Bu kitap aşağıdaki konuları içeren bir kitaptır. Bir toplumsal hastalığı birlikte tedavi etmenin zamanının geldiğini anlatmaktadır. Birlikte geleceğe uzanmanın gereğini hatırlatmaktadır.
*Birlikte Yaşamak
*Bölücülük*Bölücülük nedir?*İleri bölücülük nedir?*Ülkemizdeki “İleri Bölücülük”faaliyetleri
*İleri Bölücülükte Etkili Olan Hususlar
*Dış güçlerin etkileri*Uluslararası şirketlerin etkileri*Kimlik aşağılamalarının etkileri *Ekonomik ve sosyal sorunların etkileri
*İleri Bölücülük Faaliyetleri Nasıl Ortadan Kalkar?
*Adaletli bir devlet yönetimi sağlamak*Yeni bir eğitim seferberliği yapmak ve “Kültür adamları” yetiştirip çoğaltmak*Yeni partiler yasası ve seçim yasası düzenlemek*Silahlı mücadeledekısa sürede başarılı olmak*Terör örgütlerinin mali kaynaklarını tamamen ortadan kaldırmak.*Birlikte yaşama şuurunu kökleştirmek ve geliştirmek*Kültürel kimlikte birleşmek*Kültürel milliyetçiliğe ağırlık vermek
Johnson Mektubu, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır.
Tıpkı İnönü’nün “yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini alır” tarihi yanıtında olduğu gibi, günümüzde “yeni bir dünya” adım adım kuruluyor.
Türk-Amerikan ilişkilerinin sancılı seyrinde, bu nedenle Johnson Mektubu yeniden gündeme geliyor.
Üstelik Kıbrıs meselesi ve İnönü’nün sürekli hedef alınması, bu mektubu tekrar önemli kılıyor.
Haluk Şahin, mektup üzerinden Türk-Amerikan ilişkilerinin bir dönemine, Kıbrıs meselesine ve Türk- Yunan ilişkilerine mercek tutuyor.
Üstelik doğrudan birinci kişiler üzerinden…
Mektubu kaleme alanlarla yapılan tarihi söyleşiler, sürecin aktörlerinin yazdıkları ve arşiv belgeleri bugüne de ışık tutuyor.
Sabahattin Önkibar, işte bu “Yazılamayanlar”ı yazdı…
Gülnur Acar Savran, elinizdeki kitapta feminizm üzerine kimi yazılarını kuramdan politikaya doğru bir seyir içinde bir araya getiriyor. Bu yazılarda, AKP iktidarının aileci ve fıtrat anlayışına dayalı farklılıkçı ideolojisi, hem neoliberal politikalar ve onların soyut eşitlik ve soyut evrenselciliği hem de öte yandan muhafazakarlığın yükseldiği bir dönemde farklılıkçılığa vurgu yapan feminist anlayışların barındırdığı riskler tahlil ediliyor. Ayrıca yükselen muhafazakarlık bağlamında savunmacı bir cinsel politikanın çıkmazlarına işaret ediliyor.
Kadın emeğinin çeşitli biçimleri ve ücretli emek/ücretsiz emek ikiliği, kolektif bir feminist öznenin nesnel imkânları, patriyarka-kapitalizm ve yeniden üretim-üretim ilişkisi ile heteroseksizm-patriyarka ilişkisi bu seyir boyunca derinlikli bir şekilde ele alınıyor.
Okurunu feminist kuram ve politikanın güncel ve süregelen sorun/tartışma başlıkları arasında dolaştıran temel bir kaynak...
Gültan Kışanak
Türkiye’de militarizm meselesi, çeşitli çalışmalarda ele alınmış olmakla birlikte, uzun zaman bütüncül biçimde değerlendirilmeyi bekledi. Yapılan çalışmalar militarizmi çeşitli bağlamlar ve araştırma problemleri üzerinden dolaylı olarak ele aldı. Güven Gürkan Öztan’ın çalışması ise meseleyi bütüncül olarak görmemize yardım eden geniş bir çerçeve sunarak, modernleşmenin en önemli çıktılarından biri olan yaygın militarizmin Türkiye serüvenini kavramamıza olanak tanıdı.
Elinizdeki kitap, bilhassa Türkiye örneğinde bir fenomen olarak militarizmi, ideolojik-siyasi cereyanlardaki değişmelere rağmen, devletin tercihinde ve devletin yurttaşla kurduğu ilişkide kalıcı olan “ortak ruh” ve bunun somut örnekleri üzerinden derinlemesine analiz etmektedir.
Modern zamanların Türkiye’si militarizm pratiğinin gözlenmesi için mükemmel bir örnek teşkil eder. Güven Gürkan Öztan, neoliberal ve siyasal İslamcı zihniyetlerin hâkimiyeti altında dahi, militarizmin bütün devlet ve siyaset pratiğinde nasıl bir altlık oluşturduğunu mükemmel biçimde aktarıyor.
Suavi Aydın
Komünistler tarihlerinden utanmak zorunda mı? 1990’ların başında Sovyetler Birliği yıkıldığında, çoğu komünist için geride kalan “reel sosyalizm” tarihi, utanç duyulması gereken bir geçmiş olarak görüldü.
Yazara göre, zulme uğrayan etnik veya dinsel grupların tarihinde daima böyle bir olguyla karşılaşırız. Kurbanlar, zulüm gördükleri sürecin belli bir anında zalimlerin görüşlerini benimseme eğilimi gösterirler ve bu nedenle kendilerini hor görmeye, kendilerinden nefret etmeye başlarlar.
Kendinden nefret, SSCB’nin yıkılışından bu yana, komünist hareketin savaşmak zorunda kaldığı sorunların başında yer alıyor. Kendi geçmişlerini yücelten galiplerin şişkin egoları, karşılığını mağlupların çilesinde buluyor.
Domenico Losurdo, kendinden nefret etme salgınına karşı verilen mücadelenin, Ekim Devrimi’yle başlayan büyük ve muhteşem dönemin eleştirel bilançosunun çıkarılmasıyla birleştirilmesi gerektiğini savunuyor. Bu eleştirel bilanço, ne kadar radikal ve önyargısız çıkarılırsa o kadar etkili olacaktır. Buna karşılık kendinden nefret etme, kendi tarihiyle yüzleşmekten ve bu tarihin içinden parıldayan ideolojik ve kültürel savaşımın gerçekliğinden korkakça kaçmak demektir. Eğer özeleştiri, komünist kimliğin yeniden kazanılmasının ön koşuluysa, kendinden nefret etmek de teslim olmakla ve bağımsız komünist kimliğin inkârıyla eşanlamlıdır.
Losurdo, bu anlayıştan hareketle SSCB ve Çin deneyimlerini eleştirel bir incelemeye tabi tutuyor. Güçlü yönlerini ve zaaflarını birlikte değerlendirerek, bizi tarihten kaçmamaya çağırıyor. Zorlu koşullar altında girişilen bu gözü pek deneyimlerin olumlu mirasına sahip çıkıp selamlarken, aynı zamanda geleceğin sosyalizmi için hangi bakımlardan aşılmaları gerektiğini de ortaya koyuyor.
Bu site Ticimax® Gelişmiş E-Ticaret sistemleri ile hazırlanmıştır.
Internet Explorer tarayıcısının 9.0 ve daha eski sürümlerini desteklememekteyiz. Web sitemizi doğru görüntüleyebilmek için tarayıcınızı güncelleyebilirsiniz, güncelleyemiyorsanız başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsiniz.