bir Mafya üyesi tarafından kaçırılır ve yüksek dozda eroin enjekte edilerek öldürülür. Cinayetin sorumlusu, Solozzo ailesinin acımasız lideri Don Marco’nun yeğeni Jack Fox’dur. Fox, Mafya ailesinin temiz yüzüdür; Harvard Üniversitesi mezunu, Körfez Savaşı’ndan madalya ile dönmüş kahraman bir askerdir. Ancak aynı zamanda soğukkanlı bir psikopat katildir. Blake, hala sevdiği eski karısının başına gelenlerle ilgili haberi ABD başkanı Cazalet’in yanındayken alır. Katherine’nin evinde yapılan bir araştırmada, eski kocası için hazırladığı bir video bandından gerçekleri öğrenirler. Katherine, bantta, Fox ve kirli işleri hakkında her şeyi anlatmaktadır. Blake, hemen avukatı aracılığıyla harekete geçer. ancak Fox her şeyi öylesine ustalıkla planlamıştır ki, yasal yollardan bir sonuca ulaşmak imkansızdır. Bunun üzerine Blake, cenazeye katılan efsanevi dedektif Sean Dillon ve arkadaşlarının yardımıyla Mafya üyesine cezasını kendisi ödetmeye karar verir. Blake ve her biri kendi alanında yetkin ve gözüpek tetikçi arkadaşları ile Mafya arasında, Londra’dan Lübnan’a ve İrlanda’ya uzanan acımasız bir savaş başlar. Müthiş bir gerilime hazırlanın...
James Patterson’ın ünlü dedektifi Alex Cross yine iş başında; üstelik bu kez aşık!... Karısının ölümünden sonra, mutluluğu nişanlısı Christine’de bulan Cross, yeniden doğmuş gibidir. Ama mutlu günler çabuk biter. Bir İngiliz diplomat olan Geoffrey Shafer, tüyler ürpertici seri cinayetler işlemeye başlamıştır çünkü. Shafer, aklını ‘Dört Süvari’ adlı bir bilgisayar oyununun gerçek yaşamdaki versiyonu ile bozmuş; taksi şoförü kılığına girip müşterilerini acımasızca öldüren bir psikopattır. Cross, Shafer’i yakalar, ama katil hem mahkeme salonunda, hem de dışarda mükemmel manevralarla adaleti şaşırtmayı büyük bir ustalıkla başarır. Üstelik, Cross’un nişanlısı da ortadan kaybolmuştur. Alex Cross’un, bu ölümcül oyunda Shafer’le kozlarını paylaşmaktan başka çaresi kalmamıştır. Sansar, bugüne kadar yazılmış en dinamik ve etkileyici psikolojik korku romanı olarak, James Patterson’ı zirveye taşıyor!..
"Safiye Sultan - Sözüm ki Tek Sana Geçmez Celladımsın Ey Zaman", Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyılına farklı bir ışık düşüren "üçleme’nin" son cildi. Bu üç ciltlik romandaki karakterlerin büyük bir bölümü gerçek kişiler, tabii olaylar da öyle. Chamberlin, Osmanlı tarihinin önemli bir geçiş dönemini bir hadımın ağzından yazmayı tercih etmiş, bunu da "kadın ve erkek dünyasını aynı anda gözlemleyebilecek olan yalnızca onlardı" diye açıklıyor. "Safiye Sultan"ın üçüncü cildinde haremde yaşanan olaylar doruğa tırmanırken, entrikaların sır perdesi sonunda aralanıyor. II. Selim ve III. Murad, ardından da III. Mehmed’in iktidarları döneminde zaman kanatlanıyor sanki. Bir yanda dünya güç dengesinde meydana gelen çatışmalar ve savaşlar, diğer yanda harem içinde sürüp giden ölümcül entrikalar... Merdivenlerden atılan bebekler, denizin dibini boylayan cariyeler, hançerlenen sadrazamlar... Ve birbirinden çarpıcı sorular: Sokullu’yu kim, neden öldürttü? Sultan Selim gerçekten de hamamda kayıp başını taşa çarparak mı can verdi? Kanuni’nin torunu, Sultan kızı İsmihan neden hep ölü doğumlar yapıyordu? Ya Safiye Sultan?.. Güç ve iktidardan başka hiçbir şeye değer vermeyen Safiye, sonunda muradına eriyor mu? Bütün soruların yanıtı bu son ciltte!..
"Safiye Sultan - Ya İpek Urgan, Ya Gümüş Hançer", Osmanlı İmparatorluğu’nun 16. yüzyılına farklı bir ışık düşüren "üçleme"nin ikinci cildi. Üçüncü cilt, "Safiye Sultan - Sözüm ki Tek Sana Geçmez, Celladımsın Ey Zaman" adıyla yakında okurlarımızla buluşacak. Bu üç ciltlik romandaki karakterlerin büyük bir bölümü gerçek kişiler, tabii olaylar da öyle. Chamberlin bize Osmanlı tarihinin önemli bir geçiş dönemini bir hadımın ağzından yazmayı tercih etmiş, bunu da "kadın ve erkek dünyasını aynı anda gözlemleyebilecek olan yalnızca onlardı" diye açıklıyor. Giderek artan bir ivme kazanan romanın ikinci cildinde hadım Abdullah, ya da bir zamanların Venedikli gemicisi Giorgio Veniero, haremin binbir entrikayla dolu acımasız dünyasında varolma savaşını sürdürüyor. Kanuni’nin torunu, II. Selim’in kızı, Sokullu’nun karısı İsmihan’ın umutsuz aşkı, hadımı ve sahibesini nereye götürecek? Belki de ölüme... Güzeller güzeli Safiye, yeni hadımı Macar Gazanfer’in yardımıyla iktidar savaşını kazanabilecek mi? Ölümün soğuk nefesi, sultanlardan halayıklara kadar herkesin ensesinde.. "Ya İpek Urgan, Ya Gümüş Hançer", birbirinden heyecanlı olaylarla dolu. Yasak ilişkiler, akla gelmez cinayetler, inanılmaz ihanetler ve her şeye karşın aşk ve rotizm. Venedik, İstanbul, Sakız Adası, Manisa, Konya... Yeniçeriler, korsanlar, dervişler... 16. yüzyıl tüm detaylarıyla yeniden canlanıyor.
Nevada’nın bitmek bilmez yollarının büyük bölümü çöllerin ortasındadır. Bu çöllerden geçenler ister istemez tedirgin hissederler kendilerini. Çünkü varacakları yere kadar tanımsız bir korku eşlik eder onlara. 50 numaralı yolda güneşin altında seyahat eden insanlar, gidecekleri yerlere asla varamayacaklardır: yani New York City’deki evlerine dönen Profesör Jackson ve karısı, lake Tahoe’ya tatile giden Wenworth-Ohio’lu Carver ailesi ve bir Harley motosiklet üzerinde seyahat eden orta yaşlı ünlü yazar Johnny Marinville. Bir yol levhasına çivilenmiş kedi ölüsü, Çin Çukuru denen bir dağın yamacına kurulmuş Desperation isimli küçük madenci kasabasının işaretidir. Bölgede trafiği yöneten kişi, kendisini kanun olarak gören dev yapılı polis Collie Entragian’dır. Arabanızın plakası çalınmış ya da düşmüşse, veya lastiğiniz patlamışsa işiniz bitik demektir. Bölgede korkunç şeyler olmaktadır ve Entragian, işin sadece görünen yüzüdür. Desperation’u etkisine alan gizem ve kasabayı bir virüs gibi sarmış olan kötülük, korkunç ve dehşet vericidir. Tanrısal güçle kötülüklerin karşı karşıya geldiği bu romanda Stephen King, soluk soluğa bir maceraya çağırıyor okurlarını.
Rachel Leben, yedi yıldır sürdürdüğü evliliğini bitirme kararı almıştır. Kocası Eric kendisinden on iki yaş büyüktür ve 30 milyon doları vardır. Rachel’in tek isteği, yedi yıldır sürdürdüğü gösterişli ve lüks bir yaşamdan sonra huzurlu ve sıradan bir hayattır. Bu yüzden boşanırken yasal hakkı olan 13 milyon dolar yerine ondan yalnızca 500 bin dolar ister. Eric’in buna inanması mümkün değildir. Ona göre işin İçinde bir iş vardır. O sabah birlikte gittikleri avukatlık bürosundan sinirli bir şekilde çıkan Eric, karşı kaldırımdaki arabasına doğru İlerlerken hızla üzerine gelen kamyonu fark etmez. Rachel kocasının önce havaya doğru fırladığını, sonra da eski bir paçavra yığını-gibi yola düştüğünü görür. Yanına gittiğinde Eric son nefesini vermiştir. Morga kaldırılan Eric’in cesedine yasa gereği otopsi yapılacaktır. Şoka giren Rachel evine kapanıp sakinleşmeye çalışır, ama ertesi sabah aldığı bir telefon buna izin vermeyecektir. Telefondaki ses kocasının cesedinin ortadan kaybolduğunu söylemektedir...
Onlar Yoktu Bakıyorlar, bekliyorlar, öldürüyorlardı. İnsanlara görünmüyorlardı. Kutsanmış veya lanetlenmiş genç Slim McKenzie hepsini görüyordu. Onlar Yoktu Ayışığındaki korku dolu karnavalda, koyu gölgelerin dibinde, pusudaydılar. Kötü ruhlarındaki açlığı, insanların acılarıyla doldurdular. Ve büyük zafere hazırlandılar...
Susan Thorton, üniversite öğrencisiyken sevgilisinin Kükreyen Mağara olarak da bilinen bir kireçtaşı mağarasında dört arkadaşı tarafından hunharca öldürülüşüne tanık olur. Olayı izleyen birkaç yıl içinde dört suçlu çeşitli sekilerde ölür. Aradan on iki yıl geçmiştir. Ciddi bir trafik kazası geçiren Susan, komadan çıktığında belleğinde bazı boşluklar vardır. Hastane koridorlarında rastladığı dört ayrı insanın sevgilisinin katilleri olduğu fikri, onu dehşete düşürüp nekahat dönemini hızla kabusa dönüştürür. İlk önce çıldırdığını düşünen Susan, ölülerin dirilebileceğine ihtimal vermez ve akıl sağlığına dört elle sarılır. Ama maruz kaldığı şiddet hızını kesmeyince, Susan hayatı pahasına da olsa tehlikenin kaynağını bulmaya çalışır.
Birden bahçede bir kıpırtı dikkatini çekti. Zaten kapalı ve kurşuni renkli olan öğleden sonrası yerini erken bir karanlığa bırakıyordu. Yeni bir şimşek çaktı,ağaçların arasından sert bir rüzgar esti, yağmur daha da hızlandı ve bu fırtınanın ortasında leylakların arasından bir şey çıktı..."İşte!" dedi Paul. Bir çocuk evlat edinmeye karar veren Tracy çifti, yüz elli yıllık bir intikamın maskelediği olaylarla karşı karşıya olduklarını anladıklarında, geceleri duydukları korkunç sesler çoğalmış,aniden beliriveren karabasanlar artmış ve gökyüzü daha da kararmıştı. Bir kehanet, bir uyarı ve bir lanetin romanı...
13. yüzyıl Avrupası’nda saray kadınlarının entrika ve tutku dolu hikâyesi…
Provence Kontesi Savoy’lu Beatrice, dört güzel, iyi yetişmiş kızını kraliçe olmak üzere birbiri ardı sıra gönderirken onlara verdiği tek öğüt şuydu: Aile, en önce gelir. Bunun sonucu olarak kızları Fransa Kraliçesi Marguerite, İngiltere Kraliçesi Eleanor, Almanya Kraliçesi Sanchia ve Sicilya Kraliçesi Beatrice'da sadece eşlerinin imparatorluklarının sınırlarını genişletmek ve yurttaşları arasındaki barışı tesis etmek için değil, aynı zamanda Savoy Hanedanı’nın gücünü ve etkisini daha da artırmak için çalışmışlardır. Ne var ki babalarının ölümü üzerine, kız kardeşler birbirine düşmüş, her biri kendilerine ait olduğunu düşündükleri mirasa sahip olmak için birbirleriyle boy ölçüşmeye kalkışmışlardır.Dört kraliçenin farklı bakış açılarından anlatılan ve 13. yüzyılın karmaşık, çalkantılı yıllarında geçen bu roman, hırs, ihtiras, açgözlülük ve kardeşler arasındaki taht kavgasının, güç ve iktidar savaşının öyküsüdür.
Çağdaş edebiyatın kült romanı.. Dünya yalpalaya yalpalaya güneşten uzaklaştıkça malikâne aydınlanır; orkestra şimdi sarı bir kokteyl müziği çalıyordur, insan sesleri bir perde yükselir. Kahkahalar giderek kolaylaşıp bol keseden dağıtılır, şen bir sözcük yeter patlamasına. Bir kitaba ölümsüzlük katan, onun zamana meydan okuyan doğasıdır. F. Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’sini klasikler arasında bile ayrıcalıklı bir konuma yerleştiren de budur. Eskimeyen dili, anlatımı ve konusu... Muhteşem Gatsby, okuru 1920’lerin her daim gönülçelen, yürek burkan dünyasına çağırıyor... Can yakarken göz kırpan, dans ederken yas tutan ışıl ışıl karanlıklar sofrasına, o bir türlü gerçekleşemeyen Amerikan Rüyası’na Orkestranın caz adımları eşliğinde yarınsız ve dünsüz bir zamandan bakmak için...
Rudy Baylor yeni avukat olmuştur. Giderek artan borçlarını ödeyebilmek için elindeki tek davayı kazanmak zorundadır. Tedavi masraflarını ödemeyerek bir gencin ölümüne neden olan dev bir sigorta şirketine karşı açılan bu davada milyonlarca dolarlık tazminat söz konusudur, ancak bir sorun vardır: Bu, Rudy’nin gireceği ilk davadır ve karşısında, paranın satın alabileceği en pahalı avukatlar yer almaktadır...
Avukat Joel Backman, dünyanın en güçlü gözetleme uydusunun sırrını bilenler arasında, hayatta kalan tek kişidir. Ama yirmi yıl hapse mahkumdur ve altı yıldır Rudley Federal Cezaevi’nin bir tecrit hücresinde hapistir. Backman’ı yem olarak kullanıp diğer haber alma örgütlerine tuzak kurmayı planlayan CIA, seçimleri kaybeden silik bir ABD başkanın, görevini devretmeden, giderayak Backman’ı affetmeye ikna eder. Backman artık özgürdür. Yeni bir kimlik altında, yeni bir ülkede yaşamaya başlar. Ancak bir süre sonra CIA, Backman’ın nerede olduğu bilgisini sızdıracak ve beklemeye başlayacaktır. Onlar için önemli olan Backman’ın sağ kalıp kalmayacağı değildir-böyle bir şansı yoktur zaten. Merak ettikleri, onu kimin öldüreceğidir.
1915 yazı Wittgenstein ailesi için hem mutluluk, hem de yanı başlarındaki savaşın yarattığı endişe demektir. Ailenin büyük kızı Beata içinse bir dönüm noktasıdır o yaz. Alman Musevisi bu güzel genç kız, Cenevre Gölü’nün parıltılı sularının kıyısında, Katolik bir Fransız subayına âşık olur. imkânsız bir aşktır bu; çünkü onların hem ülkeleri düşmandır, hem dinleri farklıdır. Beata için bu çifte engeli aşmanın tek bir yolu vardır: yüreğinin sesini dinlemek... Yıllar sonra Avrupa’da yeniden savaş sesleri duyulur. Üstelik bu kez Museviler kıyıma uğramaktadır. Şimdi bir seçimle karşı karşıya olan, Beata’nın kızı Amadea’dır. Acaba Amadea, Tanrı’nın yolunu mu, aşkı mı, yoksa Nazilerle mücadeleyi mi seçecektir? Genç kız, tıpkı bir zamanlar annesinin yaptığı gibi, yüreğinin sesini dinler. Bir annenin sevgisi, bir kızın cesareti... Danielle Steel bu dönem romanında, savaşın anlamsızlığına ve tutuculuğa karşı bireylerin nasıl direndiğini anlatıyor. Yeter ki geçmişten dalga dalga gelen yankılar duyulabilsin...
Avukat tutacak parası olmayan sanıkların davalarına bakan Halk Savunma Bürosu’nda çalışan diğer meslektaşları gibi, Clay Carter da büyük bir avukatlık firmasında iş bulacağı ve önemli davalar alacağı günlerin hayaliyle yaşamaktadır. Cinayetle suçlanan genç bir adamın savunmasını gönülsüzce üstlendiğinde, bunun Washington’da yaşanan sıradan cinayetlerden biri olduğunu düşünür. Ancak müvekkilinin geçmişini araştırdığında, Clay akıllara durgunluk verecek bir komployu ortaya çıkarır. Birdenbire kendini büyük ve karmaşık bir dava içinde bulur. Öyle ki söz konusu tazminat, Clay’in hayatını değiştirecek ve onu hukuk dünyasının tazminat kralı yapacak büyüklüktedir...
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.